19 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 13 Mayıs 2018 14 Hadi bu bataklığı kurutalım! Hepsi 12 yaşlarında dört öğrencinin o gün canları sıkılıyordu. “Ulan bir şeyler yapalım” diyerek birbirlerini tahrik ettiler ve can sıkıntılarını giderecek kendilerine göre müthiş bir oyun buldular. Sınıfın en sessizi, en uysalı birini gözlerine kestirip, karanlık bir koridorda üstüne çullandılar ve apar topar tuvalette götürdüler. Çok eğleniyorlardı, apar topar tuvalete soktukları arkadaşları “beni bırakın” diye yalvardığında, “yapmayın” diye haykırdığında elleriyle ağzını kapatıyorlar ve sırayla, gülmeler ve haykırmalar arasında arkadaşlarına tek tek tecavüz ediyorlardı. Öğrencilerden biri oynadıkları bu muhteşem oyunu cep telefonuyla hiçbir ayrıntı kaçırmadan videoya çekiyordu. Sonra sakinleştiler. Ve tecavüzlerden bitap düşen arkadaşlarını tuvalette bırakıp gittiler. Giderken şöyle seslendiler, “sesini çıkarıp müdüre filan gitmeye kalkma, elimizde seni rezil edecek kayıt var!” Tecavüze uğrayan çocuk, kendini öylesine aşağılanmış hissetmişti ki, o günden sonra okula gitmemek için sürekli hastalandı. Ancak tecavüz olayını gerçekleştiren çocuklar yaptıkları işten öylesine hoşnuttular ki, kendilerini öylesine ayrıcalıklı hissediyorlardı ki, video kaydını tüm sınıfa göstermek için yanıp tutuşuyorlardı. Öğretmen onları videoya bakıp kahkahalar atarken yakaladı ve olay öğrenildi. Size bir Amerikan filmi senaryosu anlatmıyorum, bu bir korku filmi değil, bu bir gerçek olay ve bütün bunlar bir ilköğretim okulunda yaşandı. Pek çok kişinin “hayır olamaz, bizim aile düzenimiz buna izin vermez, bizim çocuklarımız terbiyelidir”, dediklerini duyar gibiyim. Ama gerçek, ülkemizde her alanda değerler öylesine sarsılmış, öylesine yıpratılmış ki, bu olay gibi olaylar pek çok yerde tekrarlanıyor ve biz sadece emniyeti aksattığı için şimdilik bunu biliyoruz. Ülkemizin Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı yurtlarda sürekli karşımıza gelen tecavüz olaylarının nasıl kapatıldığını da. Çöküş böyle bir şeydir, çocukların bile masumiyetlerini alıp götürür. Sokaklarda dilenen çocukların, gencecik kızların elli lira karşılığında seks işçisi olarak kullanıldığını bilmiyor musunuz? Bilmek zorundayız. Diyanetin bütçesinin üç bakanlık bütçesinden fazla olması ne okullardaki tecavüzleri ne de sokaklardaki fuhuşu engelliyor. 6000 zeytin ağacını ömrü ancak yirmi yıl sürecek ve kıytırık bir enerji üretecek termik santral yapımı için kesenlerin, işçileri madenlerde ve inşaat alanlarında ölüme gönderenlerin ne ülkedeki çocuklar umurunda ne de ülke toprakları. Tek umurlarında olan şey, yeni tanrıları para! Neyse öfkem burnumda, yatışmak için bir film senaryosu anlatayım. Dünyayı ele geçirmeye çalışan bir grup insan, son teknolojileri kullanarak laboratuvarlarda insana çok benzeyen robotlar üretiyor. Ürettikleri bu robotlar tıpkı insanlar gibi yiyor, içiyor ve konuşuyor ama duyguları yok. Nasıl yani, evet sevme, acıma, merhamet gibi duygular robotlara verilmiyor. Sonra bu robotlar gruplara ayrılıp, dünyayı ele geçirmeye çalışan bir grup insan tarafından çeşitli ülkelere gönderiliyor. Amaç bu ülkelerin insanlarını yozlaştırmak, parayı tanrı gibi göstermek, topraklarını çoraklaştırmak ve sonunda o ülkeyi ölüme sürüklemek. Robotlar çok yetenekli ve para da gani. Bunlar öncelikle ülkenin bir grup aydınını para ile iktidar vaadiyle satın alıyorlar. Ardından tüm kurumları ele geçirip, yok etmek üzere planlıyorlar, sonuçta o ülkeyi öylesine aciz, öylesine başkalarına muhtaç duruma getiriyorlar ki, ülke ölüyor ve bir grup insan o ülkeyi de kendi sınırları içine alıyor. İşte size başarılı bir Hollywood filmi senaryosu, siz ne diyorsunuz? Bu filmi biliyor musunuz? Evet! Biliyoruz! Üstelik bu filmde figüran olarak oynuyoruz.! Helal olsun size! Bu arada bu ülkede yaşayan pek çok insanın, özellikle çocukları ve torunları için endişeli olduklarını ve onları ne yapıp edip yurtdışına göndermeye çalıştıklarını da belirtmek isterim. İşte o bir grup insanın yaymak istediği en önemli duygu bu duygu. Ülkeden umut kesip başka ülkelere göç etme isteğinin yoğunlaşması. Yani ülkede yoğun bir biçimde beyin göçünün başlaması. Yani dostlar hep birlikte bir bataklıkta usul usul batmaktayız. Üstelik şimdilik bize uzanan herhangi bir dal yok. Tek gücümüz birbirimize sımsıkı sarılmak ve birden hep birlikte fırlayarak bataklığın öbür tarafına geçmek. Ya geçeriz ya da boğulur gideriz. Karar bizim. 13 MAYIS 2018 SAYI: 33821 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Faruk Eren Aykut Küçükkaya Dijital Medya Koordinatörü Bülent Mumay Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Kültür Sanat: Emrah Kolukısa l Düzeltme: Mustafa Çolak Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03:56 03:47 04:17 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05:42 13:06 17:00 05:29 12:51 16:43 05:55 13:14 17:03 Akşam 20:19 20:01 20:20 Yatsı 21:57 21:36 21:52 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY Dönmek üzerine, dönenler üzerine ne çok yazı yazılmıştır kim bilir. O yazılar içinde belki bir katresi de benim yazdıklarımdır. Memlekete dönmenin ince yollarını içimden geçirerek yazdım hepsini. Kimi zaman dönenlere hasetle bakarak, kimi zaman dönerken, her şeyden dönenlere kızarak yazdım. İşte sonunda hep peşim sıra gelmiş olan şehre dönüyorum. Nereye gitsem peşimden gelmedi mi? Geldi. Öyleyse ben de ona geri dönüyorum. Sanki ona geri dönersem, kendime de geri döneceğim. İnsan kendine dönmeli. “Ben kimim, neyim, ne yapıyorum; bunca yıldır yaptıklarımla mutlu muyum yoksa derin bir pişmanlık içinde miyim?” diye düşünmeli ve dönmeli. Pişmanlık hanesi çok dolmuşsa, derin bir hüzün, yürek çarpıntısını arttıran bir huzursuzluk duyar insan. Ama belki de kendi geçmişine gururla dönebilir ve “Yeniden yaşasam aynı günleri, aynı işleri yapardım, daha iyi yapardım” diyebilir. O yüzden, kendini sınamak için, insan sık sık kendine dönmeli. Parıltılar içinde başı dönmüş, postmodern dalaverelere neredeyse tümüyle teslim olmuş insan, belkemiğini bulmak, yitirdiğini yeniden keşfetmek için kendine dönmeli. Değişimi anlamanın, değişime teslim olmak değil, ona hükmetmek olduğunu kavramadan, kendine dönemeyeceğini bilerek dönmeli. Üretime dönmeli. Sanal dünyalarda üretimin ortadan kalktığı yanılgısından kurtulmak için, dokunduğu her şeyin, ağzına giren her lokmanın, yararlandığı her hizmetin bir emek ürünü olduğunu yeniden hatırlamalı. Yaka renkleriyle teoriler uydurmadan, değişen yaşam koşullarıyla birlikte artan karanlığa teslim olmamak, üretimsiz tüke Hâlâ şafakta geliyorlar Angela... tim olmayacağını yeniden keşfetmek için üretime dönmeli insan. Bir parçası olduğumuz, hırçın bir kavgaya tutuştuğumuz, çoğunlukla varlığını dikkate bile almadığımız doğaya dönmeli. Çöpümüz, dumanımız, yakıtımız, topumuz, tüfeğimiz, füzelerimiz, uranlı mermilerimizle canına okuduğumuz doğaya; cinayet yerine dönmekten kendini alamayan bir katil gibi de olsa dönmeli insan. Unuttuğu şiire ve şarkıya dönmeli. Yüreğindeki sıkıntıyı paylaşmanın, sevinci başkalarına aktarmanın başka yolu olmadığı için, süzülmüş düşünceleri ifadenin, insana ait olanı anlamanın yoluna dönmeli. Düşünsel yoksulluğu reddetmenin başka çaresi yoktur çünkü. İnsan kendine dönmeli; paraya borsaya, tahvile değil. Yaşamak için para bulmakta zorlananlar, başka bir yoksulluğun içine düşmemişlerse eğer daha kolay dönebilirler. Bes belli, özünde şiir ve şarkı yoksa bir vakit, kendine dönemez insan. Kavgaya dönmeli. Haksızlıklarla kavga etmekten vazgeçen kendine dönemez. Ayaklar uyuşmuş, kollarda derman kalmamış, yürekteki ateş küllenmiş bile olsa, harekete geçmek için kül içindeki o kor yeter. Kül içindeki kora dönmeli öyleyse, insan. İyidir dönmek, insan kendine dönüyorsa. Yine de unutmamalı; parlak giysilerin içinde, yaldızlanmış köhne düşünceleri ceplere tıkıştırarak da dönülebiliyor. Dönülebiliyor ama kendine değil. Oysa insan doğaya, doğanın bir parçası olarak kendine, geçmişteki ve gelecekteki anlamına, kavgaya, boyun eğmemeye, isyana dönmeli, dönebiliyorsa. Önünde sonunda kendi şehrine dönmeli. Nereye gitse peşi sıra gelen kendi şehrine dönmeli insan. Başka bir yere, başka bir şehre değil!* GÜRAY ÖZ *Alıntı: hâlâ şafakta geliyorlar angela/Ayrıntı Yayınları, 2018 HHH Cumhuriyet yazarı ve Okur Temsilcisi Güray Öz; Türkiye’nin yetiştirdiği bir avuç gerçek entellektüelden biri, felsefesi sağlam bir hümanist ve çok değer verdiğim, aziz dostumdur. Yukardaki alıntıyı yaptığım denemelerini okurken, onu niçin sevdiğimi bir kez daha anladım. Siyaset, at terbiyesi demek. Seyislik kökünden türeme. bsBiaerkğyeı,rı“syBaotarıy.lıomArm”v.aar,!wt“”awnsdawuhi.rmayaheemttı@etgtamn.aciol.mcom Dil merakını bilmiyoruz. Kindarlığı, öfkeyi Ama Tayyip Bey’in şiir yücelterek, nefreti merakı malum. adeta üstüne zimmet Cerbezesi daha da ma lemiştir. Keşke adalet lum. “Şiirden” bile mağduriyet üretti. “Halkı kin ve düşmanlı gibi bilim de bağımsız ve özgür hale gelse de bir üniversite çıkıp, Dünya Göçmen ğa tahrik”ten 4 ay 10 gün “cinayet patlaması hapis yattı. Rantını 16 yıldır yiyor. Muharrem İnce de şiiri seviyor. Ama “rant ile İncelikseyislik ile Tayyip Bey’in ses tonu arasında bir korelasyon” olup olmadığını araştırsa. alışverişi” hiç yok. Ülkenin yarısını Sadece esprili olmayı Siyasetin ruhsuzluğu mizaha geçtik, “kendi gençlik seviyor ve “siyasete ruh kazan yer vermek yerine, palavraya, kitlesinin” gözünde bile Tayyip dırmak” istiyor. Çünkü sözlüklere yalana dolana, kandırmacaya, Bey, artık “Kırk yıllık Kani”dir. göre “espri” önce “ruh”, sonra göz boyamaya ağırlık vermesin Değişmez. İnce’nin dediği üzere “ince söz” demek. dendir... çıraklıkkalfalıkustalıktan sonra Ülkemizde siyaset refah, huzur AKP sabah akşam “hedefimiz emeklilik zamanı çoktan gelmiştir. ve iş üretemediği için ruhunu gençler” diyor. Aklı başında hiç “Öfke belagat sanatıdır!” dedi. çoktan kaybetti. bir genç, dakikalarca gakguk Ama belagattan çok kin ve nefret Asıl nedeni ise siyasetin insani eden siyasetçiyi babası bile olsa üretildi. Kuşlar Günü İstanbul’da her yıl yaklaşık 2 milyon kuş geçiyor üzerimizden. Kaçımız farkındayız? Başını gökyüzüne kaldırıp, geçen kuşlara bakıp mutlu olabilen kaç kişi vardır? Bir kuş gördüğünde onun adını söyleyebilen, ötüşüne kulak kabartanların sayısı kaçtır? Kaçımız bir kuş cennetini gezdi? Üzerinde yaşadığımız bu cennet toprakların aynı zamanda kuşların da cenne yetten, yani incelikten, yani “ince dinlemez. Dinlemeye de, mizahi HHH ti olduğunun kaçımız farkında? söz”den mahrum bırakılmasıdır. Cumhurbaşkanı’nın kendisine sözcü olarak “Kalın” soyadlı birini seçmesi bir takdiri ilahidir. Türk Dil Kurumu da sağolsun “nükte” sözcüğünü, Muharrem Bey’in adısanı üzerinden tanımlamış ve “ince söz” demiş. Ardından da Tayyip Bey’in Necip Fazıl Kısakürek sevdasını bildiğinden olmalı, onun “politika ve sakal” başlıklı yazısından bir örnek vermiş: “Espri, kıtlıkta bolluk arz eden bir cevherdir!” Bu da bir başka takdiri ilahı. Kısakürek’in öngörüsü ne yazık ki siyaset için kısa kalmıştır. Sakal siyasete gireli, bolluktan geçtik, espri veya nükteye kıran girmiştir. Reis zaten, şahsen ve fıtraten “esprisiz” bir zatı muhteremdir. Partisinin ileri gelenlerigidenleri de ona ayak uydurup ruhsuz birer demeçnutuk ve zart zurt kumkuması haline gelmiştir. İşin fecaati, emrindekilerin hamhalatlığı, bizim muhalefetin diline de bulaşmış ve “ruhsuzluk” siyaseti teslim almıştır. Muharrem İnce, ülkemizden önce siyasetin kurtuluşu olacağa benziyor. bir dil dışında hiçbir kuvvet zorlayamaz. Okkalı bir maaş elbette müstesna. İktidar da bunu fark etti ki, milletvekili olma yaşını 18’e indirdi. Bakalım, birkaç “VİP çocuğu” bulup Meclis’e sokmak gençliği siyasete çekmeye yetecek mi, milletçe göreceğiz. Muhalefetin “Millet İttifakı”ndan sonra, “millet”ten daha çok “ümmet” lafı etmeye başladı. Keşke kendisi de “Ümmet İttifakı” dese, daha doğurgan bir netice alırdı, bir dönem “zürriyetsiz” dediği Bahçeli ile kurduğu bu ortaklık... Kanunen bir engel de yok. Zaten kanun da saz da kendisi.. Ama İstanbul teşkilatı daha teşkilatlı, E5 üzerindeki devasa bir binaya “Ümmetin Önderi” bayraklarını astı bile. HHH Gençleri siyasete çekecek olan güleryüzlü, kucaklayıcı, küfürsüz, öfkesiz ince ve mizahi bir dildir. Sosyal medyada, İnce’nin adaylık öncesinde “sade bir vekil” olarak tek başına kurduğu egemenlik bu sayededir. İktidar devlet eliyle sosyal medyada binlerce “dükkân” açmıştır. Ama her konuşmasında Tayyip Muharrem İnce, gücünü dilinden alıyor. İktidarın ve Tayyip Bey’in “kalın” hallerini ince ince sergilemeye başladı: “Üniversite arkadaşlarımızı tanıştıralım!” çağrısı, “Gel TRT’de hep birlikte açık oturuma çıkalım!” kadar demokratik ve delikanlıca. Hapisteki HDP adayı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret edip, “bütün adaylar sırayla birer hafta hapis yatsın” serzenişini duyurması çok saygıdeğer. Saray’da çıt yok. Ama şükretmeliyiz, biri çıkıp da “4 ay 10 gün de hapis yatmıştı. Kendisi mübarek bir zattır. Onun 1 günü 1 yıldan değerlidir” falan demedi. Ama daha kalın bir davranış sergilendi. AKP Genel Merkezi’nde İnce’ye “İsrail’in TC Büyükelçisi’ne yaptığı” yapıldı. Alçak bir koltuğa oturtuldu. Gazetecilerin bu konudaki sorusuna İnce’nin yanıtı diplomasi sözlüğüne geçecek incelikte: “Misafirin nereye oturacağı ev sahibinin şanı şerefidir!” HHH İnce’nin seçilmesi milyonların hayali. Bizim Ankara Bürosu’nun hayali de İnce’nin yanıtını İbrahim Kalın’a değil de bir canlı yayında Tayyip Bey’e yorumlatmak. Peki kuşların cennetini cehenneme dönüştürdüğümüzün farkında mıyız? Rüzgâr türbinlerini yaparken, yüksek gerilim hatlarını dikerken, bunların kuşların göç yolu üzerinde olup olmadığına bakma gereği duymuyoruz.   Her yıl kaç kuş yüksek gerilim hatlarına, rüzgâr güllerine takılıp ölüyor? Almanya’daki sayının yüz bine ulaştığı söyleniyor. Peki Türkiye’de? 3. havaalanını tam da kuşların göç yolunun üzerine inşa ediyoruz. Kuzey ormanlarını yok ediyoruz. Kuşların cennetleri olan sulak alanları kurutuyoruz. Son 40 yılda üç Van Gölü büyüklüğündeki sulak alanı kaybettik. 1 milyon 300 bin hektar... Geriye 1 milyon 250 bin hektar sulak alan kaldı... Kurutmakla kalmıyoruz. Akarsuları ve gölleri kirletiyoruz: Sanayi atıkları, kimyasallar…   Bazı nehirlerden su yerine zehir akıyor. Kuşlar ölüyor. Göç mevsimi gelse de kuşları avlasak diye bekleşenler o kadar çok ki. Kuşlar ölüyor. Kitlesel olarak ölüyorlar. Farkında bile değiliz.   HHH Dün “Dünya Göçmen Kuşlar Günü”ydü. 63 ülkede 357 etkinlik yapıldı. Amaç göçmen kuşların ve yaşam alanlarının korunmasına yönelik farkındalık yarat KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] mak. Gençlere, çocuklara kuşları sevdirmek. Çevreciler “sesimizi birleştirelim” diyorlar, “çünkü ancak birlikte çaba gös terirsek kuşları koruyabiliriz.” İnternette www.worldmigratorybird day.org sitesindeki haritadan, hangi ülkede hangi etkinliklerin yapıldığına bakıyorum. Sonra değişik ülkelerden ço cukların kuşlar için söyledikleri türküleri dinliyorum. Kuşları “mavi özgürlüklerde uçan birer türküye” benzeten Halikarnas Balıkçısı’nın sözlerini anımsıyorum: “Kendileri yeryüzünü kanatlanmış tür külerle donatırlar. Güneş ve ışık peşinde gurbetten gurbete, ülkeden ülkeye uçup giden, uçup gelen kanatlı türküler…” Balıkçı’nın “Tünek Ahmet” öyküsünü okumuş muydunuz? Müthiş bir öykü. 80’li yıllarda ilk kez okuduğumda “Tünek Ahmet” kahramanım oluvermişti. Ege denizini geçerken yorulan göçmen kuşlar, denize düşüp ölmesinler diye çabalayan, teknesini kuşlar için tüneğe dönüştüren o balıkçıyı canlandırdım gö zümde. YouTube’a bağlandım ve öyküyü bu ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] sefer sevgili Hakan Meriçliler’in sesinden dinledim. Ne güzel seslendirmiş. Rüzgâr gülleri kuşları öldürmesin diye kaygılanan, kuzey ormanları için mücade le eden, yaşamları boyunca kuşları koru mak için çabalayan insanları düşündüm. Aslında kuşları korumak insanları koru maktır. “Neyse ki bu güzel ülkede Tünek Ahmetler var” diye geçirdim içimden. Bu pazar kendinize bir ödül verin ve YouTube’dan bu öyküyü dinleyin derim. Elbette en değerli varlığınız olan anne nizin elini öptükten sonra. Tüm annelerin anneler gününü kutluyorum. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear