26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 29 Mayıs 2017 10 Bağımsız yargı mı? Hapşuuuuu!.. Çağdaş devletin olmazsa olmazı “Kuvvetler ayrılığı” ilkesinin cenaze namazı 16 Nisan referandumunda kılındı. Resmi açıklamaya göre mezara konması 2019’da olacak(mış)... Ama bana kalırsa cenaze 2014 Haziran’ında gömüldü; cenaze namazı gecikmeli olarak bu yılın 16 Nisan’ında kılındı. 2019’da işin formalitesi tamamlanacak o kadar. Haksız mıyım? Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren kuvvetler ayrılığı ilkesinin çöpe atılacağını hem demeçleriyle ilan etti, hem uygulamalarıyla gösterdi. Kuvvetler ayrılığı, devletin üç temel bileşeninin, yasama (Meclis), yürütme (hükümet) ve yargı erklerinin birbirlerinden bağımsız, birbirlerini denetleyen kurumlar olmaları demek. Burada özellikle yargı erki kilit bir işlev ve görev taşıyor. Yasama organının çıkardığı yasaların anayasaya uygun olup olmadığını yüksek yargı (Anayasa Mahkemesi) denetliyor. Hükümetlerin ve onların emrindeki bürokrasinin yapıp ettiklerinin yasalara ve anayasaya uygun olup olmadığını da yüksek yargı (Yargıtay, Danıştay, Sayıştay) denetliyor. Hukuk devletinde bu olmazsa olmaz bir ilke. Yönetim biçiminin parlamenter demokrasi ya da başkanlık sistemi olması fark etmiyor. Yargı denetiminden uzak bir yasama ve yürütme erki keyfiliğe, otoriterliğe, hukuksuzluğa hatta diktatörlüğe yol açar. Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinden bu yana hem yürütmeyi, hem yasamayı ve... Ve hem de yargıyı yavaş yavaş, adım adım avuçlarının içine aldı. 16 Nisan referandumu bunun hukuksal kılıfını sağladı o kadar. 2019’da ise eksiği gediği tamamlanacak ve Türkiye, kuvvetler birliğinin egemen olduğu çağdışı bir devlete dönüşecek... Gözden kaçmasın, şimdiden bu oldu bitti, 2019 sadece son noktayı koyacak o kadar. Abartıyor muyum? Yok canım. Bana, yasama erki’nin yani Meclis’in, AKP genel başkanlığını da eline almış Erdoğan’ın etki ve yönlendirmesinden uzak olduğunu söyleyebilir misiniz? Yürütme erki, yani hükümet zaten artık tümüyle Erdoğan’ın yönetiminde. 2019’a kadar göstermelik bir Başbakanla yürünecek, o kadar. Ne kaldı? Yargı erki? Peki siz “KHK’leri ele alamam, inceleyemem” diyen Anayasa Mahkemesi’nin; Başkanı ve bazı üyeleri cüppelerinde olmayan düğmeleri arayan, Cumhurbaşkanı’na alkış da tutan Yargıtay’ın; Başkanı, Erdoğan’a “Şükran ve minnetlerini” açıkça ifade eden Danıştay’ın, başta Varlık Fonu olmak üzere her türlü mali denetim yetkisi elinden alınmış Sayıştay’ın; hatta yüksek yargı içinde yer alması gereken ve mühürsüz oy pusulaları rezaletini kabul ediveren Yüksek Seçim Kurulu’nun sahiden ve artık bağımsız yargı kuruluşları olduğuna inanıyor musunuz? Yüksek yargı böyle iken mesela Murat Aksoy, Atilla Taş ve arkadaşlarını tutuksuz yargılanmak üzere tahliye eden ağır ceza mahkemesi yargıç ve savcılarının derhal açığa alındığı bir ülkede yargı bağımsızlığından söz etmek kimi inandırır? “Peki başlıktaki hapşuuuu ne oluyor” diyenleriniz varsa: Valla yargının bu durumu bende müthiş alerji yapıyor. O yüzden hapşırdım. Öksüre de bilirdim, tıksıra da bilirdim, hatta bazı sözcükler de kullanabilirdim. Ancak korkudan bugün bir hapşırıkla geçiştirmeye çalıştım... HHH Okurlara, hele de ünlü ünsüz, işli işsiz gazetecilere not: Nedim’in tecridine son verin Gazeteci Nedim Türfent bir yıldır cezaevinde. 26 Nisan’dan beri Van’da, pis ve küçük bir hücrede tecritte tutuluyor. Kitap, dergi, gazete okuyamıyor. Keyfi tecrit uygulamasına derhal son verilmeli. Tutukluluk, yargısız cezalandırma aracı olamaz. Nedim ve tutuklu tüm gazetecilerin adil yargılanmasını talep ediyoruz. Gazetecilik Suç Değildir! ‘Adalet İstİyoruz’ Roboski katliamında yaşamını yitirenler anıldı İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 65 aydır adaletin sağlanmadığı Roboski katliamında yaşamını yitirenleri andı. İHD üyeleri, emri verenlerin bir an önce yargılanmasını istedi. İHD üyeleri Galatasaray Meydanı’nda, “Edi bese artık yeter. Ankara, Suruç, Diyarbakır, Reyhanlı, Cizre, Sur, Nusaybin... Roboski katliamında 5 yıl” yazılı pankart açtı. Katliamda hayatını kaybedenlerin yanı sıra Sur’da katledilen eski Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin de fotoğrafı taşındı. İHD Şube Başkanı Derya Gazioğlu Keskin, “Roboski için adalet yerini buluncaya kadar takipçisi olacağız” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK H erhangi bir dönem için geçerli bir durum saptaması olarak “içerde olmaklık”, haksızlık, adaletsizlik, duyarsızlık gibi edilgen unsurların yarattığı mağduriyet dolu bir olumsuzluktur. En masum ve en sade gündelik yaşam hareketliliğinden alıkonulmuşluktur. Bu durum, ruhsal ve fiziksel yorgunlukları birlikte yaratan bir gündelik yaşam baskısı ve geleceğe dönük kuşkularla dolu bir umutsuzluk girdabıdır. Okumuş etmiş insanların içerdeliğini düşünürken, aydın yurttaşlara özgü müzik dinleme, kitap okuma, bir şeyler yazıp çizme etkinliklerinden yoksun olmanın, pek bir mağduriyet yarattığını da göz önünde tutmalıyız. İçerdeki Cumhuriyetçi dostlardan, tanıdıklarımın ve de bir ölçüde meraklarını kestirebildiklerimin, aydınca, insani ilgi ve meraklarının tatmin edilemiyor oluşu kafamı sıkça meşgul ediyor. Hakan Kara, bilgisayarla uğraşırken; Turhan Günay, okurken ya da bir şeyler çizerken, arka fonda müzik dinlemeyi mutlaka özlemişlerdir. Daha az tanıdığım dostlardan Güray’ın, Akın’ın, Kadri’nin rahatça bir şeyler okuyabilmenin ve yazabilmenin keyfini yaşayama İçerdekiler ve dışardakiler ayrımı üzerine makta olduklarını kestiriyorum. Biraz fantezi gibi gözükse bile bu seçkin insanların beyinsel ve psikolojik tatmin duygusunu yaşayamamaları da mutlak bir mağduriyettir. Öte yandan, dışarda olup da farklı toplumsal ve psikolojik zorlamaların oluşturduğu sıkıntıları yaşamakta olanlar da, içinde bulundukları ortamdan mutluluk ve zevk alıyor olmaktan çok uzaktır. Ama yine de “içerde olmak”tan çok farklıdır. İçerdelikle dışardalık kavramlarıyla ilgili bu genel saptamalar, içinde bulunduğumuz garip ve talihsiz dönemde yeni anlamlar ve boyutlar kazanıyor. Dışarda olanların da sıkıntı, rahatsızlık, yakın ve uzak gelecekle ilgili kuşkuları, kendilerini ciddi şekilde tehdit eden bir ürküntülü belirsizlik atmosferi yaratıyor. Bu sıkıntıyı ve ürküntüyü içinde yaşayanlar, kendi aralarında konuşurken bazen “içeriye mektuplar” metin dizisinin bir benzeri olarak “dışarıya mektuplar” gibi bir yazı grubunun da oluşturulmasının pek uzak olmadığını düşünebiliyor. Bu söylenenler, elbette biraz abartılı bir düşünce yapısının ürünü gibi gözükebilir. Hatta, muhtemelen, öyledir de. Ama içeriden dışarıya ve dışarıdan içeriye, namuslu, vicdanlı, akıllı yurtseverlerin, birbirlerine iletmesi gereken ana mesajın umutsuzluğa düşmemek olduğunu ana fikir olarak hep akılda tutmalıyız. İçerdekilerin, yakında dışarda bizimle birlikte olacağını düşünmeliyiz. Dışardakilerin de, en azından fiziksel hareket serbestliği kazanmış bu yeni katılımcılarla birlikte toplu olarak dışarının sorunlarını çözmeye gayret edeceklerini hesaplamalıyız. Bü yük Ozan’ın politik sloganlara ilham ve kaynak oluşturmuş, “Bu cennet, bu cehennem bizim” kavramındaki cenneti çok fazla yaşayamamış insan kümelerine dahil olanlar, günün birinde cehennemin yanı sıra, bu cenneti de insanların bir miktar yaşamalarına yardımcı olacak biçimde düşünsel ve psikolojik hazırlığa girmelidirler. İçinde bulunduğumuz dönemin, belki biraz fazla uzamış olmakla birlikte, kaçınılmaz bir geçicilik niteliği taşıdığını da hep akılda tutmalıyız. Bu toplum ve bu ülke çok badireler atlattı. Çok insanlar, hem de toplumun üstün insan gücü tarifine girebilecek iyi yetişmiş yurtseverler, hapislere girdi çıktı. Nice prangalar, eskidi ve parçalandı. Yenilerinin de, egemen güçlerin bütün zorlamalarına karşı insan, toplum ve ülke sevgisinin birleştiriciliği ile içerisiyle ve dışarısıyla, ülkedeki bütün iklimlerin daha insani koşullarda yaşanabilirliğinin sağlanması mümkün olabilir. Mümkün olacaktır. Akademi, sanat, barış KHK ile üniversitelerden ihraç edilenler, barış bildirisine imza atan akademisyenler ve doktorların rol aldığı “Timsah” oyunu, iktidarın hışmına uğrayanları buluşturdu Şişli Kent Cemil Candaş Kültür Merkezi’nde birçok konser, oyun ve panel izledik. İtiraf et meliyiz ki, bu kadar kalabalık bir se yirci kitlesini ilk kez görüyoruz bu sa londa. Alt salon, balkon, ara koridorlar, merdivenler tıklım tıklım. İzleyiciler arasında kimler yoktu ki, 1402’likler, 686’lıklar, 689’luklar, Geziciler, imza cılar, Gezi şehitlerinin aileleri, doktor lar, hocalarını des teklemeye gelen öğ renciler, Ayyaş’ın torunları velhası lı tüm İvan’lar bir aradaydı. Üstelik sahne alacak ne ün Mİlkinyuasre lü bir şarkıcıyı ne siyasetçiyi, ne de usta tiyatro oyuncularını izleme ye gelmişlerdi. Sahnelenecek bir oyun vardı ama oyunu profesyonel oyuncu lar değil 686. no’lu kararname ile ihraç edilen akademisyenler ile “Barış” bildi risine imza atan doktorlar oynuyordu. 1960 ihtilalinden sonra bir karar name ile üniversiteden ihraç edilen 147’liklerin durumunu hicvetmek için Haldun Taner’in Dostoyevski’den uyar ladığı “Timsah” oyunu bu kez de 686 sayılı kararname ile binlerce akade misyenin ihraç edilmesini protesto et mek için sahneleniyordu. İstanbul Ta bip Odası Başkanı Selçuk Erez ve yö netim kurulu üyeleri, hocaları ve mes lektaşları için mizah yoluyla protes to yolunu seçmiş ve üyelerini de “Dok tor doktor! Kalksana” dercesine sars mak istemişti. Ve önceki gün oyunun bitiminde doktorlar hep birlikte ayağa kalktı. Önce avuçları patlayıncaya ka dar hocalarını ve meslektaşlarını alkış ladı, ardından da “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Her yer Taksim her yer direniş” sloganlarını attılar. İstiklal Caddesi’nde Antikapitalist Müslümanlar’ın geleneksel “Yeryü zü sofrası” adını verdikleri iftara ka tılanlar da, nefes nefese oyuna yetiş tiler. Salonda seyirci açısından güzel bir armoni oluştu. Yönetmenliğini Orhan Alkaya’nın yaptığı oyunda Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Dr. Rukiye Eker, Prof. Dr. Taner Gören, Prof. Dr. Zelal Ekinci, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftü oğlu, Doç. Dr. Haydar Durak, Doç. Dr. Özlem Özkan, Dr. İncilay Erdoğan, Dr. Ali Özyurt, Dr. Samet Mengüç, Dr. Me lahat Cengiz, Dr. Hüseyin Keskin, Dr. Mustafa Sülkü, Dtr. İncilay Erdoğan rol aldı. İstanbul Tabip Odası’nın neredeyse tüm yönetimi oyunda bir görevi üstlendi. Oda Başkanı Selçuk Erez, Haldun Taner’in yarım bıraktığı “Timsah” oyununu önceki yıllarda genişletip günümüze ve tiyatro oyunu olarak sahneye uyarlamıştı. Odanın Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu oyunun prodüksiyonundan malzeme teminine kadar her işiyle ilgilendi. Diğer yönetim kurulu üyeleri de oyuncu olarak rol aldılar. Başroldeki İvan’ı canlandıran Prof. Dr. Taner Gören oldu. Okuma Tiyatrosu olarak uyarlanan oyunun bir provasını izlerken metinleri vurgusuz okumalarına bakıp biraz zor olacağını düşünmüştük. Ama Orhan Alkaya geçen süre içinde doktorları oyunculuğa bayağı iyi hazırlamış. Hele usta bir tiyatrocu kadar iyi oynayan Şebnem Korur Fincancı, akademisyen ve yazarlığın dışında koltuğuna bir karpuz daha sığdırırsa şaşmamak gerek. İstanbul Tabip Odası Başkanı Erez, oyunun sonunda şunları söyledi: “Eylemin, demokrasi ve adalet isteğini açığa vurmanın iktidarların düşünemedikleri yolları da vardır. İmece ile en iyisi yapılır. Metnin uyarlanmasından, yer seçimine kadar oyunun her yönü ortak akıl ürünüdür. Bizi başka özgün ve beklenmedik eylem tarzları arayıp bulma konusunda yüreklendirmiştir.” MÜCADELEYE DEVAM Oyunun ardından oyuncular sahneye ellerinde “Akademi her yerde, Sanat her yerde, Barış her yerde” pankartıyla çıktı. İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, ihraç edilen tüm akademisyenleri de sahneye davet etti. İzleyicilerin ayakta al kışladığı bu tabloya “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Her yer Taksim her yer Direniş” sloganları eşlik etti. DESTEK GREVİNE GÖZALTI Kanun hükmünde kararname (KHK) ile ihraç edilen ve işlerini geri almak için açlık grevi yaparken tutuklanan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’ya destek vermek için Cevahir Alışveriş Merkezi önünde açlık grevi yapmak isteyen 2 kişi ile birlikte polise tepki gösteren bir kadın gözaltına alındı. Halk Cephesi’nin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek vermek için dün Cevahir AVM önünde yapacağı açlık grevi öncesinde polis yoğun güvenlik önlemi aldı. Öğle saatlerinde AVM önü ne gelen 1’i kadın iki kişi pankart açarak slogan atmak istedi. Polisler göstericilere anında müdahale ederek 2 kişiyi gözaltına aldı. Çevrede bulunan kalabalığı dağıtmak isteyen polislerle, yurttaşlar arasında da zaman zaman tartışma yaşandı. Polisler kalabalığı AVM önünden otobüs duraklarına doğru gitmesi konusunda uyarırken bir kadın, “Durakta beklemeye korkar hale geldik. Ne yapmaya çalışıyorsunuz” diye tepki gösterdi. Müdahaleye tepki gösteren bir kadın da polisler tarafından gözaltına alındı. l İSTANBUL / Cumhuriyet VALİLİKTEN SONRA EMNİYET DE DEVREDE Gülmen ve Özakça’nın fotoğraflarına da yasak Gazetecileri sindiremezsiniz! Sözcü’ye yapılan operasyon sonrası muhabir Gökmen Ulu ve internet sorumlusu Mediha Olgun’un tutuklanması, İzmir’de meslektaşları tarafından protesto edildi. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nde (İGC) gerçekleştirilen toplantıda konuşan İGC Başkanı Misket Dikmen, “Ülkemizde gazetecilik tutuklu. Gelen her gün bir öncekinden karanlık. Hukukun, muhalifleri, gazetecileri, aydınları yıldırma ve sindirme aygıtına dönüşmesi çok tehlikelidir. Bizler, halkın haber alma hakkını yerine getirmek üzere mesleğimizi yapmaya devam edeceğiz. Dik duran tüm meslektaşlarımız onurumuzdur” diye konuştu. Toplan tıda konuşan CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel ise “AKP’yi kazısanız altından FETÖ çıkar, FETÖ’yü kazısanız altından AKP çıkar. Kendi üzerlerine yapışmış olan suçu başkalarının üzerine yıkmak istiyorlar” dedi. CHP İzmir Milletvekili Musa Çam da, “Cumhuriyet, Sözcü, Birgün ve Evrensel gazetelerine özel politika geliştirildi. Son olarak Sözcü’ye yapılan operasyonun amacı eğilmeyen bükülmeyen tüm medya kuruluşlarını teslim almak ve susturmaktır” diye konuştu. İzmir Barosu Başkanı Aydın Özcan da tutuklamaların basın, ifade ve halkın haber alma özgürlüğüne ağır darbe vurduğunu vurguladı. l HAKAN DİRİK / İZMİR Ankara Valiliği’nin kent genelinde “güneş batımının ardından” her türlü eylemi yasaklamasından sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü de “işimi geri istiyorum” eylemleri ve açlık grevleri nedeniyle tutuklanan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın resimlerinin tişörtlere basılmasını yasakladı. KHK ile ihraç edildikleri için Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Heykeli önünde 200 günü aşkın süre direnen ve açlık grevlerinin 76. gününde tutuklanan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça’ya verilen desteğe ilişkin yasaklar artıyor. Ankara Valiliği’nin kent genelinde “güneş battıktan sonra” ateş yakılmasını, türkü söylenmesini ve her türlü eylemi yasaklamasından sonra bir yasak da Ankara Emniyeti’nden geldi. 29 Ekim’de ya yımlanan KHK ile görevinden ihraç edilen, Gülmen ve Özakça’nın tutuklanmasının ardından da Yüksel Caddesi’ndeki eylemlerine devam eden Sosyal Bilgiler öğretmeni Acun Karadağ, yeni yasakları sosyal medya hesabından duyurdu. Karadağ, üzerinde Gülmen ve Özakça’nın resimlerinin olduğu tişörtlerin basımı için önerilen basım merkezine Emniyet’ten resmi yazı gönderildiğini açıkladı. Gür Özalit isimli baskı merkezine Emniyet’ten gönderilen yazıda Gülmen ve Özakça’nın tişörtlerinin bastırılması yasaklandı. Karadağ, yasak kararını sosyal medya hesabından “Nuriye ve Semih tişörtlerini Gür Ozalit’e bastırabilirsiniz demiştim ya. Gür Ozalit’e yazı göndermiş emniyet. Yasaklamış basımı. Kazandık galiba” ifadeleriyle paylaştı. l ANKARA / Cumhuriyet C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear