26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KULTUR Aslı Erdoğan New York Times’ın portreler bölümünde ABD’nin New York Times gazetesi hafta sonu portreler bölümünde yazar Aslı Erdoğan’a yer verdi. Kapatılan Özgür Gündem gazetesinin Yayın Danışma Kurulu üyesi olduğu için hakkında “teröre destek” ver mek suçlamasında bulunulan, 133 gün cezaevinde tutulan Erdoğan’ın hayat hikâyesi, edebiyata tutkunluğundan eserlerine, özgürlüğüne kavuşmasına uzanan günleri okuyucularla paylaşıldı. Tim Arango imza lı yazıda, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalara, baskılara, aralarında gazeteci ve yazarların da olduğu muhalif görüşlülerin gözaltına alınmasına, tutuklanmasına atıfta bulunuldu. Pazartesi 6 Mart 2017 EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK kultur@cumhuriyet.com.tr 15 Oyuncu Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş’ın Kadıköy’de açtıkları tiyatro ve restoran olan ‘Taşra Kabare’, konserden tiyatroya birçok etkinliğe ev mSaemkiâmniı b‘TiarşsraanKaatbare’sahipliğiyapıyor. ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK İki oyuncu, harika bir mekân... Kadıköy’ün en işlek sokaklarından birinde Taşra Kabare levhası olan bir mekân görürseniz hiç düşünmeyin ve içeri girin. Ama unutmayın ki burası bir müze değil ve kapısı herkese açık. Ahşap kapıdan içeri girince sağda harika bir bar. İçeri doğru baktığınızda mavi ışıkla ben burdayım diyen Taşra Kabare yazısının asılı olduğu bir sahne ve masalar. Masalar, çünkü sadece bir tiyatrodan bahsetmiyorum, aynı zamanda bir restoran... Soldan aşağıya doğru indiğinizde harika bir sahne daha... ve buranın sahipleri harika iki insan... Harika kelimesinin bendeki karşılığı; sıcaklık, samimiyet ve birliktelik. Tıpkı burayı açarken bunları hayal eden Cemal Toktaş ve Nergis Öztürk gibi... ‘En iyi bildiğimiz yerden başladık’ Kabareyi çok seven Toktaş ile Öztürk’e burayı açmaya nasıl karar verdiniz diye sorduğumda, “İkimiz de tiyatro kökenliyiz, en iyi bildiğimiz yerden başladık” cevabını alıyorum. Aynı zamanda evli olan çift, “İkimizin de hayali, restoranı olan bir tiyatro kurmaktı” diyen Öztürk ve Toktaş’ın oluşturdukları Taşra Kabare, zamanla bir sanat merkezine dönüşmüş. Taşra Kabare bu mekânla kurulmamış; 2015 yılında kurulan tiyatro, Toktaş’ın yazdığı “Temizlik İşleri” adlı oyunla açılmış. 2016 yılında yeni bir binanın alt katında uzun bir tadilattan sonra açılan mekânın isim babası Toktaş imiş. Toktaş, “Toplum bu kadar birbirinden ayrışmışken sanatla halkı da birbirinden ayırıyorlar. Aslında hepsinin bir bütün olduğunu belirtmek adına ‘taşra’ diye düşündük. ‘Halka inelim derler ya halka soralım’ halk nerede ki sen halka iniyorsun. Halka inilmez halkın huzuruna çıkılır. O yüzden ‘taşra’ kelimesini kullandık. ‘Taşra’ kelimesini samimiyet, hoşgörü, misafirperverlik, birliktelik olarak burada doldurmaya çalışıyoruz” diyor. Oyunlarını sahneleyecek mekân bulamadıkları için 5 yıl sonra gerçekleştirmeyi planladıkları mekân fikrini öne çekmişler. Haftanın beş günü misafir ti Cemal Toktaş, Öznur Oğraş Çolak ve Nergis Öztürk bir arada. yatro topluluklarını konuk eden Taşra Kabare’de perşembe günleri kabare sahnesinde “Kel Şarkıcı” saat 21.00’de sahneleniyor... Öztürk ve Toktaş’ın rol aldığı “Ölüm Hastalığı” ise her cuma saat 20.30’da alt katta sofa adını verdikleri sahnede tiyatroseverle buluşuyor. Taşra Kabare’de kulisler sahneden uzak, yukarı katta. Oyuncular ya da müzisyenler sahneye seyircinin arasından çıkıp giriyor. Haftanın beş günü misafir topluluklara ayrılan Taşra Kabare’de yok yok. Tiyatro oyunlarının yanı sıra şiir dinletisi, konserler, kitap lansmanları da yapılıyor. Ressam arkadaşlarının resimlerini duvarlara astıklarını söyleyen Toktaş, “Kapımız herkese açık. Ancak burada sahnelenecek oyunları önceden gidip seyrediyoruz. Seçiçi kurul gibi değil tabii, ama mümkünse önceden görmek istiyoruz. Çünkü Taşra Kabare’nin DTCF Tiyatro Bölümü’nden atılan hocalarımız için birlik olacağız... Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu olan Nergis Öztürk, “Hocaların ihraç edilmeleri çok acı... Bununla ilgili mezunlar olarak bizler yakın zamanda bir sürü şey yapacağız, hepsini duymuş ve görmüş olacaksınız. DTCF Tiyatro Bölümü kürsü olarak kurulmuş. Bu okulu kuranlar Sevda Şener, Metin And ve Tahsin Yücel gibi hocaların hocaları. Dolayısıyla tiyatro bölümü bir gelenek. Kendilerini eğitime ve bölüme adamış altı, yedi hoca şu anda okuldan uzaklaştırıldı ve onların tek bildiği şey hocalık. Böyle kaos ortamlarında ilk dokunulacak yerler eğitim ve sanat olur. Şaşıracak bir durum de ğil. Ama bunun her zaman bir dönüşü vardır, ben böyle düşünüyorum. O yüzden umudumu kaybetmiyorum. Eğer umudumu kaybedersem her şey amacına ulaşmış olacak. Hocalarımız için de öyle, şu anda okulda kalan hocalarımız da var. Bölüm kapanmış değil, ama bölüm başkanı dahil hocaların gitmiş olması yıkım. Tiyatro camiası için de öyle çünkü orası çok eski bir gelenek. Biz mezunlar İstanbul’dan, Ankara’dan bir araya gelip birlik olacağız ve elimizden geleni yapacağız. Mutlaka bir şekilde onlar geri dönecekler. O ya da bu şekilde. Bölüm resmi olarak kapansa bile kapanamaz. Mümkün değil, çünkü tarih” diyor. bir çizgisi oluşmaya başladı. Buraya gelen bir sonraki gelişinde arkadaşına ‘Ben bir yer keşfettim gel sana da gösteriyim’ diyor. Sonra ‘Neredesin’ Taşra’da yemek yedim sonra da programa katılacağım’ diyenler oluyor. Yani Taşra Kabare’de ne var, ne varsa iyidir zaten düşüncesinin altını doldurmak için izliyoruz aslında... İyi işler olsun istiyoruz ve çok iyi işler de oluyor zaten” diyor. Önümüzdeki aylarda atölyeler ve seminerlere de ev sahipliği yapacak olan mekânın alt katında sinema da seyredebiliyorsunuz. Hayal ettikleri her şeyi yaptıklarını söyleyen Toktaş, “Geçen günlerde ünlü saksofoncu Ricky Ford geldi. Yanında müzisyen Emin Fındıkoğlu ve Ali Perret ile birlikte... Burada konser verecekler. Ford’un bir belgeseli varmış, alt katta önce belgesel gösterilecek sonra konsere üst katta devam edecek” diyor. ‘Burada ben yok, biz var’ Öztürk, “Burada ben, değil biz var. Piyano bilen varsa çıksın piyano çalsın, şiir bilen çıksın okusun, bunları istiyoruz. Konuklar burada yemek yerken müzisyenler prova yapıyor. Biz de Cemal ile oyun provalarını herkese açık yaptık, kimse garipsemiyor istediğimiz samimiyet de bu. İlk zamanlar endişeliydi gelenler ama şimdi konser olduğu zaman tanımadığı biriyle aynı masada oturabiliyorlar. Gerçek samimiyet var. Altı boş samimi olalım değil, onun içinde yan yana olma durumu bütün mekâna yayıldı” diyor. Restoran kısmında devreye Almanya’da aşçılık yapan teyzeleri Gülcan Güzel giriyor. Mekânın tadilatı sırasında Almanya’ya turneye giden Toktaş, mimarın yaptığı çizimleri de yanında götürmüş. Fikri beğenen Güzel, Türkiye’ye gelmiş ve restoranın başına geçmiş. Toktaş, “Bizim en büyük destekçimiz Güzel ve ailesi” diyor. “Alman Ev Makarnası”nın meşhur olduğunu söyleyen çift, “Duyanlar arıyor sizin meşhur bir yemeğiniz varmış adı neydi diye soruyorlar. Fiyatını bile soran var” diyor. Yeni yapılan binanın ilk kiracıları olan Öztürk ve Toktaş’ın Taşra Kabare’yi yaratmaları uzun sürmüş ama Kadıköy’e ‘harika’ bir sanat merkezi kazandırmışlar. Salvador Dali Eskişehir’de Ünlü ressam Salvador Dali’nin 250’şer tane yaptığı özgün litografi baskı 22 eseri Eskişehir’de Odunpazarı Belediyesi’nin Atatürk Bulvarı’daki Çağdaş Sanatlar Galerisi’nde sergileniyor. Sergi 30 Nisan’a dek görülebilir. Açılışta izdiham yaşanırken, Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Eskişehir’e yeni bir galeri kazandırdıkları için mutlu olduğunu söyledi. Açılışta uzun bir konuşma yapan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir’in sanat galerisi, tiyatro, opera ve sergi salonu açısın dan İstanbul’dan sonra ikinci geldiğinin altını çizerek, “Bu durum Eskişehir’in ve Eskişehirlinin sanata verdiği önemi gösteriyor. Bugünde Salvador Dali’nin açılışında izdiham olması beni sevindirdi” dedi. l CAN HACIOĞLU / ESKİŞEHİR 22. TürkiyeAlmanya Film Festivali Ara Güler’e Onur Ödülü... Adil Kaya ile Ayten Akyıldız’ın gerçekleştirdiği 22. TürkiyeAlmanya Film Festivali Nürnberg Tafelhalle’de yapılan gala ile başladı. Kırk filmin gösterileceği festivalin geleneksel onur ödülleri Alman sinemasının görüntü yönetmeni Jürgen Jürges ve fotoğraf sanatçısı Ara Güler’e verildi. Fotoğraf sanatçısı Ara Güler ödülünü Nürnberg Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Ulrich Maly’nden; Jürgen Jürges ise Zülfü Livaneli’nin eşi Ülkü Livaneli’nden aldı. Festivalde onur konuğu olarak bulunan Zülfü Livaneli yaptığı konuşmada, “Onlar, bizim görmediğimizi görür” dedi. Ödülünü almak için sahneye çıkan Ara Güler, “Fotoğraf çekmek sadece fotoğraf çekmek değildir. Olayın içinde her şey vardır. Her şeyin bir sebebi vardır. Dünya boşuna dönmüyor” diye konuştu. Çağdaşlaşma serüveni Hayati Asılyazıcı ile Gülgün Feyman tarafından “Mucize” oyununu konuşmak üzere davet edildiğimiz Ulusal TV’deki “Nasıl Yani” programında yazarımız Sayın İlker Başbuğ, Atatürk’ün günlüklerinden bir not okudu. Atatürk bu notta, Cumhuriyet’in dört temel sütun üzerinde yükselmesi gerektiğini yazmış: Mektep, iktisat, sanat, imar. Bu son derece gerçekçi ve ileri görüşlü tespit, aynı zamanda yıkılan ile kurulan, yani Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki kırılma noktalarını da gayet iyi özetliyor. Doğal refleksler 19. yüzyıl başından beri reform çabalarının hemen hepsine aynı zamanda bir “yeni mektep” kurma girişimi de eşlik etmiştir. Reformların kalıcılığının “mektep”, yani eğitim ile sağlanabileceği düşüncesi, Osmanlı’nın son yüzyılında “devleti kurtarma” zihniyetiyle ileri atılmış bütün kuşakların genlerine işlemiştir. Dolayısıyla, saltanatı ve hilafeti kaldırıp cumhuriyeti kuran, reform değil “Anadolu İhtilali” yapan Mustafa Kemal’in devrimin kalıcılığının ilk şartını “mektep”te araması hem içinde bulunduğu objektif koşullara, hem de içinden geldiği tarihsel geleneğe uygundur. Hem durum tespitinden yola çıkan akılcı bir sonuç, hem de düşünsel düzeyde doğal bir refleks söz konusudur. Ama hiç unutulmaması gerekir ki Türkiye’nin hâlâ kapatılamamış fay hattında, bunun tam zıt yönünde, tüm kötülükleri “mektep”ten, daha doğrusu laik eğitim sisteminden ve onun ürettiği “aydın” tipolojisinden bilen bir karşızihniyet, bir karşırefleks de mevcuttur. “Mektep” ve “mektepli”, “üniversite” ve “üniversiteli”, genelde “aydın”, Cumhuriyet’e daha geri bir noktadan karşı çıkan güçler tarafından hep tehlikeli görülmüş, hep hedef yapılmıştır. Bu çatışmanın kökleri derinde, Türkiye’nin 200 yılı aşan çağdaşlaşma serüvenindedir. MSM’ye saldırı 20 Şubat 2017’de Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne yapılan saldırı da ne yazık ki bu çatışmalı, acılı hattın devam ettiğini gösteriyor. Olayın arkasında ne vardır, kim vardır, kışkırtan, azmettiren birileri var mıdır, yok mudur, onları bilemem kuşkusuz. Ama taraflar oldukça net: Bir yanda Müjdat Gezen Sanat Merkezi var. Ne yapmış Muhsin Ertuğrul’un talebesi Müjdat Gezen? Sahne sanatlarına yönelmek isteyen gençler için bedava eğitim veren bir kurum açmış. Hepimizi de bu okula toplamış, gençlere bildiklerimizi öğretmemizi sağlamış. Atatürk’ün iki önemli sütun olarak saydığı “mektep” ve “sanat”ı, üstelik tiyatro sanatını bir araya getirmiş. Yani suçu büyük! Peki, karşı tarafta durum ne? Eskiden “aydın”lara saldıranların “milli duyguları” galeyana gelmiş olurdu; son zamanlarda ise “hanedanı Âli Osman aşkı”nın depreşmesi moda. Bizim okula saldıran kişi de “Ben Abdülhamit’e laf söyletmem” diye benzini döküp kibriti çakmış. Bütün kavga simgeler üzerinden yürütüldüğü, cehalet de iyice iktidarını ilan ettiği için, fay hattının bir tarafında tabu sayılan bir ismi ağzına almanın her türlü saldırıyı en azından toplumun bir kesiminde meşru kılmaya yeteceğini varsayıyorlar. Ama yanılıyorlar. MSM’yi dört bir taraftan akın akın ziyarete gelenleri görseler bu planın işlemesinin eskisi kadar kolay olmayacağını anlarlardı. Fay hattı hâlâ yerinde duruyor gerçi, ama bence millet haksızlıktan, ahlaksızlıktan, alçaklıktan sıkıldı artık. Cehaletin “hükümsüzdür” damgasını yiyeceği günler uzak değil. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear