24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 6 Mart 2017 10 Diyelim kararsızım... Devlet destekli “Evet” kampanyası ve devlet köstekli “Hayır” kampanyası gitgide hızlanıyor ve kızışıyor. Daha şimdiden kimlerin “evet”, kimlerin “hayır” diyeceği epey belirginleşti. Ama asıl belirginleşen kararsızlar. Görünen o ki referandumun sonucunu “Evet önde; yok canım hayır önde” tahminleri değil, henüz kararsız olduğu anlaşılan kesimler belirleyecek. Oyunun rengi şimdilik bilinemeyen epey toplumsal kesim var. Mesela MHP seçmeninin ne kadarı, hangi tercihten yana oy kullanacak? Mesela Kürt illerinde sandığa gitmeyeceklerin sayısı sahiden ciddiye alınacak boyutlarda mı? Mesela onca palavra güzellemeye rağmen can acıtıcı ölçülere tırmanan ekonomik bunalım; Erdoğan’ın yürekler acısı ekonomik bilgisi ile “Dolar in, TL çık” talimatını umursamayan döviz; çift haneli rakamlara ulaşan enflasyon; özellikle gençleri yakıp kavuran işsizlik gibi etkenler AKP seçmeninin ne kadarını sandıktan uzak tutacak? “Referandum bizi ilgilendirmez, biz hemen devrim istiyoruz” diye ahkâm kesip çağrı üstüne çağrı yayımlayan bilgileri ve bilinçleri 1917’de kalmış akılsız akıldaneler sonuç üstünde kıymık kadar olsa da bir etki yaratabilecekler mi? Say sayabildiğince... Bunlar henüz cevabı iyi bilinmeyen sorular. Kamuoyu anketçileri ve medya bu kesimleri “kararsızlar” ortak paydasında buluşturuyor. Anlaşılan o ki “kararsızlar” önümüzdeki 40 gün içinde bir karara varacaklar. 16 Nisan akşamı açılan sandıklar da bu kararın sonucunu gösterecek. 40 gün içinde bir karara varacak kararsızlar, kararlarını hangi etkilerle verecekler? (“Bir berber bir berbere” tekerlemesi gibi bir cümle oldu ama galiba yine de anlaşılıyor.) Cevap bence çok karışık değil. Referandum öncesinde yürütülecek kampanyalardan etkilenecekler. Evetçilerin ve hayırcıların mitinglerini izleyecekler; TV ekranlarından konuşan, bağıran, böğüren sözcülere kulak verecekler; gazete yazarlarından sevdiklerinin, güvendiklerinin yazıp çizdiklerini okuyacaklar; sade suya tiritten de öte bir renksizliğe savrulmuş tartışma programlarını (sinirleri elverirse) sonuna kadar seyredecekler; eş, dost, akraba, komşulardan gelen öneri ve uyarılara kulak verecekler ve... Ve sonunda bir karara varacaklar: “Hayır” diyecekler ya da “evet” diyecekler ya da sandığa gitmeyecekler... HHH Peki, diyelim ben bir kararsızım. “Evet” yönünde bir tercihe geçmem için bana herhangi (evet, evet herhangi) bir neden söyleyin. Şehit haberleri dışında ne olup bittiğini anlamanın mümkün olmadığı Suriye politikası rezaleti bana evet dedirtebilir mi? “Kardeşim Esad”dan Emevi Camii’nde cuma namazına, oradan “Suriye sınırında Kürt şeridi kurdurtmayız” efelenmesine geçen, “El Bab’ı aldık, sıra Mınbiç’te, sonra da Rakka” diye sayıklayan ve sadece sayıklayan bir dış politika sorumlusunun tek başına iktidarı için evet diyecek kadar şaşkın mıyım?.. Bir zamanlar “AB’ye giremezsek Kopenhag kriterlerini alır, Ankara kriteri yapar yolumuza devam ederiz” deyip ardından adım adım Avrupa’nın bütün değerlerini toptan inkâr ve reddedip Katar, Suudi Arabistan karanlığında müttefik arayan bir zihniyete evet demeli miyim? Valla “evet” demem için tek bir neden bulamıyorum. Bulan varsa beri gelsin!.. Babaoğul açık cezaevine gidemedi ‘Kapalı’da rehin kaldılar CANAN COŞKUN Mersin’de 2012 yılında yasaklanan Nevruz kutlamaları öncesinde bildiri dağıttıkları gerekçesiyle yargılanan Ahmet ve Şafak Tekir’e 3 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Mahkeme, cezada Terörle Mücadele Kanunu’ndan herhangi bir artırım yapmadı. Kararın onanmasının ardından babaoğul Ahmet ve Şafak Tekir, Haziran 2016’da Mersin Cezaevi’ne gönderildi. Daha sonra Bandırma Cezaevi’ne sürgün edilen Ahmet ve Şafak Tekir, koşullu salıverilme tarihine 2 yıl kalan hükümlülerin açık cezaevlerine gönderilmesini düzenleyen 671 No’lu KHK kapsamında açık cezaevine gönderilmeleri gerekirken, haklarında mektup yasağı cezası olduğu gerekçesiyle rehin tutuldu. KHK’de koşullu salıverme tarihinin değiştirilmesinin terörle mücadele kanunu kapsamına giren suçları kapsamadığını belirten cezaevi yönetimi, babaoğulun Mersin Cezaevi’ne girişte “PKK Sol Terör örgütü militanı” olarak işlendiklerine dikkat çekti. Ahmet ve Şafak Tekir’in avukatı Bandırma İnfaz Hâkimliği’ne sunduğu dilekçede, müvekkillerinin söz konusu KHK yürürlüğe girdikten sonra mektup yasağı cezasını aldıklarını kaydederek, “Yok hükmünde olduğu açık olan disiplin cezasının hukuka aykırılığı ortadadır” dedi. Ahmet ve Şafak Tekir 6 ay rehin kaldıktan sonra 28 Şubat günü tahliye edildi. haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ECE KURTULUŞ Yürekli arkadaşım Ahmet, Aslında tutuklandığından beri bu sana yazdığım ikinci mektup. İlkini posta yoluyla cezaevine gönderdim. Mektuplarının teslim edilmediğini biliyorum ama olsun yasaklar ve kararları tanımak gibi bir mecburiyetim olduğunu düşünmüyorum. Mektup yazmaktaki ısrarımı teslim etmemekteki ısrar sürdüğü sürece de devam ettirmeyi planlıyorum. Güzel yürekli arkadaşım Ahmet, Koşulların her ne olursa olsun doğrundan vazgeçmeyecek, haber heyecanını kaybetmeyecek, gerçekliğe âşık bir adam olarak cesurca düşüncelerini haykırmaya devam edeceğini çok iyi biliyorum. Hiçbir “cezalandırma” seni eğip bükmeye, güce tapar veya boyun eğer birine dönüştürmeye yetmez biliyorum. Cesur ve deli yüreğini kimsenin “terbiye” etmeye  gücünün yetmeyeceğini de... Seni tanıdığım dönemler bizlerin kaybetmeye başladığı dönemlerdi. Çoğumuz işsiz kaldık, cezaevlerine düştük, duruşma salonlarına sıkıştırıldık, yaşam kaynaklarımız kesildi. Özetle yok edilmek adına ne gerekiyorsa hepsi üzerlerimizde denendi. Ve bu süreçler bizim dostluğumuzu inşa etti. Arkadaşlığımız her tür dar boğazın sınavından geçti. Dar boğazlar insanların kumaşını hissetme fırsatı yaratır, bizim arkadaşlığımız ise Duvarlar seni yalnızlaştıramaz hiç krizsiz, felaketsiz, yıkımsız, kayıpsız ve acısız gün görmedi. Seni yine bir duruşma salonunda tanıdım. Yine bugünden farkı olmayan tiyatroların tam ortasındaydın... O gün benim için sadece gerçeğe tutkuyla bağlı, cesur yürekli bir gazeteciydin. Aradan yıllar geçti ve şimdi benim için cesur ve güzel yürekli bir dost, çok sevgili Yonca’nın kocası, canım Mina’nın babası, mutfağa girip bize yemekler yapan, annesinin Antalya’dan gönderdiği Adana usulü o nefis turşuları paylaşan, bize mantı partileri veren, bana yüreği kadar evinin ve sofrasının da kapılarını sonuna kadar açan  arkadaştan öte  ailemden biri  halini aldın. Şimdi sana mektup yazmak mevzubahis olunca benim aklıma ideolojik meseleler, günün gerçekleri, yaşatılanlar, verilen zararlardan çok senle bir fikri tartışmak, kahkahalarla güleceğimiz birçok anı yeniden hatırlamak, rakı sofrasına oturmayı çok sevdiğimi haykırmak, senin muzipçe takılmala rını, ellerinle yeşillendirdiğin (daha doğrusu yeşillendirmeye çalıştığın) bahçende demlediğin çayı yudumlayarak saatlerce süren ve koşullarımız her ne olursa olsun kahkahanın hiç eksik olmadığı sohbetleri yeniden ve yeniden yaşamaktır içimden gelen. Mina’nın üniversite sınavlarından, nasıl büyüyüp güzel bir genç kıza dönüştüğünden, medyaya hâkim olan bu süfli halden, Yonca’nın bize sabırla öğütlediği kadını yücelten dil örneklerinden, zamanın ruhuna kendini feda eden tanıdıklarımızdan, canımız ciğerimiz Aslı’ya beraber takılmaktan, birbirimizle uğraşmalarımızdan, ayrı düştüğümüz konularda kanımızın son damlasına kadar tartışmalarımızdan söz etmekten başka şey gelmiyor aklıma. Parasızlığı, işsizliği gülerek paylaşmak kıymetlidir insanoğlu için. Biz en kötü anda dahi gülebildik hep. Şimdi de o duruşma salonlarında birbirimizi gördüğümüzde yüzümüzde beliren gülümseme bundandır işte! Güzel yürekli insanlar biriktirmek zor, nadir bulunur bir insan cinsi sağlam kişi likli olan! Senin kıymetinde insanlığındır benim için. Güzel yürekli arkadaşım Ahmet, İnsanlıktan umudum yok ama senin gibi arkadaşlarım da olmasa yaşam manasını bulmakta zorlanır benim için. Seni düşüncenden ötürü, haberinden ötürü, duruşundan ötürü cezalandıranlar bilmez ki bizler seni sırf bunlardan ötürü ödüllendiririz dostluklarımızın sağlamlığıyla! Bilmezler ki sen sırf böyle biri olduğun için arkadaşlıkların eksilmez aksine artar. Bilmezler ki duvarlar seni yalnızlaştıramaz çünkü senin yüreğin duvarların örtebileceği bir yürek değildir! Sözün özü sevgili dostum seni özledim evet. Deli yüreğini, cesur kişiliğini, haber karşısında hissettiğin heyecanı gözlemlemek dışında senin arkadaşlığını da çok özledim. Ama bilirim ki özgürleşmek beden işi değildir, sen zaten özgür doğmuş azınlıktansın. O yüzden de hep yanımızdasın. Oralarda kendine iyi bak, aman yemeklerin yağını süzmeden yeme, bol bol su iç, olabildiğince hareket etmeye çalış. Çünkü sen bize çok lazımsın. Çünkü sen bizim için çok kıymetlisin. Kurgudan bile tuhaf Guardian yazarı Preston, Türkiye’deki durumu ‘korkutucu derecede gerçek’ diye niteledi Britanya’nın The Guardian gazetesinin eski genel yayın yönetmeni ve medya köşe yazarı Peter Preston, Türkiye’de basın özgürlüğünün durumunun giderek kötüleştiğini belirtti. “Türkiye’nin hakikati kurgudan bile tuhaf bir hal alıyor” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın basına yönelik baskısının “Ancak TV dizilerinde görülebilecek dram unsurları içerdiğini, ama korkutucu derecede gerçek olduğunu” dile getirdi. BBC’nin Nazi Almanyası’nın Britanya’yı ele geçirdiği alternatif bir zaman çizelgesinde geçen “SSGB” dizisinin, dizi âleminde “ya öyle değil de böyle olsaydı” modası yarattığını belir tip şöyle bir senaryo aktardı: “Anamuhalefet lideri Jeremy Corbyn’in Başbakan Theresa May hakkında söylediklerini aktaran çok ünlü bir emekli gazete yayın yönetmeni için 4 yıl hapis isteniyor. Siyasi muhalif görüşlü tweetler attığı için iyi bir köşe yazarı aylardır hapiste. Britanya’nın AB’den ayrılmasıyla ilgili görüş ayrılıklarını aktardığı için Le Monde ya da New York Times muhabirini de demir parmaklıkların arkasına atmışlar.” Dostum Kadri... Bu senaryonun çok aşırı olduğunu düşünenlerin Türkiye’ye bakması gerektiğini vurgulayan Preston, şöyle devam etti: “Geçen hafta dostum, özgürlük âşığı eski yayın yönetmeni Hasan Cemal ikinci kez tecilli hapis cezası aldı. (Tecilli, yani herhangi muhalif bir şey yazarsa hapse atılacak.) Dostum, köşe yazarı Kadri Gürsel, meydan okuyan tweetler atmasının ardından ekimden beri hapiste. Die Welt muhabiri, Almanya yurttaşı Deniz Yücel, mesleğini cesurca yapmaktan başka bir şey yapmadı ve kendini hapiste buldu.” Preston yazısını şöyle tamamladı: “İşin özü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm gücü kendinde toplamak için bastırdığı artık çok açık. Türkiye’nin hakikati, alternatif tarih kurgularından bile çok daha tuhaf bir hal alıyor.” l Dış Haberler YARKADAŞ’A CEZAEVİ MEKTUBU Kılıçdaroğlu, ziyarette İGC anı defterini “Hapishanelerinde gazetecilerin olmadığı bir Türkiye...” dileğiyle imzaladı. İGC Başkanı Misket Dikmen, Kılıçdaroğlu’na, gazeteci Hasan Tahsin’in heykelini armağan etti. Dikmen, “Hem aklımız, hem yüreğimiz parmaklıklar ardındaki Basın özgürse halk özgürdürarkadaşlarımızla. Her sabah kaygıyla ‘kimin adını göreceğiz’ diye uyanıyoruz. Bu tedirgin günlerin bir an önce bitmesini diliyoruz” dedi. HAKAN DİRİK CHPGenel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, başta Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticileri olmak üzere cezaevindeki gazetecilere dikkat çekerek “Basını özgür olmayan bir toplum özgür değildir” dedi. İzmir programı kapsamında önceki akşam İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ni (İGC) ziyaret eden Kılıçdaroğlu, “Bir ülkenin hapishanelerinde 150’yi aşkın gazeteci varsa, bu ülkede demok rasi sorunu var demektir. Bu sorunun aşılması lazım. Hele hele gazetecileri aylarca hapishanelerde tutacaksınız ve iddianame bile hazırlamayacaksınız. Gazetecisi özgür olmayan toplumun kendisi de özgür değildir. Gazetecilerin özgürce yazı yazdığı, eleştirdiği ülkede siyaset, kamu adına denetlenmiş olur. O nedenle medyanın, gazetecilerin sorunların dile getirmek bizim görevimiz” dedi. Gazetecilerin kamu adına görev yaptıklarını kaydeden Kılıçdaroğ lu, şöyle konuştu: “Gazeteciler belki duymak istemediğimiz ama kamuoyunun duymak istediği haberleri cesurca yapabilmelidir. Bunu yaptığı zaman siyasetçi kendine çekidüzen verecektir. Önünüze engeller çıkarılıyor baskılar yapılıyor, biliyorum. Gazete patronlarına baskılar yapılıyor. Yazı yazdılar, haber yaptılar diye hapse atılıyor. Bunu da biliyorum. Elbirliğiyle bu zorlukları aşmak hepimizin ortak görevi olmalıdır.” l İZMİR Gazetecileri serbestDÜNYA OMBUDSMANLARINDAN ÇAĞRI: bırakın Dünya Haber Ombudsmanları Organizasyonu (ONO), resmi web sitesinde gazetemizin ombudsmanı Güray Öz’ün Kasım 2016’dan beri devam eden tutukluluğuna geniş yer ayırdı. Ana sayfada “ONO Türk meslektaşlarının tutuklanmasını protesto ediyor” başlığıyla Öz’ ün resmi altında yer verilen yazıda, Özün serbest bırakılması için Türk hükümetine protesto mektubu gönderdiği hatırlatılan ONO’nun, bir kez daha Öz’ün bırakılmasını kuvvetle talep ettiği belirtildi. Türk hükümetine mesleklerini tarafsız ve bağımsız şekilde yaparken gözaltına alınan tüm gazetecilerin serbest bırakılması çağrısı yapıldı. Bu vesileyle ONO’nun Türkiye’de hapisteki tüm gazetecilerin savunuculuğunu üstlendiği belirtilerek Türk hükümetine “hukukun üstünlüğüne ve basın özgürlüğüne saygı gösterme” çağrısı yapıldı. Güray Öz’den teşekkür ONO Başkanı Esther Enkin de gazetecilerin serbest bırakılması için hükümete gönderdikleri mektubu hatırlatarak eşi aracılığıyla bundan haberdar olan Öz’ün gönderdiği mesajı aktardı: “Size ve örgütünüze değer biçilemez desteğiniz ve dayanışmanız için en derin şükranlarımı sunarım. Maalesef üç aydan uzun süredir tutuklu olduğum Silivri Cezaevi’nde mektup göndermek ve almak yasak. Bu mesajı haftada bir görüşmeme izin verilen eşim aracılığıyla gönderiyorum. Cumhuriyet gazetesinin ombudsmanı olarak ben ve hapisteki 9 meslektaşım, sizin destek ve dayanışma mesajınızdan büyük güç topladık. Umarım bu mektup size ulaşır.” l Dış Haberler Yarkadaş’a gelen mektupta çıplak arama resmedildi. ‘Cezaevlerinde çıplak arama vakaları artıyor’ CHPmilletvekili Barış Yarkadaş, Edirne F Tipi Cezaevi’nden kendisine gelen mektubu paylaştı. Mektubun birkaç gün önce “görüldü” damgasıyla kendisine ulaştığını belirten Yarkadaş, “Bir tutuklu, arkadaşına uygulanan insanlık dışı muameleyi resim / karikatür haline getirmiş. Çizimde, arkadaşının çıplak arama işkencesine maruz kaldığını resmetmiş. Çıplak arama işkencedir; işkence insanlık suçudur” dedi. Yarkadaş, çıplak aramaya dair şu bilgileri paylaştı: “Mektupta; kalçasından dizine kadar 45 cm uzunluğunda bir platinle yaşayan tutuklu mahkumun yaşadıkları anlatılıyor. Tutuklu, XRay cihazından geçerken kendisine eziyet ediliyor ve çıplak arama yapılıyor. Tutuklunun sağlık raporu ve bedeninde platin olduğunu gösteren belgeye rağmen, cezaevi yönetimi bildiğini okuyor. Tutuklu ısrarla XRay cihazından geçiriliyor. Cezaevi idaresi, cihazın sürekli sinyal vermesi yüzünden durumu anlatmaya çalışan tutukluyla adeta dalga geçiyor. Ve tutuklu herkesin gözleri önünde yasalara aykırı bir biçimde soyuluyor.” Tehdit de var Cezaevi yönetiminin tutukluya “Bundan sonra da soyarak geçireceğiz” dediğini aktaran Yarkadaş, yapılanın ‘işkence’ olduğunu söyledi. “Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı hesap sormaya çağırıyorum” diyen Yarkadaş, “Mektubu bu sabah Sayın Bozdağ’a gönderdim. Gereğini yapıp yapmadığının takipçisi olacak, sonucu da kamuoyuyla paylaşacağım” diye konuştu. Grup Yorum’a da yapılmış Grup Yorum üyelerinin tahliye olduktan sonra yaptıkları açıklamalarda çıplak aramaya maruz kaldıklarını anımsatan Yarkadaş, “Cezaevlerinden gelen şikâyetler, çıplak arama işkencesinin sistematik bir hale geldiği şüphesini uyandırıyor. Cezaevi idarecileri, OHAL’den aldıkları güçle, insanlık dışı muameleleri rahatça yapıyor” dedi. Yasak kalktı Yarkadaş ayrıca gazeteci Tunca Öğreten ile Mahir Kanaat’ın, Birgün ve Evrensel gazetesini okuyabildiğini ve yasağa son verildiğini de kaydetti. l İSTANBUL/ Cumhuriyet C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear