26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 6 Mart 2017 söyleşi KEMAL GÖKTAŞ kemal.goktas@cumhuriyet.com.tr 11EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN zor soru ‘Referandumla hilafeti resmileştirmek istiyorlar’ HDP’Lİ HÜDA KAYA: 28 Şubat’ta baskı uygulayanlarIN BİR KISMI şimdi iktidarda İktidarın mağduriyet ürettiği en önemli olaylardan biri 28 Şubat postmodern müdahalesi olageldi. Mağduriyet anlatısının en önemli isimlerinden biri de başörtüsü yasağına karşı eylemleri nedeniyle iki kızı ile birlikte idam istemiyle yargılanan Hüda Kaya idi. İslamcılığın bu önemli ismi HDP’den milletvekili olduktan sonra AKP’liler tarafından en şiddetle eleştirilen, gösterilerde darp edilen ve son olarak da gözaltına alınarak kötü muamele görenlerden biri oldu. Ülkücülükten İslamcılığa ve oradan da HDP’de vekilliğe uzanan çarpıcı bir hayat hikâyesinin sahibi olan Hüda Kaya ile İslamcılığın AKP iktidarı döneminde girdiği sınavı, Kürt hareketi ile tanışmasını, 28 Şubat mağduriyetlerini ve tabii ki referandumu konuştuk. n AKP çevreleri bir dönem 28 Şubat zulmünden bahsetmek istediklerinde en çok sizin başınıza gelenleri anlatırlardı. Şimdi pek adınızı anmamalarını nasıl değerlendirirsiniz? O dönem pek çok isimden, kanaat önderlerinden ve özellikle halkımızdan çok ciddi bir dayanışma ve destek gördük. Hiç tanımadığımız insanlarla dayanışma içindeyken, özellikle üniversite ve imam hatip liseleri gibi okullar başta olmak üzere, kamu idarelerinde, amirmüdür konumunda olan nice muhafazakâr insan, ki aptestinde namazındaydı bu insanlar, başörtülü kadınlara en büyük zulmü yapanlardan olmuşlardı. Kraldan çok kralcı davranarak, kendi başları da ağrımasın babında, kendilerine emredilmeden emredilmiş gibi yasakları, baskıları daha da şiddetle uygulayan pek çok insan vardı. Bu insanlardan bir kısmı bugün üniversitede, iktidarda, siyasette bir şekilde yerlerini aldılar ve 28 Şubat mağduriyetinin ahkâmını en çok kesenler de bunlar. 28 Şubat sürecinde kadınların verdiği mücadele ve ödedikleri bedellerin en fazla rantının peşinde olanlar da yine bu insanlar. AK Partililer ben HDP’de yer alıncaya kadar benim mağduriyetimi anlatıyorlardı. HDP’de yer aldıktan sonra dinden çıkmış gibi oldum onların nazarında. En somut ifadesi bu. Bunu açık seçik yazan, hakaret edenler de var. Bizim 28 Şubat dönemindeki en popüler sloganlarımızdan biri “Herkes için adalet, başörtüsüne özgürlük” idi. Bugün iktidarla STK’lar, siyaset, ihaleler gibi yollarla göbek bağı oluşturanlar ‘herkes için adalet’ boyutunu unutmuşlar durumdalar. Ben bunu hatırlatmaya çalışıyorum. Ateş düştüğü yeri yakar n 28 Şubat zulmü dediğimiz şeyle Kürtlerin, solcuların, Alevilerin gördükleri zulüm arasında devasa bir fark yok mu? 12 Eylül’de yaşananlar ortada. Kelimelerle ifade edilecek gibi değil. Çocukların yaşları büyütülüp idam edildi. İşkenceler yaşandı. 28 Şubat’ın toplamı bir Diyarbakır Cezaevi hadisesinin bir sahnesi etmez belki. Ama 28 Şubat’ta da zulümler yaşandı. Uzuvlarını kaybeden, kariyer, meslek hayatları, özel yaşamları tepetaklak olan on binlerce kadın var. İntihar edenler, psikolojik tedavi görenler var. Kıyaslanabilir mi denilebilir ama insanlar ken KAAN SAĞANAK AKP’LİLER kibir ve haddini aşma karşısında kaygıLI 28 Şubat sürecinin en bilinen figürlerinden Hüda Kaya, geldiğimiz noktanın 28 Şubat’tan daha ağır olduğunu söylüyor. di güçlerince bir mücadele ortaya koyarlar ve o nispette de bedel öderler. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Birine göre o yaşadığı psikolojik travmalar onun hayatını karartan en önemli etkidir. Acıların karşılaştırmasından ziyade, o derin etki ve travmalardan yola çıkarak toplumları anlamaya çalışmalıyız. Kuran Müslümanı değiller n 28 Şubat’ta mağdur olduğunu söyleyen çevreler bugün Türkiye’deki en önemli hak ihlallerini yapan iktidar haline geldiler. Bu İslamcı ideolojinin doğasından mı kaynaklı? Bunun kaynağında, peygamberin vefatından sonra gelişen, Muaviye ile kurumsallaşan bir süreç var. Bu, özgürlük, eşitlik ve adalet hareketinin devletçileşmesi ve dinin devlet tarafından işgal edilmesidir. Uydurulmuş, sahte, Kuran’ın vahyi ile uzaktan yakından alakası olmayan bir külliyat, bir havuz ve bir bilinçaltı oluşturdu ve bütün İslam dünyası maalesef Emevici, saltanatçı ve eril bir İslamcı referanstan beslenmeye devam ediyor. Sadece Türkiye değil, İslam dünyasının en az yüzde 95’i ‘Kuran Müslümanı’ değil. Kuran’ı tanıdıkça İslam dünyasındaki ‘Müslümanım’ diyenlerin sahtekârlığını ve maskelerini gördüm. n İslam, devrimci bir hareketti ve sonra içi boşaltıldı mı diyorsunuz? Sadece İslam değil, İsa, Musa, İbrahim’in hareketi de böyle. İktidarcılaştığı, egemenliği elde ettiği ve eril bir dile dönüştüğü anda topluma, insanlığa zarar veren bir virüs haline geliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde dindarlar hiç iktida ra gelmemişti. Halkın ve inancın gücüyle adaletin sağlanabileceğini zannediyorduk ama beslenen zihinsel geri plana dikkat etmemiştik. İslamcıların maskesi düştü n İslamcı çevrelerde bu tür bir sorgulamaya girenlerin sayısı da çok sınırlı kaldı, değil mi? Roboski katliamı, benim için siyasal ve toplumsal anlamda İslamcıların maskesinin düşmesi noktasında kırılma noktası oldu. Dindarlar iktidara geldikten sonra gözaltıların, tutuklamaların, haksızlıkların, adam kayırmaların devam ettiğine, liyakatin, ehliyetin, adaletin kaybolduğuna, şahit olduk. Muhammed, Mekke’yi aldığında Kâbe’nin koruma ve muhafazasını, yıllardır bu işi yapan aileden almamıştı. Üstelik o aile Mekke fethedildiğinde henüz Müslüman olmamıştı. Bugün Kâbe’nin yönetiminin Müslüman olmayan kişilere verilebildiğini düşünebiliyor musunuz? Bugünkü Selefi, Vahabi dünyada Müslüman olmayanların Mekke’ye girmesi yasak. Türkiye’de de Sünnici ve Emevici damarın pratiğidir bugün yaşananlar. n Bu damarın siyaseten iflas ettiğini, topluma bir şey vaat edemeyeceğini mi düşünüyorsunuz? Bir referandum sürecindeyiz. İnsanlara ne vaat ediliyor? 15 yıldır yapamadıkları ne var ‘evet’ demelerini istiyorlar? Vaatler tükendi. Çocuklara ve kadınlara şiddetin, katliamın, tacizin, tecavüzün zirve yaptığı bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye özgürlük, insan hakları konularında ilk 87 ülke içinde değil. Afrika ve üçüncü dün ya ülkeleri ile aynı sırayı paylaşan bir ülke. Ortaya koydukları ne? Duygusal, tarihsel bir hamaset. Osmanlı özentisi, sultanlık, saltanat dizileri yayımlayarak insanların zihnini bugüne hazırladılar. Şu anda resmileştirmedikleri tek şey sultanlıktır, hilafettir. Resmileştirmek istedikleri de budur. Hilafet kompleksi n Hilafetin geleceğini mi düşünüyorsunuz? Parlamenterler, öğrenciler, kadınlar, akademisyenler, politikacılar ve İslam dünyasının farklı kesimleri ile yaptıkları o lobi çalışmalarını, toplantıları biliyoruz. Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarında da bunu görüyoruz. O dili bildiğimiz, o referans dünyasına vâkıf olduğumuz için, o mesajın, o kelimelerin ne manaya geldiğini çok iyi biliyoruz. Şu anda zaten halife olarak yansıtılan ve kabul edilen bir fiili durum var ortada. n İslam dünyasında bu kabullenilir mi? İslam dünyasında da çıkarsal bağlar ve inançsal referanslar var. “Türkiye liderdir, Osmanlı olursa daha iyi bir hale geleceğiz” diyenler var. Beştepe’nin inşaatı devam ederken söylemiştim. Orada yapılan inşaat bir kompleks inşaattır ve sadece asla Cumhurbaşkanlığı Sarayı ya da başkanlık konutu değildir. Boşuna binlerce oda yapılmadı. Camisinden, yürütmesinden yargısına kadar toplumsal tüm denge ve denetleme mekanizmalarını elinin altında tutacağı bir kompleks yaptı orada. n Hilafet ve saltanat sarayı mı? Aynen. Ben öyle düşünüyorum. n Muhafazakar çevreler içerisinde başkanlık sistemine hayır diyecek kayda değer bir oy çıkabilir mi? MHP’nin dörtte üçünün hayır diyeceğine inanıyorum. Asıl kırılma noktası AKP’den başka partiye oy vermeyip de bugün bu referandumda ‘hayır’ diyecek olanlar ve büyük bir oranda da kararsız ve endişeli bir kitlenin varlığıdır. ‘AK Parti’den başkasına oy vermedim. Yapmak isteyip de ne var yapamadığı anlayamıyoruz, bundan öte daha ne istiyor ki?’ diyor. Bu kibir ve haddini aşma karşısında kaygı taşıyorlar. Ben şeffaf, adil sandık sonuçları olursa en az yüzde 5560 ‘hayır’ çıkacağına inanıyorum. n HDP’lilerin tutuklanması ile referandum süreci arasında bir bağ var mı sizce? Bugünler için mi tutuklandılar? Bugün eşbaşkanlarımızla beraber 13 vekil arkadaşımız ve Türkiye’nin her bir tarafında binlerce HDP yöneticimiz cezaevinde. Çalışabilecek, örgütlülük ve halkla ilişkiler noktasında tecrübeli kadın ve gençlik grubumuzdan ne kadar insan varsa, şu an hapisteler. Hatta bazı ilçelerle, bazı yerellerde neredeyse çalışma yapabilecek insan bırakılmamış durumda. Bu ekip dışarıda olsaydı 7 Haziran’daki gibi bir atmosfer oluşmasına sebep olabilecekti. Yine de bir aydır yaptığımız halk toplantılarında partililer ‘İçerdekilerin eksikliklerini hissettirmeyeceğiz’ diyorlar. Boykot asla yok n Boykot endişesi var. Sizin böyle bir gözleminiz var mı? HDP’li olup da boykot gibi bir yaklaşım içinde olan tek bir kişi ya da duruma şahit olmadım kesinlikle. 7 Haziran sırasında CHP, “HDP ve Ak Parti zaten başkanlık için anlaştılar” diye bir algı oluşturmaya çalıştı. Şimdi de buna benzer bir algı oluşturmaya çalışıyorlar. Kürt halkı, son derece politik bilince sahip. Kırgınlıklar olsa, eleştiriler yapsalar bile şunun çok iyi farkındalar: Hem yurtiçindeki, hem yurtdışındaki, bölgedeki savaş politikasını bize dayatanlar, bu acıları yaşatanların ‘evet’ ile alacakları sonuç, bu politikanın daha da güçlenerek bize yönelmesi demektir. Bu ‘evet’i isteyen, bu savaş politikasının mimarları kimler ise biz ‘hayır’ ile bunlara en büyük tokadı atacağız’ bilincine sahipler. Parti meselesi olarak değil, Türkiye’nin geleceği olarak bakılıyor. İslam dünyasında marka dinciliği var n Siz ülkücüymüşsünüz, sonra İslamcı diye tanımladınız kendinizi. Şimdi bir tanım yapıyor musunuz kendi siyasi görüşünüze? Benim ilk gençlik dönemlerim, 18 yaşıma kadar, Kuran’la tanıştığım döneme ka dar olan bir milliyetçi bir çalışmam, geçmişim var. 18 yaşında olduğum dönemlerde Kuran’la tanışmıştım. Tabii Kuran’la tanışmış olmanız otomatikman zihninizin aydınlanması demek değil. Ciddi bir emek, araştırma gerekiyor. Özellikle Türkiye gibi İslam dünyasının bir parçası olan inanç bataklığının içinde olan bir toplum Sünnici olarak. Mezhep sel bir yaklaşımım ve duruşum yok. Hiçbir mezhepten değilim. Bu toplumda, İslam dünyasının yüzde 90’ında da olduğu gibi, Sünnici bir virüs var. Bu mezhepçi, fanatik bir virüstür ve insanların din dünyasını zehirleyen bir virüstür. Ben bu virüsten sadece ve sadece Kuran’la tanışarak kurtuldum, büyük emek ve çabayla. Hâlâ kurtulmaya çalışıyorum. Hâlâ. Bugün sadece önce insan olmanın gereklerine inanıyorum. Önce Müslüman olalım da sonra iyi insan olurum diye bir şey yok. Asla bu kriter değil. İyi insan olmayı beceremeyenler sadece maske takmış Müslümancıklar, İslamcılar olabilirler. Bugün mezheplerden bağımsız bir ‘Kuran Müslümanı’ olarak kendimi tanımlıyorum. n Kadın meselesinde AKP’nin, siyasal İslamın aldığı pozisyon Sünnici, devletçi din anlayışından mı kaynaklanıyor? Kesinlikle... Bugün dinci, İslamcı ve Sünnici gelenekten dini, dünyayı yorumlayanlara bakarsak, bir marka dinciliği var. “Sen Müslümanım dedin, Kelimei Tevhit getir din, bitti. Namazında, niyazındasın aynı zamanda. Yetimin hakkını çalsan da, kalpleri yerle bir etsen de, alnın secdeye gidiyorsa Allah günahlarını affeder.” Böyle torpilci bir dinciliğe sahipler. Ben Kuran’da böyle bir torpilci dincilik, bir marka dinciliği görmedim. Her kim olursa olsun, evladın, eşin dostun, baban bile olsa, ayet var, zulmedene, haksızlık edene onay veremezsin. ‘Adaleti ayakta tutanlardan olunuz’ diyor, kim olursa olsun. Kuran’ın özü bu. Siz insanlara cenneti yaşattığınız kadar cennetliksiniz. Kürtlerle tanışma n İstanbul’da doğup büyümüş biri olarak Kürt sorunu ile nasıl karşılaştığınızı merak ediyorum. 1988’in sonbaharında çocuklarımı alıp boşanma davamı açtım. Bir aylığına gizlenmek, izimi kaybettirmek zorundaydım. Bir arkadaşım Malatya’da akrabasının evinde bir aylığına misafir olabileceğimizi söyledi. Malatya’ya varıncaya kadar dualar ede ede bir hal olmuştum. “Yarabbim, biz bir ay dağlarda mağaralarda vahşi insanlarla nasıl yaşayacağız?” Aynen böyle düşünüyordum. Kürt de tanımamıştım. Yani nasıl böyle düşündüm, bilemiyorum. Ama oraya gittikten sonra Türkiye toplumunun gerçeğinin farkına vardık. Dedik ki, burada bir yaşam var, bir hayat var. Ondan sonra da daha ilerde Kürtleri tanıma devresi gelişmiş oldu. 28 Şubat sonrasında bu çelişkileri yaşarken, ezilen sınıflar parça parça bu zulmün yemi olmamalıdırlar diye düşünüyordum. Kuran’da ‘dindardinsiz’ çatışması tek kelime ile yok. Sadece ve sadece ezenlerle ezilenlerin mücadelesi var. İstanbul’da solcularla, sosyalistlerle birlikte eylemler yapıyoruz, yürüyüşler yapıyoruz, paneller yapıyoruz. Bir ilişki geliştirdik o dönemde. Roboski’nin arkasından da “Bu Kürtler ne yapıyor? Biz gerçeği nereden öğrenelim?” derken, sorgulamalar bu noktaya getiriyor ve siz artık ezen ve ezilen tarafların olduğu bir ortamda zulmün karşısında taraf olmak zorunda hissediyorsunuz. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear