28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 3 Aralık 2017 TASARIM: SERPİL ÜNAY yorum 13 Mafya kendine madik atanı cezasız bırakmaz! Önce şunda anlaşalım; Amerika Birleşik Devletleri ister Cumhuriyetçiler ister Demokratlar tarafından yönetilsin, bugün dünyadaki eşitsizliğin, kötülüğün nedeni çokuluslu şirketlerin taşeronudur. Bu kapitalist düzenin bekçiliği ona verilmiştir. Bu bekçiliği sürdürmek için karşılıksız dolar basmak Amerika’nın birinci işi olmuştur. Yani Amerikan Federal Bankası 1 milyon dolar basacaksa, bunun sadece yüzde 10’unu gerçek bir değer olarak yatırmaktadır, yüzde 90 değersizdir.Yani bir yığın değerli gibi görünen kâğıt; havadır. Şimdi gelelim şu İran ambargosuna; bilindiği üzere 1979 İran İslam Devrimi’nden kapitalist dünya hiç hoşlanmamıştır. Ama İran zengin bir ülkedir, kendi kaynakları vardır, öyle de olsa dış dünyaya açılmak zorundadır. Bunu önlemek için, 1980 yılında dört Amerikan askerinin tutuklanması neden gösterilerek, İran için uluslararası 35 yıl sürecek bir ambargo kararı çıkarılmış ve tam o sırada da Amerika’nın açık desteğindeki Irak, İran’a saldırmış ve 1 milyon kişinin ölmesine neden olan Irakİran savaşı başlamıştır. Bu savaş 8 yıl sürmüş ve kazananı olmamıştır. Ama her iki ülke de yoksullaşmıştır. Şimdi kim inanır İran ambargosunun çok sayıda uluslararası şirket tarafından delinmediğine? Basit bir gözlem,1989 yılında gittiğim İran’da bir Azeri şoförün şu sözlerini hiç unutmam: “Tamam Amerikan şirketleri gitti ama Japon ve Fransız arabaları şak diye ülkeye girdi.” Özellikle de Fransız arabaları, vallahi ambargodaki İran’da gittiğim o festivalde Fransız Dışişleri Bakanı bile konuktu ve acayip itibarlıydılar, ben de Humeyni’nin mezarına bir Renault arabayla gitmiştim. Kısaca ambargolar delinir, delinmek zorundadır, özellikle İran gibi nüfusu yoğun, yüzölçümü büyük ve doğal kaynakları inanılmaz zengin bir ülke başıboş bırakılmaz. Doğal olarak Türkiye de komşusu İran’a uygulanan bu ambargoyu delmeye çalışmıştır. İşte bu delme işinde Rıza Sarraf’ı görüyoruz, gerçekten çok çetrefilli bir para trafiği söz konusu. Kavrayamıyoruz bile, para oradan giriyor, altın buradan çıkıyor. Ve bir Türk yurttaşı olarak ben, keşke diyorum, bu delinme işinden gelen paralar gerçekten ülke yararı için kullanılsaydı da Rıza Sarraf bizim sorunumuz olaydı. Şimdi işin püf noktasına gelelim. Tüm uluslar şirketleri aracılıyla bu ambargoyu delerken, kapitalist dünyanın açıklarından faydalanmışlardır. Çünkü paranın iki türlü dolaşımı vardır, biri legal dolaşımdır, bu herkes tarafından kolaylıkla izlenir. Bir de illegal para dolaşımı vardır, bütün uluslar bu dolaşımdan faydalanırlar ama bunun da kuralları vardır. Ve herkes bu kurallara uymak zorundadır. Bekleyin geliyorum, yani şu yaşlı dünyamız bir büyük mafya çetesi aracılığıyla yönetilir, bir de küçük çeteler vardır. Her şey büyük mafya çetesinin kontrolündedir, ne zaman ki küçük mafya kendine kural dışı yontmalar yaparsa, büyük olana madik atmaya kalkarsa, işte o anda büyük mafya meseleye el koyar ve madiklenen paraları ister. Şimdi bu Sarraf davasında da Amerika bizim kasaba kurnazlarının anlaşılmayacağını sandıkları madikleri istemektedir. Olay budur, kimselerin giderek yoksullaşan Türkiye için üzüldüğü filan yoktur, iç edilen paralar istenmektedir. Bizim kasabalı mafya çetesi, doymak bilmeyen bir çetedir. Üstelik sadece bu illegal ticaretin değil, her şeyin rüşvetini alıp mezara götürmek istemektedirler. Geçen gün Face’de bir soru sordum, “Yahu bunlar bu rüşvet paralarını nasıl harcıyorlar” diye, yığınla yanıt aldım. Kimileri yeni zengin AKP’li kadınların bir estetik cerrahı bir yıllığına kiraladıklarından, bedenlerine altın tozu serptiklerinden söz etti. Kimileri bana yat ve jet fiyatlarını yolladı. Meğer böyle harcanıyormuş. Bu arada bütün bunlar olurken ülkemizde bir genç kadın, çocuklarını ısıtamadığından intihar etti. Son söz; yaklaşık 125 milyar dolar Amerikan bankalarına ödenecek, bundan kurtuluş yok ve bu paralar da gene bizden çıkacak. Lanetliler dünyasında işler böyle oluyor. 3 ARALIK 2017 SAYI: 33660 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:33 06:16 06:37 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08:05 13:01 15:22 07:47 12:46 15:10 08:05 13:09 15:37 Akşam 17:44 17:32 17:59 Yatsı 19:10 18:56 19:21 Kola takılan saatten, oturulan koltuk ve yaşanılan haneye kadar yayılan büyüklük tutkusu ya da gösteriş Üniversitesi Finans Profesörü Marc Chesney’i dinler merakı diyebileceğimiz tavır; elbette bir ken, en büyük sarayı üstünlük ifadesidir. görmekten çok daha Üstünlük duygusu ise aslında iç benlik büyük bir şaşkınlık teki yetersizlik, çapsızlık kanısını, başka yaşadım, hayranlık bir deyişle kişiliğe “ezikliğini” unutturmaya duydum: yarayan psikolojik bir sendrom olarak İsviçre’de bilim Marc Chesney aşağılık kompleksinin bir tezahüründen ibarettir. Avrupa, AvrupaBüyüklükle gösterişin en çok prim yap insanları, sanayide robotların kullanılmasıyla işsiz kalacak emekçi kitlelerine “insanca” bir yaşam sunacak duymasan da gör bizi!tığı devletler nedense dikta rejimleriyle yönetilir ve her şeyin devasasına vurgun devletlilerin hemen hepsi de nedense dik formül üzerinde kafa yoruyorlar. Prof. Marc Chesney’in verdiği bilgiye göre, İsviçre’de şimdiye kadar hiçbir yerde vergilendirilmeyen tatörlerdir! “sanal ortamda finans akışı”ndaki her transfe Mussolini, Hitler ve Çavuşesku’nun “süper konsolosluk” adını taktığı yeni temsilciliğin rin artık yüzde 0.4 oranında vergilendirilmesi devasa mimari yapı ve bazıları proje olarak kalan boyutları; kıt’a büyüklüğünde sayılacak ülkelerden kabul edilmek üzere. muazzamlık hayallerindeki benzerlik, tıpkıbasım ABD’deki Beyaz Saray’ın, Çin’deki Zhongnanhai HHH düzeyindedir. Franko ise meşumluğuyla meşhur Sarayı’nın boyutlarını aşmış, Rusya’daki Kremlin’e Yapılan hesaplara göre, finans ürünlerinden Şehitler Vadisi’yle aynı hayali gerçekleştirmiştir. ve tabii kıt’a büyüklüğünde bir ülke sayılmasa da alınacak bu minicik vergiden 400 milyar İsviçre Afrika’daki en az gelişmiş; yolsuzluğun, yok dünyanın en büyük sarayına sahip Türkiye’nin Frankı gelir elde edilecek ve vatandaşlardan baş sulluğun ve katliamların tavan yaptığı ülkelerdeki Beştepe Külliyesi’ne az çok yaklaşmış durumda: ka vergi toplamaya ihtiyaç bırakmayacak! Tam diktatörlerin ezilen halkla alay eder gibi diktikleri 4 binadan oluşan Strasbourg Külliyesi, 8 bin 900 tersine İsviçre, çalışan ya da çalışamayan tüm saraylar, elbette raslantı değildir. m2’ye yayılıyor... yurttaşlarına ve daimi oturma izni bulunan göç Aşağılık duygusu, kötülüğü de büyük ve göste Dışı Strasbourg’a özel pembe taşlar ve İznik’ten menlere, “kamu yararına” görecekleri bir iş karşı rişli yapan canavarlar yaratacak kadar verimli bir getirtilen turkuvaz çinilerle kaplanan külliyenin, lığı ayda 1000 İsviçre Frangı tutarında “koşulsuz hastalıktır! bitince çok güzel olacağı kesin. Ama asıl amacın, taban maaş” bağlayacak. HHH Türkiye’nin Avrupa’ya üstünlük taslaması olduğu Kamu yararı dedikleri, ormanları, dağları temiz AB’nin ikinci başkenti sayılan Strasbourg’da da belli! lemek, engelli komşunun bahçesini bellemek, Türkiye’nin bir büyükelçiliği, bir de konsolosluğu HHH hatta evinde çocuğuna bakmak gibi işler... var. Alsace bölgesinde de 145 bin Türk göçmen İsviçre, bildiğiniz İsviçre: Yüzölçümü ve nüfusu Yasaların halkoylamasına sunulduğu İsviçreli yaşıyor. Türkiye, şimdiki binaların verdiği hizmete gayet mütevazı, ama dünyanın en zengin, halkı finans profesörü Chesney, “100 bin imza topla dar geldiği gerekçesiyle 2014 yılında tüm misyon nı en iyi yaşatan ve en demokratik ülkelerinden dık” diyor. “Yasa da en geç 2018 Şubat ayında ları tek bir adreste toplayacak yeni bir temsilcilik biri. Kendi topraklarında hangi muazzam sarayı çıkar. Çünkü devlet, iktidar, muhalefet, herkes an inşaatı başlattı. ve hangi ülkedeki devasa temsilcilik binasıyla ladı: Toplumsal barış bu formülden geçiyor!” Strasbourg’luların epeyce şaşkın, biraz da göze çarpıyor, bilmiyorum. Ama Strasbourg’daki Büyük devlet, galiba asıl böyle olunuyor. Ne “içine ne koyacaklar acaba” diye tedirgin bakıp Avrupa Buluşmaları’na İsviçre’den katılan Zürih dersiniz? Hırsız uğursuz rüşvetçiler, önlerine yatmaya amade yvyieenreheekdr!e..şeoykeurrdauğwtram”wnawedh.manihemt@etgtamn.aciol.mcom bakanlar ile itiraf edilmiş HHH külli yanlışlar ve ihanetler Ayakkabı, çorap, ile içeriden.. ceket, kasket arama Terör ve F16 bombala taramasından geçtik rıyla dışarıdan yıkılama ten sonra sıra “göz yan devletimiz, hüküme bebeği taramasına” timiz, Meclisimiz, o ka geliyor. dar mı eften püften ki bir Koğuşlara açılan manşet, iki telefon konuşması ile yıkılsın?! Kimi sayın savcılar devletin eften püften Silivri’nin havası... ana kapılara infaz memurları nöbetçiler değil, o optik tarama cihazları hükme liğine inandıklarından de doluyor. diyor. Göz muaye mı nedir, örneğin yeniden yar Ahmet Şık bir ay sonra 1. yı ne cihazına benzer aletin için gılandığı için beraat bekleyen lını, Emre İper ise 8. ayı doldur de beliren ışıklı küreyi iki kaşı CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu’na 25 yıllık muş oluyor. nızın arasına denk gelecek bi Her birisi Cumhuriyet çalışanı, çimde başınızı ileri geri oynatı mahkumiyeti yeterli bulmayıp ülkenin muhalif yurttaşları adı yorsunuz... “müebbet” istiyorlar. Ecevit hükümeti idamı kal na bir anlamda vekâleten yatıyorlar. Denk geldiği anda, yanınızdaki döner parmaklıklı kapı haşin Konuş yazsın Kimi isimleri yazarken bir türlü emin olamazsınız. “Acaba doğru mu yazdım” diye kuşkuya düşersiniz. Böyle zamanlarda elbette en iyisi bir ansiklopediye bakmaktır. Ben de öyle yaparım. Örneğin JeanJacques Rousseau ya da Nietzsche yazarken mutlaka bir yerlere bakarım, doğru mu yazmışım diye. Nedense bir türlü emin olamam. Yine öyle oldu. JeanJacques Rousseau’nun sözü geldi aklıma. Bilirsiniz: “İnsan özgür doğar; oysa her yerde zincire vurulmuştur.” dırmasaydı, bugünkü iddia “Yalanın iktidarına ve siyase bir gürültüyle açılıyor. Gerçi aradığım sözü bu değildi. “Bir toprak namelerin birçoğu “kelle alma nağmesi”ne dönüşürdü. 9 yaşındaki çocuk tacizcisi duruşmada, kravat taktığı için “iyi hal indiriminden” yararlanırken, yurtdışından gelip, kendi ayağı ile teslim olan Akın Atalay’ın.. Yazdıkları, telefon kayıtları, didik didik edilmiş banka hesaplarıyla ve her şeyi ortada olan Murat Sabuncu’nun.. Hele, hayatı haksızlıkları kovalamak ve bunun için kalem oynatmakla geçen Ahmet Şık’ın.. Ve sicilinde en küçük leke bulunmayan Emre İper’in neden, evet neden tutuksuz yargılanmasına olanak tanımıyor mevzuat pratisyenlerimiz? HHH Hükümlü ve tutukluların eşleri, çocukları ve avukatları dışındakiler, Adalet Bakanı özel izni ile görüşebiliyor. Güneşe, gökyüzüne değil, dost ve insan yüzüne hasret dört duvar arasında Atalay ve Sabuncu’nun yarın 400. günleri tine karşı en etkili başkaldırı dürüst ve cesur haberciliktir!” gerçeğine ve bizim gazetenin tarihsel misyonunun bu olduğuna inandıkları için içerideler. Hiçbirinde en küçük bir yılgınlık belirtisi bile yok. İnandıkları ortak hakikat şu: “Eğer insan başkalarına yapılan haksızlıklara başkaldıramıyorsa, kendine yapılan haksızlıklara da baş eğmek zorunda kalır!” HHH Ana nizamiye salonunda Trakya Şarköylü yaşlı bir partili ile karşılaştık. Öfke ve endişe doluydu. “Ülke iyiye gitmiyor be yav!” diyor da başka bir şey demiyordu. Oğluna gelmiş. Benim kime geldiğimi sordu. “FETÖ’nün ipliğini asıl pazara çıkaran savcılar değil, Cumhuriyet’tir. O Ahmet Şık! Kahraman adamdır o. Savcılara söyleyin bunu be yav!” Söylemek yerine yazıyoruz. Yazmak daha sağlam ve kalıcı. “En önemli makam da zaten Sağlı sollu demir kapılarla dolu koridoru geçiyorsunuz. En sonda bir kapı daha açlıyor. Orada da demir kapılı görüşme odaları var. Her yer beton ve demir. İktidarın kentleri demir ve betona boğmasının nedeni, içeriye düşünce yadırganmasın diye mi? Ahşapsı bir malzeme ile kaplanmış beton tezgâhın böldüğü görüşme hücresine buyur ediliyorsunuz. Baş başa her bir arkadaşımızla ayrı ayrı dört saate yakın birlikte olduk. Ülkenin iyiye gitmesi tek istekleri. Ortak hasretleri ise aileleri ve çocukları bir de. Aslında onlar da kendi ailelerinin çocukları. Murat Sabuncu’nun yaşlı annesi bir defa gelebilmiş. Demir parmaklıklar arkasındaki oğlu ile aylar sonra ilk kez göz göze gelmiş. Güçlü görünmek ve iyi bir şeyler söylemek istiyor ki oğulcuğuna teselli olsun: “Oğlum”, diyor boynunu bükerek, “Silivri’nin havası güzeldir!”... parçasının etrafını çitleyen adam”la ilgili sözü arıyordum. Elbette bakacağım ilk kaynak “Vikisöz” (Wikiquote “tr.wikiquote.org”). Vikisöz, Wikipedia’nın kardeş projesi. Atasözlerini, deyimleri, aforizmaları, filmlerde geçen ünlü diyalogları arıyorsanız ilk bakacağınız adres burası olmalı. İngilizce ve Almancası dopdolu. Türkçesi hızla gelişiyor. Diyelim ki Humphrey Bogard ile Ingrid Bergman’ın oynadığı Kazablanka filmindeki o sözü merak ettiniz. Hemen Vikisöz’e girip Kazablanka diye yazıyorsunuz. Filmdeki bütün ünlü diyaloglar karşınıza çıkıveriyor: “Bir daha çal Sam.” Sonra cepten Spotify yazılımını açıp parçayı oradan bulup dinliyorsunuz: “As Time Goes Bye” Bense yoldayım. Yürüyorum. Hani doktorlar diyorlar ya, “Sağlığınız için günde 10 bin adım atmaya çalışın” diye. Ben de yürüyorum işte. Yürürken cep telefonuna bir şey yazmak, o küçücük klavyeyi kullanmak zor. Neyse ki teknoloji bizi artık bu dertten kurtarıyor. Bugün başka bir olanağa sahibiz: Biz konuşuyoruz, cep telefonu yazıyor. Aklıma gelen notları artık cep telefonunun klavyesini kullanarak yazmıyorum. Not defteri programını açıyorum ve klavyenin hemen solundaki mikrofona dokunup, not almayı istediğim şeyleri söylüyorum. Akıllı telefonum sözlerimi doğrudan yazıya dönüştürüyor. Kitap okurken de aynını yapıyorum. Kitap adı ve sayfa numarasıyla birlikte tümceyi cep telefonuna okuyorum, o da yazıyor. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Hem iPhone’larda hem de Android’le çalışan telefonlarda dikte özelliği çok düzgün çalışıyor. Yeter ki telefonunuzdaki “dikte” ayarlarını düzgün yapın. Daha detaylı bilgi edinmek için Google’a “iPhone dikte” ya da “Android dikte” diye yazmanız yeterli. Gerçi ben bu özelliği iki yıldır kullanıyorum. Hatta yazılarımı da artık yürüyerek yazıyorum. Fakat bu sefer farklı bir şey oldu. “Rousseau’nun o tümcesini bulmaya ça lış” diyorum telefona. Unutmamak için. “Eminim Rousseau’yu yanlış yazacak” diye düşünüyorum. Daha önce denemiştim çünkü. Fakat doğru yazdı! “Olamaz” diye geçirdim içimden, “müm kün değil”... “Rousseau”yu doğru şekilde telafuz etmiş olamam. Hemen ardından “Nietzsche” dedim. Baktım telefon onu da doğru yazdı. Bu nasıl olabilir? Ardından “www.forvo.com” sitesine bağlandım. 129 milyon insanın üye olduğu bir site burası. Çeşitli dillerde sözcüklerin orijinal söyle nişi nasıldır diye merak ediyorsanız, bunu öğrenmenin en iyi yolu “Forvo”ya bakmak. Rousseau ve Nietzcsche’nin orijinal söyle nişlerini dinledim. Benimkiyle hiç ilgisi yok. Sonra orijinallerini benim akıllı telefona dinlettim. Tümünü yanlış yazdı, iyi mi. Telefondaki dikte yazılımı bazı özel söz ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr cüklerin Türkçe söylenişini tanıyıp onları doğru yazmaya başlamış. İlginç. Hemen aklıma gelen isimleri sıralamaya başladım. Bakalım onları da tanıyabilecek mi? “Marx” dedim. Doğru yazdı. “Karl Marx” deyince “Karlı Marx” diye yazdı. “Hegel” deyince “He gel” yazdı. “Borges” (Jorge Luis Borges) deyince “Bol gez” dedi. Bunlar beni epey güldürdü. Demek dikte yazılımı yeterince zeki değil. Olsun. Söyleyebileceğim şu: Artık cep telefonlarının “dikte” özelliği kullanılacak hale gelmiş. “Konuş yazsın” dönemindeyiz yani. Denemelisiniz. Bun dan sonra “Söyle yapsın” dönemine geçeceğiz. Yani cep telefonları gerçek birer “asistan”a dönüşmeye başlayacak. Bakalım, ne zaman? C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear