24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Perşembe 20 Ekim 2016 6 Bir barış davası daha haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ Barış ve demokrasi isteminin suç sayıldığı örneklere son olarak İstanbul Tabip Odası da eklendi. Sağlık Bakan lığı, İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez’in ‘Kürt sorununun barış ve mü zakere yoluyla çözülmesini’ isteyen sözleri ni gerekçe göstererek Tabip Odası Yönetim Kurulu ve Haysiyet Divanının görevlerinden alınması için dava açtı. Bakanlık ayrıca Erez hakkında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunacağını da açıkladı. İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Samet Mengüç dava için “Hükümet ve Sağlık Ba kanlığı yıllardır yandaşlar üzerinden almak isteyip de alamadığı TTB ve İstan bul Tabip Odası yönetim lerini komik nedenlerle hukuk aracılığıyla ele ge çirmek istiyor” diyor. İşte bakanlığın Erez’e ve AYIyldşeırım tabip odası yönetimine yönelttiği suçlamalar: “İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez, 4 Ey lül günü İstanbul’da gerçekleşen ve HDP’nin asıl sahipliğini yaptığı mitinge davet için Ta bip Odası’ndaki basın toplantısının açılında ‘İnsan olmanın gereği savaşa, savaşlara karşı durmaktır. Bugün hem içte hem de dışta sa vaşın bahis konusu olduğu bir ülke ortamın da barış talebimizi ortak, güçlü ve en geniş kamuoyuna duyurulacak şekilde dile getir memiz, büyük, hayati önem taşıyor. Bu amaç la 4 Eylül günü İstanbul’da ortak, kitlesel bir buluşma, miting gerçekleştireceğiz’ demiştir. Yapılan ortak açıklamada ise ‘Cerablus’a girilmesi ile Suriye bataklığına bir adım da ha atılmasını kaygı ile izliyoruz. Kürt soru nunda; ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir so nuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı politika larının derhal terk edilmesini, barışçıl ve de mokratik yollarla çözüm için gerekli adım ların acilen atılmasını istiyoruz. Kürt soru nu savaşla, şiddetle çözülemez. Ortak yaşam umudumuzu tüketen bu savaşa son verilme sini, silahların susmasını, müzakerelerin he men başlamasını talep ediyor, Kürt sorunu nun demokratik çözümü için çağrımızı yine liyoruz’ denilmiştir.” Bakanlık, Erez’in bu konuşmalarının ne den suç olduğunu ise şöyle iddia ediyor: “Sel çuk Erez’in, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve milli birliğimiz ile ilgili hiçbir kaygı duy madığı; ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ni bölmek için terör eylemleri yapan, masum insanların canına kasteden, bu amaçla kutsal bayram günlerinde bile bombalı saldırıda bu lunan bölücü terör örgütü PKK ve onun yan daşı kimi kurum ve kişiler için kaygı duydu ğu çok açıktır.” Sağlık Bakanlığı, Tabip Odası kurullarını ise Erez’in sözlerine karşı çıkmayarak zım nen desteklemek ve fiile ortak olmakla suç luyor. Mengüç: Amaç ele geçirmek Davanın kabul edilemez olduğunu ve geri çekilmesi gerektiğini söyleyen Mengüç, bunun bakanlığın davaya konu suçlamalarından da anlaşılacağını belirtiyor. Mengüç, barış mitinginin asıl sahipliğini HDP’nin yapmadığını, mitingin çağrıcı ve düzenleyicisinin TTB, DİSK, KESK olduğunu vurgulayarak “Sağlık Bakanlığı’na soruyoruz: Siz savaşlara karşı değil misiniz? Siz barış istemiyor musunuz? Siz Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yollarla çözülmesini istemiyor musunuz?” Bakanlığın Erez’e yönelttiği suçlamalardan biri ise 8 Eylül tarihinde Dicle Haber Ajansı’na verdiği demeçte söylediği iddia edilen “Kürt halkının temsilcisi Apo’dur” sözleri. Oysa söz konusu demeç yayımlandıktan sonra bazı oda üyeleri tarafından da çarpıtılmış ve Erez hedef gösterilmişti. Çarpıtılan açıklama Bunun üzerine Erez, 23 Eylül’de Dicle Haber Ajansı’na bir açıklama göndermişti. O açıklamasında özetle şöyle diyordu: “Habere konu açıklamaya, ülkenin bölünmez bütünlüğünden yana olduğumu belirterek başlamıştım. Bunun yolunun masaya oturulmasından, barış görüşmelerine hemen başlanmasından geçtiğini pek çok vesileyle belirtmiştim. Halen de bu fikirdeyim. Tam olarak ‘Kürtleri kim temsil eder?’ diye soruldu. Cevaben ‘bunu saptamak bana değil Kürtlere düşer, buradaki ve Avrupa ülkelerindeki desteğe bakılırsa keza ‘çözüm süreci’ olarak adlandırılan dönemde mevcut hükümetin yaklaşımına bakılırsa Abdullah Öcalan olabilir’ dedim. ‘Apo’nun durumunun bilinmemesi açlık grevlerine yol açtı, ne düşünüyorsunuz?’ diye soruldu, cevabın ‘Bir tutuklu veya hükümlüden haber alamayan yakınlarının bu konuda sonuç almak için seçtikleri demokratik bir yoldur, eleştirmem’ dedim. Genel yaklaşımım bilindiği halde bu haberi daha da çarpıtarak şahsıma suç isnat etmeye çalışanlar aynı zamanda başkanlığını yaptığım İstanbul Tabip Odası’na kayyum atanmasını talep edecek kadar pervasızlaşabilmektedirler. Her dönem aday oldukları halde seçimlerini kaybettikleri Tabip Odası’na mevcut AKP iktidarının da desteği ile kayyum olarak gelmenin hayalini kurabiliyorlar.” Erez, sözlerine bu karalamalara ‘barış hemen şimdi’ diyenlerin ilk kez maruz kalmadığını buna karşın barış sözcüğünden vazgeçmeyeceğini de eklemişti. Sağlık Bakanlığı, Prof. Dr. Erez’in ‘Kürt sorununun barış ve müzakereyle çözülmesini’ isteyen sözlerini gerekçe gösterip İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu ve Haysiyet Divanı’nın görevlerinden alınmasını istedi Mehmet Altan: Her şe ye rağmen şaşkınım. Bu sistemde beklerdim ama bu kadarı aklımdan geçmezdi. 12 Eylül darbesinde dahi olmayan hukuka aykırı kararlar var. Ahmet Altan: Tutuklan mamız hukuki değil siyasi. Siyasi mücadele de yapılmalı. Her şeyi doğru yaptık demiyoruz ama muhalif olduğumuz için gözaltına alındığımızı biliyoruz. Murat Aksoy: Sorgumda 15 Temmuz sonrasıyla ilgili bir şey sorulmadı. Bundan çok öncesiyle ilgili yazılarım soruldu. Ahmet Turan Alkan: Hâkim, savcı bir şey sormadı. Sorgulanmadım. Dosyaya baktı ve tutuklama kararı verdi. ‘Sürüneceksin’ Silivri’de tutuklu gazeteci Ali Bulaç, ifade alındığı sırada odaya giren birinin hakaret edip “Reisin kadrini bilmediniz” dediğini söyledi İKLİM ÖNGEL CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu Silivri’de tutuklu gazetecilerle görüştü ve gazetecilerin kendisine anlattıklarını aktardı. Ali Bulaç’ın ifadesi alınırken ağır hakaretlerde bulunulduğunu anlattığını söyleyen Bekaroğlu, Bulaç’ın, “Biz hiçbir aşamada fiziki işkence görmedik. Fakat ifadem alınırken ağır hakarete maruz kaldım. 3 polis ifademi alıyordu. Onlardan daha yaşlı biri içeri girdi. Hepsi ayağa kalktılar. Siması yabancı gelmedi ama tanıyamadım. Bana ağır şekilde hakaret etti. ‘Ali Bulaç daha çok sürüneceksin. Sen Ahmet Taşgetiren gibi hareket etmedin. Bak o nerde sen burdasın. Reisin kadrini bilemediniz, iyiliğini, dürüstlüğünü bilmediniz. Şimdi burda, bu yaşta, bu şekilde sürünüyorsun, daha da sürüneceksin’ dedi. Böyle bir şeyle karşı karşıya kaldım. En acı olay buydu. Daha ağır sözler var ama söyleyemiyorum” ifadelerini paylaştı. CHP’li Bekaroğlu Silivri’de; Ahmet Altan, Mehmet Altan, Murat Aksoy, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Şahin Alpay ve Mustafa Ünal’ı ziyaret etti. Ziyarete ve gazatecilerin durumlarına ilişkin bilgi veren Bekaroğlu, anlatılanları Cumhuriyet’le paylaştı. Mektup ve kitap yasak Bekaroğlu, gazetecilerin en çok yakındıklarının mektup alamamak, gönderememek ve kitap yasağı olduğunu söyledi. Bu uygulamanın son zamanlarda “haberleşme” ih timaline karşı başladığını belirten Bekaroğlu, “Hayatları kitap olan bu insanlara kitap verilemiyor. Gaze tecilerin tamamı haksız bir şekilde tutuklandıklarına inanıyorlar. Bir anlamda dargınlar” dedi. Mehmet Altan’ın mahkeme dosyasını bir likte incelediklerini söyleyen Beka roğlu, “Altan bir üniversite hocası dır. 1725’in bir müda hale olduğunu anlama lıydı” gibi hukukla izah edilemeyecek ifadeler olduğunu kaydetti. Be karoğlu, “Altan’a; ‘Dar be olduğunu anlamamış’ suçlaması yapılmış. Sav cı ‘Nasıl oluyor da anla mıyor’ diyor. Altan yi ne bir televizyon progra mında diktatörlüğü anla tıyor, geçmişten örnek ler veriyor. Altan’ın bu yorumları darbeye yar Ali Bulaç dım ettiğine yorulmuş. Hukuku katleden karar lar var” dedi. Gazetecilerin CHP’nin mağdurla rın yanında olmasının çok anlam lı olduğunu söylediklerini aktaran Bekaroğlu, “CHP’nin anlamı bir kez daha anlaşıldı” şeklinde tespit lerin olduğunu dile getirdi. Sağlık sıkıntısı Bekardoğlu gazetecilerin; kamuoyunun daha duyarlı olması ve darbe girişimi ile sonrasında yapılan haksızlıkları ayırmak gerektiğini anlattıklarını iletti. Tedavilerle ilgili aksamaların olduğunu belirten Bekaroğlu, Bulaç’ın kan şekerinin 500’ün altına düşmediğini, Bulaç ve Alpay’ın rahatsızlıkları nedeniyle sıkıntı yaşadığını aktardı. l ANKARA 26 KURULUŞTAN ÇAĞRI: OHAL kalksın Türkiye’de ifade özgürlüğü ve insan hakları çağrılarına bir yenisi daha eklendi. Aralarında Article 19, Uluslararası Af Örgütü, Sınır Tanımayan Gazeteciler, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Gazetecileri Koruma Komitesi, Sansür Endeksi Komitesi ve Yazarlar Birliği PEN uluslararası şubesinin yanı sıra Britanya, ABD, Almanya, İsveç, Danimarka kollarının da bulunduğu 26 kuruluş “Türkiye: İnsan haklarını ihlal eden OHAL kaldırılmalı” başlıklı bildiriye imza koydu. Bildiride Türk hükümetinin darbe girişiminde yaşananları araştırma hakkı ve sorumluluğu bulunduğu, darbe girişimi gibi istisnai durumlarda OHAL ilan edilebileceği belirtilirken insan haklarına uyulmasının gerekliliğine dikkat çekildi. Darbe girişiminden bu yana 34 bin asker, subay, polis memuru, yargıç, savcı, gazeteci, öğretmenin gözaltına alındığı hatırlatıldı. Bildiride ayrıca OHAL’in ilk iki buçuk ayında ise 150 medya kuruluşu ve yayınevinin kapatıldığı, en az 99 gazeteci ve yazarın tutuklandığı, 2 bin 300 gazeteci ve medya çalışanının işsiz kaldığı aktarıldı. Türk halkının haber alma özgürlüğünün engellendiği belirtilen bildiride Erdoğan hükümetine insan haklarının ihlal edilmemesi ve OHAL’in muhaliflerin susturulması amacıyla kullanılmaması çağrısında bulunuldu. Şüpheli ölümler arttı İHD ve Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nin hazırladığı rapora göre cezaevinde ölen 7 kişinin ölüm nedeni araştırılmalı 15Temmuz darbe girişimi ve OHAL’le birlikte, cezaevlerindeki hak ihlalleri iddiaları tırmanışa geçti. İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nin raporlarına göre, cezaevlerinde yaşamını yitiren 7 kişinin ölümü şüpheli. İHD, 15 Temmuz15 Ekim arasında ulaşan bilgiler, hükümet açıklamaları ve basından elde edilen verilerle bir rapor hazırladı. Uludere’de “yasadışı örgüt üyesi olduğu” iddiasıyla martta tutuklanan ve Kalkandere L Tipi Cezaevi’ne gönderilen DBP İlçe Örgütü yöneticisi Segvan Yaman’ın, 18 Temmuz’da, koğuşta intihar ettiği iddia edildi. Ağabey Ekrem Yaman, kardeşinin öldürüldüğünü öne sürdü. Sincan Cezaevi’ndeki tutuklu Hasan Hayri Alp, 19 Temmuz’da kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. FETÖ’den Silivri L Tipi Cezaevi’nde tutuklu olan Yarbay İsmail Çakmak, 23 Temmuz’da koğuşta kendini çarşafla asarak, Kırıklar 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne konulan tutuklu gardiyan Ömer Çubuklu’nun, 1 Eylül’de, ayakkabı ve eşofman bağcı ğı ile kintihar etti. Bursa’da FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklanan Cumhuriyet Savcısı Seyfettin Yiğit, 15 Eylül’de cezaevi tuvaletinde iple asılmış olarak bulundu. Şırnak’ta şüpheli yangın Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi’nin raporunu açıklayan İHD İstanbul Şube yöneticisi Sevim Kalman ise Şırnak Cezaevi’nde çıkan yangında iki çocuğun yaşamını yitirdiğini belirtti. Maltepe Çocuk Cezaevi’nde H.İ.’nin (17) açlık grevinde olduğunu anımsatarak, “Maltepe Cezaevi’nde çocuk tutuklulara, mevlit tarzı toplantılar, dini eğitim ve zorla namaz dayatılmaktadır. Çocuklar, tekmil ve sayım vermeye zorlanıyor. Dövüp, süngerli odaya götürülüyorlar” dedi. ‘5 YIL BEKLEYİN’ Raporda, Bafra T Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Şırnak’a sevk edilmek için açlık grevine başlayan Lokman Külter ve Mehti Kaya’nın eylemlerini, ölüm orucuna çevirdikleri belirtildi. Osmaniye Cezaevi’nde işkence gören tutuklular, ‘rapor almak üzere hastaneye götürüyoruz’ denilerek, dışarı çıkarıldılar ve yine dövüldüler. Türkiye genelinde, tutuklular yerlerde yatıyor, yemeklerini yerde yiyor. Tutuklulara sıcak su verilmiyor. Soğuk su bile belli aralıklarla veriliyor. Yönetime yazılan dilekçelere gelen yanıtlar şöyle: “5 yıl içinde yeni hapishaneler inşa edilecek, o zamana kadar bekleyin.” İHD’nin raporuna göre, darbe girişimi sonrası tutuklanan general ve askerler ağırlıklı olarak Sincan Cezaevi’ne getirildi ve güvenliği de jandarmadan alınıp özel harekat polislerine verildi. Darbecilerin götürüldüğü cezaevlerinde spor salonları koğuşa çevrildi. Tutuklu ve hükümlü sayısı 220 bine dayandı. Kapasite fazlası tutuklu ve hükümlü sayısı, 30 bini geçti. 3 kişilik olan F tipi hücreler, 6 kişilik hücrelere dönüştürüldü. l İSTANBUL/Cumhuriyet ‘MİT’İ Karıştıran FETÖ’cü Aşkı’ Adalet ve Kalkınma Partisi, “Çözüm Süreci” diye başlattığı girişim döneminde terör örgütü PKK’ye gösterdiği hoşgörüyle oluşan “yardım ve yataklık” iddialarından MHP lideri Devlet Bahçeli sayesinde tereyağından kıl çeker gibi kurtulduğunu sanıyor. Şimdi de sıra geldi Fethullah Gülen Cemaatine yaptığı “yardım ve yataklık” iddialarından kurtulmaya. Bunu da gericidinci bir darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuz 2016’dan sonra aldığı anayasa dışı önlemlerle gerçekleştirmek istiyor. Hukuk tanımazlığı da tırmandırarak, kendisini yargı erki yerine koyup FETÖ’nün miladını saptamaya kalkışıyor. Ama kafalar karışık gibi. Tepedekiler 1725 Aralık Darbesi (?) derken kimileri kendilerini daha da güvenceye almak için “15 Temmuz olsun” diyor. Niye Cemaatin Milli Güvenlik Kurulu’nun 2004’teki kararına girmesi yok sayılıyor? Ya da MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın sorguya çağrıldığı 7 Şubat 2012 tarihi es geçiliyor. Hem de zamanın Başbakanı Erdoğan “Asıl hedef bendim” demişken. Anlaşılıyor ki AKP, hangi tarihi kendi çıkarına uygun görürse o tarih için yargıya da baskı oluşturacak. HHH Ama her geçen gün, AKP’nin Cemaatin devlet organlarında yapılanmasının önünü açışının yeni örnekleri ortaya çıkıyor. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarından biri de 14 Ekim günü Resmi Gazete’de yayımlandı. Ancak haberi, bir gazetede magazin haberi kapsamında ve özetle “MİT’i karıştıran FETÖ’cü Aşkı” başlığı ile çıktı. Ben de başlığımı oradan aldım. Oysa karar, Cemaat yapılanmasının önünün açılmasının AKP tarafından nasıl kolaylaştırıldığının hatta desteklendiğinin somut örneklerinden biriydi. HHH Kısa öyküsü şu şekilde: MİT uzmanlarından biri, âşık olduğu bir hanımla evlenmek istemiş ve durumu kurumuna 20 Temmuz 2001 tarihinde bildirerek izin isteğinde bulunmuştur. MİT Müsteşarlığı yaptığı araştırma sonrasında, evlenmek istediği hanımın babasının “Fethullah Gülen grubuna mensup olduğundan evlenmesinin sakınca yaratabileceği” görüşüyle izin verilmediğini 8 Ekim 2001’de kendisine iletmiştir. Damat adayı 30 Ekim’de evlenmekten vazgeçtiğini duyurmuş, 6 Ağustos 2002’de de yurtdışında sürekli bir göreve atanmıştır. MİT’in daha sonraki belirlemelerine göre damat adayı yurtdışındayken 7 Nisan 2005’e kadar âşık olduğu hanımla yaşamış ve kendisini “Eşim” diye tanıtmıştır. Bu nedenle de damat adayı açılan soruşturma sonunda 20 Temmuz 2005 tarihinde bir başka kuruma aktarılmıştır. İdare Mahkemesi’ne yaptığı başvuru reddedilince de bireysel başvuru haklarından yararlanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi anayasanın 20’nci maddesinin ihlal edilmediği kararına ulaşmıştır. HHH Anayasa Mahkemesi’nin, Resmi Gazete’nin toplam 13 sayfasında yer alan kararından öğreniyoruz ki, “Fethullah Gülen grubu” devlet katında ve en azından MİT’e göre sakıncalıymış! MİT sadece kendisinde çalışmak isteyenleri değil, çalışanlarının ilişki kurmak istedikleri kişileri de araştırır ve sakıncalı görürse izin vermezmiş. Sonra ne olmuş da FETÖ’cüler bile MİT’e sızmayı başarmış. MİT’ten uzaklaştırılan FETÖ’cü sayısı da tartışmalı. Anadolu Ajansı “100” diyor, kimi gazeteler 150. MİT Yasası’nda 2005 ve 2014 yıllarında yapılan değişiklikler bu sızmaları kolaylaştırdı mı? Onu da bilmiyoruz. Ama şu kesin ki FETÖ diye ortaya çıkan Cemaat 2001 öncesinde de sakıncalıymış. MİT’in bildiğini, bağlı olduğu makam bilmez mi? HRANT DİNK CİNAYETİ Olay yerine ilk giden polis ‘ByLock’ kullanmış Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin yapılan soruşturma kapsamında ifadesine başvurulan başkomiser Cem Akar’ın da ‘FETÖ’ üyeleri arasında kullanıldığı tespit edilen ‘ByLock’ uygulamasını kullandığı tespit edildi. Akar, Dink’in öldürüldüğü gün olay yerine ilk giden Terörle Mücadele (TEM) polisiydi. T24’te yer alan habere göre; İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan, TEM Şube Müdürlüğü’ne 4 soruşturmada hakkında işlem yapılan sanık ve şüphelilerin ‘ByLock’ kullanıp kullanmadıklarının tespit edilmesini istedi. Gelen yanıtta, Cem Akar’ın yanı sıra eski İstanbul TEM Şube Müdürü Ömer Köse, Emniyet Amiri Gafur Ataç, Emniyet Müdürleri Osman Özgür Açıkgöz, Oktay Bulduk, Erol Demirhan, Cihangir Çelik, Hamza Tosun, Lokman Kırcılı gibi isimlerin de yer aldığı 69 kişinin ‘ByLock’ uygulamasını kullandığı belirtildi. Cem Akar, ifadesinde, cinayetle ilgili uzun süre tartışılan ‘Akbank bankamatik kamerası’ görüntülerini almaya gittiğinde, kendisinden önce 2 İstihbarat Şube polisinin görüntüleri kopyaladığını dile getirerek, “İstihbaratın görüntüleri alması normal bir uygulama değil” demişti. l Haber Merkezi C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear