20 Mayıs 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
18 KÜLTÜR EDITÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK ‘Ermeni Soykırımı: Kavramlar ve Karşılaştırmalı Perspektifler’ 1915’in 100. yılının 4 farklı panelde ele alındığı ‘Ermeni Soykırımı: Kavramlar ve Karşılaştırmalı Perspektifler’ kongeransına, Yale Üniversitesi’nden Prof. Jay Winter, Stanford Üniversitesi’nden Prof. Norman M. Naimark, Floransa’daki Avrupa Üniversitesi’nden Prof. Dirk Moses gibi önemli tarihçilerin yanı sıra gazeteci Robert Fisk ile dünyanın değişik ülkelerinden çok sayıda akademisyen konuşmacı olarak katıldı. l Kültür Servisi Pazartesi 27 Nisan 2015 Çanakkale’de tarihi değiştirdiler, marifet! The Independent gazetesinin Ortadoğu muhabiri ve 1915’in acısını tüm çıplaklığıyla işleyen ‘Büyük Medeniyet Savaşı’ kitabının yazarı Robert Fisk, Cumhuriyet’e anlattı. Fisk, ‘Kalkıp tarihi değiştirdiler. Marifet! Gerçekten çok zekice. Bu yüzden Çanakkale’ye gidemedim’ diyor. ürkçede Murat Uyurkulak çevirisiyle okuduğumuz ‘Büyük MedeEVRİM niyet Savaşı: ALTUĞ Ortadoğu’nun Fethi’ (ithaki yay.) kitabıyla tanınan İngiliz The Independent gazetesinin ödüllü Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, dün Tarih Vakfı’nın UCLA Modern Ermeni Tarihi Kürsüsü işbirliğinde Boğaziçi Üniversitesi Uçaksavar Kampusu’ndaki Garanti Kültür Merkezi Ayhan Şahenk Salonu’nda düzenlediği ‘Ermeni Soykırımı: Kavramlar ve Karşılaştırmalı Perspektifler’ konferansına katıldı. Fisk, etkinlikte Cumhuriyet’in Ermenice ‘Bir Daha Asla’ ifadesini manşetine taşıdığı 24 Nisan tarihli sayısını ilgi ve takdirle incelerken, sorularımızı da yanıtladı. Geçmişi daha doğru öğrenebilmek ve kimi bilgileri daha medenice, hukuk engeli olmaksızın paylaşabilmek adına, medyaya düşen sorumluluk nedir? Gazetem The Independent’in bu konuda 180 derece farklı bir pozisyonu var ve diyor ki, ‘Bir dakika, ben iktidara meydan okumaktan yanayım’. Misal, gazetemizde Ermeni soykırımına doğrudan soykırım denmiyor, buna Ermeni ‘Holokost’u denirken, Yahudilerin yaşadığı tecrübeye atfen büyük harfe başvuruluyor. Ve tarihsel gerçeklik bakımından, Britanya’daki ve ABD’deki akademik kesimin bir çoğu ve ömrü boyunca belgelere dayalı olarak işini doğru yapmaya çalışan benim gibi gazeteciler için bu hadise, kesin ve planlı bir ortadan kaldırma girişimiydi. Her ne kadar Jön Türkler, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk kökenini ortadan kaldırma gayesini taşıdığını ve her ne kadar Van’da kuşku götürür bir ordu kurmakta olduğunu düşünüyorsa da, bu yine de böyleydi. Bunun adı soykırımdı. Şimdi ben biliyorum ki, Türk tarafı kalkıp, ‘Ah, soykırım tabiri o zaman yoktu’ diyecektir. Bakın, kitabımda hikâyesini anlattığım babam, 1.Dünya Savaşı’ndan bu isimle değil, ‘Büyük Savaş’ diye bahsederdi. Çünkü biz bu hadisenin o zamanlar ‘1. Dünya Savaşı’ olduğunu bilmezdik. Ama 2’nci Dünya Savaşı olduktan sonra bu ismi vermeye başladık. Dolayısıyla soykırım gibi bir tabirin henüz kullanılmamış olması, o tecrübenin yaşanmadığı anlamına gelmez! Şimdi kalkıp 30 yıl savaşlarında yaşananların ‘İnsanlığa karşı suç’ olmadığını kim iddia edebilir ? Romalılarda ‘İnsanlığa karşı suç’ bilinci mi vardı ? Hayır, buna doğrudan teşebbüs ettiler. Artık daha fazla kelime oyunu yapmak manasız. Çocukça semantik oyunları bunlar. Tükenmiş şeyler. Bunu geçenlerde gittiğim Beyrut Amerikan Üniversitesi’ndeki Ermenilere de söylüyordum. Ermenilerin de bu süreçte hayatlarını tehlikeye atmış ‘Cesur Türkler’ olduğunu bilme ve onları tanımaya hakları bulunuyor. Bunlar arasında dönemin iki valisi var ve biri Ermenileri besleyip kolladığı için üstlerince öldürülmüş. İsimlerini kitapta yazmıştım. Dolayısıyla Ermenilere hep diyorum, hatta, Bryce Raporu’nda bu Türklerin listesi var. Diyorum ki, bu insanları onurlandırın. Hatta onlar için bir anıt inşa edin. Ve bu listeyi gönüllü olarak uzatabilecek bir Fotoğraflar: KAAN SAĞANAK T mak... Tamam, bir politik parti bayrağı yakılması bir şeydir. Ama bir ulusun bayrağını yakmak? Ne aptallıktır. Mıgırdiç Margosyan ‘Gâvur Mahallesi’ne ne kadar ‘yerli’siniz? Belgeselin ilk gösterimi 24 Nisan’da Diyarbakır’da yapıldı. Yusuf Kenan Beysülen’in önceki akşam İstanbul galası yapılan belgeselinde Diyarbakır’daki “Gâvur Mahallesi”nden yola çıkan bir gencin öyküsü anlatılıyor MEHMET KESKİN rse konulan kızgın demir... Demire inen çekiç darbeleri... Ne şekil verilirse verilsin özünü koruyan demir, haydi diyelim, suya verilince oluşan çelik! Anadolu’nun “gâvurları” gibi. TDK’ye göre “gâvur”; dinsiz kişi, devamında, Müslüman olmayan... “Gâvur” olarak doğanlara sorulmamış belli ki: Ne yersin, ne içersin? Aynı pınardan su içilse bile hâlâ mı “gâvur”? Diyarbakır’daki “Gâvur Mahallesi”nden yola çıkan bir gencin öyküsü önceki akşam perdeye yansıdı. 15 yaşında anadilini öğrenmek için yola çıkan Diyarbakırlı Ermeni yazar Mıgırdiç Margosyan’ın öyküsü. Margosyan ailesinin büyük bölümü 1915’te meçhule gitmiş, küçük bir bölümü geride kalmış. Margosyan bugün 77 yaşında, 15 yaşına kadar demirci çıraklığı yapmış, örse çekiç sallamış. Yusuf Kenan Beysülen’in belgeselinde, koptuğu Diyarbakır’a tekrar dönüyor, geride bıraktığı mahallesini dolaşıyor, artık yerinde yeller esen çokkültürlülüğü anlatıyor. Komşularını sayıyor; kimisi Yahudi, kimisi Ermeni, kimisi Süryani... Artık orada yoklar. Belgesel “Allah kimsenin yuvasını yıkmasın” diye başlıyor; “yitenlere” ithaf edilmiş. Film izleniyor, bitiyor; sonuna doğru boğazlarda düğümlenenler çıkarılmaya çalışılıyor, öksürükler artıyor. Öksürüklerle hangi Ö Boğazda düğümler ‘Bu da Tomas’ın evi’ Belgeseli izleyenler arasında belgeselde evinin önünden geçilen Kalaycı Tomas’ın akrabaları da vardı. Julia Ayseli duygularını “Kitabı okumuştum ama belgeselin nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Babamın doğup büyüdüğü toprakları göreceğim için heyecanlıydım. Belgesel başladığında babam yanımda duygulanmaya başladı. Doğduğu, büyüdüğü, okula gittiği topraklardan kopup geldikten sonra bir daha hiç gitmemiş Diyarbakır’a. Belgeseli seyrettikçe çocukluğuna dair anıları canlandı. İzledikçe bize de anlatmaya başladı: ‘Biz de bunları yapıyorduk...’ Belgeselde bir sokaktan geçerken Margosyan, ‘Burası da Kalaycı Tomas’ın evi’ dedi. Kalaycı Tomas, benim babamın dedesiydi” diye aktardı. hikâyenin acısı çıkıyor bilmiyorum. Hangi düğümler... İzleyenlerin birçoğu Ermeni; yazarın, yönetmenin yanı sıra, Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü, Nazlı İnönü ile Gülbenkian Vakfı yöneticileri de izleyenler arasında. Beysülen, belgeselin ilk gösterimini geçen yıl Diyarbakır’da yapmayı planladıklarını, fakat kentteki 68 Ekim olayları yüzünden ertelendiğini belirtiyor. Yönetmen, İstanbul Film Festivali’nde de sansüre karşı durup belgeseli yarışmadan ve festivalden ekip olarak çektikleri için ilk gösterimin geçen 24 Nisan’da Diyarbakır’da yapıldığını “galasının da” bu gösterimle Şişli Kent Kültür Merkezi’nde yapıldığını söylüyor. Belgesel Kadıköy, Ankara, Çanakkale, Diyarbakır gibi yerlerde de gösterilecek. Margosyan’la belgeseli izleyen Hayri İnönü, “Yazık, tüm bu olayların olması yazık” diyor. “100 yıllık acının bir şekilde dinmesini dilerim. O mahallelerde hiç kimse kalmamış. Zaten Anadolu’da bildiğim kadarıyla çok az Ermeni aile var. Ne yazık ki devlet idaresi bunu bu hale getirmiş. Bunun geri dönüşü de yok. Kendi evlerine geri getiremezsiniz.” Beysülen, Margosyan’ın travmayı yaşayan kuşağın günümüze köprüsü olduğunu söylüyor. “Margosyan o çokkültürlü ortamın son unsuru. Benim kuşağım o kültürü bir daha göremeyecek. Çokkültürlülük gibi bir olanağımız artık yok. Fakat Margosyan çokkültürlülüğü hem kitaplarıyla hem de bu filmle belgeledi.” Margosyan “Bugün belki 1915’teki gibi olaylar yaşamıyoruz. Ama sürgün halen devam ediyor. Belki fiziki değil ama kültürel anlamda yapılıyor. Güncel yaşantımızda da bunu defaatle yaşıyoruz” diyor. 1942’deki “Varlık Vergisi”yle talep edilen vergiyi ödeyemeyen gayri müslimlerin Erzurum Aşkale’ye sürülüp orada öldüklerini, kendisinin de yaşadığı “67 Eylül olayları”nda evlerinin, işyerlerinin yağmalandığını, kiliselerinin yakıldığını belirten Margosyan “Bu da tehcirin değişik bir versiyonuydu. Yani her on senede bir kurcalarsanız aynı zihniyet devam edip gidiyor” diyor. Belgesel, gazetemize bakan Ermeni mezarlığına yapılan ziyaretle son buluyor. Demek hikâyeler bitmemiş, önümüzde devam ediyor. Mahallenin ismi mi? Margosyan yazdığı kitapla mahallenin ismini “mühürledi”, hâlâ aynı. Belki de gidip görmek lâzım. ‘Büyük Savaş’ Sürgüne devam Öte yandan, Nazilerin Yahudi Holokost’u ile Ermenilerin soykırımı arasında doğrudan benzerlikler de bulunuyor. Bu noktada İsraillilerin de bunu anımsaması gerekiyor. Sözgelimi Ermeniler de trenlerle, toplu halde yurtlarından ediliyorlar. Hatta aralarında bu sürece tanıklık etmiş, ancak dahil olmaktan kaçınmış Alman askerleri olduğunu biliyoruz. Önceki gün Talat Paşa’nın mezarına gittim ve ölüm töreninin filmini izleme şansı buldum. Bildiğiniz gibi Hitler, bedenini 1942’de iade etmişti. Ama Talât bir Nazi değildi. O kadar da faşist değildi, daha ziyade hain ve ırkçı biriydi. Ama bir Hitler değildi. Bu manada Ermenilere hep Talât Paşa’yı Türkiye’nin Hitleri olarak nitelemeyin mesajını verdim. Bu daha farklı. Onunki ırkçı bir nefret hali daha çok. Ama bir Nazi Partisi üyesi gibi değil. Dolayısıyla Ermenilerden meseleleri şimdi olduğu gibi değil, o zaRobert Fisk manlar yaşandığı şekliyle değerlendirmelerini talep ettim. Bu anlamda 1990’ların başınimza kampanyası açın. Bunu işi okunurluğunu engellemiş görüten Ermeniler fikrimi hep alkışnüyor. Ama şu anda çok gelişkin da Suriye’de bizzat bulduğum insan kalıntılarının dişlerine baktılıyor; lakin hiçbir adım atmıyor. bir akademik eğitim altyapınız ğımızda, genç bireyler olduklarıGünün sonunda şu kanaate varı var. Geçen 15 yıla nazaran elinı anlayabiliyoruz. Ama onların yorum ki, soykırım mefhumu ta nizde çok daha fazla imkân, yayaşadığı dünya, bugün yaşadığınınacaksa, bu Türkler tarafından pı, arşiv bulunuyor. Ancak bumız dünya değil. olacaktır. Bunu sizin yapmanız nun da üzerinde, siz de biliyorÖte yandan 1915’te mevcut gerekiyor. Ermeniler orada, kasunuz ki halen girilmemiş askeri nıtlar orada, bu konudaki akade arşivler var. Bir biçimde korunu iktidar, bir ‘Osmanlı Türk’ rejimiydi. Bu anlamda olayların mik birikimleri ise oldukça iyi. yor ve geleceğin Türkiye’sinde müsebbibi için ‘ah hayır, bunu yapanlar Osmanlı’ydı, biz değildik,’ diyemezsiniz. Ya da hemen akabinde, ‘Bir dakika, biz Çanakkale’yi kazandık!’da diyemezsiniz. Çanakkale Savaşı’nın galibinin kimin olduğu sorusuna yanıt bulduğunuz an, soykırımın da kimin tarafından işlendiğinin yanıtına ulaşacaksınız. Türk otoritelerine ifade özgürlüğü adına emsal gösterebileceğiniz somut bir örnek var mı ? (Cumhuriyet’in 24 Nisan tarihli Ermenice ‘Bir daha asla,’ manşetiyle gülerek,) Evet, Fisk (sağda) konferans nedeniyle Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı siz bunu yeterince sağlamış görünüyorsunuz! Bence Türki Türkçede bu konuda basılan (bundan Erdoğan’ın ‘Yeni’ Türye, her geldiğimde iyiye doğru kitaplar da artıyor... kiye’sini kastetmiyorum,) sanıBunu çok olumlu buluyorum. yorum ki bu arşivler de açılacak daha çok dönüşüyor. Size bir şey göstereyim. Cebimdeki sarı Bu kitaplar sebebiyle artık kimlar. Geçen gün Erivan’da kimi senin mazereti kalmayacak ve Ermenilerin Türk bayrağını yak basınakreditasyon kartını ben kimse ben bunu bilmiyordum tıklarına medya üzerinden tanık ta 1970’lerde, Bülent Ecevit iktidarında almıştım ve halen demeyecek. Bu anlamda döneoldum. Ne aptalca şeydi yaptıkmin lideri Atatürk, her ne kadar ları! Yani, Dünyadaki tüm Erme geçerli bu kartı kullanıyorum! İşe yarıyor! haklı bir gerekçe olursa olsun, nilerin herkese soykırımın varyaptığı dil değişikliği üzerinden lığını ispatlamaya çalıştığı, kiYARIN: ‘Erdoğan’ı yarattığı anlatı kesintisi sebebiy mi cesur Türklerin de bunu dile anlamak çok zor’ le, arşivlerin gelecek nesillerce getirdiği bir sırada bayrak yak ‘Talat Paşa’nın filmini izledim’ Her geldiğimde şaşırıyorum ransa, Rusya ve Almanya, 24 Nisan’da liderler üzerinden zaten ‘soykırım’ kelimesini kullandı. Türkiye olarak Avusturya’dan, Vatikan’dan Büyükelçi’lerinizi geri çekmiş durumdasınız. Peki niye Moskova Büyükelçisi’ni geri çekmediniz, sorarım size ? Ama göreceğiz. Bunu yapmazsanız çok ilginç bir noktaya da gelebiliriz gibime geliyor. Ben Türkiye’ye her geldiğimde, ülkede tarihin ne kadar kabullenildiğini gözlemleme adına çok ilginç tecrübeler yaşıyorum. Bu konuda bugün için hazırladığım makalemde, Boğaz’da Ermeni ve F Türklerle çıktığım bir tekne turuyla, İstiklal Caddesi’nde yapılan anma yürüyüş ve eylemine referans verdim. Eşim bu yürüyüşün olabileceğine bile inanmıyordu. Ama görülüyor ki, eski türden, arkaik ve komik tarih olgusu, yerini artık geleceğe bırakıyor. Ama bu gidişat yine de bir durgunluğa gebe olabilir. Nihayetinde soykırımı inkâr hiç bir şekilde işe yaramıyor. Bakın, eğer Talât Paşa’nın mezarına giderseniz, orada Mart 1921’de öldüğünden başka bir bilgiye rastlamazsınız. Yani, onun kafasında bir Ermeni kurşunuyla öldüğüne dair tek ibare yoktur. Aynı durum, 1922’de bir Ermeni ta rafından ihbar edildikten sonra Kızıl Ordu üyesi bir kimse tarafından öldürülen Enver Paşa’nın mezarı için de geçerlidir. Ölümleri bile örtbas edilmiştir. Bugüne geldiğimizde ise, Türk Hükümeti’nin Ermeni soykırımını örtbas etme gayesiyle Gelibolu zaferinin tarihiyle ‘oynadığını’ ve tarihi ileri çektiğini görüyoruz! Yani bu nedir ? Bana yıldönümünü izlemek üzere akreditasyon sorulduğunda ben hayır deyip, İstanbul’u tercih ettim. Oysa benim babam ilk savaşta yer almış biri. Kalkıp tarihi değiştirdiler. Marifet! Gerçekten çok zekice. Bu yüzden Çanakkale’ye gidemedim. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear