22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 30 Kasım 2015 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ZARİFE SELÇUK haber 5 Sadece Hukuk Değil Gazeteciliğin Tanımı da Değişti ukuksuzluğun değiştirdiği önemli uygulamalardan biri de cumhurbaşkanına hakaret iddiaları rekor düzeye ulaştığı dönemde başlamıştı. Karşıtlarını hapiste çürütme geleneğinin gereği olarak şüphelileri tutuklamak için bir bütün sayılan yargılamayı ikiye böldüler ve dediler ki: “Adalet bakanından izin alma koşulu dava açma, yani kovuşturma için konulmuş. Biz ise soruşturma aşamasındayız.” Tutuklama mahkeme kararı ile oluyor ama yargıdan sayılmıyor! HHH Can ile Erdem’in tutuklanmalarında da aynı yaklaşımın devamı var. O nedenle gazeteciliğin tanımını kendilerine göre değiştirdiler. Basın özgürlüğünün en geçerli tanımının “Kaynağından alınan haber ve bilginin kamuoyuna değişmeden sunulabilmesi” olduğuna inananlardan biriyim. Bu tanım hem yasalardaki sınırlamaların yarattığı sansürün, hem de gazetecilerin yapacağı H otosansürün yanlışlığını vurgular. Bir haberin önemli bir haber olabilmesi için de daha önce bilinmeyen ayrıntıları aktarıyor olması gereklidir. MİT TIR’ları haberi de bu yönden dünya çapında bir haberdir. Uluslararası meslek örgütleri de bu özelliğinden ötürü ödüle değer bulmuşlardır. HHH Tartışılamayan gerçek şudur ki soruşturmanın başlatılması haberin yayını ile olmuştur. Can ile Erdem, kaynağından aldıkları belgeleri otosansür uygulamadan duyurmuşlar ve yorumlamışlardır. Ama yargı, basın suçuna ve gazeteciliğe yeni bir tanım getirmiştir. Ve bölümlere ayırmıştır. İlk bölüm “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken belgelere casusluk maksadıyla ulaşma” suçlamasıdır. Bunları “açıklamak” da ikinci suçu oluşturmuştur. Üçüncü suç olarak “silahlı terör örgü tüne, üye olmadan yardım etme” iddiası eklenmiştir. Bir basın suçu iddiasından üç ayrı suçun üretilmesine ilk kez tanık olunmaktadır. Oysa suç tipik bir basın suçu iddiasıdır ve dava, 4 aylık süresinde açılmadığından, açılması da olanaksızdır. Hem “AB kazanımlarını yaşama geçireceğiz” demek hem de bu kazanımları yok saymak ancak Türkiye’nin ileri demokrasi sürecinde olanaklıdır. HHH Ben yazılarımı kalemle yazıyorum. Kimi günler çok sınırlı süreler oluyor ve yazım da ancak reçeteleri okuma uzmanlığına ulaşmış eczacıların okuyabileceği bir karalamaya dönüşüyor. Cumartesi günü çıkan yazımda da öyle yapmışım. Yazının “enini bab, tanini zübab” ibaresi okunamamış. Ben de dayanışma için gelen konuklar nedeniyle, çıktısı verilmesine karşın göz atamamıştım. Düzeltir özür dilerim. Susturamayacaklar! an Dündar ve Erdem Gül’ün tutukC lanması şokunun üstüne en kötüsü oldu, Tahir Elçi vuruldu, gitti… “Söylenecek sözler tükendi, daha ne diyelim” diyecek gibi oluyoruz, ama istenen tam da bu! Umudumuzu kaybetmemiz, haklar ve özgürlükler adına ses vermekten usanmamızı, dostlarımız, hak ve özgürlük mücadelesi verenlerin ardından yeise kapılıp, hayata küsmemizi istiyorlar. Bunu yapmayacağız, yapmayalım! Hak ve özgürlükler mücadelesi bazen katlanılmaz hale gelebilir, katlanacağız! Ülkemizi karanlıklar diyarı yapmalarına sessiz kalmayacağız. Can ve Erdem her şeye rağmen yollarına devam edeceklerini haykırdılar, Tahir’i yüz binler uğurladı. Sesimiz kısılmadı, aksine daha çok yükseldi. Burası hepimizin ülkesi, ülkemizden vazgeçmeyeceğiz, hiçbir yere gitmeyeceğiz, yılmayacağız, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Korkuya yenik düşersek, sesimizi kısarsak hepimiz ölmüş oluruz, yaşarken mezarımıza gömmüş olurlar hepimizi. İstedikleri olmayacak, özgürlükler illa gelecek, barış illa gelecek, yeter ki inancımızı kaybetmeyelim. İnsan “eşref mahluk”tur, insanlığın şerefinden vazgeçemeyiz, geçmeyeceğiz. Bir kişiyi öldüren insanlığı öldürmüş gibidir, vebali boyunlarına. Ama, başaramayacaklar, insanlık ölmeyecek, yeter ki inancımızı yitirmeyelim! Saraylarda adalet yok ALİ AÇAR HP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcimiz Erdem Gül’ün tutuklanması nedeniyle dün İstanbul’daki merkez binamızı ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerini iletti. Her olağanüstü dönemde Cumhuriyet Gazetesi’nin bedel ödediğini söyleyen Kılıçdaroğlu, “Cumhuriyet Gazetesi, hem 12 Mart hem de 12 Eylül’de hep bedel ödemiştir. Burası sıradan bir gazete değil, aynı zamanda okuldur. Türk medyasının çınarıdır. Buradaki arkadaşlar gazetecilik yapmıştır. Onların haklarını sonuna kadar savunacağız” dedi. Kılıçdaroğlu dün öğlen saatlerinde CHP Genel Başkan Yardımcıları Gürsel Tekin, Enis Berberoğlu, Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer ve İl Başkanı Murat Karayalçın ile birlikte Şişli’deki merkez binamıza geldi. Gazetemiz İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmen Yardımcımız Tahir Özyurtseven, Yayın Danışmanı Doğan Satmış, Haber Koordinatörlerimiz Murat Sabuncu ve Ayşe Yıldırım tarafından karşılanan Kılıçdaroğlu, daha sonra Can Dündar’ın odasına geçti. Buradaki görüşmeye Cumhuriyet Vakfı İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç, Dündar’ın eşi Dilek ve oğlu Ege Dündar ile gazetemiz yazarları Hikmet Çetinkaya, Tayfun Atay ve Ataol Behramoğlu da katıldı. Gazeteye gelirken Çağlayan Adalet Sarayı önünden geçtiğini belirten Kılıçdaroğlu, “Sarayın önünden geçtik ama içinde adalet yok. Dünya kamuoyunda C Dündar ve Gül’ün gazetecilik yaptığı için tutuklandıklarını belirten CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Cumhuriyet herkesin korkudan yapamadığı şeyleri yaptı” dedi ADALETİ ÖNCE SAVCI KORUYACAK ılıçdaroğlu görüşmenin ardından gazetemizin önünde gazetecilere açıklamalarda bulundu ve yurttaşlara seslendi. Cumhuriyet Gazetesi’nin Türk basınının çınarı olduğunu kaydeden Kılıçdaroğlu, “Cumhuriyet’in haberleri, yorumları sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada ses getirmektedir. İki gazeteci arkadaşımızın tutuklanıp cezaevine atılması bizim basın tarihimiz ve demokrasi açısından kara bir lekedir. Haberin yanlış olduğunu söylemiyorlar, neden doğru haber yaptın diye soruyorlar. Bu bizlerin kabul edeceği bir olay değildir” dedi. Siyasi iktidarın basın özgürlüğünü kırmızı çizgi olarak anlattığını anımsatan Kılıçdaroğlu, “Herkes ayakta, herkes huzursuz. Bütün bunlar ileri demokrasi söylemleri altında gerçekleşiyor. Çağdışı bir çizgiden kırmızı bir çizgi mi olur? O haber olmasaydı biz gerçekleri nereden ve nasıl öğrenecektik? Demokrasimize ve medyaya sahip çıkacağız” dedi. Adalet sarayı yapmakla hukukun üstünlüğünün sağlanamayacağını kaydeden Kılıçdaroğlu şöyle devam etti: “Hukuk fakültelerinin arka kapılarından mezun olan, siyasi iktidarın taleplerini yerine getirene hâkim savcı denilemez. O rütbeleri ve giysileri giyip adalet dağıttığını sananlar, çocuklarına en kötü mirası bırakanlardır. Adeleti koruması gereken önce savcının kendisidir. O kavramı ayaklar altına alan yargıç, yargıç değildir.” K Erdoğan şimdi de Meclis’e el attı EMİNE KAPLAN CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, gazetemize destek için gelen yurttaşlara seslendi. ve Türkiye’de ilk kez bu kadar üst düzeyde tepki var. Yargıtay Başkanı’nın söylediği sözler de çok ilginç. Türkiye’nin normal süreçten geçmediğini o da kabul etti. Haber o kadar güçlü ve ses getirdi ki, bu tutuklama kararı iktidarın korktuğunu gösteriyor. Cumhuriyet Gazetesi çok büyük bir gazetecilik yaptı. Herkesin bildiği ama korktuğundan yayımlayamadığı şeyleri yaptı. Devleti karşısına alarak büyük bir cesaret örneği gösterdi. Bedel ödeyeceği çok önceden belliydi ve nitekim hâkim ve savcılar ayarlandıktan sonra olay gerçekleşti” dedi. Devletin hukukun üstünlüğü üzerine inşa edildiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, “Devlet hukukun dışına çıktığı zaman hesap sorulmalı. Medyayı 4. güç yapan da budur. Cumhuriyet, gazeteciliğin evrensel kurallarını yerine getirdi. Bu süreç Brüksel ve Avrupa’da çok çevrede dile getirilecek. Burada ciddi bir dayanışma gösterilmeli. Her olağanüstü dönemde bedel ödeyen hep Cumhuriyet Gazetesi olmuştur. Hem 12 Mart hem de 12 Eylül’de hep bedel ödeyen olmuştur. Türkiye, 3. sınıf adamların ülkeyi yönettiği bir yer değildir. Türkiye, kendi kişisel çıkarları ve beklentilerinin ortaya konulduğu bir ülke olarak kalamaz” ifadelerini kullandı. Can Dündar ve Erdem Gül’ün cezaevinde kendisine söylediği sözleri aktaran Akın Atalay ise “Bunun hukuki bir karar olmadığını ve siyasi bir karar olduğunu biliyoruz. Arkadaşlarımız bu kararın ardından nasıl bir süreçten geçtiğimizi ve bunun neresinde olduğunu görmemiz gerektiğini söylediler. Biz de Türkiye’nin bu konuda ne yapacağını göreceğiz. Verilen karara itiraz hakkımızı kullanacağız. Eğer oradan bir sonuç alamazsak Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz. O da olmazsa kararı AİHM’ye kadar taşıyacağız” diye konuştu. Orhan Erinç ise uluslararası meslek örgütlerinin de konuyu yakından takip ettiğini ve mücadelenin süreceğini söyledi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Tahir Elçi’nin öldürülmesinin üzücü bir olay olduğunu belirterek “Bakalım üzeri kapatılacak mı, aydınlatılacak mı, hep birlikte bekleyip göreceğiz” dedi. ükümetin kurulmasının ardından TBMM ihtisas komisyonları da bugünden itibaren başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtiplerini seçerek görevine başlayacak. AKP’de kabine ve grup yönetiminin belirlenmesinin ardından komisyon başkanlarının belirlenmesinde bölge ve en fazla oy artıran illere göre seçim yapılırken bu seçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da etkili olduğu belirtildi. Başbakan Davutoğlu’nun itirazı nedeniyle kabineye giremeyen eski AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop’un Anayasa Komisyonu Başkanı olmasına karar verilirken Davutoğlu’nun danışmanı Taha Özhan da Dış İlişkiler Komisyonu başkanı oldu. TBMM Başkanlığı ya da bakanlık isteyen Burhan Kuzu ise 13 yıl sürdürdüğü Anayasa Komisyonu başkanlığını istemedi. l ANKARA H NPC: BİR AN ÖNCE SERBEST BIRAKILMALI ABD Ulusal Basın Kulübü (NPC), Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasına sert tepki gösterdi. NPC Başkanı John Hughes, Türkiye’deki basın özgürlüğüne ilişkin kaygılarının giderek arttığını belirterek, Dündar ve Gül’ün bir an önce serbest bırakılması gerektiğini kaydetti. Hughes “İki gazetecinin hükümetin savunma ve istihbarat aktivitelerini haberleştirmelerinin ardından tutuklanması kınanmayı hak eden bir durum. Bu gazeteciler bir an önce serbest bırakılmalı ve Türkiye’de tüm gazetecilerin işlerini yapmalarına müsaade edilmeli” dedi. l WASHINGTON / CİHAN Evrensel gazetecilik Hukuki değil Elçi’nin öldürülmesi dları üstünde: Can, yaşam kaynağımız, Dündar, arka cepheyi kollayan askeri birlik anlamına geliyor. Erdem fazilet; Gül ise en güzel çiçek. Tahir temiz demek, Elçi ise adı üstünde elçi. Üzerimize karabasan gibi çöktüler. Can damarlarımızı kesmek, gülümüzü soldurmak isteyenler, tertemiz bir barış elçimizi yok ettiler. Bir zamanlar Türkiye’ye “haber bülteniyle hayatı değişenler ülkesi” derdim. Çünkü hepimizin hayatını; nereden, nasıl ineceğini bilemediğimiz bir darbenin radyoya düşen haberi karartır, değiştirir, bu ülkenin güzel evlatlarının kimini mezara, kimini zindana gönderir, kimilerini de uzaklara savururdu. İktidarlar, ideolojiler, gruplar değişiyor ama ne yazık ki bu sistem değişmiyor. Yaşar Kemal’in 1950’lerde yazdığı Teneke oyununda bir cümle vardır: Dünya değişir Ankara değişmez! Bir kehanet gibi değil mi? Abidin Dino, soluk mavi bir Paris gökyüzü altındaki gezintilerimizin birinde “Bütün ülkelerde sanatçılar, aydınlar, bilim adamları dönem dönem atağa kalkmış bir futbol takımı gibi birlikte coşar, başarıya birlikte koşarlar. Ama bizde buna hiçbir zaman izin verilmedi; tam güzel bir hareket doğarken hepimizi çil yavrusu gibi dağıttılar” demişti hüzünle. O gün Nâzım, Sabahattin Ali, Abidin Dino ve binlercesi; bugün Tahir Elçi’ler, A KONUK YAZAR ZÜLFÜ LİVANELİ Can’lar, Erdem’ler. Tarım toplumu sanayiye, sanayi iletişim çağına evriliyor ama bu ülkedeki okumuşyazmış insan düşmanlığı değişmiyor, Ülke, Satürn gibi evlatlarının kanıyla beslenmeye devam ediyor. Canlar ölesi değil “sevinç”, ileride binlerce vatan evladının toprağa düşmesi sonucunda gözyaşına dönüşmesin. Ah Avrupa Yine Rusya Bu acı olayların, bir Rus savaş uçağının düşürülmesini izleyen günlerde meydana gelişi de ilginç. Bazı kişiler, 101 yıl önce Enver Paşa’nın basiretsiz emriyle Rusya’nın Odessa Limanı’nı bombaladığımızda ulusal bir şahlanış duygusuna, bir zafer havasına kapılmışlardı. Sonuçta koskoca bir imparatorlukla birlikte; bugün de toprağa düşmeye devam eden askerlerimiz, polislerimiz gibi nice vatan evladını kaybettik. Bugünün bilinciyle geriye doğru baktığımızda “Keşke Rusya’yı bombalamasaydık!’’ diyebiliyoruz. Ne var ki yaşanan günün ağırlığı ve önemi, o gün anlaşılamıyor. Bugün de bir Rus savaş uçağını düşürdük diye bayram yapan çevreler var. Dilerim bu Avrupa Birliği dediğimiz ülkeler topluluğunun parasından, askerinden daha önemli bir varlık sebebi var. (Daha doğrusu vardı.) Bu da insan haklarının, demokrasinin, özgürlükeşitlikkardeşlik ilkelerinin varlığıydı. Bu değerleri yitiren bir Avrupa’nın, bildiğimiz anlamda Avrupa olmaktan çıkacağı açık. Ne var ki başlangıçta Erdoğan iktidarını var gücüyle desteklemiş olan ve “ılımlı İslam” hülyasına kapılan Avrupa, bugün fikrini değiştirmiş olmasına rağmen eli kolu bağlı, Türkiye’deki insan hakları ihlallerini seyrediyor. Çünkü bu kez de Erdoğan tarafından rehin alınmış durumdalar. Oyununu hep tehdit üzerine kuran Türkiye, Avrupa’yı, elindeki iki buçuk milyon bombayla tir tir titretiyor. İki buçuk milyon bomba; yani iki buçuk milyon göçmen. Bu yüzden anlı şanlı Avrupa liderleri Erdoğan’ın kapısında kuyruğa girip, altın yaldızlı koltuklarda boyun bükerek, kendilerini oluşturan temel değerlere ihanet ediyorlar. Can Dündar ve Erdem Gül’ün AB’ye yazdığı mektuptaki şu zekice satırlar gerçeği en açık biçimde anlatmakta: “Mülteci krizindeki çözüm arzunuzun, ifade özgürlüğü hassasiyetinize engel olmayacağını umuyoruz.” Cümle kibar ama içeriği ağır, hem de çok ağır. Türk basınında daha önce çıkmış, dünyanın en büyük gazetelerinde de yer almış bir haberi yayımladıkları için tutuklanmış olan iki gazeteci, Avrupa’ya tekrar Avrupa olma görevini ve sorumluluğunu hatırlatıyor. Voltaire’in, Hegel’in, Locke’un, John Stuart Mill’in, Montesquieu’nün, Goethe’nin, Camus’nun, Sartre’ın ilkelerine geri dönmeye çağırıyor. Bu cümleyi yüzü kızarmadan okuyabilecek olan lider var mıdır bilmiyorum. savaşı için bütün koşulların oluştuğu fikrinde. Bunlar çok ciddi beyinler. Batı’da alarm zilleri çoktan çalmaya başladı ama buralardan hâlâ duyulmuyor. Kapitalizmin nimetleri sayılıp dökülüyor. Oysa Harvard Business School’un yani kapitalizmin Mekke’si olan okulun yönetim kurulunda bulunan bir arkadaşım, son toplantıyı anlattı. Orada bulunan herkes vahşi kapitalizmin bittiğini, artık geriye dönüşün mümkün olmadığını belirtmiş, yeni bir düzenin gelmekte olduğunda fikir birliğine varılmış. Böyle fikirler azgelişmiş ülke aydınına geç ulaşır ama bir gün mutlaka ulaşır.’’ (2010’daki bir yazımdan) Sancı İki düşünürün kehaneti Düşünürler kehanette bulunmaz elbette; biliyorum. Ama bazen geleceği o kadar iyi çözümlerler ki, hayat onların düşüncelerini doğrular. Bakın 2010 yılında Eric Hobsbawm ile Edgar Morin ne diyordu. Kısa bir alıntı yapayım: “… Edgar Morin’in Le Monde’ta yayımlanan yazısı. Fransız düşünür, büyük bir ahlaki çürüme yaşadığımızı ama bunun bir metamorfoza uğraması olasılığını dile getirmiş. Eric Hobsbawm ise yeni bir dünya Toplumların büyük dönüşümleri sancılı oluyor ebette ve bedel ödeniyor. Bizim ülkemizde ise bedel ödeme bir bayrak yarışına dönüşmüş gibi. Cezaevlerinde her kuşak, özgürlük ve direniş bayrağını daha genç arkadaşlarına teslim ederek gidiyor bu dünyadan. Bugün sıra Can’larda, Erdem’lerde ve kim bilir daha kimlerde. Ama ne demişti Yunus Emre: “Her dem yeniden doğarız/ Bizden kim usanası” Ve dahi şöyle demişti büyük şairimiz: “Ölür ise ten ölür/ Canlar ölesi değil” Evet değil! DEĞİL! C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear