22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 30 Kasım 2015 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY 16 Bizim erdemimiz azeteciliğimin ilk yıllarında Ankara bürosunda birlikte çalıştığım meslek büyüklerimden Engin Karadeniz’in bir sözünü hiç unutmam: “Biz gazetecilerin bir tahtası eksik olur. O eksiklik olmazsa gazetecilik yapılmaz zaten.” Gerçekten öyledir. Gazetecilik yapmayı bir yaşam biçimi haline getirmiş olanlarımızın sağı solu bellidir; ama mutlaka bir tahtaları eksiktir. O tahta da, haberle yatıp haberle kalkmanın eseridir. Yanı başımızda bomba patlasa, kaçacak yer arayacak yerde, ilk yapacağımız iş, fotoğraf çekmek ya da etrafı gözlemek olur. İçgüdüselleşmiştir adeta böyle bir tepki vermek. Uğur Mumcu, 1980’lerde gazetemizin Haber Müdürlüğü’nü yapmış olan Yalçın Bayer’e takılırdı: “Yalçın’a selam verdim, haber değildir diye almadı.” Erdem Gül ile 5 yıldır aynı büroda çalışıyoruz. Erdem’in, eskilerin deyimiyle “gıllıgışı” yoktur. “Ben” duygusuyla hareket etmekten çok, geleneğe bağlı gazeteciler gibi “biz” demeyi yeğleyenlerdendir. Para pul peşinde koşmaz. Mesleğini G İki çarpıcı örnek HP yönetimine bugün egemen olan tutuma iki örnek alıntı: İlki, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde kamusal kuruluşlara öncülük eden, daha sonra DP’de siyaset yapan Ahmet Hamdi Başar’ın anılarından. Dönem, DP’nin çoğunluk diktası kurduğu yıllar: “Her yere bir korku, bir ümitsizlik havası sinmişti. Halk Partisi’nde bile, mücadeleden ziyade, iktidarın nabzına göre şerbet verip onunla hoş geçinmek politikası gütme cereyanları hayli kuvvetlenmişti. 2 Ocak’ta (1955) Ankara’da toplanan Halk Partisi Meclisi, böyle bir politika güdülmesine karar bile vermişti. Uzlaşma politikasıyla iktidarın şiddetli hareketlerinin önleneceği umuluyordu.” Diğer alıntı da ABD’den, David Harvey’in “Neoliberalizmin Kısa Tarihi”nden: “Cumhuriyetçi Parti devasa finansal kaynaklar toplayabiliyor ve halk tabanını kültürel/dini nedenlerle kendi maddi çıkarına ters yönde oy kullanmaya seferber edebiliyorken Demokrat Parti kapitalist sınıfı gücendirme korkusuyla geleneksel halk tabanının maddi ihtiyaçlarıyla (örneğin ulusal bir sağlık hizmeti sistemi) ilgilenemiyordu. Ortada böyle bir asimetri varken Cumhuriyetçi Parti’nin siyasi hegemonyası daha keskin hale geldi.” C Karizmanın sınırı!.. en hâlâ “7 Haziran’la 1 Kasım arasında ne oldu da 4.5 milyon oy yer değiştirdi?” diye sorunu Türkiye’yle çerçeveleyip anlamaya, açıklamaya çabala. Mesele şu ki yaşadığımız tüm sorunların küresel boyutu var. Sayalım... 7 Haziran’ın ardından AKP’nin dinciliğin yanı sıra faşizan milliyetçiliğe yönelmesi, PKK terörünün başlaması... IŞİD bahanesiyle emperyalistlerin Türkiye’de tüm askeri üsleri kullanması... Rusya’nın Esad’la anlaşıp askeri anlamda sınırımıza konuşlanması... Suruç, Ankara ve Paris bombaları ile terör eylemleri... G20’de Putin’in IŞİD desteğinden ötürü bazı üye ülkeleri suçlaması... Rus uçağının düşürülmesi (çok önemli). Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar ve Ankara Temsilcimiz Erdem Gül’ün kumpaslarla, talimatla tutuklanmaları... Son olarak Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin tek kurşunla, karanlık biçimde katledilmesi... Hepsi birbiriyle ilişkilidir, bölgemizdeki büyük bir mücadelenin, güç savaşının sonuçlarıdır... HHH Burada bir parantez açayım, gelecek günler için önemlidir çünkü. Salt gazetecilik yaptıkları için büyük bir haksızlığa ve mağduriyete uğrayan Dündar ve Gül’ün başına gelenlerle ilgili şimdi eleştiren, ah vah eden, dün iktidar ve cemaatin kumpas davalarını “ülkenin bağırsakları temizleniyor” diye alkışlayan, onaylayan ve destekleyen bazı kalemlere bakıyorum da utanıyorum. Bu dönek ve çıkarcı tayfa, referandum destekçileri, dinci iktidar ve paralel yapıdan demokrasi umdu. Akılla ve vicdanla sorgulayın, Can ve Erdem’in başına gelenlerde, bu iktidara destek verenlerin sorumluluğu ve suçu yok mu? HHH Gelelim hepimizin geleceğini etkileyecek soruna... Egemenlik, sınır ihlali diye ne akla hizmetse Rus uçağını düşürdüler. Böylece Cumhuriyet’in ilkeli dış politikasından, sıfır sorundan sırf soruna düştük, Bu ekip, düşman saymadığı komşu bırakmadı... Bedeli, değerli yalnızlık oldu. Ceremesini bu politikayı yürütenler çekse, eyvallah. Olan bize, halka oluyor. Uçak düşürmenin faturası yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Onlar da gördü; Paris’te iklim zirvesinde kendileriyle görüşmeyi kabul etmeyen Putin’le konuşmaya çalışıyorlar. Şimdi tutup “Rusya’yla meselenin daha da büyümesini istemiyoruz. Her iki ülkenin diğerini gözden çıkarma ihtimali yoktur” diyorlar. Eee o zaman niye vurdun kardeş, sonuçlarına öngöremedin mi? Ne yapacaklardı düşünce? “Eyvallah biz dersimizi aldık, bir daha sınır ihlali olmayacak” mı diyeceklerdi? Başına çuval geçirip, askerini teslim alanlara susabilirsin, nota verilip verilmeyeceğine yanıt olarak “Nota vermek müzik notası vermeye benzemez” diyebilirsin. Ama bazılarının misillemesi kötü oluyor! İki ülkenin geleceği, komşuluğu ve karşılıklı çıkarları, karizma çizme oyunlarıyla sürdürülemez! S ticaret aracı olarak kullananlarla arasında uçurumlar bulunur. Deneyimli Ankara muhabirlerinin çoğunluğu gibi haberi iyi koklar. Ardını bırakmaz, fikri takip eder, gerçekleri ensesinden yakaladığı gibi kamuoyunun önüne çıkarır. İliştirilmiş gazetecilikle yakından uzaktan ilgisini kuramazsınız. Servis edilen bilgi ile edinilen ve araştırılan bilgi arasındaki ayrımı çok iyi bilir. Erdem’in bir başka yanı daha vardır ki, o da adıyla örtüşen bir niteliğidir: Meslek dayanışmasına önem vermek. Erdem, bugün Silivri’de tutuklu. Haberciliğe ve meslek dayanışmasına tutkun olduğu için. Erdem, bizim erdemimizdir. Suriye’de iki cephede birden çarpışır; IŞİD’e karşı kahramanca mücadele verirken ABD ve Batı, örgüte yeterince yardım göndermiyormuş. Yayında, görüşülen PKK’lilerden biri demiş ki: “Dileriz Tanrı bir gün Türkleri cezalandırır.” Öyle anlaşılıyor ki, Paris baskınlarının ardındaki güçler, amaçlarına ulaşmışlar! Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesi ile de yeni bir aşamaya geçme peşindeler. Emekli diplomat, yazar dostumuz Daver Darende, 21 Kasım gecesi France24 kanalındaki PKK ile ilgili programı izlemiş. Yayına göre, PKK’liler “özgürlük savaşçıları”ymış. TSK, saldırıları ile yöreyi “hayalet kent”lere dönüştürmüş. PKK, “karizmatik liderleri” Öcalan’ın önderliğinde, hem Türkiye’de, hem Amaca ulaşılmış KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Sosyal bilimlerin çilesi Türkiye 1945’te çok partili siyasal yaşama geçerken sosyal bilimler çok ağır bir yara aldı. Cumhuriyetin bilimin yol göstericiliği ilkesinin ürünü olan Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin sosyal bilimci dört öğretim üyesi düşünceleri nedeniyle görevlerinden uzaklaştırıldı. Sonra 1960’ların başında TÜBİTAK ile birlikte kurulması öngörülen Sosyal ve İktisadi Araştırma Enstitüsü, çok büyük bir olasılıkla ideolojik nedenlerle, kurulmadı; bilimsel gelişme topal kaldı. Bu bilimsel topallık günlük yaşama bile yansıdı; ülke ekonomisini mühendislerin daha iyi yönetebileceği kanısı kamuoyunda egemen kılındı. Sonrasında çok sayıda bilim insanı, tamamına yakını sosyal bilimci olmak üzere düşünceleri nedeniyle üniversitelerden kovuldu; birçoğu öldürüldü. Dahası var. 1990’larda TESAK Türkiye Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Kurumu kurulması gündeme getirildi; ancak sol korkusu nedeniyle gerçekleştirilmedi. AKP iktidara gelirgelmez tam bir düşmanca tutumla TÜBİTAK’a el koydu. Bunun ilk görünür meyvesi Mart 2009’da bu kurumun Darwin’i kendi çıkardığı dergide sansür etmesiyle alındı. İşin içinde iş varmış meğer. TÜBİTAK şimdiye kadar satışa sunduğu tüm kitapları 2014’te saptadığı yerellik ve kültürel uyum ölçütlerine göre değerlendirmeye almış bulunuyor. Kurum, bu kapsamda 2015’te 3+ yaş grubunda, içlerinde Gökkuşağının Tüm Renkleri adlı kitabın da yer aldığı 50 bin çocuk kitabını toplatmış; kriterlere aykırı bir durum saptanması halinde söz konusu kitaplar imha edilecek (Hürriyet, Sevin Turan ve Erdinç Çelikkan, 2526 Kasım). Çocuk kitaplarını değerlendirme tümüyle bir eğitbilim, yani sosyal bilim işidir; eğer sosyal bilimler yeterince gelişebilseydi TÜBİTAK bu alana o yok edici elini uzatamazdı, bu bir. İkincisi, TÜBİTAK’ın kitap yok eden bu tutumu ile örneğin insan yaratıcılığının en güzel eserlerinden biri olan Suriye’deki Palmira gibi antik kentleri yok eden IŞİD anlayışı arasında bir yakın akrabalık bağı kurulabileceği bu kurumu yönetenlerin aklına gelmiyor mu?! Kuruluşu yaklaşık yarım yüzyıl öncesine giden Türk Sosyal Bilimler Derneği 14. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’ni geçen hafta ODTÜ’nün ev sahipliğinde düzenledi. Kamu ve özel ilgili kuruluşların büyük bir olasılıkla korkudan parasal destek vermediği ve aynı nedenle olacak basınyayının pek ilgilenmediği kongrenin 95 oturumunda 550 dolayında bilim insanı ürünlerini sundu; bu sayının yaklaşık üç katı genç de oturumlara katıldı ve üç gün boyunca sosyal bilimleri yaşadı. Demek ki bilim kurumlarına ve üniversitelere el koymak yeterli olmuyor; bilim ve özgürlük düşmanlarının kulağına şimdiden kar suyu kaçsın; Bilimin Gezicileri hızla çoğalıyor! Yine de düşünce ve ifade özgürlüğü düşmanı egemenler bir türlü hızlarını alamıyor ki her ikisi de sosyal bilim eğitimi almış olan Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül tutuklandılar; onlarlayız. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesi de bir türlü bitmeyen özgür düşünce ve barış düşmanlığının, toplumun getirilmek istendiği ürkütücü uçurumun yeni bir göstergesidir. Özgürlük kavgası devam ediyor! Çok kısa tarihçe B u ülkede yalnız insanlar işkence görmüyor; sosyal bilimler de görüyor. İlginçtir, sosyal bilimler işkenceye direniyor. ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr HARBİ SEMİH POROY TÜBİTAK! 30 KASIM 2015 SAYI: 32926 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç Akın Atalay İcra Kurulu Başkanı Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu l Haber l Ekonomi: Reklam Tanıtım ve Halkla İlişkiler Genel Koordinatörü Ayşe Cemal Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü Hakan Çankaya ‘Çürümüş bir şeyler var şu Danimarka Krallığı’nda ...’ vet, yanılmadınız! Neredeyse dört yüz yaşında bir alıntı. Shakespeare’in “Hamlet”inden. Cumhuriyet’teki ilk köşe yazılarımdan birinin başlığıydı. Şimdi aradan neredeyse otuz yıldan fazla zaman geçti. “Hamlet”in Danimarka’sı dört yüz yıldan bu yana çok değişti. Ama bizim cumhuriyetten bozma krallığımızda değişen kayda değer bir şey yok. Ya da belki var. Son on, on iki yıldır çürüme, iliklerimize kadar işledi. Ve bu çürümeyi öyle bir içselleştirdik ki, artık çürümenin her yeni örneğini herhalde bunca tekdüzelikten canımız sıkılmasın diye sanki ilk kez başımıza geliyormuş gibi karşılamaya koyulduk. E Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Ahmet Rasim İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık Halit Ziya Sok. No: 14 Çankaya 06550 Ankara Bulvarı 1352 S. 2/3 İzmir Tel: (0232) 441 12 20 Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. Mali İşler Müdürü: Bülent Yener l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. tin tarihinde örnekleri neredeyse sayısıza uzanmakta olan bir suçun hemen arkasından, yakınmamız sanki böyle bir yüz karası ile ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi taptaze tınılarla örülü. Ama unutulan ya da aslında belki de bugüne kadar daha hiç bilinmemiş olan gerçek şu ki biz, artık kurumlaşmış bir cehaletin potasında ve bir alıntılar ormanında aydınlanma yolunu çoktan yitirmiş bir toplumuz. Ve bu durumdaki her toplum gibi, yolumuzu hep yeni sanki’lerin düzmece ışığında aramak peşindeyiz. Örneğin şu “sanki basın özgürlüğü her şeymiş” gibi bir algı yaratmaya sarmak merakı. Hangi özgürlük? İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.28 05.12 05.33 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.01 12.00 14.23 06.42 11.44 14.10 07.01 12.07 14.37 Akşam 16.46 16.34 17.00 Yatsı 18.11 17.57 18.22 “Basın özgürlüğü tutuklandı...” Can Dündar ile Erdem Gül’ün evrensel bir insanlık suçundan farksız tutuklanmalarının ardından tedavüle çıkardığımız yeni yakınmamız böyle. Üstelik henüz yüz yılı bulmamış bir cumhuriye Şu içselleştirdiğimiz çürüme... Ali Sirmen, birkaç akşam önce Halk TV’deki konuşmasında her zamanki yalın anlatımıyla bu bağlamdaki gerçeği dile getirdi: “Basın özgürlüğü, sırf kendisi için var olan bir özgürlük değildir; aslında basını izleyen halkın özgürlüğüdür… ve bu gerçek algılanmadıkça, algılatılamadıkça, kendi başına bir işe yaramaz!” Bu algıyı yeterince yaratabilen bir basınımız ne zamandan beri ve ne ölçüde var? Var mı, yoksa bu konuda da kendimizi daha çok “sanki”lerle, örneğin basının ancak yüz karası sayılabilecek örneklerle mi aldatmaktayız – hani tıpkı “yetmez ama evet”çilerin özgürlükler ve anayasa konusunda yaptıkları gibi? Evet, sırası gelmişken bir nebze de şu “özgürlük” kavramına dokunalım isterseniz! Ve son yaşadığımız Can DündarErdem Gül rezaletinin yankıları sürerken, bir de şunu soralım: Biz, çoğunluğu özgürlüğü gerçekten isteyen bireylerden oluşma bir toplum muyuz? İç dünyamızın aynasında kendimize baktığımızda, orada hep özgürlüğü ödünsüz isteyen ve uygulayabilen suretlerle mi karşılaşıyoruz, yoksa... Can Dündar’ı ve Erdem Gül’ü demir parmaklıkların arkasına yollayanlara gelince, onlar için de bir alıntım var. Marquis de Sade, Bastille zindanına atıldığında şöyle yazmıştı: “Ey insanlar, asıl şimdi korkun benden! Çünkü beni düşüncelerimle baş başa bıraktınız!” Bilimin ‘Gezi’cileri C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear