29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 3 EYLÜL 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER T İçine Kapanmış Türkiye AKP’leşiyor Ana teması “Çok Paydaşlı Güçlendirilmiş İnternet Yönetişimi İçin Kıtaları Birleştirmek” olan bu IGF için kabul edilmiş çalıştay önerilerinden birkaç örnek: İran’dan gelen “Kıtaları fiber ile bağlamak”, Yeni Zelanda’dan gelen “İnternette insan hakları: İlkelerden uygulamalara”, Etiyopya’dan gelen “Büyüme ve gelişmenin motoru internet”. Bunlar veya benzerleri neden Türkiye’den çıkamaz? Prof. Dr. OSMAN COŞKUNOĞLU 22. ve 23. Dönem Milletvekili olabilecek bir vaka niteliği taşıyan yukarıdaki örnek, AKP hükümeti ile medyanın kendi amacı içerisinde hareket ettiğini gösteriyor. Spordan internete, müzikten inovasyona kadar her konuda dünyada çok gerilerdeyken, sadece yandaş değil, bilinçsiz medyanın da yardımıyla “biz büyüğüz” söylemiyle toplumun algısını yönetip egosunu okşayan AKP hükümeti kendi amacı çerçevesinde rasyonel davranıyor. Dünyada köktendinci İslam hareketleri dışında zerre itibarı olmayan, Türkiye’deki toplam seçmenin yüzde 37’sinin oyuyla cumhurbaşkanı seçilen birisi dünyadan kopuk konularla ülke gündemini yönetebiliyor. Çünkü, karşısındakiler de giderek AKP’leşiyor. Ülkemiz ve dünya gündeminde iddialı bir görüş, proje, ürün veya siyaset ile yer alamayan AKP karşıtları da dünyadan koparak kendi küçük dünyalarında oyalanarak veya AKP’nin çizdiği çember içinde ama eleştirerek ama tartışarak hapsolup AKP’leşiyor. AKP hükümeti ve Erdoğan’ın çizdiği çember dışına çıkabilmek, dünya gündemini izleyip orada iddia ve söz sahibi olabilmek gerekiyor. Dolayısıyla, STK’lerin, büyük iş dünyasının, uzmanların ve akademisyenlerin, benzerleri çok olan yukarıdaki IGF örneğinde ortaya koydukları “ben bilmem, büyük ülkeler bilir” kompleksinden çıkması gerekir. Bunu önleyen AKP hükümeti veya Erdoğan baskısı değil. Uluslararası iddiadan yoksun ama ulusal medyada havalı bir yer kapma çabasıdır. Kısacası, AKP’leşmektir. AKP karşıtları, AKP’leşerek ancak AKP’yi başarılı kılar. Yaklaşan kurultayında CHP’nin de, AKP ve Erdoğan’ın çizdiği gündem çemberini kırıp ulusal ve uluslararası konularda çağdaş ve iddialı bir siyaset ortaya koyabilmesi gerekir. Başarılı siyaset, iddialı bir görüşü projelendirip sunarak topluma benimsetebilmektir. Bu da toplumun önüne rapor atmakla olmaz. AKP’nin söylem çemberi içinde hapsolup sadece eleştirmekle hiç olmaz. İstanbul’da Su Alarmı! BOZKURT GÜVENÇ İmparatorlukların başkenti İstanbul’a kötü haber: Kentin 5060 günlük suyu kalmış. Tükendi tükeniyor deniyordu ya haber; üçüncü köprü ve havaalanı, olağanüstü kurultaylardan, görkemli devlet törenleri arasında manşetlere bile çıkamadı. Bireysel tüketimi gönüllü olarak kısmaktan, toplumca yağmur duasına çıkmaktan başka çözüm yolu görünmüyor. Yıllardır yapılan uyarıları duymazdan geldik. Allah kerim dedik; büyümeyi ve büyütmeyi sürdürüp bu günlere ulaştık. Cenabı Allah, yağmur rahmetini esirgerse; takdiri ilahi böyleymiş deyip kenti terk mi edeceğiz? Gezegenimizde hayat suda başlamış. Tarım devrimleri akarsu vadilerinde doğmuş. Endüstri kentleri düzenli akarsular üzerinde kurulmuş. Ülkelerin ve kentlerin nüfusunu ve geleceğini su kaynakları belirlemiş. Karaçi yakınlarında bir kentte, tuğla pişirmek için çevre ormanlarını yakmışlar. Susuz kalan kent, terk edilmiş bir “hayalet kent” olmuş. Büyük karalarla denizlerin kavşağında kurulan İstanbul, akarsulardan yoksunmuş. Kültürel varlığını yeraltı sarnıçlarına uzaklardan su taşıyan kemerlerle sürdürmüş. Kaynakları sınırlı olan bir uzay gemisinde sınırsız büyümek gerçek dışı bir hayaldi. Yolun sonunda gerçekle yüz yüze geldik. Bağdat’tan dönen yanlış hesap ve kararların sonuçlarına katlanıyoruz. Kentler doğal çevreyle sağlıklı dengeler kuruluncaya değin küçülecek; kentliler de zamanla bu hassas dengeleri korumayı öğrenecekler. Dünyanın dörtte üçü okyanuslarla kaplı ama suyumuz onca bol değil. Temiz suyun yaklaşık üçte ikisi buzullarda, üçte biri yeraltı kaynaklarında; sadece, yüzde iki buçuğu göller ve akarsularda serbest dolaşımda. İçilebilir temiz su, yüzde Medeniyet, sanıldığı birin yarısından da/ söylendiği gibi, ha az. Üretim, tüke“Doğaya egemenlik tim, dağıtım; sağlık taslamak yanılgısı ve temizik hizmetdeğil, onunla uyum leri döngüsü, yağış, buharlaşma ve atıkve barış içinde ların denizlere akıyaşamaktır” diyen tılmasıyla sağlanı Uzakdoğulu bilgelere yor (Royal Society, 2012: 5961.) Yer ve çevrecilerin bilimsel uyarılarına uyalım. kürenin doğal kayYöneticilerimizi hayati naklarını, benzeri görülmemiş bir cö konularda uyaralım. mertlikle, har vurup harman savurduğumuz bir dönemde, izlenen ekonomik politikaların sonuçlarını hesap etmek zamanı geldi. (TÜBA 2008: 5) Yeni Türkiye’nin varlık ve gelecek sorunu, ‘ekonomik büyüme hızı’ değil, yaşamın sürdürülmesidir. Yeni bir dünya düzeni arayışında, temel sorun yaşamdır. Geçen yüzyıllarda ön sırada görünen nüfus ve beslenme sorunları, yerlerini enerji ve teknoloji devriminin yarattığı ısınma, kirlenme, tükenme vb. çevre sorunlarına bıraktı. BM’nin “Geleceğin küresel barış sorunu, akaryakıt değil, temiz içme suyu olacaktır” raporu (1970) ciddiye alınmadı. Oysa Ortadoğu ve Güneydoğu sorunlarımızın ardında su sorunu var. İstanbul’u tehdit eden su kıtlığı, yakın gelecekte kentlerimizin ve büyük belediyelerin ortak sorunu olacaktır. Akla gelen, doğaya dönmek, artan nüfusu kırsal yöre ve yerleşmelere yayıp dağıtmak, iç göçün yönünü tersine çevirmek, kulağa hoş gelen ama kolay gerçekleşmeyen önerilerdir. Devlet varlığı belki deniz kadar engin ama tuzludur. Deniz suyunun arıtılması mümkün olsa bile, pahalı bir teknolojidir. Yüksek konut balonlarının yabancılara satışı, denizlerin suyunu içilebilir suya dönüştürmeye yeterli olmayabilir. Önümüzdeki 2015 seçimlerinin sorunu, demokrasi mi, diktatörlük mü (ikilemi) değil, “olmak ya da olmamak” gibi görünüyor. Refahı, ekonomik büyümeyi bir kenara bırakıp yaşamın sürdürülmesi sorununa öncelik vermek konumundayız. Küreselleşen dünya ülkeleri, içine düştükleri krizlerden kolay çıkamıyor. Kaderleri ve imkânları ile baş başa kalıyor. İstanbul’un su alarmı son bulsa bile, yaşam kürenin kronik su sorunu dünya ve ülke gündemindeki yerini koruyacaktır. Devletler yeniden kurulabiliyor; ama doğayı korumak ve yeniden inşa etmek hiç kolay olmuyor. Medeniyet, sanıldığı / söylendiği gibi, “Doğaya egemenlik taslamak yanılgısı değil, onunla uyum ve barış içinde yaşamaktır” diyen Uzakdoğulu bilgelere ve çevrecilerin bilimsel uyarılarına uyalım. Yöneticilerimizi hayati konularda uyaralım. ürkiye giderek neredeyse tamamen “muasır” dünyadan koptu ve içine kapandı. Kolay bir konudan, ülkemizde en popüler olan eğlence sektöründen başlayalım. Futbolda, dünya kupasında yoktuk. Bir bronz madalya alabildiğimiz Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda, “batmış” denen ve nüfusu yedide birimiz olan Yunanistan’dan da geride, sonuncu olmamız ilgi bile çekmedi. Müzikte, Eurovizyon’da yokuz. Toplumumuzun önünden ayrılamadığı TV dizilerimizin ise dünyada başka hangi ülkelerde ilgi görebildiğine bakarsak “muasır medeniyet” çevrelerinden uzaklaştığımızı görürüz. Sinemada ise büyük bir uluslararası başarımız var: Nuri Bilge Ceylan. Nitekim, sosyal gelişmişlik endeksine göre, Yunanistan’ın, Ermenistan’ın, Botswana’nın, Arnavutluk’un çok gerisinde, Suudi Arabistan’ın bir üstünde, 132 ülke içerisinde 64. sıradayız. Birleşmiş Milletler’in beşeri gelişmişlik raporlarında ise bir sıralama yok ama Avrupa ülkelerinin gerisinde, Libya, İran, Tunus gibi ülkelerle aynı kategorideyiz. Ya dünyada 16. büyük olmakla övündüğümüz ekonomi konusunda? Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık raporuna göre, rekabetçilikte 148 ülke içerisinde Mauritius ve Bahreyn ile aynı puanı alarak 44. sıradayız. Ekonomik rekabetin önde gelen kaldıracı olan inovasyon (yenilikçilik) kriterine göre Avrupa Birliği’nin her yıl yayımladığı sıralamada, 35 ülke içerisinde sadece Bulgaristan ve Letonya’yı geçerek 33. sırada yer alıyoruz. Ya genç olmasıyla ve iletişim teknolojileriyle iç içe olmasıyla övündüğümüz nüfusumuz? Kişi başına telefonda konuşma süresine göre Avrupa’da birinciyiz. Facebook kullanımında dünyada altıncıyız. Peki, ülkemiz teknolojik ve beşeri altyapısıyla, iletişim teknolojileri konusunda ne kadar hazır? “Ağ teknolojilerine hazır olmak” kriterini her yıl ölçen Dünya Ekonomik Forumu Raporu’na göre, 148 ülke içerisinde 51. sıradayız. Katar, Ürdün, Suudi Arabistan, Kazakistan, Azerbaycan Hayat, su ve hayat suyu bizden daha iyi durumda. Birleşmiş Milletler altındaki Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nin yıllık “Bilgi Toplumunu Ölçme” endeksine göre ise 157 ülke içerisinde 69. sıradayız. “Muasır” dünyadan kopuk oluşumuzun nedenlerini anla mak için, ezberimizi bozmamız ve aynaya bakmamız gerekir. Klişeleşmiş “halk cahil” veya “eğitim şart” gibi sloganların ötesine gitmemiz gerekir. Hatta, faturayı sadece AKP’nin 12 yıllık kötü yönetimine bile kesemeyiz. STK’lerimize, büyük iş dünyasına, uzmanlara ve akademisyenlere bakmamız gerekir. Vaka analizine uygun bir örnekle başlayalım. 25 Eylül arasında İstanbul’da, Birleşmiş Milletler organizasyonunda, internetin geleceğini tartışacak olan İnternet Yönetişim Forumu (IGF) toplanacak. Şimdiye kadar ABD merkezli olan internet yönetişiminin sürdürülemeyeceği anlaşıldı. Yeni bir uluslararası ve çok paydaşlı bir yönetişim arayışı süregidiyor. İnternetin paydaşları hükümetler, iş dünyası, kullanıcıları temsil eden sivil toplum, aktivistler, akademisyenler ve uzmanlar her yıl bir ülkede toplanan IGF’de bir araya gelerek tartışıyor. Sorun nerede? Ülkemizde bu paydaşlardan sadece bir tanesi bu toplantıyı kendi amacı için kullanma çabası içerisinde: Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, bu önemli uluslararası toplantının İstanbul’da gerçekleşecek olmasını, ülkemizin ve İstanbul’un internet konusunda dünyada önemli bir yeri olduğuna bağlayan bir açıklama yaptı. Medyamız da toplumumuzun egosunu okşayacak başlıklarla bu açıklamayı verdi. Oysa, IGF, 2013 yılında Endenozya’da, 2012 yılında Azerbaycan’da, 2011 yılında Kenya’da… toplanmıştı. AKP hükümeti kendi gündem ve amacına göre yapması gerekeni yapıyor. Medya da, ezik toplumumuzun egosunu okşayarak iyi hissettirmek misyonunun gereğini yapıyor. Diğer paydaşlar ne yapıyor? (CHP bu konuda ne yapıyor diye burada sormayacağım. Ayrı bir konu.) IGF’de yer alması istenen çalıştay önerileri çağrısı yılın başlarında yapıldı. Ülkemizde sivil toplumdan, uzmanlardan ve akademisyenlerden son anda hazırlanmış 56 çalıştay önerisi çıktı. Gerekli kriterleri sağlayamadıkları için, IGF değerlendirme komitesi tarafından hepsi reddedildi. Ana teması “Çok Paydaşlı Güçlendirilmiş İnternet Yönetişimi İçin Kıtaları Birleş tirmek” olan bu IGF için kabul edilmiş çalıştay önerilerinden birkaç örnek: İran’dan gelen “Kıtaları fiber ile bağlamak”, Yeni Zelanda’dan gelen “İnternette insan hakları: İlkelerden uygulamalara”, Etiyopya’dan gelen “Büyüme ve gelişmenin motoru internet”. Bunlar veya benzerleri neden Türkiye’den çıkamaz? İnternet konusunda dünyanın önemli isimleri, İstanbul’da buluşacak. Bundan gurur duyup gelecek ünlüler önüne kırmızı halı döşemekle mi yetineceğiz? Türkiye’nin internet yönetişimi konusunda IGF’de masaya yatırabileceği önem taşıyan herhangi bir çalışması, önerisi ve iddiası neden yok? Toplumumuzun en dinamik kesimi olması gereken bilgi teknolojileri ile ilgili STK’lerimiz, uzman ve akademisyenlerimiz “biz bilmeyiz büyük ülkeler bilir” kompleksinin ve içe kapanıklığın dışına neden çıkamıyor? Olanakları geniş, büyük iş dünyasının temsilcisi STK’ler, on binlerce dolar vererek Batı’dan konuşmacı “guru” davet edip medyatikleşerek arkasından düzenlenen resepsiyonlarda bilgi çağı ve teknolojileri konusunda zarif sohbetlerle mi dışa açık iddialı bir konumda olduğunu sanıyor? Bu davranışlar AKP’leşmek değil mi? Analiz edilmesi çok öğretici Ne yapmalı? Medeniyet ve su Yargı Savunma İfade Özgürlüğü Üçgeni G eçen günlerde 12. Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Erdoğan, “Eğer Yargıtay, Baro Başkanı’nı çağırıp orada konuşturacak olursa oraya ben katılmam”  şeklinde bir beyanda bulunmuştu. Yargıtay, anayasayı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal eder nitelikte olan bu sözlerin ardından yaptığı değerlendirme neticesinde, “Türkiye Barolar Birliği Başkanının adli yıl açılışlarında yaptığı konuşmaların sona erdirilmesi, AİHS’nin 10, TC Anayasası’nın 25 ve 26. maddeleri gereğince ifade özgürlüğüne müdahale niteliği taşıyacağından kuvvetler ayrılığı prensibine göre yönetilen çağdaş demokratik hukuk devletinde kabulü mümkün değildir. Bu nedenle 20142015 adli yıl açılışı tören programında Sayın TBB Başkanı’na konuşma yapması için (25 veya 30 dakika) süre ayrılmasına” karar vermiştir. Ülkemizde 1973 yılından bu yana Türkiye Barolar Birliği başkanları adli yıl açılışlarında konuşma yapmaktadır. Bu konuşmaların temel amacı, yargının işleyişi hakkındaki sorunların ortaya konulması ve bazı çözüm önerilerinin dile getirilmesidir. Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca yargının kurucu unsurlarından olan ve bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden avukatların ülke çapındaki meslek örgütünün başkanının bunları dile getirmesi tabiidir. TBB Başkanı’nı bu şekilde susturma çabası açıkça savunmanın susturulmaya çalışılmasıdır. Sayın Erdoğan’ın yargının kurucu unsuru olan savunmaya bu şekilde müdahalede bulunması, yargı organının yasama ve yürütme organı karşısında bağımsızlığını etkileyerek kuvvetler ayrılığı ilkesini ne yazık ki ihlal etmektedir. Sayın Erdoğan’ın bu sözleri aynı zamanda anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde koruma altına alınan ifade özgürlüğü hakkını da ihlal etmektedir. Anayasanın 25. maddesi uyarınca herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklama Kuvvetler ayrılığı prensibinin ülkemizde uygulanabilmesi için bağımsız bir yargı organı bulunmalıdır. Yargı organının bağımsızlığı da onun kurucu unsurlarından olan savunmanın bağımsız olmasından geçmektedir. Savunmanın, yani avukatların susturulması, ifade özgürlüklerinin ihlal edilmesi buna engel olacaktır. Bu nedenle yargısavunmaifade özgürlüğü üçgenine elbirliğiyle sahip çıkmalıyız. UĞUR GÜNER Avukat kararında da belirtildiği üzere, Schwartz’a göre, demokratik toplumlarda düşünceyi korumak, kullanılmasına olanak vermek esastır. Düşünce özgürlüğünün ve bu bağlamda eleştiri özgürlüğünün bulunmadığı yerde yaşam, çekilmez hale gelir; ifade özgürlüğü yoksa hayat fakirdir. Yine AİHM’nin Dink kararında belirtildiği üzere, demokrasi, hakaret ve kavgaya davet gibi çok zorunlu kısıtlamaların dışında her görüşün serbestçe dile getirilmesini olanaklı kılmasıyla da diğer yönetim biçimlerine üstün hale gelen rejimin adıdır. Kuşkusuz bu doğrular uygarlık yarışına çıkanlarca da gözetilmek zorundadır. Avukatların yargı içindeki konumunun hiçe sayılmasının ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının yanı sıra Sayın Erdoğan, cumhurbaşkanının anayasada sayılan görevlerinin yerine getirilmesi bakımından da ümit vaat etmemektedir. Anayasanın 104. maddesi uyarınca cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Oysaki Sayın Erdoğan’ın bu tutumu yargının unsurları arasında düzenli ve uyumlu bir çalışmayı gözetmediğini göstermektedir. Ayrıca Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü tehlikeye atacak söylemlerde bulunmaya devam ettiği gibi anayasayı ihlal edecek söylemlerde de bulunmaya devam etmektedir. Bu nedenlerle geçen günlerde 12. Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, ülkede olması gereken birlik ve beraberliği sağlamaktan çok uzaktır. Bu durum kendisine kısa vadede sandık bazında siyasi başarıyı getirse de uzun vadede sonuç ne yazık ki siyasi hüsran olacaktır. Sonuç olarak, kuvvetler ayrılığı prensibinin ülkemizde uygulanabilmesi için bağımsız bir yargı organı bulunmalıdır. Yargı organının bağımsızlığı da onun kurucu unsurlarından olan savunmanın bağımsız olmasından geçmektedir. Savunmanın, yani avukatların susturulması, ifade özgürlüklerinin ihlal edilmesi buna engel olacaktır. Bu nedenle yargısavunmaifade özgürlüğü üçgenine elbirliğiyle sahip çıkmalıyız. Anayasayı ihlal Varlık ve gelecek 71. Adli Yıl açılış töreni (Fotoğraf: Necati Savaş) İfade özgürlüğü hakkı ya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Ancak görüldüğü üzere Türkiye’de ifade özgürlüğünün kapsamı iktidara sadece olumlu eleştirilerde bulunanlar düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir noktasına gelmiştir. Anayasanın 26. maddesi de herkesin, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğunu ve bu hürriyetin resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsadığını düzenlemiştir. Ülkemizde basında uygulanan sansür o kadar yoğunlaşmıştır ki yerini otosansüre bırakmıştır. Artık sansürü uygulamak isteyen iktidar kanadı bu noktada kendisini yormak zorunda dahi kalmamaktadır. Tabiidir ki, bu durumun başlıca sebebi iktidarın basına ve medyaya yönelttiği yoğun baskıdır. AİHS’nin 9. maddesi düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü düzenlemiştir. Buna göre, herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. AİHS’nin 10. maddesi uyarınca da herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları tarafından müdahale olmaksızın ve ulusal sınırlar dikkate alınmaksızın, görüş / (kanaat) sahibi olma ve bilgi / (haber) ve düşünceleri edinme ve yayma özgürlüğünü içermektedir. Sayın Erdoğan’ın bu sözleri AİHS’nin 10. maddesini de ihlal etmektedir. AİHM’nin 07.12.1976 tarihli Handyside v. Birleşik Krallık kararında belirttiği gibi, düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece hoşa giden veya zararsız ya da tepki yaratmaz sayılan haberler veya fikirler için değil ve fakat devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve yeniliğe kucak açma bunu gerektirir ve bunlar olmadan demokratik toplum olmaz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.04.2008 tarih ve 2007/8244 esas sayılı Ne yapalım?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear