15 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 AĞUSTOS 2014 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 William Greaves 87 yaşında hayata veda etti Siyahlar’ın belgeselcisiydi Kültür Servisi Televizyondaki “Black Journal” (Siyah Bülten) adlı haber programı ve belgesel filmleriyle AfroAmerikan bakış açısını ABD kamuoyunun gündemine taşıyan yapımcı ve yönetmen William Greaves, 87 yaşında hayata veda etti. Greaves, ırkçılıkla ilgili konulara odaklanan ve tarihsel önem taşıyan Siyah kişilikleri tanıtan bir belgeselci olarak ünlenmişti. Greaves’in 1968’de başlattığı “Black Journal” adlı program, 1960’ların ABD’sinde Siyahlar’ın sorunlarına odaklanan tek televizyon programıydı. Program, 1970 yılında kendi dalında Emmy ödülüne değer görülmüştü. Greaves’in yapımcılığı ve yönetmenliğini üstlendiği ve 1971 yılındaki Muhammed AliJoe Frazier boks karşılaşmasını konu alan “The Fighters” (Dövüşçüler) adlı uzun metraj belgesel, sinemalarda ancak 1974’te gösterilmiş ve büyük övgüyle karşılanmıştı. “Il Trovatore” SALZBURG FESTİVALİ’NDE ŞAŞIRTICI YORUMLAR: SalzburgerFestspiele / Forster Eski köye yeni âdetler Dünyanın en köklü ama aynı zamanda en nitelikli festivallerinden biri Salzburg Festivali... 1. Dünya Savaşı sonunda tiyatro adamı Max Reinhardt, şair ve oyun yazarı Hugo von Hofmannsthal ile besteci Richard Strauss’un Viyana’nın ezici egemen kalıplarından uzak bir yerde, sanatı şenliğe dönüştürme çabası... Bu üçlü Salzburg kasabasına yerleşip gönüllülerin çalışması ve kasaba halkının parasal katkılarıyla ilk festivallerini gerçekleştirdiler. Yıl 1920’ydi. Neden Salzburg? Çünkü Salzburg, Mozart’ın doğum yeriydi ve bu küçük kasaba, gelmiş geçmiş en büyük dahisine saygısını ve sevgisini 1842’den beri “Mozart Festivali”yle sunuyordu. Festivali neredeyse 30 yıl boyunca yöneten Herbert Von Karajan Salzburg’un kapılarını dünyaya açacaktı... Bu yaz Salzburg Festivali tam bir yıldızlar geçidine dönüşmüştü. Müzik ve opera dünyasının en ağır topları oradaydı: Barenboim’dan Dudamel, MehtaBolton’a; Cecilia Bartoli, Anna Netrebko, Elina Garanca’dan Florez ya da Villazon’a... Ancak bu yılın en büyük özelliği, “eski köye yeni âdetler” diye özetleyebileceğim, farklı ve çarpıcı yorumlardı. İşte izlenimler: Azucena’yı, güzeller güzeli âşık Leonora’yı klasik şaşalı giysiler yerine, müze bekçisi üniformasıyla görünce önce bozuluyorsunuz ama çok geçmeden “oyuna” kapılıyorsunuz. Eseri bu konsepte yerleştiren sahneye koyucu, Litvanyalı çılgın tiyatrocu Alvis Hermanis’ti. Kimi eleştirmenler nefret etti bu yorumdan. Ben hayran olanlardandım. Müze görevlisi kızın tablodaki çalgıcıya sevdalanması; müze kapandıktan sonra tablodakilerin çerçeveden yeryüzüne inmesi... Neden olmasın! Dağlarca, çağlarca... u Zeynep Oral, Dağlarca’yı dev bir çınar ağacına benzetti. Orhan Alkaya, “Dağlarca’yı kaybetmemiş olsaydık bizim çok güçlü bir Gezi Parkı Direnişi kitabımız olurdu” dedi. Kültür Servisi Türk şiirinin büyük ustası Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın 100. doğum günü önceki akşam şiirlerle, anılarla, şarkılarla kutlandı. Beşiktaş’taki Abbasağa Parkı’nda Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği etkinlikte Beşiktaşlılar, şairin sevenleri, şiirseverler Dağlarca’yı andı. Rüştü Erata’nın sunuculuğunu yaptığı gecede Mustafa Köz, Zeynep Oral, Haydar Ergülen, Egemen Berköz, Orhan Alkaya gibi isimler yer aldı. Gecede Dağlarca için Yasemin Arpa’nın hazırladığı “Dağlarca Burada” adlı belgeselden bir bölüm gösterildi. Beşiktaş Belediyesi çocuklara şairin çocuk kitaplarını armağan etti. Sahnede bastonu ve ahşap koltuğuyla temsil edilen Dağlarca için “İyi ki var, iyi ki yüz yaşında, iyi ki daha yüzlerce yıl yaşayacak. Benim için Dağlarca dev bir çınar ağacı. Bu topraklardan besleniyor” diye konuşan Zeynep Oral, Dağlarca’nın kendisi için yazdığı ve daha önce köşesinde de yer verdiği “Sarı Ağıt” isimli ağıdı okudu. Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Mustafa Fotoğraf: VEDAT ARIK Fazıl Hüsnü Dağlarca, 100. doğum gününde Şiir ve Anılarla Dağlarca Gecesi’nde anıldı Ay ışığından ödünç alınan sesler “Il Trovator” operasında 4 ana karakter ve hepsinin de çok önemli büyük aryaları var. Leonora rolünde Rus soprano Anna Netrebko’yu izlemek olağanüstü bir mutluluktu. Çocuk doğurdu, sesi gidiyor deniliyordu, yalan. Her notanın, her sözcüğün hakkını veren, duyguların rengini yansıtan bir şancı ve oyuncu. Onu izlerken eskilere gittim: Maestro Gavazzeni’nin bu rolde Leyla Gencer için söylediği sözü düşünmeden edemedim: “Sizin Leonora’nız ay ışığından ödünç alınmış bir sese sahip!” Netrebko’nunki de aynen böyleydi!. Kont di Luna rolünde Placido Domingo olacaktı. Ancak “rahatsızlandığından” rolü genç bir şancı üstlenmişti. Rivayet o ki: İlk 3 temsilde Domingo kötü eleştiri alınca terk etmişti. Mükemmel orkestra, mükemmel icraat, mükemmel koro... Beni tek tedirgin eden Anna Netrebko ile diğer üç şancı arasındaki kalibre farkıydı. Donizetti’nin “La Favorite” operası, konser biçiminde sunulduğu halde “Il Trovatore”de yaşadığım eksikliği yok ediverdi. Roberto Abbado’nun yönetiminde Münih Rundfunk Orkestrası, Viyana Filarmoni Korosu ve birbirini tamamlayan üç solist: Elina Garanca, Juan Diego Florez ve Ludovic Tezier. Hepsi mükemmeldi. Latvialı mezzosoprano Elina Garanca’yı Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nden hatırlayanlar olabilir. Her geçen gün kendinden daha emin zirveye yerleşmiş şancı sesiyle ay ışığını ödünç almakla kalmadı, ayı yeryüzüne indirdi. (devamı yarına) Ortaçağı günümüze taşımak Verdi’nin belki de en güzel melodilerini içeren “Il Trovatore” operası Ortacağ İspanya’sında geçer. Daniele Gatti yönetiminde Viyana Philarmoniker Orkestrası daha ilk notaları yorumlarken perde açıldı ve biz izleyiciler ağzımız açık kaldık: Karşımızda günümüz dev müzelerinden biri. Prado ya da Louvre olabilir... Duvarlarda daha çok Rönesans ve Barok dönemi tabloları... Müze bekçileri ve görevlileri bu eserlerle bir arada yaşayarak tablolardaki görüntülerle, kişiliklerle bütünleşmişler ya da ilişki kurmuşlar ve opera boyunca hem tablolardaki kişiler oluyorlar, hem de bugünün insanları... Günümüz turistleri müzeyi geziyor... Bir rehber onlara tablolar aracılığıyla 1500’leri anlatıyor. (Yani operada yer alan olayları.) Perde açıldığında kardeş olduklarını bilmeyen Kont de Luna ile Manrico’yu, yaşlı büyücü Çingene Köz “Çağdaş şiirin büyük bir parçası Dağlarca şiirinin içinden çıktı. Çağdaş şiir ondan ödünç sözcükler aldı. Erişilmiş sadelik yeniden kazanılmalı. O yüzden Dağlarca şiiri yeniden okunmalı. Dağlarca ve çağlarca. İnsanın şiirini yazarken bütün yeryüzünü yazdı ve bize büyük bir yeryüzü bıraktı” diye konuştu. Dağlarca’yla anılarını paylaşan Egemen Berköz, “Baştan sona, çok değişik konuları yazmakla birlikte, sanki aynı şiiri, büyük bir destanı yazdı” dedi. Şair Haydar Ergülen “Kainat ve tabiatın dilini Türkçeye, şiir diline çevirmiş bir şairdir. Türkçenin Dağlarca tarafından onurlandırıldığını, Dağlarca’nın Türkçe tarafından onurlandığını düşünüyorum. Dağlarca şiirin büyük bir öğrencisidir. Bu nedenle de ömrünün sonuna kadar şiiri bırakmamamıştır” şeklinde konuştu. Ekin Kasap, Ece Sonar isimli çocukların da şairin şiirlerini okuduğu gecede şair, yazar Orhan Alkaya “Abbasağa’da, Gezi Parkı’nın en güzel ağabeyinde olmak çok güzel. Dağlarca’yı kaybetmemiş olsaydık bizim çok güçlü bir Gezi Parkı Direnişi kitabımız olurdu” dedi. Gecenin sonunda Emin İgüs ve Eylem Pelit, içinde Dağlarca şiirlerinden bestelenen şarkıların da olduğu mini konser verdi. ‘SURİYE YOLLARDA’ SERGİSİ 7 EYLÜL’E KADAR LONDRA’DAKİ RICH MIX KÜLTÜR MERKEZİ’NDE ‘Yolculuğa yerleşenlerin’ hikâyesi Kültür Servisi Suriyeli mültecilerin yaşamına odaklanan “Suriye Yollarda” isimli sergi Londra’daki Rich Mix kültür merkezinde açıldı. 7 Eylül’e kadar görülebilecek, TANDEM – Kültür Yöneticileri Değişim Türkiye Avrupa Birliği programı kapsamındaki sergide, mültecilerin sürgün hikâyeleri video, ses kayıtları ve fotoğraflarla anlatıyor. Kırkayak Sanat Merkezi’nin kurucularından Kemal Vural Tarla ile Londra Uluslararası Tiyatro Festivali’nden Jon Davis’in mültecilerle görüşerek hazırladığı sergi, ev, toplum, yokluk ve göç meselelerini odak alarak İngiltere Fransa sınırındaki Calais bölgesinde, Türkiye’de ise özellikle Gaziantep çevresinde yaşama tutunan Suriyeli mültecilerin sürgün hikâyelerini gözler önüne seriyor. Projeyle ilgili Jon Davis, “Kahve, sigara, boş oda ve yorgun yüzlerin görüntüleri, yolların cefasını çekenlerin ve ‘yolculuğa yerleşenlerin’ hikâyesini anlatıyor” derken, Kemal Vural Tarla sergiyi şu sözlerle anlatıyor: “Sergideki fotoğraflar, o anı, arafa düşülen, belki de saniyenin binde birlik zamanını betimliyor. Videolar ise durağan zamanı anlatmaya çalışıyor. Arafta yaşanan o an aslında, sınırlar geçilirken duruyor, sınırların durağanlığı geleceğe duyulan umudu azaltıyor, umudu içten içe kemiriyor. Yürekleri Şam’da, Halep’te, bedenleri mülteci bu insanlar, hemen yanı başımızda yaşıyorlar. Ellerimizi uzatsak yaralı bir yüreğe dokunacağız, gözlerine baksak mülteci düşte bulacağız kendimizi...” (www.syriaintransit.com)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear