14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 AĞUSTOS 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA Tanrı yaşar’ Bilge Kağan’ın anıtı tam burada duruyor. Sonsuz bir ıssızlık içinde... Kolay değil en az 30 kilo tutuyorum. ‘Zamanı rabamız ilerliyor . Az sonra UNESCO annem, herhalde en çok Orhun yazıtlarını yerinde tarafından Dünya Mirası Listesi’ne görmek isterdi. Onun yerine ben onları okumaya alınan Orhun Vadisi’nde olacağız. çalışıyorum. İlk durak Karakorum. 1220 yılında kurulan Yazıtların üç tarafı Türkçe, bir tarafı Çinçe. Karakorum İpek Yolu’nun en önemli konaklama Yazıya, bulanlar ve okuyanlar, karakter özellikleri noktalarından birisiymiş, şimdi karmaşa içinde, bakımından gönderme yaparak “Runik Türk” yoksul bir kent. Ama Moğol Budizminin en yazısı diyorlar. Yazı sağdan sola ya da yukarıdan önemli tapınağı Erdenezuu Manastırı görülmeye aşağıya yazılırken sözcükler iki nokta üst üste değer. Burası yıllarca dini ve entelektüel bir konarak ayrılıyor. Bu ilk Türk alfabesinde tam 38 mekân olmuş. İçindeki objeler, heykeller akıl harf var. Şimdi izninizle, annem için yazıtların durdurucu. Budizm heykeli çok seviyor, ben de üstündeki yazıları okumaya başlayacağım. onun sadece bu yanını seviyorum. Öte yandan Kardeşi Kül Tigin için diktirdiği yazıtta Bilge manastırın hemen yakınında 800 yıllık taş Kağan şöyle diyor: “Küçük kardeşim Kül Tigin kaplumbağa heykeli var. Söylemeyi unuttum, vefat etti. Kendim düşünceye daldım. Görür Moğollar için kaplumbağa kutsal bir hayvan. görmez gibi, bilir aklım bilmez oldu… Zamanı Çünkü hem uzun ömür sembolü Tanrı yaşar. İnsanoğlu hep ölmek hem evini sırtında taşıyor ya, için türemiş. Öyle düşünceye Moğollar onu kendilerine Köklere Yolculuk daldım… Gözden yaş gelse benzetiyorlar. engel olarak, gönülden ağlamak Karakorum’da fazla kalmayıp gelse geri çevirerek düşünceye Orhun anıtlarına doğru yola daldım…” çıkıyoruz. Karakorum’dan Yazıt 3.75 metre yüksekliğinde Orhun anıtlarına doğru asfalt ama yılların tahribatıyla bir yolda gitmeye başladık. üstündeki bazı yazılar silinmiş. Mucize! Meğer bu asfalt yolu Okunanların bir kısmı bunlar. Türkiye Cumhuriyeti yaptırmış. eresi o ülke? Ama Moğollar pek beğenmemiş. Ve Bilge Kağan için oğlu Genişliğini az bulmuşlar. Onlar tarafından dikilen yazıt… Ve öyle düşünebilir ama asfalt yol oldukça sert sözler içeriyor. çok güzelmiş. Kilometrelerce çöl “O yere doğru gidersen ralli yaptıktan sonra içimiz eriyor. Türk milleti öleceksin! Sonunda küçük bir sit alanı Ötüken yerinde oturup kafile ve küçük bir müzeye geliyoruz. gönderirsen hiçbir sıkıntın Müzeyi de biz yaptırmışız. Doğru yoktur. Ötüken ormanında da yapmışız. IŞIL ÖZGENTÜRK 3 oturursan ebediyen il tutarak Müzede iki önemli yazıt var. oturacaksın. Türk milleti Bir tanesini Göktürk kağanı Bilge tokluğun kıymetini bilmezsin. Acıksan tokluk Kağan tarafından kendisinden önce ölen kardeşi düşünmezsin. Bir doysan açlık düşünmezsin. Kül Tigin için yaptırılmış. Yıl: 732. Diğeri Öyle olduğu için beslemiş olan Kağanının ise Bilge Kağan’ın ölümünden sonra onun için sözünü almadan her yere gittin. Hep orada dikilmiş. Yıl: 735. mahvoldun, yok edildin…” Yazıtlar yıllarca bulunamamış. 19. yüzyılın Neresi bu sözü edilen yok olunan ülke. Elbette sonlarına doğru Rus bilim adamı Yadrintsev Çin. Çinliler için yazıtlarda şöyle deniyor: “Çin tarafından keşfedilmiş. Ve 1893 yılında milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak Danimarkalı bir bilim adamı olan Vilhelm imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla Thomsen, Orhun anıtlarının üstündeki yazıyı aldatıp uzak milleti böyle yaklaştırırmış. okumayı başarmış. Yaklaştırıp konduktan sonra, kötü şeyleri o Müzenin girişinde yazıtlara el verenlerin tek tek zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur adları ve fotoğrafları sıralanmış, 18 kişi arasında insanı yürütmezmiş. Tatlı sözüne, yumuşak tek bir Türk yok. Bu da bana bayağı ağır geldi. ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, azıtlarda acı ölüm var öldün; Türk milleti öleceksin. ” Dev kaplumbağaların sırtına iliştirilmiş Orhun Evet, kağanlar Türk milletini Çinlilerden anıtlarını görmek beni heyecanlandırıyor. Ve korumaya çalışıyorlar. Eh o zamanları düşünün, annemi düşünüyorum. Kız kardeşime Bilge, sonsuz bir yolculuk ve güzelim yumuşak tenli, rahmetli erkek kardeşime Mete adını veren işveli Çin prensesleri. Kağanlar haklılar! DİZİ Kandırılan atlar, onları hiç böyle görmek istemezdim. Onlara rüzgâra karşı uçmak yakışıyor. 9 CHP’ye Mektuplar (III) UFO Gibi Bir Parti... Posta kutuma mektup yağıyor… CHP seçmenlerinin yanardağ gibi patlama noktasına gelen tepkileri, biriken gözlemleri, analizleri, geleceğe yönelik kaygıları, beklentileri, iki seçimde yaşanan düş kırıklığı ve kıstırılmışlığa dair değerlendirmeleri, epostama akıyor. Çarpıcı, çok nitelikli bu mektupların hepsini ne yazık ki yansıtamıyorum. Aktarabildiklerim, tekrara girmeden yapabildiğim alıntı/özetlerden ibaret… Almanya’dan Latif Köybaş; “Hantal, çamurlaşmış, yosun tutmuş bir yapının içinde eylemsizce ve tembelce bağdaş kurmuş statükocu ağırlığın silkelenmesi ve dağıtılması için önce o yapının farkına varmak gerekmiyor mu?” diyor ve “Son 12 yıllık süreçte CHP ne yaptı” sorusunu soruyor… Yapının “farkına varmak” çabasıyla “İzmir’den Karadeniz’e iş gezisine giden” Basri Koyuncu okurumuzun yerel izlenimlerini bugün buraya taşıyorum. Niçin belli bölgelerde CHP yok sorusunun da böylece karşılığını bulmuş olalım… “Dört günlük TrabzonOrdu Karadeniz yolculuğundaki gözlemlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Trabzon’dan Ordu’ya... tüm yerleşim yerlerinde CB, RTE’nin teşekkür afişleri, CB forsu ve AKP logoları ile billboardlarla üst geçitleri kuşatmış vaziyette. Son CB seçiminde Artvin’den başlayan kıyı şeridinden Samsun dahil, bölgede oy oranı, yüzde 62 civarında. Halkla sohbetlerde CHP kurultayını ne soran ne konuşan gördüm. Karadeniz’e en büyük çevre zararı veren iki BB var, birisi çevre yolları ile Mesut Yılmaz, diğeri HES’lerle ilgili RTE. Halk buna rağmen RTE’ye oy veriyorsa, bunu irdelemek gerek. Birkaç neden var: 1. Vatandaş gırtlağına dek borçlu. AKP giderse kriz çıkar algısı var. 2. Yeni zengin profili ortaya çıkmış. Bunlar, sistemi kavrayan ve devamı için yoksullarla paylaşımdan kaçınmayan orta kuşak zenginler. Davranışları yoksul kesimde rağbet görüyor. Sosyal devlet işlevinin bir kısmını üzerlerine almış gibiler. Bu, RTE’ye destek olanların, paylaşımcı sosyal devletçi görünmelerini sağlıyor. Bu profil, daha önce merkez sağ/solda siyaset yapan ve devlet/ belediyelerde iş yapan partili işadamı tipine benzemiyor. 3. AKP ile birlikte Karadeniz’ de çok yatırım yapıldığı algısı öyle yaratılmış ki, iyi ki AKP var; iyi iş yapıyor düşüncesi ile halk AKP’de konsolide edilmiş. Yerel yönetimler eliyle yaşam kolaylığı sağlanması ve AKP’nin bir dönemlik asansör parti olmadığı algısı hem halkta hem yerel yöneticilerde net şekilde oluşmuş. Seçmenin partisine ve liderine korkunç özgüveni var. Bu da giderek artan oy oranlarında görülebiliyor. Karadeniz’de halkın tercihlerinin yıllar içinde soldan sağa dönüşmesinde tüm solun suçu var. Bunun birinci belirleyeni halka dokunmayan, halkla acısını, sevincini paylaşmayan projelerin olmayışı, insanların sistem karşısında savunmasız bırakılmasıdır. İzmir’de solcu, CHP’li olmak dünyanın en kolay işi. Karadeniz’de solcusosyal demokrat olmak o kadar zor ki. Bu insanlar sokakta yalnız. Arkalarında bir partileri yok, ekonomik olarak zordalar. Yakınlarına bile partilerini anlatmakta zorlanıyorlar. Aday belirlemede yanlışlıklar da eklenince küskünlük, kırgınlık almış gitmiş. Gelecek nasıl görünüyor derseniz… Ülkedeki muhalefet anlayışı ile var olan oyların ve mevzilerin korunması bile başarı olarak değerlendirilebilir. Özellikle halkın açılım süreci ile ilgili RTE’nin yanlış yapmayacağı inancı çok yüksek olup, kişisel karizma ve algı yönetimi ile o bölgede sanki ülkede tek lider varmış gibi bir hava yaratılmış vaziyettedir. Muhalefet partileri liderleri ile ilgili algı zayıf değil, çok çok zayıftır. Sonuç olarak var olan yapı, bu zamana dek yapılan muhalif çalışmalar ve benzerleri ile yıkılması mümkün olmayıp, farklı, halka dokunan, üreten, yaşam standardını değiştirmeye yönelik projelerle ve inandırıcı söylemlerle değiştirilebilir.” Karadeniz özelindeki tespitleri, elektrik mühendisi okurum Metin Şenel’in Türkiye geneli analizi tamamlıyor: “CHP’nin programatik (ideolojik) ve pratik (reel politika) politikaları UFO, yani ‘tanımlanamayan uçan nesneler’ gibi... 1 CHP ekonomide serbest piyasaya, serbest rekabete samimi olarak inanıp inanmadığını halka net olarak anlatmalıdır. Bildiğim CHP örgütlerinin yönetici kadrosunun çoğunluğu 12 Eylül öncesi Marksist örgüt deneyimi yaşamış, kafaları karışık, Marksist partilerde siyasi ikbal olasılığı görmediklerinden CHP’yi siyaset yapılacak tek mecra olarak görmektedirler. Sosyal demokrasi; evrensel serbest rekabeti esas alan, Marksizmle yollarını çoktan ayırmış ve liberal partilerden farkı piyasa ekonomisinin yol açtığı eşitsizliklere açıkserbest toplum çerçevesi içerisinde çözüm üreten parti olmalıdır. Özelleştirmelere karşı olmak yerine varlıkların peşkeşine karşı çıkıp, ekonomiye daha çok katkı sağlayacak özelleştirmeleri savunmalıdır. Emekçi kesim bile devletçi, sosyalist tandanslı politikalara yüz vermemektedir. Halkın en önemli oy verme tercihlerinin 1. sırasında ekonomi olduğu tüm araştırmalarda sabit olduğundan, CHP’nin ekonomi ile ilgili tavrı tartışmaya yer bırakmayacak netlikte olmalıdır. Bunun için Avrupa’nın tüm sosyal demokrat partilerinin program ve politikalarına bakmak yeterlidir. 2 CHP acilen kadrolarını çağın ve dünyanın teknolojik, ekonomik, finansal gerçeklerini bilen ‘gerçekten iyi eğitimli’ kadrolarla takviye etmelidir… Söylenecek söz çok. Bu kadarını yapsalar yeter.” At toplama kampı gibi ağanları dertleri ve K kendileriyle baş başa bırakıp bir at çiftliğine doğru ‘Yakınlarına anlatamıyorlar’ A MoğoLisTaN N yol alacağız. İsteyen ata binecek. Asfalt yol çoktan bitti, gene rallideyiz. Git git bitmiyor ve nihayet alacalı bulacalı atlar kendilerini gösteriyor. Sayıları herhalde yüzü bulur, kendi başlarına otluyorlar. Arabalarımız atların epey ilerisinde duruyor ve yerel rehberimiz sessizlik istiyor, en ufak bir ses atları ürkütürmüş. Meğer atların sağılma saatiymiş ve birden gördüğüm manzara karşısında canım çok sıkılıyor. O özgürce koştukları zaman insanın kanını alevleyen, insanda ben de böyle çırılçıplak ve özgürce koşmalıyım duygusu yaratan at sürüleri hemen önümüzde süklüm püklüm duruyor. Ve küçük bir tay joker olarak kullanılıp süt verecek ata yaklaştırılıyor at, tayı yavrusu sanıyor ve sütünü boşaltmaya başlıyor, bir iki dakika sonra tay memeden çekiliyor ve onun yerini bakır bir leğen alıyor. Sonra joker at başka bir atın yanına götürülüyor, aynı işlem orada da yapılıyor. Dehşet bir şey, bu işlem ve atların sessizce durmaları bana, birden bir toplama kampını anımsatıyor. At toplama kampı! Sanırım ben ata binmeyeceğim. Hayır bineceğim, bu sonsuz çölde, motosiklete bindim, deveye bindim, ata da bineceğim. Süt işleminden sonra bizim bineceğimiz atlar bir iki ayrılıp uzak bir yere göçtürüldüler; bu arada yumuşak eğerler geldi. Moğolların çoğu ister üç yaşında olsun, ister altmış yaşında olsun, ata eğersiz biniyorlar. Bir Moğol atasının yardımıyla işte atın sırtındayım. Ve tüm ata binenler hep birlikte sonsuz bozkıra doğru usul usul yol almaya başlıyoruz. Gerçekten bu muhteşem bir duygu. Sonsuza doğru gitmek… Gidiyoruz, gidiyoruz o da ne, tam karşımızdan kapkara bulutlar gelmeye başlıyor. Renkleri o kadar koyu ki dehşete kapılıyoruz. Bu arada sürünün içindeki atlar yıldırım hızıyla çevremizde koşmaya başlıyorlar. Bir şeyler olacak, birden bizim bindiğimiz atları süren Moğol atası, hepimize “İnin!” diye Moğolca bağırıyor. Kendimizi can havliye yere atıyoruz ve ansızın kocaman kocaman bir dolu yağmaya başlıyor. Olduğumuz yerde büzülüyoruz, neyse ki 4x4’lerimiz son hızla bizim bulunduğumuz yere yaklaşıyor. Sırılsıklam kendimizi 4x4’lere atıyoruz ve dolu bütün şiddetiyle yağıyor. Tek yapabildiğimiz şey, beklemek. Çevremizde çılgına dönmüş atlar koşuyor. Ve sıcak hava üflenen arabada bile donuyoruz, öyle bir soğuk. Kendi kendime mırıldanıyorum, “Yazın ortasında hava böyleyse kışın nasıldır?” Arkadaşlarımdan biri yanıt veriyor: “Kışın eksi 40 dereceymiş. Yaşar mısın?” Titreyerek “Hayır” diyorum, “sonsuz otlakları onların olsun.” O gece konakladığımız gerde soba yaktırdığımızı ve üstümüzdeki giysilerle yattığımızı söylemeliyim. Donuyorsun. Sonsuza doğru... ‘Mevcudu koruyamayabiliriz’ Y l Gobi sessizce bitti ve biz yeniden başkent Ulanbator’a geldik. Son gece, temmuzdan eylül sonuna kadar kapalı gişe süren bir gösteriye gideceğiz. Süslendik püslendik ve çok güzel bir tiyatro binasından içeri girdik. Bina tabii ki Ruslardan kalma. Neyse, yerlerimize oturduk ve Moğolistan’daki 38 etnik grubun dansları başladı. Böylesini az görmüştüm. Bir renk ve dans cümbüşü. Neşe, hüzün, ağıt birbirine karışıyor . Ve son olarak sahneye Moğol sazlarından oluşmuş bir senfoni orkestrası çıkıyor ve bizi resmen büyülüyor. Ve bu büyü uçağa binene kadar bizden hiç ayrılmıyor. Ve ben bir kez daha dünyanın ne kadar büyük, ne kadar renkli ve ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu düşünerek kendime uğur getirsin diye bir Şaman heykeli alıyorum. Umarım beni korur. Umarım korur ‘Her şey ekonomide biter’ Moğol çocukları sevimli mi sevimli. Hele de kartal dansı yaparken... Çakma Naadam ünyanın her yerinde ilkbaharın D gelişi şenliklerle kutlanır, çünkü koca kış çıkmıştır, doğa en güzel haliyle yeryüzünün tüm canlılarına kucak açar. Ve aşk başlar. Doğal olarak otlaklarda eksi kırk derecede yaşayanlar için baharın gelmesi daha da yürek coşturucu. Atlardan ölenler ölmüş, develerden ölenler ölmüş, büyükbaş hayvanlardan ölenler ölmüş, göçebelerden ölenler ölmüş ve nihayet bahar gelmiş. İşte Moğollar baharın gelişini büyük bir bayramla kutluyorlar. Bu bayramın adı da Naadam. Başlangıcı 11 Temmuz, biz daha sonra gittiğimiz için ne yazık ki, 1.5 milyon kişinin katıldığı gerçek Naadam’ı göremedik. Ama küçük bir Nadaam yaşadık. Bu bayramın en büyük özelliği, güreşçilerin, okçuların ve rüzgâr atlarının yarışı! Güreşle başlayalım, meydana önce küçük oğlan çocukları çıkıyor. Bu arada şu bilgiyi vermek isterim. Moğollarda oğlan çocuk pek kıymetli. Ama kız çocukları yaşam koşullarına daha dayanıklı. O zaman Moğollar ne yapmışlar, oğlan çocukları ruhlara gitmesin diye, üç yaşına kadar kız çocuğu gibi büyütülüyor. Saçlar uzun, entari giyiyorlar, üç yaşından sonra erkek oluyorlar. Ruhlar bu işe ne der bilmiyorum ama çok da büyük bir aldatmaca değil. Baba güreşçilerden önce, küçük oğlan çocukları güreşçi giysilerini giymiş, güreşe tutuşuyorlar. Ama önce bayrakları altında kartal dansı yaparak seyircileri selamlamak var. Ben bu kartal dansına ve küçük güreşçilerin güreşine bayıldım. Sıra büyüklere geldi. Güreşçiler mutlaka göğüsleri açıkta bırakan dar bir cepken giyiyorlar. Tuhaf bir şey, neden göğüsler açık. Nedeni şu, bir zamanlar bir güreş esnasında, güreşçinin biri o zaman göğüs kısmı kapalı olan cepkene asılmış ve cepken yırtılmış, altından diri diri memeler çıkmış, meğer güreşe katılanlardan biri kimliğini gizleyen bir kadınmış. O günden sonra göğüsler fora! Güreşçiler kendi etnik gruplarını belirten şapkalar ve burnu kıvrık çizmeler giyiyorlar. Bu burnu kıvrık çizmelerin bir anlamı var. “Doğadaki hiçbir şeyi incitmek istemiyoruz. ” Evet baba güreşçiler de kartal selamı verdikten sonra başlıyorlar el ense tutmaya. Güreş sporu beni her zaman güldürmüştür, iki devin savaşı bana çok çocukça ve komik geliyor. Bu arada atlar yarışa hazırlanıyor. Bu kez çocuklar yarışacak. İçlerinde üç yaşında çocuklar bile var. Olmaz mı?.. Yürümeden önce ata binmeyi öğreniyorlar. Ve yarış başlıyor, dört yaşlarında kavuniçi esvap giymiş bir oğlan rüzgâr gibi diğerlerini arkada bırakıp ipi göğüslüyor. Ve ödül töreninde, sadece birinci gelen ata değil, yarışı en arkada bitiren at için de ödül var. Ruhlar yarışı kaybeden atlının kulağına şöyle fısıldıyorlar: “Bu yarışta kazanamadın ama gelecek yarış BiTTi senin.”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear