06 Mayıs 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15 HAZİRAN 2014 PAZAR [email protected] 18 KÜLTÜR Füsun Onur’un ARTER’deki sergisi, bizi sanatçının dünyasından kendi dünyamıza çağırıyor Sanatçının aynasından Adını Lewis Carroll’ın yapıtından ödünç alan ‘Aynadan İçeri’ sergisi, Onur’un 1960’lardan günümüze dek süren sanat üretimini, kitaplardan çıkararak izleyici ile göz göze, yan yana getiriyor. NAZLI PEKTAŞ Korkuyorum… Ülkemin içine düştüğü durumdan korkuyorum. Gizli kapaklı çevrilen dolaplardan, milletten gizlenen pazarlıklardan, “Allah” diye diye,“Allahuekber” nidalarıyla cinayet işleyenlerle yapılan anlaşmalardan … Sınırlarımızda yer alan, sınır tanımayan savaşlardan ve bu savaşlarda hükümetin oynadığı rolden korkuyorum. Rehin alınan ya da kaçırılan diplomatlar, aileleri, çoluk çocukları ve TIR şoförlerinin öldürülmesinden korkuyorum. Radikal dinci örgütlere maddi manevi yardım eden, destekleyen; cihat savaşçılarına arka çıkan, İslamcı militanları kollayan bir hükümetin hâlâ iktidarda olmasından korkuyorum. Bugüne dek her fırsatta ayırımcılığı körükleyen, şiddeti yücelten, kendi gibi düşünmeyeni düşman sayan Başbakan’ın mezhep kavgalarını körüklemesinden korkuyorum. Davutoğlu’nun, artık komedi söylemine dönüşen “Kimse Türkiye’nin sabrını test etmesin” tümcesini, daha nice nice felakette tekrarlayacağından korkuyorum… Yalan olduğu bin kez kanıtlanmış yalanların tekrar tekrar söylenerek gerçekmiş gibi yutturulmasından ve milletin bunları yutmasından ya da çıkarları gereği yutarmış gibi görünmelerinden korkuyorum… Afganistan ya da Ortadoğu ülkeleri… Hiç fark etmez… Dinin, inancın, mezhepçiliğin siyasete alet edildiği her toplumda, rezilliğin, felaketin hükmettiğini göremeyenlerden korkuyorum. 11 yaşındaki kız çocuklarına “nasıl iyi gelin olunur” dersi verilmesinden; Musul’daki olaylardan “Gezikafalıların” sorumlu tutulmasından; daha birkaç ay önce yaşadığımız yolsuzluk olaylarının üstünün kapanmasından; bilinçsiz yapılan termik ve nükleer santrallarla doğanın katledilmesinden; İstanbul’un geri dönüşümü olmayan bir biçimde yağmalanıp, yaşanmaz bir cehenneme dönüştürülmesinden korkuyorum. Bir daha hiç ama hiçbir konuda yazı yazmak istememekten korkuyorum… HHH Sevgili okurlar, iki gün önce Metin Altıok Şiir Ödülü; Gülten Akın’ın “Beni Sorarsan” kitabına (Yapı Kredi Yayınları) verildi. Doğan Hızlan, Hilmi Yavuz, Güven Turan, Talat Sait Halman, Ali Cengizkan, Haydar Ergülen ve Eray Canberk’ten oluşan seçici kurul oybirliğiyle aldı kararı. Gerekçede şunlar vurgulandı: “Şiiri hayatın ‘anlam’larından biri kılan tutumu… Her türlü yalnızlığımızdan yeni bir dil kurabilme yeteneği… Ve Türkçenin büyük şiir geleneğini daha da büyüten şiirinin derinliği…” Sevgili Gülten Akın’ın o dingin, o hüzünlü ama aynı zamanda dirençli, yol gösterici şiirini hep çok sevdim. “Ah, kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerinden bu yana nice yıllar, nice badireler geçti, nice “yorgun sevi”ler… Usul usul sevmeler, aşklar, kavgalar, şiirler geçti... “Şiir bizim eski suç ortağımız/ Biz ne işledikse onunla işledik.” “Beni Sorarsan” kitabından birkaç dize: “Beni sorarsan, Kış işte Kalbin elem günleri geldi Dünya evlere çekildi, içlere Sarı yaseminle gül arasında Dağların mor baharıyla Sis arasında Denizle göl arasında” Ama galiba bugün kalbime en yakın olan Gülten Akın dizeleri şunlar: “Ben yoruldum gidiyorum/ Kendi endişeni kendin seç”. “Çiçekli Kontrpuan” ARTER’de açılan Füsun Onur sergisi “Aynadan İçeri”, sanatçının 1960’lardan günümüze dek süren sanat üretimini, kitaplardan çıkararak izleyici ile göz göze, yan yana getiriyor. Sergi ismini Lewis Carroll’ın “Aynadan İçeri” başlıklı kitabından ödünç alıyor ve izleyiciyi Füsun Onur’un dünyasından kendi dünyamıza davet ediyor. Kendi dünyamız diyorum, çünkü Onur bir yazısında seyirci için şunları dile getirir: “Seyircide anlam çoğalmalı, yaratıcılığa girmeli ki sanatçıyı etkilesin; sanatçıdan seyirciye, seyirciden sanatçıya diyalog kurulabilsin.” Ve şöyle devam eder: “Seyircinin kafasına yerleşmiş, biçimlenmiş bütün geleneksel basmakalıp alışkanlıklardan kurtularak bir yapıta bakmasını istiyorum. Resmi durağandan kurtarmak için zamana yaydım, çünkü çoğu ilgilerimiz değişim, zaman üzerine kurulu. İletişim kurduğumuz alan bunlar.” Sergi için kronolojik yahut tematik demek serginin oluşum sürecindeki emeğe ve Onur’un üretiminin kurduğu eşzamanlı sözlere haksızlık olur. Zira sergiden izleyene geçen, zamanda ve uzamda hep olan ama bu sergide beliriveren şimdilik, Onur’un üretiminin dilidir. Serginin küratörü Emre Baykal, Füsun Onur’un üretimi için; “Hem gerçekliği olan mekânlar yaratıyor hem de düşe geçişi mümkün kılan işler yapıyor” derken ikisinin arasındaki sınır üzerinde çalıştığına dikkat çekiyor. Füsun Onur’un işleri, mekân içinde yeni mekânlar yaratır ve arar. 2008 tarihli “Buradaydı” yerleştirmesinden “Merdiven I” adlı mavi ipli zincir merdiven, olası üst kat/ alt kat varlığını işaretleyerek kurgunun içindeki deneyimi gerçeğe iliştirir. Zaman nereden nereye akmaktadır? Boşluğun içindeki yer neresidir? Füsun Onur, işleri için izleyiciden şeffaf düşler bekler. Şeffaf diyorum zira Onur, tül, ip, kâğıt, naylon, deri vs. gibi ışık geçiren malzemelere sıklıkla başvurur ve izleyen de ister istemez kendini bir düş evreninde bulur. İlk kez Taksim Sanat Galerisi’nde gösterilen 1982 tarihli “Çiçekli Kontrpuan” (sergide gördüğümüz yeniden üretimi) yerleştirmesinde, kendi müziğinizle birlikte uçurtmalarla dolu bir gökyüzünde yahut binlerce derinlikte hissedebilirsiniz. Düş, sanatçının üretim düzleminde eserlerinin dilini, lirizmin dalına assa da; Onur, form, uzam ve zaman ilişkisinde heykelin ve resmin sınırlarını zorlar ve hatta aralarındaki sınırları kırar. Bu alanda attığı cesur adımlar ve ortaya koyduğu direniş, sanatçının 1970’lerde hızlanan sanat kariyeri içinde kendisini Türkiye çağdaş sanatının öncüleri arasında saymamıza olanak vermiştir. Direniş demişken sergiye Ali Kazma’nın, Füsun Onur’un evine ve atölyesine odaklanan “Ev” (2014) adlı yeni işi eşlik ediyor. “Rezistans” adlı video serisinin 16.’sı olan ve sergi kapsamında ayrı bir katta gösterilen bu çalışmasında Ali Kazma, kamerasını Füsun Onur’un 50 yılı aşan sanatsal üretiminin gerçekleştiği mekâna yöneltiyor. Direniş, evle ve sanatla iç içe devam ediyor. “Aynadan İçeri”, sadece birer taslak veya maket olarak kalmış olan kimi yapıtların yeni üretimlerini de içeren bir sergi. “Aynalı Labirent” de bunlardan biri. ARTER’in İstiklal Caddesi’ne bakan giriş kısmında izleyiciyi karşılayan labirent/ mekân, Onur’un 1972 yılında bir yarışma için strafordan yaptığı bir maketten esinlenerek yeniden üretilmiş. Düş derken işte tam da bu iş, söze giriveriyor. Aynalar arasında kendimize rastlayarak, beyaz tavşanın peşinden deliğe giren ve kendini bir dizi maceranın içinde bulan Alice’i hatırlamamak elde değil. Sergi bu üretimle bir anda Lewis Carroll’ın diğer kitabı “Alice Harikalar Diyarında”ya bağlanıveriyor. Aslında Onur’un üretiminde rastladığımız her küçük şey bir anda devleşerek sezgimizin kılavuzluğunda yaşamla örülüyor. Ekmeğin içine saklanan güneş ve elmanın sakladığı bir hayat gibi. Üretimlerinde zaman zaman kendi evine dokunan sanatçının evine bu kez küratör Emre Baykal dokunmuş. Sergi için hazırlanan kitaptaki metin ve atölyeden sergiye taşınan gardırop; sanatçı ve küratör arasındaki bağı hakikatin içinden gösteriyor. 17 Ağustos bu hakiki deneyim için son gün. İstanbul Müzik Festivali’nin bu yılki ‘genç solist’i 11 yaşındaki piyanist Kaan Baysal’dı Geleceğin bir ‘büyük solist’i EGEMEN BERKÖZ Festivalin “genç” solisti sahneye çıktı, salonu selamladı, iskemlesine oturdu, yüksekliğini ayarladı ve şefi beklemeye başladı. Kuşkusuz heyecanlı olmalıydı ama soğukkanlı görünüyordu. Orkestra başladığı anda değişti, müziği yaşıyordu şimdi, yüzüyle ve bedeniyle. Sonra şeften işaret geldi ve elleri de katıldı müziğe, çalmaya başladı. Yavaş, hızlı, yumuşak, coşkulu, müzikle ve orkestrayla uyum içinde. Ellerini izledim bir süre, yüzündeki sürekli değişimi, müziğe koşut. Kendi kendime dedim ki, evet, bu çocuk başka bir şey, geliyorum diyor. İstanbul Müzik Festivali’ni izlemeye dördüncü konserle başlayabildim ama çok iyi bir başlangıç yaptım diye düşünüyorum. Çünkü 7 Haziran Cumartesi akşamı İş Sanat salonundaki “Festival Genç Solistini Sunar” başlıklı konserde dinlediğim genç solist, yalnızca 11 yaşında olan Kaan Baysal geleceğin “büyük” solistleri arasındaki yerini ayırtmıştı, kanımca. Hakan Şensoy’un yönettiği Anadolu Üniversitesi Gençlik Orkestrası eşliğinde Haydn’ın Op. 21 Re Majör Piyano Konçertosu’nu “yaşayarak” çalıp bitirdikten sonra alkışlar sonunda kesilip de araya çıkılırken tüm salon da geleceğin bir “büyük solist”ini dinlediğimiz kanısındaydı. Başta, öğrencisi olduğu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın öğretim üyeleri (öğretmeni Prof. Eser Bilgeman Şakir, Prof. Meral Yapalı, Prof. Ova Sünder…) ve öğrencileri, elbet. Konsere Beethoven’ın “Atina Yıkıntıları” adlı sahne müziğinin uvertürüyle başlayan, ikinci bölümde ise yine Beethoven’ın “Pastoral” adıyla tanınan 6. Senfoni’sini duyumsayarak ve (en azından bana) duyumsatarak seslendiren Anadolu Üniversitesi Gençlik Senfoni Orkestrası’na da ayrı bir yer ayırmak gerek. Bu 9 yıllık çok genç orkestranın tümüyle üniversite konservatuvarının öğretim üyeleri ile lisans ve lise bölümü öğrencilerinden kurulu olduğunu onları izlemeye gelmiş olan konservatuvar müdürü Prof. Bülent Alaner’den öğrendik. Üniversitenin rektörü Prof. Naci Gündoğan ve müdür yardımcısı Doç. Şenol Aydın da konserdeydi ve birlikte gururla izlediler orkestralarını. n Kültür Servisi Şair, Yargıtay Onursal Üyesi, Yazar, Araştırmacı A. Nevzad Odyakmaz tedavi gördüğü Göztepe SSK Hastanesi’nde dün yaşamını yitirdi. Yazarın cenazesi bugün Sahrayı Cedit Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Küçükyalı Mezarlığı’nda toprağa verilecek. “Küllük Anıları” adlı kitabıyla tanınan yazar, kitaplarında Nevzad Sudi adını da kullanıyordu. 1923 yılında dünyaya gelen A. Nevzad Odyakmaz, 1949 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1980 yılında Yargıtay üyeliğine seçilen Odyakmaz, 1982–86 yılları arasında ise Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliği yaptı. A. Nevzad Odyakmaz hayatını kaybetti n Kültür Servisi Documentarist 7. İstanbul Belgesel Günleri, 12 Haziran akşamı ödül töreniyle sona erdi. Bu sene ilk kez verilen FIPRESCI Ödülü, Türkiye yapımı bir filme, Güliz Sağlam’ın “Tepecik Hayal Okulu” adlı belgeseline değer görüldü. Bu yılki Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü’nü ise Reyan Tuvi’nin yönettiği “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek...” filmi kazandı. Johan vander Keuken Yeni Yetenek Ödülü jürisi, Almanya’da yaşayan Tuna Kaptan ve Felicitas Sonvilla’nın yönettiği “Sınırdakiler” (Two at the Border) adlı kısa belgeselini de Jüri Özel Ödülü’ne değer buldu. FIPRESCI Ödülü ‘Tepecik Hayal Okulu’nun Ai Weiwei’den dijital sanata destek Kültür Servisi Çinli muhalif sanatçı Ai Weiwei, dijital sanata ayrılacak bir internet sitesinin oluşturulmasına destek verdi. “The Space” (Uzam) adı verilen 8.6 milyon sterlinlik proje, dünyanın dört bir yanındaki izleyiciler için yeni sanat yapıtları sipariş edecek ve sergileyecek. Ai, internet sitesinin, bu hafta sonu Londra’daki Tate Modern’de gerçekleştirilecek 24 saatlik açılış etkinliğinde, 2008’de Çin’in Siçuan bölgesinde meydana gelen depremde yaşamını yitiren 5196 öğrencinin adlarına yer verdi. Sanatçı, bu adların, “anlamlı bir dijital sanat yapıtı”nın yaratılması için kullanılacağını umduğunu söyledi. Çinli sanatçı, Pekin’deki atölyesinden gönderdiği video mesajında, “Bu proje, sanatçılar ve benim konumumdaki biri için yeni bir olanak ve zemin sağlıyor” dedi. İngiltere’deki Sanat Konseyi ve BBC tarafından ortaklaşa oluşturulan “The Space” adlı internet sitesi her yıl 50 kadar yeni sanat siparişi verecek.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear