23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
20 EYLÜL 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 İktidarın birçok eylemi gibi, sayısız söylemi de “yok deve(!)” dedirtecek türden. Besmeleyi uçakların gölgesinde deve kestikleri gün çekmişlerdi. Seçtikleri kurban, aslında millete, hamuduyla götürüleceğinin ilk açık sinyaliydi. Bu deve söylemi ve hamut eylemi, üstelik de adap ve edep teranesiyle, en üst düzeyde 11 yıldır devam ediyor. “Kına stokları tükendi” diyen bakanın bilinçaltını kazıyın. AKP’li belediyeden ucuza aldığı tarihi 2 evin, Ankara Kale İçi’ndeki “Kınacılar Konağı” ile aynı tarihte yapıldığı ortaya çıkar... Aynı sayın bakanın 2. el aracı Karadeniz’de AKP’li bir belediyeye sattığı dosyalarda duruyor. Bir başka bakanın, “Bizim olaylarda ölen gençler, ‘devede kulak’!” demesi münasebetsizliklerin üstüne dikilen deve tüyüydü. Gerçi bizzat bu sayın bakanın kendisi için de bir zamanlar “devede kulak” diyenler... Hendek bile atlamadan bugünkü makamına nasıl geldiğini sorgulayanlar da var. Ama konumuz bu değil. HHH Bu iktidar için “deve gerçeği” çok derin: Atalarımız “Bir tutam ot düşürülebilen bir helikopteri F16 filolarıyla düşürmek çalı ardına gizlenmekten beterdir. “Deve gerçeği” sürüp gidecek. HHH Başbakan, “Yol değil, orman!” diyen ODTÜ’lülere “Gidin ormanda yaşayın!” dedi. Artık Ali Sirmen dahil, “Yok devenin başı!” diye yazan olmadı... Bunu da “İş istiyoruz” diyen gençlere, “Gidin fabrikalarda yaşayın!” diyeceği güne saklıyoruz herhalde. İktidarın eylemi de söylemi de devenin endamı gibi... Düzeltmek yerine seyretmek ve seçimde çökmesi için hazırlanmak en doğrusu. Son örnek açılması ertelenip duran “demokrasi paketi”. Askeri birliklerin eğlence çadırlarında, mahcup dansözleri yüreklendirmek için, “Aç... Aç... Aç...” tezahüratı yapılır. Ama bir türlü açılmaz... Açıldığında da altından en renklisi ve en dantelalısından peş peşe beş kat çamaşırları çıkar durur. Bizimkinin altından da dün, “Seçim sandıkları hangi renk olsun” anketi çıktı. “Yok devenin başı!” yetmez... Sıra artık... Yok devenin külotunda! Dolar mı, Nazlı Borsa mı? Piyasamız nazlıdır. Sermayemiz hele de borsamız hepsinden nazlıdır. Gürültü patırtıya hiç tahammülü yoktur. Tencere tava sesinden... Muhalefetin hırıltısından... Öğrencinin açtığı pankarttan etkilenir. Kapı gıcırtısına bile dayanamaz. Oynaklıkta dansöz kızımız Nez’e parmak ısırtır. Kaypaklıkta Aziz Nesin’in Zübük’ünü kıskandırır... Şişşt! Ne oldu? Sana kaç kez söyledim, borsa ürker diye... Ama onu ürkütecek bir şey olmadı ki! Olsun bir şey olmasa da o ürker!.. Ama... Aması maması yok! Dedim ya borsa duyarlı diye... Duyacak ne oldu ki? Duyarlı dedim sersem, duyarlı... Duyarlı olacak ne oldu ki? Daha ne olsun? Borsanın en hassas olduğu şey tartışmadır! Ama tartışmıyoruz ki, konuşuyoruz! Konuşma! Fakat... Başlarım fakatından... Ağzını bozuyorsun... Asıl sen borsanın, piyasanın dengesini bozuyorsun. Ama borsa iyi. Yükseliyor. Daha da yükselecekmiş. Olsun. Dolar düşüyor. Bunda muhalefetin, öğrencinin bir kabahati yok ki. Olmaz olur mu? Nasıl? Gezi hadiseleri, ODTÜ protestosu olmasaydı, belki dolar da düşmezdi. Sus! Sus artık!.. ...... GÖRÜŞ SÖNMEZ TARGAN Deve Gerçeği ile Külotu... deveye hendek atlatır!” diyor. İktidar bu “gerçek”ten her seçim yararlanıyor. Bir çuval kömürle, iki torba fasulye mercimekle oy topluyor. Bir başka atasözümüz... “Çıngıraklı deve kaybolmaz!” diyor. Birçok iktidar yetkilisi, her fırsatta zıpçıktı laflar ederek, “Twitter”ı “çıngırak” olarak kullanıyor. Başbakan’ın demeçlerinin tozu dumanı ortasında kaybolmadan varolmanın başka yolu yok. Başkent Belediye Başkanımız, tweetçilikte Başbakan’ı ve Cumhurbaşkanı’nı bile sollamak peşinde. Bir atasözümüz de şu: “Deve boynuz ararken, kulaktan olabilir!” diyor. İktidarın Ortadoğu’da Türkülerimiz ‘Su’ Gibi Aksın Türkülerimiz, ezgilerimiz özellikle Anadolu halk felsefesinin, AleviBektaşi geleneğinin sazla, sözle ete kemiğe bürünmesidir. Yeri gelir ağıttır, yeri gelir sevinçtir, yeri gelir övgüdür, yeri gelir yergidir. Aşktır, özlemdir, öfkedir, başkaldırıdır, barıştır!.. Zaman olur dağ başlarında gürleyen filinta, zaman olur dağ sırtlarından ılgıt ılgıt esen sabah yelidir. Buralardan esinlenir, obalarda beslenir, ovalarda gezinir. Kırsal yaşamın en temel sanat ve kültür öğesi olmasının kökeninde, kaynağını işte bu doğa ve canlı yaşamdan alması yatmaktadır. Benim de katıldığım kimi yorumcuların değerlendirmeleri baz alınırsa türkülerimiz, feodal üretim ilişkilerinin sanat ve kültür ürünleri olarak günümüze değin ulaşmış toplumsal kalıtlardır. Ve bugün de tüm canlılığı ve duygusal coşkusuyla müzik evrenimizi renklendirmekte türkülerimiz başta gelmektedir. İşte bugün ölümünün 28. yılında çeşitli etkinliklerle anacağımız büyük saz ve söz ustası Ruhi Su, türküler geleneğimize kendine özgü yorumuyla çağcıl ve devrimci içerik kazandırmasıyla tanınır. Bas bariton sesinde türküler adeta verili düzene karşı başkaldıran bir çığlığa dönüşür. Başka bir anlatımla, geçmişte Anadolu halkının zulme, yobazlığa ve sömürüye karşı yürüttüğü özgürlük savaşımlarında semahlarla, nefeslerle seslendirdiği serzenişler Ruhi Su’da günün yeni koşullarına göre yeniden yaşam bulur. Gelin bunu seslendirdiği türkülerle bir kez daha somutlayalım. Örneğin söz ve müziği kendinin olan şu dizeler sanatçının dünya görüşünü ve yaşam felsefesini özetleyen tipik örneklerden biridir: “Benim Kâbem insandır/ hele nenni nenni dost nenni/ Kuran da kurtaran da/ Hele nenni nenni dost nenni/ insanoğlu insandır...” E... Büyük Usta, sen de Nâzım Hikmet gibi sanatla siyaseti birleştirip titiz bir sanatçı duyarlılığı içinde halkın hizmetine sunarsan bu ülkede seni rahat ve özgür bırakırlar mı?.. Üstelik bir de 1915’te Doğu’da yaşanan Ermeni tehçirinin Van’da öksüz ve yetim bıraktığı bir çocukluğu yaşamışsan... Ruhi Su’nun etnik kökeni nedeniyle geçirdiği acılı ve çileli yaşamını anlatacak değilim. Bunu anlamak için Zincirlikuyu’daki cam bir sütundan oluşan ve her yıl kurşunlanan anıtmezarındaki kurşun yaralarına bakmak yeterlidir sanırım. Ama Ruhi Su’ya gerçek kimliğini kazandıran siyasal dünya görüşüne biraz değinmem gerekir diye düşünüyorum. Ruhi Su 1940’lı yıllarda, sonradan eşi olacak Sıdıka Su ile birlikte Türkiye Komünist Partisi saflarında siyasete atılmıştır. Halkının özgürlüğü, ülkesinin bağımsızlığı, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya kurulması özlemiyle sazıyla sözüyle bu evrensel kavgaya destek vermiştir. Nitekim 195152 komünist tutuklamaları kapsamında Ruhi Su ve Sıdıka Su da tutuklanıp cezaevine konacaktır. Beş yıl süren bir hapis yaşamından sonra aydınlığa kavuşsalar bile çileli yaşam son bulmayacaktı. Çünkü düzenin kendilerine biçtiği ceza henüz bitmeyecek, Ruhi Su’nun sanat yaşamına konan örtülü yasaklar daha uzun bir süre sürecektir. 1960 Askersel Devriminden sonra, diğer kimi hak ve özgürlüklerin kazanılması kapsamında Ruhi Su da sanatsal yaşamına kavuşarak bu alanda halkına ürettiği sayısız yapıtlarla hizmet vermeyi sürdürecektir. Ruhi Su’nun sanatının doruğuna ulaştığı ve ününün evrensel bir boyut kazandığı yıllar 60’lı yıllardır. Özellikle biz 68 devrimci gençlik kuşağı alanlarda, salonlarda onun gür sesiyle coşar, büyüleyici bu sesle moral bulurduk. Ruhi Su’nun sanat geleneğini sürdürmek için daha onun sağlığında kurulan “Ruhi Su Dostlar Korosu”na bugün büyük görev düşüyor. Kabul etmek ve günün bir gerçeği olarak görmek gerekirse günümüz gençliği Ruhi Su ekolünü pek tanımıyor. Bu nedenle özellikle eski yeni tüm koro elemanları bir araya gelerek, türkülerimize “Su” akıtmayı sürdürmelidirler. Ruhi Su’yu anmaktan da öte yaşatmak ancak böyle olasıdır. özellikle de Suriye ile giriştiği tehlikeli maceranın sonu kulaktan ibaret kalsa şanslı sayılacağız. Bir deve gerçeği de şöyle: “Deve, Kâbe’ye gitmekle hacı olmaz!” Sayısız Washington ziyaretlerinin ve son Saint Petersburg zirvesinin özeti. Bir tane daha: “Deveye bindikten sonra çalı ardına gizlenilmez!” Suriye macerası ile deveye binmekti... Kalaşnikof ile KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Hasta mı Bu Adam? Ülkemizi, artık iyice bataklığın dibine doğru çeken “sorunlar”ın hangi birine değinmeli; öncelik hangisinde diye duraklayınca “bu adam” anında karşınızda beliriveriyor. “Yıkın!” dedi mi “yıkılır”; “Kırın!” dedi mi “kırılır”, “Gazlayın!” dediyse “gazlanır”; “Yazmasın!” dediğinde “nokta konur”; “Üç çocuk!” derse kadınlar “üçüz” doğurur. “Benim ordum olsun!” demişse, ötekine “Balyoz” indirilir! “Kelle” dediğinde de “şehitler” sayıya dökülür... “Şehitler” için yaptığı bu “iç burkan” adlandırmaya karşı oluşan “tepki”lerle “vicdan”ı sızlar da kendine gelir diye düşünmek boşuna; bir “vicdan”ın sızlaması için önce “var” olması gerekmez mi? “Dinimiz...” söylemine girdiğinde “kökten dinci” bir “tarikat lideri”nin sürünürcesine ayaklarının dibine oturmayı, açıkçası “kul”a “kulluk” etmeyi yüceltir; “Laiklik” ile “İslam” bir arada olamaz(!) diye buyurduğunda toplum “bölünür”; “laikler”, “inançlılar” diye... “Bu davanın ‘savcı’sıyım!” demişse “savcı”dır; hem de “başsavcı”... “Soruşturulmalı!” derse, önünde yaka paça soruşturur “savcı”lar... “Gereği yapılsın!” dediğindeyse, “iki” ya da “üç” kez “ömür boyu” verilir; “Mahkemeler bağımsızdır!” dediyse, “yargıç”lar oradan oraya sürülür... “Bana karşı çıkanlar susturulsun!” diye buyurduğunda da “Özel Yetkili Mahkemeler” kurulur; özel “savcı”larla, “yargıç”larla, “delil” üreten “emniyet”le birlikte “yargı” inanılmaz boyutta “maskara”laştırılır... “Park!” diye seslenmişse, “parklar” gezenleriyle birlikte “tozduman” edilir. “Köprü!” diye dolanıyorsa ulaşıma “çözüm” getirmese de, hele yakınına uzağına “rant” sağlıyorsa “yüz binler”le ağacın kesilip bir “orman”ın vahşice “yok” edilmesi yola konur. “HES”ler demişse inanılmaz bir “doğa” acımasızlığı başlar. “Demokrasi!” çığlığını atıyorsa; “seçim” sandıkları dizilir, “valiler” anında “kömür”, makarna, yağ vö’leri “dağıtır”, ardından “faşizm”e geçilir... “Eğitim” diyorsa, “4+4+4” denkleminin “çözümsüz”lüğüyle okullar “imam hatip”leştirilir. “Benim vatandaşlarım” diyerek haykırdığında, “öteki”ler için “TOMA”lar hazırlanır. “Gençlerim!” dediğindeyse, ülkede “bir genç ölür!”... “Benim polisim!” diye “keyif”lendiğinde, “genç”ler “o” polislerce ölesiye tekmelenir; “Destan yazdılar!” derse “genç”ler bu “destancı”lar tarafından “kurşun”lanır... “Benim siyasetim!” diyorsa; “ABD”ce “tepe tepe kullanılmak” da siyasette yer alır.. “Benim stratejik dostum!”, “teslimiyet”iyle, “Atlantik” ötesine seslendiğinde; “ABD”nin yanıtı, “2. Sevr Haritası”nı dünyaya ilan etmek olur... “Sevr”i parçalayıp “geçersiz” kılan “Atatürk”ün de resminin olduğu bayraklar için, “Uygun değil!” fermanını verdiğinde; böyle bayraklı evlerin pencereleri “taş”lanır. “Ulusal Bayramlar”ın, “Cumhuriyet”imizin kuruluşunun kutlanmasını “yasak”lar; terör örgütü “PKK”, kuruluşunun (ilk toplu katliamının) yıldönümünü günlerce kutlar... “Terör durdurulacak!” dediğinde, “terörist başı”yla karşılıklı tam bir “yârenlik” başlatılır; “Açılım, açılım!” diye tutturduğunda da, “bölünme, parçalanma” yoldadır; dahası terör örgütü “açılım”ı “koalisyon” olarak algılar; “terörist başı” artık “baş müzakereci”dir; “ilerisi”de gelecektir... “BOP’un eşbaşkanıyım!” sevinciyle “uçtu”ğunda, “Ortadoğu Cehennemi” için “maşa” gibi kullanılacaktır! “Savaş” çığırtkanlığına kalkışır, “dımdızlak” ortada kalır; “Şam”a girip(!) ünlü “Emevi Camisi”nde “namaz” kılmak isteğiyle yanar tutuşur; “Müslüman Kardeşler”i bile bu “ateş”iyle baş başa bırakır onu... “Kışkırtma”sıyla “sığınmacı” durumuna düşen “yüz bin”lerce ‘Suriyeli’yi tepesine çıkartır; bu “sığınmacı”lar yerel halkın “düğün”lerini basar, “Hatay”da “yaşam”ı altüst ederler... “Hatay”dan “göç” başlar... “Ortadoğu”nun “lider”i(!) olma “tutku”sunu, “Suriye”nin “helikopter”ini düşürtüp diriltmeye çalışır “sınır ihlali” diyerek; oysa “silah”landırdığı “terörist sığınmacı”lar sınırımızı “delik deşik” etmektedirler... Güneydoğu’da “sınır” mı kaldı ki? Burada keselim diyorum; çünkü “bitecek” gibi değil; yalnız “şuna” da değinerek: “Bu adam”ın kendisinin isteğiyle“kullanıcı”sı olan “ABD”nin tam bir “savaş çığırtkanı” “insanlık”tan uzak eski Dışişleri Bakanı “Kissinger”in, “mukallid”i olmaya çalışan, ayrıca çocukların “uzay oyunları”na düşkün dolaysiyle “evreni ayağa kaldırma” oyununa “kod”lanmış, çocuklar gibi “şen” Hariciye Nazırı bir “yönlendirici”si var... Son soru; “bu adam” mı “hasta”, yoksa toplumun yüzde “ellisi” mi? Ne dersiniz? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1/ Şiddetli ka 1 rın ağrısı. 2/ 2 Küçük çocukları korkut 3 mak için uy 4 durulmuş ha5 yali yaratık... Yer çatlağı. 3/ 6 Bir işi zama 7 nında yapma8 ma, ihmal etme... Bir no 9 ta. 4/ Osman1 2 3 4 5 6 7 8 9 lılarda resmi ya da özel törenlere veri 1 A Y I B O Ğ A N len ad... Giysi kesi 2 R A S A T T A Ş mi. 5/ Bir nota... Bir 3 O D B U N A R I ya da daha çok ar 4 G A B A R İ E K tı ya da eksi elekt 5 A U Y U Ş U K rik yüklü atomların C EM ortak adı. 6/ Spor 6 N İ Z A M P A N F A U tif ya da kültürel bir 7 etkinliğin giderle 8 D E Ğ İ N İ S İ rinin tümünü ya da 9 A K I Ü L F E T bir bölümünü ödemeyi üstlenen kişi ya da kuruluş. 7/ Gözleri görmeyen... Büyük Okyanus’ta küçük bir ada ülkesi. 8/ Artvin’in Gürcistan sınırı yakınında bir yayla... Dudak boyası. 9/ Hasan Sabbah’ın İran’daki ünlü kalesi... Japon lirik dramı. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Sara hastalığına verilen bir başka ad. 2/ İşçi... İnce ve uzun metal çubuk. 3/ Bağ budamaya ya da ağaç kesmeye yarayan bir tür eğri bıçak... Müjdeli haber. 4/ “Ey benim dev memesinde cüceler emziren memleketim” (B.R. Eyüboğlu)... İlaç. 5/ Mürekkebi kurutmakta kullanılan çok ince kum... Heykel. 6/ Ortodokslarda tahta pano üzerine yapılmış her türlü dinsel resme verilen ad. 7/ Bağışlama... Öğe, ilke. 8/ Yiğit, kahraman... Önemli bir görevlinin çalıştığı yer. 9/ İnce dantel... Liköre benzer bir içki. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear