02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 ARALIK 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Merhaba İstanbul Üniversitesi ERDENER YURTCAN S aatli Maarif Takvimi’nin 22 Aralık 2013 tarihli yaprağını kopardım. Her zaman yaptığım gibi, arkasını okudum. Şu satırlar beni heyecanlandırdı. Bu yazıyı yazdım. “Bugün İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşunun 560’ıncı, Darülfünun’un üniversiteye dönüşmesinin 80’inci yıldönümüdür.” Bizim üniversitenin Beyazıt’taki o görkemli kapısından geçerken başınızı kaldırıp baktığınızda, 1453’ü okursunuz. İşte bu tarih üniversitemizin kuruluş tarihidir. O güzel ismiyle Darülfünun’dur, yani bilimler kapısı. Demek ki orada bilim öğrenilir ve öğretilir. Ne güzel. Tarihler 1933’ü gösterdiğinde, demek ki 80 yıl önce, orası İstanbul Üniversitesi ol muş. Türk üniversitelerinin amiral gemisi. O yıldan bugüne oradan kimler gelip kimler geçmiştir, gerek öğretici gerek öğrenci olarak. Bugün bir gerçek vardır ki asla inkâr edilemez. Her İstanbul Üniversiteli o yuvanın bir ferdi olmuş olmakla gururludur, kıvançlıdır. Almanya Hitler mezalimini yaşarken, oradan ulu önderimizin ön ayak olması ile kalkıp Türkiye’ye gelen Alman hocaların katkısı unutulabilir mi? Elbette unutulamaz. Schwarz, Neumark, Hirsch ve daha niceleri bilime Avrupa penceresini açmışlar, meslektaşlarının onların açtıkları yoldan yürümelerini sağlamışlardır. Onlar ne yüce insanlardır ki, kendilerine kucak açan bir ülkenin dilini kısa sürede öğrenmişler, dersleri Türkçe vermişler, kitaplar yazmışlar, yasa taslakları hazırlamışlardır. O günlerden bu günlere geldiğimizde, içi miz buruk, mutlu değiliz. Nasıl olalım ki? Üniversite özerkliğinin yerinde yeller esiyor. Üniversitelerin kendi kendilerini yönetmeleri, kararlarını kendilerinin almaları çok gerilerde kaldı. Kendi rektörünü ve dekanlarını özgür iradeleri ile seçemeyen bir yerin adı özerk üniversite olabilir mi? Olamaz elbet. Aday belirleme seçimleri de ne demek oluyor? Sonuçta atanan rektörler ve dekanlar meslektaşları tarafından seçilmiş sayılabilirler mi? Hiç de değil. Devlet üniversiteleri ile vakıf üniversitelerinin arasındaki “çekişmeye” ne demeli? Bu işin temelinde ilk günden başlayan yanlış düşünceler, yapılanmalar ve sonuçlar var. Bu inkâr edilemez. Bu ülke bu kadar çok üniversiteyi kaldıracak bir ülke midir, eldeki kadroları düşündüğünüzde? Hocaların sayısı belli iken, bu kadar çok üniversite hesapsız ve kitapsız açılınca, ders leri kimler vermek zorunda kalıyorlar ki? Herkes çevresindeki üniversiteleri bir süzgeçten geçirsin, gerçek yalın olarak ortaya dökülür. Fazla söze gerek yoktur. Güzel üniversitemden emekli olmuş bir hoca olarak kendimi şanslı sayıyorum. Özerk bir üniversitede önce öğrenci, sonra öğretici olduğum için. Geçmişte hocalarımız elbette bize “çektirdiler” ama bizim iyiliğimiz için. Biz onlara hiç gücenmedik, darılmadık, kırılmadık. Onları hep şükranla andık ve anmaya devam edeceğiz. İsimlerini saymıyorum, hafızam beni yanıltır da isimleri sıralarken unuturum diye. Bu dünyadan göçüp gidenler ışıklar içinde uyuyun. Saçlarına aklar düşmüş olanlara hayatlarını sağlık ve mutluluk içinde sürdürmelerini diliyorum. Tüm İstanbul Üniversiteliler adına hepinizin ellerinden öpüyorum. Yolsuzluk Sadece Ahlaksızlık Değildir Yolsuzluk ve rüşvet sadece bir ahlak sorunu değildir... Ekonomik açıdan da çok kötü sonuçlar doğurur! HHH Başbakan Erdoğan, “Yolsuzlukların olduğu bir ülkede siz milli geliri 3 kat artırabilir misiniz” demiş! HHH Değerli iktisatçı ve yazar Ege Cansen, 8 Haziran 2013 tarihli yazısında dört “efsaneden” söz ediyordu: “Birinci efsane: Kişi başına milli gelir üç kat artmıştır. Yanlış. Doğrusu, kişi başına milli gelir 10 yılda yüzde 45 artmıştır. Üç kat artmış hesabı cari dolar fiyatıyla yapılan bir tercüme hatasıdır. Her ülkenin milli geliri ve büyümesi ulusal para ile hesaplanır. Ulusal para biriminin dolar karşısında değerlenmesi veya değer kaybetmesi büyüme oranını değiştirmez.” Cansen, 21 Aralık’taki yazısında da yolsuzlukla milli gelir artışı arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyordu: “Yolsuzluk (corruption) ‘devlet ve hükümet gücünün, devlet yetkilileri tarafından, doğrudan veya dolaylı olarak, kişisel gelir ve servet temininde’ kullanılmasıdır. Bunun iktisattaki karşılığı ‘ilişki rantı’dır. Rant, milli geliri arttırmayan, şahsi gelir artışıdır. Rantlar, katma değer yaratarak değil, yaratılmış katma değerleri, kişisel hesaplara transfer ederek zenginleşme yaratır. Rantlar, makro ekonomiye (milli gelir ve istihdama) zarar verir. Bu zarar, ulusal kaynakların, ülke için en verimli alanlara değil, kişilere en yüksek rant yaratan sahalara tahsis edilmesi şekilde ortaya çıkar.” Sanıyorum Başbakan Erdoğan, yolsuzlukla milli gelir arasındaki bu olumsuz ilişkiye dayanarak yukardaki sözleri söylemiş. Ama milli gelirin üç kat artmış olması iddiasına ek olarak burada önemli bir yanlış daha var. Yolsuzlukların, milli gelir artışını durdurması için: O ülkedeki bütün katma değer yaratan yatırımları önleyecek boyutta olması, ki bu olanaklı değildir... Ve o sırada milli geliri arttıracak başka hiçbir ekonomik etkinliğin de yapılmamış olması gerekir ki bu da olanaklı değildir. Sonuç olarak, milli gelirin, Başbakan’ın dediği oranda değilse de ortalama hızında artıyor olması, ülkede yolsuzluk olmadığını göstermez! Üstelik, işin ahlaki yönüne ek olarak: Yolsuzluk ve rüşvet, hem ekonomik büyümeyi yavaşlatır... Hem de zaten bozuk olan gelir dağılımını daha çok bozar; yoksulu daha da yoksullaştırır!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear