29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK 2013 PAZARTESİ 6 PAZARTESİ SÖYLEŞİLERİ Bölgesel eşitsizlikler ÖZLEM YÜZAK Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu, yani kısa adıyla Türkonfed geçen yıl “Orta Gelir Tuzağı’ndan Çıkış: Hangi Türkiye?” başlıklı bir rapor hazırlamıştı. Şimdi raporun ikinci ayağı ile karşımızda. Yaşar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı ve gazetemiz yazarı Prof. Dr. Erinç Yeldan ve ekibi tarafından hazırlanan rapor, “Bölgesel Kalkınma ve İkili Tuzaktan Çıkış Stratejileri”ni konu alıyor bu kez. Topun hayli ağzında olan bir kuruluş Türkonfed, özellikle Gezi olaylarındaki çıkışından beri. 5 Haziran’da Türkonfed tarafından düzenlenen bölgesel kalkınma konulu bir toplantıya katılan Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hem TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz’ın hem de Türkonfed Başkanı Süleyman Onatça’nın Gezi Parkı ile ilgili yaptıkları açıklamalar üzerine salonu terk etmişti. Onatça ile bir araya geldik. Hem raporu hem de Türkiye’deki mevcut durumu konuştuk. “Sadece orta gelir tuzağı yok, orta gelir demokrasi tuzağı da var. Kalkınmanın önünde derin eğitim sorunu var, sosyal sorunlar var, hukuk var, hepsi var” diyor Onatça ve ekliyor: “Raporda 3 farklı Türkiye olduğu gerçeği ortaya çıkıyor; bölgesel eşitsizlikleri azaltamadığımız sürece kalkınmamız mümkün değil. Bizim bir sivil toplum kuruluşu olarak görevimiz ise mevcut durumu ortaya koymak, önerilerimizi sıralamak ve bunu tartışmaya açmak.” aşağı çekiyor Üç İstanbul daha olsa... l Türkonfed, bünyesindeki 19 federasyon altında toplanan, aralarında TÜSİAD’ın da bulunduğu 136 dernek ve 208 milyar dolarlık iş hacmiyle, 1 milyonu aşkın kişiye istihdam sağlayan, 65 milyar dolar ihracat yapan, 11 bini aşkın üyesi olan bir kuruluş. Geçen yıldan beri Türkonfed’in başkanlığını üstlenen Süleyman Onatça, Adanalı bir işadamı. Boya ticareti ile iş yaşamına atılan Onatça, sektöründe 2000 yılında üstlendiği Toyota bayiliğiyle Onatça Motorlu Araçlar Ticaret AŞ’yi kurarak otomotiv sektörüne adım attı. Çevreci kimliği ile tanınan Onatça, halen Onatça Grup Yönetim Başkanlığı’nı sürdürüyor. Önerileriniz ne? Raporda öne çıkan öneriler, özellikle yoksul Türkiye’de öncelikle iş gücünün eğitimini, ulaşım ve iletişim kanallarının tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde etkinleşmesini ve dolayısıyla ekonomik ve sosyal dışlanmışlığın önüne geçmesini kurgular nitelikte. Sonuçta biz; Türkiye için 3 İstanbul daha lazım diyoruz. Biri güneyinde, biri kuzeyinde, biri de doğusunda olmak üzere... Çünkü bakıyoruz; bir İstanbul’un gelişimi etrafındaki 14 ili etkilemiş: Gebze, Sakarya, Çorlu... İstanbul’un benzerlerini 3 bölgeye daha kurarsanız Türkiye’yi 4 ayak üzerine oturtmuş olacaksınız. İstanbul zaten sorunlar içinde boğuşan bir kent, bu haliyle dört İstanbul mu düşlüyorsunuz? Türkiye’de İstanbul gibi 3 büyük kentin daha olması İstanbul’u rahatlatacaktır, göçü dizginleyecektir. Herkes İstanbul’a koşuyor, bunun da önüne geçilecektir. Rahatlatmak için aynı zamanda.. Ancak şunu unutmamalıyız. Diğer oluşacak metropollerin altyapılarını sağlamlaştırmalıyız. Büyümeye, genişlemeye hazır hale getirmeliyiz. Etrafındaki kentler bu metropollerle birlikte kalkınacaktır. Nasıl olacak diğer 3 büyük metropol ve nasıl bir kalkınma modeli öneriyorsunuz? Bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azalması için Türkiye’nin çeşitli adımlar atması lazım. Örneğin devletin verdiği teşvikler. Teşvikler, bugüne kadar iyi niyetli oldu ama yeterli değil, bu teşvikle orta gelir tuzağından çıkılmaz. Bizim kent ölçeğinde mikro kalkınma modellerine ihtiyacımız var. Eğitimin yetersizliği büyümenin önündeki en büyük engel. Yeni üniversite ve yeni meslek yüksekokulları kurulmalı ama altyapısı sağlam ve güçlü okullar olmazsa bir işe yaramaz. Biz yoksul illere böyle olması şartıyla üniversite kurulmasını öneriyoruz. Neden? Çünkü bir üniversite öğrencisi aylık ortalama 450 lira harcama yapıyor. Ailesi ulaşım harcama vs. bunları da eklerseniz, 3540 bin nüfuslu yoksul bir kentte bunun bıraktığı gelir ciddi bir rakam olur. Hem o kentin geliri artar, hem eğitim seviyesi yükselir. Hâlâ İstanbul’a üniversiteler açılıyor. Artık bu dondurulmalı ve başka yerlerde üniversite açılması teşvik edilmeli... Bir diğer sorun merkezi planlama... Merkezi planlama kentlerin ve bölgelerin rekabet üstünlüklerinin ve büyümelerinin önünde engel. Ankara’dan diktiğiniz elbise artık her şehre uymuyor. Kalkınma ajanslarının yapısı uygun değil. Yukarıdan emir almadan iş yapamıyorlar. Yerel dinamikler karar vermeli o bölgede neler yapılması gerektiğine. Kalkınma kurulları oluşturuldu, ama yetkileri yok. Sadece tavsiye niteliğinde karar alabiliyorlar. Böyle olunca 100 kişilik bu kurullar içi boş toplantılara dönüşüyor. Kalkınma ajanslarının yapısı değişmeli, ayrıca biz bölgesel eşitsizliğin azatılması ve yatırımların finansmanı için bölge kalkınma bankaları kurulması gerektiğini düşünüyoruz Türkonfed olarak. Almanya’da başarılı örnekleri var bu modelin. Bölge kalkınma bankaları nasıl olmalı? Bunlar mevduat almayan ve yurtdışından finansal kaynak yaratan bankalar. O kentin gelişmesi için yapılacak yatırımlara çok düşük faizle kredi veriyor. Biliyorsunuz KOBİ’lerin en büyük sıkıntısı finansmana erişim. Bu modelle hem de yatırımın yerelden yapılması sağlanmış oluyor. Bunun da dünyada çok iyi uygulanan örnekleri var. İncelenmeli. Evet, Cemaat İzleniyormuş Hürriyet’in “Bavulcu’nun dönüşü” manşet haberiyle duyurduğu Mehmet Baransu’nun “ilk bavulu” ne kadar sahtekârlıklarla, uydurulmuş senaryolarla doluysa “ikinci bavulu” da o kadar gerçek belgeler içeriyor. “Balyoz darbe planı” CD’lere yazılmış kötü bir senaryoydu. Baştan aşağı rezil, aptalların kotardığı, içinde bin bir sahtelikler olduğu gösterilmiş (2000 adet!) ve altında tek bir imzanın da bulunmadığı, amacı tamamen ordunun defterini dürmek ve çoğu denizci 365 seçkin subayın ordudan atılmasına yönelik ve tek bir ıslak imzanın da bulunmadığı bir kâğıt yığını... Yani aslında bir hukuki değer taşımayan, bir hukukiliği de asla kanıtlanamamış, Yargıtay kararını bile ciddi hukukçuların kıyasıya eleştirip çöpe attığı yok değerinde bir sahtekârlıklar manzumesi... Önemli olan “Balyoz” senaryosunun gerçek olması değildi... Kurulan ve yargıçları seçilmiş mahkemenin eline böyle bir uyduruk dosya tutuşturmak ve ne pahasına olsun olsun bir mahkumiyet kararı verdirmekti... Mehmet Baransu, bu CD’lerdeki dosyaları kâğıda basmış, bir bavula doldurup savcılığa götürmüştü. Adı da bu nedenle “bavulcu”ya çıktı. Bavul olayı “belgelere bak belgelere...” dedirtecek bir kamuoyu reklam oyunuydu. Yoksa 1 cm. kalınlığındaki CD’leri savcılığa götürmesi o etkiyi yapmayacaktı! Baransu, sahte planın hep savunucusu oldu... Planın kotarılmasında (yazım işinde!) bir katkısı var mıydı, yok muydu, sadece taşıyıcı mıydı bilemem. Bu ileride ortaya çıkacak. Birkaç kez yazdım: Gazeteciler Cemiyeti, Balyoz’u yayımladığı için Baransu’ya Gazetecilik ödülü vermişti. Bunu iptal edin, bu zırvalığa alet olmayın, dedim. Ama henüz susuyorlar! Yahu, atlet dopingli ise madalyasını iki yıl sonra bile geri alırlar, bu ahlaki tavrı gösterin artık! Belki Baransu, en azından “kandırıldım” diyerek madalyasını Cemiyet’e iade eder.. O günlere doğru gidiyoruz, hissediyorum! HHH Baransu’nun, 2004 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan ve cemaatin izlenmesini, mali kaynaklarının araştırılmasını öneren kararını açıkladığı belge ise altında Gül ve Erdoğan dahil, MGK’ye katılan üyelerin ıslak imzalarını içeren gerçek bir belge... Hepsi kabul etmiş ve paşa paşa imzalamış. Tek karşı ses de çıkmamış! Bravo! Tartışmalar, açıklamalar gırla... Yok, iktidar 2004 yılında henüz güçlü değilmiş... bu nedenle köprüyü geçinceye kadar “ayıya dayı” demek zorunda kalmışmış... O günkü şartlar bunu gerektiriyormuş... Zaten bu karar uygulamaya konmamışmış... Bir dizi hikâye... Baransu ikinci bir belgeyle küt diye kesti bu hikâyeyi: Milli Eğitim Bakanlığı (Ömer Dinçer) cemaatin dershanelerini ve okullarını “fişlemeye” başlamış meğer... Güldüm, iki yıl önce her ikisinin ayrı siyasi gövdeler olduğunu ve çatışmanın süreceğini yazdığımda, cemaat ile AKP etle tırnak gibidir, biribirini yemezler, onlar yeminli Müslümanlardır, iyi poliskötü polis oyunu falan filan... diyenler vardı... AKP’nin, iktidar olarak, Gülen cemaatini ve yayılışını gözlemek ve denetim altında tutmak istemesi, bütüncül yönetim anlayışı gereğince normaldir! İşbirliği yapıyor, ama bir yandan da kendisi için tehdit derecesini izliyor! Tehdit derecesi, adım adım yükselmiş ki, 7 Şubat 2012’de MİT üzerinden iktidara yönelen darbe operasyonu, en yüksek düzeyde alarmları çaldırmış... Baransu neden şaşırıyor?! Dershaneler, iplerin koptuğu nokta değildir... İpler çoktan kopmuştu! Dershane konusu her iki dinci anlayışın çocuklarımızı devşirme konusunda birbirlerinin yolunu kesmeye girişmeleridir. Bekir Coşkun’un dünkü yazısı bu noktanın altını çiziyordu! HHH Baransu “bavulundan” çıkardığı belgelerle cemaat, aslında Balyoz ve Ergenekon’u da çöpe atmaktadır. Bu konuda iki gelişmeye dikkatinizi çekerim: Fethullah Gülen geçen hafta Silivri’deki siyasi esirleri kastederek “elimde olsa masumların hepsini serbest bırakırım” dedi... İkincisi ise üç gün önce: “CD’ler oluşturma, çiplere değişik şeyler yüklemek, bazı kimselerin haysiyet, şeref, namus ve iffetiyle alakalı bazı şeyleri teşhir etmek suretiyle onları yıkmak ve devirmek, bir mü’minin yapmaması gereken şeylerdir...” (www.hurriyet.com.tr/gundem/25244928.asp) dedi! Böylece cemaatin şimdi de Balyoz davasından ilk yan çizmesi gündeme geldi! Şimdi arkalarında en önemli utanç verici konu olan uyduruk davalardan kimin paçayı sıyıracağı gündemdedir. Burada iki yez yazdım: “Eliniz altındaki adamlara söyleyin, insanları boşu boşuna içeride tutmasınlar, bu davalar üzerinizde kalacak sonra” diye. O günlere hızla geliyoruz! l “Sadece orta gelir tuzağı yok, demokrasi tuzağı da var” diyen Türkonfed Başkanı Süleyman Onatça: Bölgeler arası gelişmişlik farkları kadar bölgeler arası eğitim farkları da ürkütücü düzeyde. Türkiye’de ortalama eğitim süresi 6.8 yıl. Kimi illerde ise sadece 3.5 yıl. Yani ilkokulu bile bitiremeyen insanların kentleri... Bölgesel eşitsizlikleri azaltmadığımız sürece kalkınmamız mümkün değil. En kötüler arasında Nedir bu 3 farklı Türkiye? Oradan başlayalım isterseniz... Biri çok zengin, hatta gelişmiş Batı ile yarışacak düzeyde zengin Türkiye: Kişi başına düşen milli geliri 16 bin 800 dolar olan bir İstanbul ve ondan etkileşen 14 ilimiz var. İkinci Türkiye orta gelir tuzağında olan 40 ilimiz. Onların ortalama GSMH’si 8 bin 500 dolar. Ancak 27 ilimiz var ki bunlar “Keşke ben de orta gelir tuzağında olsam” diyor. Onlar 3500 dolarla tam bir yoksulluk tuzağında. Orta gelir tuzağını nasıl tanımlıyorsunuz? En yalın anlatımıyla orta gelir tuzağı sorunu, kişi başına düşen GSMH bakımından orta gelir düzeyine ulaşmış ülkelerin ya da bölgelerin belirli bir gelir bandında sıkışıp kalma, yani bir üst gelir düzeyine geçememe durumudur. Kesin bir tanımı olmamakla birlikte kişi başına milli gelirin 1516 bin dolar düzeyinde sıkışıp kalması tanımlanan göstergelerden biridir. Türkiye’de bölgesel farklılıklar bu kadar değil ne yazık ki. Ciddi eğitim sorunu da var. Türkiye’de ortalama eğitim yılı 6.8 yıl, bahsettiğimiz 27 ilde ise 3.5 yıl. İnsanlar ilkokul mezunu bile değil bu illerde. Gelişmiş ülkelerde bile bölgeler arası gelişmişlik farkları vardır. Hatta şehirlerde bile vardır. İstanbul’daki çarpıcı gelir farklarını hepimiz biliyoruz... Ancak İsviçre’de bölgeler arası gelişmişlik farkı 1.6 kat; Kanada’da 2.7 kat. Dünya ortalaması 4.5 kat. Türkiye’de 4.3 kat. Anlayacağınız en kötü ülkeler arasındayız. Üstelik yoksul, orta/ zengin Türkiye’nin bir arada varlığı giderek sertleşen bir bölgesel farklılık sergiliyor. Orta gelir tuzağı sadece bir ülke gelir ortalaması meselesi değil; yüksek, orta gelirli ve düşük orta gelirli bölgesel eşitsizliklerin ayırdında olunması gereken bir sorun olarak değerlendirilmeli. Demokrasi tuzağını aşmamız lazım Raporda bir de orta gelişmiş demokrasi tuzağına dikkat çekiliyor... Evet. Orta gelir tuzağının bir yansıması da orta gelişmiş bir demokrasi tuzağıdır. Türkiye orta gelişmiş demokrasi tuzağından kurtulmadıkça, katılımcı bir karar alma süreci benimsemedikçe, ekonomi politikaları ne olursa olsun bu tuzaktan kurtulamayacak. Türkiye’nin büyümesi sürecinde finansal ekonomik rakamlar kadar demokratikleşme de önemlidir diyoruz. Türkiye’nin en önemli sorunlarını sıralarsanız neler söylersiniz? Demokrasi öncelikle... İş dünyası açısından bakarsak da bu böyle. Yatırımcının kendini güvende hissetmesi lazım, hukukun üstünlüğüne inanması lazım. Ve ekonomi tabii, ekonomik istikrar... İşsizliği azaltacak politikaların yaşama geçirilmesi. Gençleri mezun ediyoruz ama ellerine işşizlik sertifikası veriyoruz. Hayat öyle başlıyor. İnanılmaz dengesizlik var eğitimde. İstihdamda da öyle. Çok nitelikli insanların ne iş olursa yaparım noktasına geldiklerini görüyoruz. Yazık bu insan kaynağına. Çocukları salıyoruz ortaya... Ama bir yandan da daha çok doğurun diyen, hatta bunun için teşvik veren bir politika sürdürüyor iktidar... Bu soruyu onlara yöneltmelisiniz. Bakın biz 8 kardeştik. Ben 4 çocuk yaptım. Şimdi çocuklarıma 2’den fazla çocuk yapmayın diye öğütlüyorum. 8, 4, 2 diye azalmış sayı 3 nesilde. İşin doğrusu, bakabileceğin, iyi yetiştireceğin kadar çocuk. Yoksa sonu işsiz bir gençlik ordusu... Acı gerçeklerle karşı karşıyayız; yeşil kart almış başını gidiyor. n TUNCELİ (Cumhuriyet) BDP Tunceli’de belediye başkan adayını belirlemek için dün önseçim yaptı. Toplam 460 kayıtlı delegeden 424’ü oy kullandı. 422 geçerli oydan Mehmet Ali Bul, 213’ünü alarak rakiplerini geride bıraktı. Mehmet Ali Bul, uzun yıllardır Yolİş Sendikası’nın Tunceli şubesinin başkanı idi. Yapılan oylamada dağılım şöyle: “Mehmet Ali Bul 213 oy, Musa Kulu 107 oy, Murat Polat 50 oy, Erdoğan Çakar 32 oy, Haydar Çetinkaya 15 oy, Vedat Emir 5 oy.” BDP’nin Tunceli adayı: Bul Garipoğlu’na beraat n İstanbul Haber Servisi 2009’da Münevver Karabulut’un Etiler’de bir çöp konteynırında ölü olarak bulunmasının ardından polis, genç kızın sevgilisi olan Cem Garipoğlu’nun yaşadığı villada arama yapmıştı. Aramada sahte bir kimlik belgesi ele geçirilmişti. Garipoğlu’na sahte kimlik kullandığı gerekçesiyle açılan davada mahkeme ceza vermiş ancak Yargıtay kararı bozmuştu. Mahkemenin ikinci kez yargıladığı Garipoğlu, fotokopi çıktısı olarak hazırladığı sahte kimliğin üzerinde soğuk mühür olmadığı, böylece de aldatma vasfı taşımadığı gerekçesiyle beraat etti.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear