14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 KASIM 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gezi’den CHP’ye Zaman Geçer Cumhuriyet dönemi 90 yaşına girdi. Doğum tarihi 29 Ekim 1923. Benimle yaşıt. Yaşamak vazgeçilmez bir armağanıdır doğanın. İster doğa ister tabiat... Bir yıl, on iki aydır. Yolun sonuna gelmiş gibi olursunuz. Bunca yıl yaşamışsın, ne güzel. Gelmek var, bir de gitmek... Yolun sonu görüldü mü başlayacaksın elden giden zamanı anımsamaya... O kadar çoktur ki, o eski günler. O günlerdeki arkadaşlıklar, dostluklar, kardeşlikler. Sonu gelmez bir masaldır. Hani çocukluğumuzda ninemizin mangal başında kahvesini içerken bize anlattıkları... Bahçeye bakan bir odası vardı Atiye’nin. Yıllarını hep orda geçirmiş. Orda doğmamış ama sürdürdüğü bu uzun yaşam onu kendine benzetmiş. Yaşadın, gördün, duydun. İlkokula başladığın o eylül sabahını hiç unutamazsın. Sırtınızda okul çantası, o karlı yokuştan düşe kalka indiğiniz. Yağmurda, karda düştüm düşeceğim korkusuyla kar yığınlarına basa basa... O sokaklar yerli yerinde duruyor. İstanbul’da çok değişiklikler oldu, ama kentin bu yanına dokunulmadı. Kendi halinde bir semtti orası. Öğrencisi olduğum okulda gayrimüslim çocuklar çoktu. Agop’lar, Kevork’lar, Stepan’lar, Yozef’ler... Bir resim kalmış o günlerden, sınıftayız, en arka sıradayız. Öğretmen matmazel soruyor: “Ezberledin mi La Fontaine’i?” Her sabah ilk işimiz şiir okumaktı. Yeni öğrenmekte olduğumuz Fransızca alır başka yerlere götürürdü beni. Gül ile çınar ağacının öyküsü boş bir masal değildi. Ama bunu yıllar sonra anladık. Gülün çınar ağacıyla çekişmesi... Rüzgârlar eser, kasırgalar kopar ama bana bir şey olmaz der, mahalledeki çınar ağacı. Dev kollarıyla bahçenin yolunu kapatmış. Gül ise ufacık bir esintide iki büklüm olurmuş. Çınar der ki; “Ben eğilirim ama yıkılmam”. Gül sessiz kalır. Zamanlar geçer, bir gece vakti büyük bir fırtına kopar, kendine güvenen çınarın dalları çatır çatır kırılır, ama gül yüklendiği yağmur sularının serinliğinde mutludur! Sevdiğim bir örnektir, güç gereklidir ama her şey değildir. Doğa bir ayrım yapmış. Gülü insanoğlunun sevgilisi, çınarı da kesilen bir odun... O masallar kitabı nerde? Bulsam da çocukluk dünyama gidebilsem... Yüzde 10 barajının yüzde 5’e düşmesi ve bununla birlikte Gezi olaylarında AKP’ye tepki veren milyonlarca vatandaşın sandıkta CHP’de birleşmesi tek çözümdür. CHP’deki tüm eksiklere ve sıkıntılara rağmen, yapılacak olan tek şey budur. Prof. Dr. ÖRSAN K. ÖYMEN Eski CHP Parti Meclisi Üyesi T ürkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık dönemlerinden birisinden geçmektedir. AKP, Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde, çok partili serbest seçimli parlamenter sistemi araç olarak kullanarak, despotik bir dikta rejimi kurmuştur. Demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelmektedir. Ancak halkın kendi kendisini yönetebilmesi için bazı temel önkoşullara gereksinim vardır: 1) Yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesinin geçerli olması, yasama ve yargının, yürütmenin emirleri altında hareket etmemesi. 2) Laik bir düzenin var olması, siyaset, hukuk, eğitim ve devlet yapılanmasının dinin etkisinden kurtarılması. 3) Düşünce, ifade, basın, yayın, örgütlenme, toplanma ve gösteri özgürlüğünün olması. 4)Ekonomik ve sosyal adaletin sağlanması. Bu koşulların geçerli olmadığı bir ortamda, hükümet serbest seçimle iktidara gelmiş olsa bile, demokrasinin varlığından söz edilemez. Demokrasi, AKP’nin yaptığı gibi, serbest seçime indirgenemez. Çünkü söz konusu dört temel koşulun geçerli olmadığı bir düzende, halk kendi kendisini yönetemez. Böyle bir düzende halk sadece, despotik bir düzenin kurulması için kullanılmış olur, halk, despotizmin noter tasdik makamına dönüştürülür. Yukarıda saydığımız dört koşulun da geçerli olduğu bir tek parti düzeni bile, yukarıdaki dört koşulun da geçerli olmadığı bir çok partili serbest seçimli düzenden daha demokratik bir düzendir. Serbest seçim, demokrasinin özünü oluşturan bir unsur değildir. Nitekim insanlık tarihi, serbest seçimle kurulan birçok diktatörlüğe sahne olmuştur. 2. Dünya Savaşı ön Demokrasi var mı? cesinde Almanya’da kurulan Hitler diktatörlüğü bunun en çarpıcı örnekleri arasında yer almaktadır. AKP’li yıllarda Türkiye’de neler oldu, bunları tekrar hatırlayalım: 1) Yüzlerce muhalif gazeteci, yazar, akademisyen, siyasetçi, asker, öğrenci sahte ve taraflı yargı süreçleriyle hapishaneye atıldı. Türkiye, temel insan hakları ihlallerinde dünyadaki en despotik yönetimlerle aynı kategoriye düştü. 2) Yargı büyük ölçüde hükümetin emrine girdi. 3) Zinanın, sadece bir boşanma nedeni olmaktan çıkartılıp, hapisle cezalandırılması için girişimler gerçekleşti. 4) Kürtaj yasaklanmaya çalışıldı, kürtaj yaptıran kadınlar Başbakan tarafından cinayet işlemekle suçlandı. 5) Başbakan, kadınların en az üç çocuk doğurması gerektiğine dair buyruklar ortaya attı, kadınlar bu yöntemle eve kapatılmaya çalışıldı. 6) Başbakan, milli içkinin sadece ayran olduğuna dair fetvalar verdi, Mustafa Kemal Atatürk’e ve içki içenlere imalı olarak “ayyaş” dedi, din kitabına referans yapılarak, alkollü ürün satan firmaların reklamları, sponsorlukları yasaklandı, alkol satış ruhsatı almak güçleştirildi, alkollü içecek ikramlarına sınırlamalar getirildi. 7) Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyetin kuruluşunun simgeleri olan 19 Mayıs ve 29 Ekim kutlamalarına sınırlamalar getirildi. 8) “4+4+4” formülüyle dinci eğitim geri geldi, imam hatip ortaokulları yeniden açıldı, sözde laik eğitim kurumlarında din derslerinin zorunlu ders olarak okutulmasına devam edildi. 9) TÜBİTAK’ta evrim teorisi yasaklandı ve sansürlendi. 10) Ateistler ve Ömer Hayyam’dan esinlenilerek yazılan şiirleri internette paylaşanlar hapisle cezalandırıldı. 11) Medyada sansür ve muhaliflere karşı işten çıkartma uygulandı. 12)Televizyon ekranları ilahiyatçı konuklarla dolduruldu. 13) Hey keller bizzat Başbakan’ın emriyle yıkıldı. 14) Tiyatrolar kapatıldı. 15) Kitaplar yasaklandı. 16) Üçüncü Boğaz köprüsüne, tarihin en büyük Alevi katliamını yaptığı söylenen ve Osmanlı’da hilafeti kuran Yavuz Sultan Selim’in adı verildi. 17) Zenginler daha zengin oldu, fakirler daha fakir oldu, gelir dağılımındaki uçurum arttı. 18) Tüm bunlara tepki veren ve Gezi olaylarıyla birlikte gösteri haklarını kullanmak isteyen milyonlarca vatandaşın üzerine polis biber gazı, fişek, tazyikli su, cop ve silah ile saldırdı, 5 genç polis tarafından katledildi, onlarca vatandaş gözünü kaybetti, binlerce sivil yaralandı. AKP’de Demokrat Kalmadı mı? Zaman gazetesinde 4 Kasım 2013 tarihinde yayımlanan haberde Erdoğan’ın, “Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters. Vali Bey’e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak” sözlerine yer verilmişti. Konut dokunulmazlığını kaldıran, doğrudan yatak odalarına müdahale eden, insan haklarına, anayasaya aykırı olan bu ahlak polisliğine karşı, derhal Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Siyasi Başdanışman Yalçın Akdoğan devreye girdi: Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından, doğru bir hukuki yaklaşımla bu sözleri kesin olarak yalanladı: “Düpedüz asparagas bir haberdir. Bizim böyle bir yetkimiz yok, böyle bir düşüncemiz de yok. Sayın Başbakan’ın buna benzer bir ifadesi de kesinikle söz konusu değil ama unutmayın, Kredi Yurtlar Kurumu’na bağlı olan tüm yurtların özel ticari amaçlarla kişiler tarafından açılmış olan yurtların da denetlenmesi, hem Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem de Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın görevleri içindedir. Yoksa özel kiralanmış evlerde kimler kalıyor, kimlerle birlikte kalıyor, ne yapıyorlar, ne yapmıyorlar bunlar bizim ilgi alanımız içerisinde değil. Bunu kesinlikle reddediyorum bu tip haberleri ve maksatlı buluyorum” dedi. Akdoğan da “Ev, otel, yurt, pansiyon statüsünde olmayan, herhangi bir mevzuata ve kontrole de tabi olmayan bazı yerler öğrenci barındırmaktadır. Kayıtdışı ve denetim dışı ticaret yapan apartman türü bu yerler öğrenciler açısından da bir kısım sorunlar üretmektedir. Mesele budur. Öğrenci evlerinin hukuki durumu ve statüsü bellidir. Bahsi geçen apartlar kayıtdışı olduğundan illegal örgütlerce istismar edilebilmektedir” diyerek bir de “terör” boyutunu işin içine sokmuştu. Evvelki gün Finlandiya ziyareti öncesinde Başbakan bütün bu yalanlamaları yalanlayarak şöyle dedi: “Kız erkek artık karışık yurt dönemini biz kapattık. Şu ana kadar yüzde 75 düzenlemeyi yapmış durumdayız. Kızlar ile erkeklerin aynı kampusu paylaştıkları bu fırsatı verecek yurtlar olmayacak. Ev olayına gelince. Aynı daireyi kız erkek paylaşım noktasında ciddi şikâyetler var. Bunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Muhafazakâr demokrat bir iktidar olarak nasıl bir düzenleme yapabilir bunları planlayıp yapacağız. Kişilerin müstakil evlerinde bir farklı kız bir farklı genç aynı evde kalması ne denli uygun olabilir? Siz kızınıza bunu hoşgörüyle karşılayabiliyor musunuz? Siz uygun buluyorsanız size hayırlı olsun. Eğer bir yasal düzenleme gerekiyorsa biz yasal düzenlemeyi yaparız. Valiliklerin yapması gerekiyorsa bunu yaparız.” HHH Öyle anlaşılıyor ki Başbakan Erdoğan, zaten içi boşaltılmış, sadece görüntüde süren demokrasiyi dahi bir yana bırakıp, tam bir “Ahlak bekçiliğine” soyunuyor… En yakın çalışma arkadaşlarını bile hem dinlemiyor, hem de kamuoyu önünde açığa düşürüyor… “Otoriter” bir rejimden, tartışmasız olarak “Totaliter” bir rejime geçiyor! Kendisine “Dur” diyebilecek demokrat kimse kalmadı mı AKP içinde? Böyle bir ülkede demokrasinin varlığından söz edilebilir mi? İslam fetişizminin geçerli olduğu, laikliği benimseyen dindarlığın (ve dinsizliğin) yerini, köktendinciliğin aldığı, siyasetin, kadrolaşmanın, medyanın, hukukun, eğitimin, sağlığın, bilimin, sanatın, felsefenin dine endekslendiği bir ortamda, bunun da ötesinde, İslam diniyle despotizmin hükümet ve devlet seviyesinde harmanlandığı bir ortamda, demokrasiden söz edilebilir mi? Peki, çare nedir? Yakın gelecekteki ve kısa vadedeki tek çare kuşkusuz ki, Gezi olaylarıyla birlikte oluşan ruhun, sandığa da yansıması, iktidar partisi olan AKP ile ana muhalefet partisi olan CHP arasındaki yüzde 25’lik uçurumun elden geldiğince kapanmasıdır. Yüzde 10 barajının yüzde 5’e düşmesi ve bununla birlikte Gezi olaylarında AKP’ye tepki veren milyonlarca vatandaşın sandıkta CHP’de birleşmesi tek çözümdür. CHP’deki tüm eksiklere ve sıkıntılara rağmen, yapılacak olan tek şey budur. Günümüzün olağanüstü koşullarında kimsenin CHP’yi beğenmemek, sandığa gitmemek veya yeni parti hayalleri peşinde koşarak oyları bölmek gibi bir lüksü yoktur. Bugün olağanüstü olanın yarın olağan olana dönüşmesini istemiyorsak, AKP’nin dogmatizmini ve despotizmini, CHP çatısı altında birleşerek, önce sandıkta yıkmaktan başka çare yoktur. İslam fetişizmi Bir Cumhuriyet Bayramı’nı böyle kutladık DENİZ BANOĞLU oplucaydı. Ak yüzlü, güleçti. Heyecanla gençlerin seslendirdiği marşa eşlik ediyordu. Sonra “Sokaklarda toplanmak yetmez. Başka şeyler de yapmalıyız” dedi birden yüksek sesle. “Bak Meclis’e türbanlılar girecekmiş. Topraklarımız satılıyor. Daha ne kadar bekleyeceğiz?” dedi. Döndüm baktım, geleneksel Anadolu başörtüsüyle örtmüştü başını. Sorunca “Niğdeliyim” dedi. Yanındaki kendisi gibi topluca olan kızıydı. “Vatansever ve yurtseverim sadece” demekle yetindi o da. “Hiçbir partiye de üye değilim. Ülkemi seviyorum, o kadar” diye ekledi kısaca... Sonra genç bir kadın geçti önümden, içinde Türk bayraklı mini tişört giydirdiği 4 yaşın T daki çocuğunun arabasını sürerekten, genç, yaşlı onlarca coşkulu insan kalabalığının içinden nasıl yol bulup da geçebilmişti?.. Onu ve güleç yüzlü Niğdeli kadını, Cumhuriyetin coşkusu buralara getirmişti. Burası dediğim Şişhane Meydanı’ydı. Cumhuriyetimizi şenlikle kutlamak için toplandığımız, daha doğrusu bir araya gelmeye çabaladığımız Tünel’de kasklı, cam siperlikli polisler İstiklal Caddesi’nden Taksim’e yürümemize izin vermemişlerdi. “Yassak” demişlerdi. Kutlamaya bile yasak konulmuştu anlayacağınız. “Niçin buradasınız, biz sadece Cumhuriyeti kutlamaya geldik” deyince, “Biz de kutluyoruz” dedi polislerden biri. Bu nasıl kutlamaksa, çünkü çoğumuz Şişhane’ye gidip orada toplandık tan birkaç saat sonra, Tünel’deki polislerin yine de Taksim’e gitmek için ısrar eden bir gruba biber gazıyla müdahale ettiğini ve epey bir kargaşa yaşandığını duyacaktık daha sonra. Polislerin kutlaması da böyleydi anlaşılan... Tünel’deki kargaşayı ve gençlerin sürpriz olarak hazırladıkları kocaman kartondan sandığı bile polislerin parçaladığını duyunca (bunu bize aktaran genç bile içindeki sürprizi bilmiyormuş), kalabalığı yönlendiren gencin seslenmesiyle Galata Kulesi çevresi ve Beyoğlu Belediyesi’nin bir çivi bile çakmadığı eski harap tarihi evlerin bulunduğu bakımsız sokaklardan geçerek, Dolmabahçe istikametinde aynı heyecanla yürüyen coşkulu kalabalığa katıldık. Ama ne kalabalık!.. Yan kaldırıma çıkıp, ucunu görmeye çalıştığımızda, ne mümkün?.. Başı Tophane’yse sonu Karaköy’ün ötesinde... Her görüşten gençlerin yanı sıra Gezi’nin simgesi, vazgeçilmezi Çarşı grubu... Motosikletli gençler ve yan yoldan geçebilen arabaların katılımcı korna sesleri ve yol boyunca kocaman bayrakların asıldığı binaların tepelerinde toplaşan, yürekleri Cumhuriyet sevgisiyle çarpan insanlarımızın el çırpmalarının eşliğinde... En duygulandıran bir sahne de yukarıdan bir yerden sallandırılan pankartta Silivri’dekilere selam duyurusu oldu. Dolmabahçe’ye varıldığında hep birlikte okunan Andımız, güvenlik güçlerinin otobüslerin geçişini yarım saat engellemesiyle yolcuların yaşadığı sıkıntıyı unutturdu neyse ki... Yine de Cumhuriyetimiz emin ellerdedir, buna inanıyorum. Ülkemdeki 90’ıncı yıl kutlama şenlikleri bunun göstergesidir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear