22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8 MAYIS 2012 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr 14 KÜLTÜR Çağdaşlığı hedefleyen bir ülkede tiyatro, opera, bale gibi sanatların devletçe desteklenmesi zorunlu Tiyatro ‘siyaset sahnesi’nde ? Gelişmiş Avrupa ülkelerinden örnek alınacaksa, en başta, devlet ve belediye tiyatrolarının özerkleştirilmesi gelmelidir. Şu sıralar yaşanan kavram karmaşasıyla birlikte tiyatro bir kez daha ‘siyaset sahnesi’ne taşınmıştır. ma yolunda yasal ve parasal destek vermektir. Amaç “kazanç” elde etmek değildir. Öyle olsaydı, tiyatro biletleri, gelişmiş Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, yüksek ücretlerle satılabilirdi. Tiyatro, opera ve bale pahalı sanatlardır. Bizimki gibi genç nüfusu çok yüksek, “çağdaş” olmayı hedefleyen bir ülkede, bu sanatların devlet tarafından bir kültür ve eğitim hizmeti olarak sırtlanılması zorunludur. Bu bağlamda gelişmiş Avrupa ülkelerinden örnek alınacaksa, “örnek”lerin en başında, devlet ve belediye tiyatrolarının “özerkleştirilmesi” gelmelidir. Yeni bir “tiyatro krizi” dönemindeyiz. “Ödenekli tiyatro”larımıza ilişkin olarak, yönetmelik değişikliklerinin, soruşturmaların, istifaların yaşandığı, “özelleştirme” ve “tiyatroları yerel yönetimlere bağlama” gibi söylemlerin ve tiyatroya ilişkin belirlemelerin ciddi bir kavram karmaşası içinde gündeme getirildiği süreçte, tiyatro bir kez daha “siyaset sahnesi”ne taşınmıştır. evlet tiyatroya gitmez. Tiyatroya seyirci gider. Toplumun tüm kesimlerinin seyirci olma koşullarının yaratılmasıyla halk tiyatroyla bütünleşir. Bütünleşme nitelikli bir sanatsal ortamda gerçekleşmelidir. Devletin görevi, tiyatroyu halkla buluştur Fethiye’de Fethiye Kültür Sanat Günleri beşinci yılını doldurdu. Bu kez etkinliklere ben de katıldım. Havaalanından ilçeye giderken bir doğa cennetindeydim. Ama orada burada manzarayı bozan derme, çirkin beton iskelet ve yapılar da vardı. Muğla evleriyle mimarinin en yalın örneklerini verenlerin torunlarının nasıl bir zevk yoksulluğu ve estetik bozuntuya uğramış olduklarını düşündüm. O kayıp yaşama bilgeliği nasıl yerine konur? Nasıl bir eğitimle, nasıl yapılır derken... Otel... Çam ormanları içinde o güzelim ahşap Muğla evleri! Hayatlı, bahçeli, hanımelili... ??? F. K. Sanat Günleri’ne ikinci yılında da katılmıştım. Her şey daha bir yerine oturmuş. Tanınmış yazar, eğitimci, oyuncu, plastik sanatçı ve müzisyenlerin konuk edildiği festivalin yine yoğun bir programı vardı. Konserler, sergiler, okul ziyaretleri ve öğrencilerle yapılan uygulamalı çalışmalar hafta sonuna kadar aralıksız sürdü. Lise ve yüksekokul düzeyinde öğrenci gruplarıyla edebiyat, kitaplar, okumak yazmak üzerine sohbetler ettim. Dayatılan gerici eğitimi çoktan aşmışlardı. Etkinliğin asıl amacı sanat eğitimi. Sanatı anlayıp yorumlayacak, ilgilenecek, estetik zevke sahip yaratıcı kuşaklar yetiştirmek. Genç beyinlerin, farklı sanat dallarını ülkemizin değerli hocaları, sanatçı ve yazarları ile bir araya gelerek yakından tanıyıp pratikle yaşamalarını sağlamak. Bu arada yalnız öğrencilere değil eğitimcilere de (öğretmen ve anne babalara) ulaşıp seslenmek, çocukların aydınlık, sorgulayıcı, çağdaş insanlar olmalarına zemin hazırlamak. Sanat eğitimi, oyun yanı da olduğundan eğlencelidir. Meydanlarda heyecanla duvar boyayan, basit malzemeyle dev heykeller yapan, drama çalışmaları sergileyen çocukları görmek Fethiye’yi güzelleştiriyor. Sürekli katılan sanatçılarla öğrenciler arasında, konuklar arasında olduğu gibi sıcak bağlar kuruluyor. ??? F.K. Sanat Günleri eğlence ağırlıklı alışılmış ilçe şenliklerinden değil. Rotary Kulübü, Fethiye Belediyesi ve Fethiye Tanıtım Vakfı’nın katkılarıyla gerçekleştirilen ve yürütülen etkinliğe emek ve destek veren birçok kişi, kurum var. Ön plandaki görünür kişi Mustafa Şıkman. Zehra İprişoğlu’nun ise baştan beri büyük emek ve çabaları oldu. Programlar gençlerle ve halkla bütünleşmeyi temel alan bir sistem çerçevesinde geliştiriliyor. Bu yıl etkinlik kapsamında İlhan Koman’ın heykel, Behiç Ak’ın karikatür sergileri açıldı. Zülfü Livaneli, hemşerilik beratı aldı. Antalya Konservatuar Orkestrası, Türk Dünyası Orkestrası, Barış İçin Müzik grubu ve Fethiyeli genç müzisyenler, Antik Tiyatro’da konserler verdiler. Geleneksel Yunus Nadi Röportaj Yarışması ve Liselerarası Kısa Film Yarışması’na bir de fotoğraf yarışması eklenmişti. ??? Son gün İlhan Koman’ın 2 yıl önce Stockholm’den İstanbul’a gelen 107 yıllık “Hulda” gemisi ile körfezde dolaştık. Hafta başında gemide açılan heykel sergisi toplandığı için göremedim ama gezenler iyi hazırlanmış ve çok etkileyici olduğunu söylediler. Koman’ın oğlu Ahmet Koman Fethiyeli öğrencilere Koman’ın yapıtlarından bazılarının basit uygulamalarını gösterip öğretme sözü de vermişti. “İlhan Koman Bilim ve Sanat Vakfı”na ait olan gemiyi İsveç kültürel miras kapsamına almış. Koman’ın yirmi yıl hem yaşadığı hem de atölye olarak kullandığı bu çivisiz gemi ile gezmek olağanüstü bir deneyimdi. Geminin yarattığı zaman ve yaşamla ilgili duygu ve izlenimlerim ise bir başka yazının konusu. D TYB Genel Kurulu iptal ? Kültür Servisi Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin 7 Şubat 2010 tarihinde yapılan genel kurulu, İstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından iptal edildi. İptalin gerekçesi olarak da üye olmayan ve üyelik şartlarını taşımayan 84 kişiye listede yer verilmesi ve bunlardan 51’inin genel kurula katılarak kararlara dahil olması ile dernekteki defter ve belgelerin gereğine uygun tutulmaması gösterildi. DT’nin oyunu çağının sanat anlayışıyla ters düşen ünlü ressamın yenilik arayışlarını anlatıyor Ödenekli tiyatrolarımızın “devletten maaş alan” sanatçıları, “siyasal erk”in onayladığı yazarlar yerine, istenmeyen “siyasal duruş”ların “yandaş”ı sayılan yazarları ve/ya da “örf ve âdetler”imize aykırı düşen yapıtları sahnelemekle suçlanmaktadır. “Siyasal erk”i “tiyatroya karşı” harekete geçiren “muhafazakâr görüş”, Nâzım Hikmet ile Necip Fazıl Kısakürek’in oyunlarını karşı karşıya getirmektedir. Yunan demokrasisinin çöktüğü İÖ 5. yüzyıl sonunda, devleti eleştiren Aristophanes’in, “zararsız” konuları işleyen oyunlar yazması yönünde uyarılışından bu yana, tiyatro sanatı ile “siyasal erk” arasındaki ilişkiler gerilimli olmuştur. Antik dönemin tiyatro yapıtları ortaçağ boyunca gözlerden saklanmış, köktendinci (“puritan”) yaklaşımın egemen olduğu 17. yüzyıl İngiltere’sinde tiyatro 18 yıl rafa kaldırılmış, Moliere’in “Tartuffe”ünü, Fransız Rönesansı bile içine sindirememiştir. G.B. Shaw’un ‘fahişelik’ ve ‘ahlak’ konusunu tartışan “Bayan Warren’ın Mesleği” oyunu, 20. yüzyıl başında İngiltere’nin halka açık tiyatrolarında sahnelenememiştir. Yahudi tefeci Shylock’un öyküsünü içeren, “insancı” Shakespeare’in ünlü “Venedik Taciri”, Hitler Almanyası’nda “siyasal erk”i yüceltmek amacıyla “Nazi yandaşı” yorumlarla sunulmuş, Stalin Rusyası Brecht’in oyunlarına sırt çevirmiş, Senatör McCarthy’nin Amerika’ya Karşı Faaliyetleri İzleme Komitesi, 1950’lilerin başında tiyatro insanlarını, ABD’de egemen dünya görüşüne karşı çıkan eylemler içinde oldukları savıyla suçlamıştı. Ülkemize gelince… Metin And Hocamızın yapıtlarından öğrendiğimiz, Osmanlı devletinin güçlü dönemlerinde, popüler halk tiyatromuzun “taşlama” özelliğinin “siyasal erk” tarafından hoş karşılandığıdır. Devletin güçsüzleştiği aşamada ise “hoşgörü” yok olmuş ve tiyatromuzun “toplumsal eleştiri” damarı kesilmiş. Batı modelinde tiyatroya geçildiği de ise çeviri ve uyarlama oyunların “ahlak anlayışımız”a uymayan öğeler içerdiği gerekçesi, tiyatroyu eleştirinin hedefi yapmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, tiyatro sanatının ve tiyatro sanatçılarının devlet tarafından yüceltildiğini biliyoruz. O dönemde tiyatroya olan yaklaşımı ve yapılan çalışmaları değerlendiren onlarca kitap raflardadır. Siyasal erk ‘Anavatan Esintiler’ ? Kültür Servisi Rekreasyon Derneği’nin, KKTC’de açtığı “Anavatan Esintiler” başlıklı sergi, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun himayesinde, KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın anısına 2 3 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildi. Dernek üyesi 37 sanatçıya ait yağlıboya ve seramikten oluşan toplam 40 eserin yer aldığı sergide, Rauf Denktaş’a ait kırmızı bir gül fotoğrafı da sergilendi. ‘Muhafazakâr sanat’ ve Michelangelo EGEMEN BERKÖZ ‘Kızarmış Tavuk’ Brooklyn’de ? Kültür Servisi İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Serdar Yılmaz’ın “Kızarmış Tavuk” adlı kısa filmi, 110 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek 15. Brooklyn Film Festivali’nde “deneysel film” kategorisinde yarışmaya hak kazandı. Filmin oyuncu kadrosunda ise Güler Ökten, Burak Tamdoğan, Selen Uçer ve Mina Trabzon yer alıyor. Nicedir izlemek istediğim “Michelangelo”yu mevsimin sonunda yakalayabildim ancak. İstanbul Şehir Tiyatroları yönetmeliğinin bir oturumda değiştirilip yönetiminin belediyenin atayacağı bürokratlara verilmesinden hemen sonra, Başbakan’ın tiyatroyu özelleştirileceğini söylemesinden önceydi. Ama bu konulara girmeyip oyundan söz etmek istiyorum. Ne ki, oyun da Şehir Tiyatroları darbesinin hazırlığı sayılabilecek “muhafazakâr sanat” savına bir yanıt gibiydi. Michelangelo’nun çağının insanlarıyla ve sanat anlayışıyla nasıl ters düştüğünü, nasıl tutkuyla yeni olanı aradığını anlatıyordu. Rönesans’ın büyük ressam ve yontucusunu konu alan oyunun yazarıysa bir Türk. “Muhafazakâr sanat”çıların “Levni’yi, Nigari’yi ya da Siyah Kalem’i neden yazmamış, Michelangelo da nerden çıktı?” dediklerini duyar gibiyim. Bir süre resim eğitimi gördükten sonra bırakıp tiyatro okuduğunu, ama resim yapmayı da sürdürdüğünü yaşamöyküsünden öğrendiğimiz yazar Irmak Bahçeci ilerde, örneğin, Levni’yi de yazacaktır belki. Ama onun Levni’si “muhafazakâr”ların kinden farklı bir Levni olacaktır sanıyorum. Biz oyuna dönelim. Yazar, bu büyük sanatçının yaşamını, günün moda deyişiyle, “kırılma anları”yla yansıtıyor. Oyun, Sistina Şapeli’nin tavan fresklerinin yapımının başlamasıyla bitişi arasında geri dönüşlerle ilerliyor. Ünlü “Pieta” yontusunun yapılış öyküsünün yanı sıra, Michelangelo’nun, Papa’yla, nöbetçilerle, soylularla, arkadaşlarıyla, aşçısıyla çatışmalı ilişkisi sergileniyor. Sanatçının yalnızlığı, karmaşık ve erinçsiz kişiliği, sevgiden yoksunluğu da katılınca, bütünsel bir Michelangelo resmi çıkıyor ortaya. Yönetmen Saydam Yeniay’ın sahneleyişiyle, oyuncularıyla, özellikle de Michelangelo’yu canlandıran Atilla Şendil’in yorumuyla başarılı bir yapım olan oyunun en başarılı yanı, bana göre, Behlüldane Tor’un imzasını taşıyan dekoruydu. Salonun dolu olması da ayrı bir mutluluktu, bu yıl izlediğim tüm oyunlarda olduğu gibi… Tüm tiyatroseverler, ama öncelikle de ressamlar, yontucular, resim öğretmenleri ve öğrencileri görmeli Michelangelo’yu. Oyun gelecek tiyatro mevsiminde kesinlikle sürdürülmeli ve yakın çevreden başlayarak okullara özel gösterimler düzenlenmeli diye düşünüyorum. Çok partili rejim 1950 seçimleri yapıldığında ödenekli iki tiyatromuz vardı: İstanbul Belediye Başkanı Dr. Cemil Topuzlu’nun bir tiyatro okulu/deneme sahnesi olarak 1914’te kurulmasını sağladığı Darülbedayi (şimdiki İBBŞT) ve 1949’da kurulan Devlet Tiyatrosu (DT). Çok partili rejim, tiyatroyu “büyük kent”lere yaraşan “zararsız bir eğlencelik” olarak saymış, etkinliklerin “siyasal erk”in benimsediği düşünceye aykırı düştüğü görüldüğünde ise “haddini aşan” tiyatrocular görevden alınmıştır. 1960’lı yılların sonunda başlayan oyun yasaklamaları 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerine uzanacak, 1980’lerin başında 39 İBBŞT sanatçısı 1402’lik edilecek, “genel sanat yönetmeni” makamı alışılmış dışı bir sıklıkla el değiştirecek, DT son 33 yılda yasal yollara başvurup geri dönenlerle birlikte 13 genel müdür görecektir. Bütün bu yıllar boyunca da yerel yönetimler kendi tiyatrolarını kurup geliştirmede çoğunlukla yaya kalacaktır. Çeşitli dönemlerde, “siyasal erk” tarafından, seyirciyi ferahlatacak güldürüler sahnelenmesi öğütlenmiş, “örf ve âdetler”imize uymadığı gerekçesiyle oyunlar lanetlenmiş; özel toplulukların “doğru zamanlama”larla sunduğu Brecht, O’Casey, Weiss, Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Sermet Çağan, Vasıf Öngören gibi yazarların oyunları yıllarca DT sahnelerine çıkamamıştır. Kısacası, ödenekli tiyatrolarımız “siyasal erk”in “sanat” anlayışına uymakla uymamak arasındaki çizgide yalpalamak zorunda bırakılmaktadır. Ülke boyutunda gitgide çoğalan yerleşik sahnelerde hiç aksatmadan perde açan Devlet Tiyatroları’nı “özelleştirme” ve/ya da Anadolu’daki “sahne”leri yerel yönetimlere bağlama gibi yollarla “eritme” düşüncesi gittikçe sıklaşan aşamalarda yinelenmektedir. “Devlet”in yıllar içinde kurumlaştırdığının “siyaset” eliyle yıkılması demektir bu. Temel malzemesi “zorlukla yetiştirilmiş insan” olan bir sanat için “ürkütücü” bir oluşum… ‘Eritme’ düşüncesi K A M İ L M A S A R A C I TEB’İN DÜZENLEDİĞİ ‘TİYATRODA GÜNCEL SORUNLAR’ PANELİNİN GÜNDEMİNDE ÖZELLEŞTİRME VARDI K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K ‘Tiyatro, tiyatrosunu yapar’ CEREN ÇIPLAK C MY B C MY B Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’ne bağlı Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB), önceki gün Beyoğlu Oyuncular Kahvesi’nde “Tiyatroda Güncel Sorunlar” başlıklı bir panel düzenledi. TEB’in genel sekreteri Metin Boran’ın moderatörlüğünde düzenlenen panele eski Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni, oyuncu, yönetmen Orhan Alkaya, Rutkay Aziz, bir dönem Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü de yapan yönetmen, oyuncu, yazar Yücel Erten konuşmacı olarak katıldı. Tiyatro dünyasında son dönem gelişmeler üzerine kopan fırtınayı değerlendiren katılımcılar, ortada artık DT, ŞT sorunu değil, genel bir tiyatro sorunu olduğunu vurgulayarak Türkiye tiyatro yasasının çıkarılması gerektiğini söylediler. Panelde Orhan Alkaya, iki kurumun da revizyona ihtiyacı ol duğunu kimsenin reddetmediğini, ancak bunun özerklik yönünde bir yeniden yapılanma olması gerektiğini belirterek “Özeleştirmede ŞT’de birtakım problemler çıkacak; nedeni ise ŞT 2006 yılından beri herhangi bir mülke sahip değil. Sahnelerinin bir kısmı belediyeye ait. Kurumsal kimlik olarak müdürlük olan ŞT’nin nesini özelleştireceksiniz?” dedi. Rutkay Aziz de devlete, hükümete ve yerel yönetimlere düşen birincil görevin tiyatroya gereken her türlü desteği vermek ve hiç bir şeye karışmayarak yönetimi tiyatroculara bırakmak olduğunu söyledi. Aziz, dünyanın hiçbir yerinde iktidarların kültür ve sanatı tekeli altına alamadığını belirtti. “Devletin Tiyatrosu Olmaz! (mı?)” kitabının da yazarı olan Yücel Erten ise “DT hükümetin tiyatrosu değildir, ŞT yerel yönetimlerin tiyatrosu değildir. Tiyatro tiyatrodur, tiyatrosunu yapar. Tiyatronun hiçbir iktidara yandaşlık etmek gibi bir görevi olmamıştır, olmayacaktır. Olması ihtimali çok kötü bir ihtimaldir: Rant kokar, hortum kokar, ihale kokar” dedi. Erten, “Sayın Başbakan bizim ehliyetsiz olduğumuzu iddia etme ehliyetini nereden alıyor?” diye sorarak “El birliğiyle mücadele etmeliyiz. Parayı veren düdüğü çalamaz sanatta, demeliyiz. Özerklik sözcüğünü hiç mi duymadınız demeliyiz” dedi. Pina Bausch ve Cafe Müller ? Kültür Servisi Alternatif Tiyatrolar Buluşması 2012 kapsamında düzenlenen Mimesis Dramaturji Toplantıları’nda bugün “Pina Bausch Café Müller söyleşisi saat 19.30’da İTÜ Taşkışla Kampusu’nda yapılacak. Mimartasarımcı Mehmet Kerem Özel, klinik psikologfilm eleştirmeni Oktay Şılar, akademisyenkoreograf Zeynep Günsur’un katılacağı söyleşide, Café Müller’in video kaydı izlenecek, ardından konuşmacılar eserin çok katmanlı yapısının analizini yapacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear