26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 ŞUBAT 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Demiryollarından Kurtulduk! Susmak mı Konuşmak mı? Eski Genelkurmay Başkanı Silivri’de yatıyor. Sayıları 100’e varan general, albay, yüzbaşı, askerleriyle... Bir o kadar gazeteci de Silivri’de, başka tutukevlerinde yatıyor... CHP Genel Başkanı, ana muhalefet lideri yargıçlara kötü sözler söylemiş diye suçlanıyor. Bilinmez, belki o da ötekilerin yanına gidecek!.. Bir suskunluk kaplamış ülkeyi... Çoğu aydın susmak zorunda kalmış! “Terörist” sayılmak, terör çetesine üye olmak, hükümeti devirmek için bir şeyler yapmaya kalkmak... Hepsi suç, hem de en ağır cezaların tehdidinde!.. Yüz yıllık hapislikler onları bekliyor!.. Dünya ölçüsünde ünlü bir uzman hekim, dört yıldır hapishanede... Sayısız ameliyat yapmış, canlar kurtarmış, bir üniversite kurmuş, yüzlerce öğrenci yetiştirmiş... Koca koca ordulara komuta etmiş nice general, amiral hücrelerde yıllardır bekletiliyor.. derken İP lideri Perinçek de 16 yıl hapse!.. ??? Bütün bu kişilerin suçu ne? Nasıl yapmışlar, neler etmişler, kusurları, kabahatleri ne? Önce, sağlam bir yurttaş olmak, aydın olmak, ulussever olmak, Mustafa Kemal’in yarattığı Türkiye’nin onurlu kişisi olmak!.. Ben yetmiş yıllık bir yazarlık sürecini bitirdim, bitiriyorum! Ama gözlerimin önünde yaşanan bu benzersiz gerçekleri yazmadan duramıyorum. Bir kez Başbakan’a da seslendim. Her başlangıcın bir de sonu vardır, sen politikada yenisin, ilerisini göremiyorsun, yanındakiler de çevrendekiler de seni yanıltıyorlar, dedim. Olup bitenler seni üzmüyor mu, böyle bir gidişin nereye varacağını düşünmüyor musun?.. Böyle bir dostça seslenişti birkaç yıl önce yaptığım... ??? Hiçbir zaman yaşanmadı bu tür bir şey! Çok yanlışlar, kötülükler oldu, ama adaletin bu denli suçsuz insanlara, suçu belli olmayan insanlara, eski zamanların işkencelerine benzer ağır acılar çektirdiği olmadı! 12 Mart’lar, 12 Eylül’ler, kötü yönetimler, hepsi geldi geçti. Ama bugünlerdeki akıldışı tutumlar, davranışlar yaşanmadı... Bir kez daha uyarmak mı? Bana düşüyor, bana, size, hepimize. Aklın, sağduyunun, zekânın, bilincin, sanatın, kültürün, izi bile kalmamış bir baskının boğuculuğu altındayız. Kitap okuyan, yazan, düşünen suçlu! Bunlardan uzak olan, bunlara yakın olanı suçluyor, cezalandırıyor! Hikâyenin özü bu. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayıp günümüze kadar uzanan dönem boyunca niçin bir metre bile demiryolu döşememişti bizi yöneten büyüklerimiz? Durum apaçık ortadaydı işte: Ne bekliyordunuz yani, demiryolu döşeyip de komünizmin gelmesini mi kolaylaştırsınlardı! Rona AYBAY cak, şubat ayları yaklaştı mı ben fena halde kaygılanmaya başlarım. Hayır, öyle odun kömür sorunu ya da karlı buzlu yollarda, kaldırımlarda çukurlara düşüp bir tarafımı kırma olasılığı filan değildir beni kaygılandıran... Onlar ufak tefek şeyler. Benim kaygım çok daha ciddi. Adında koskoca bir “Demokrat” sözcüğü olup da, memlekete demokrasinin “D”sini getirmemiş olsa da bizi 10 yıl yönetmiş Demokrat Parti’nin, bizi “küçük Amerika” yapacak olan Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, yaptığı şu tarihsel saptamadır, beni kaygılandıran: O Bu kış, Türkiye’ye komünizm gelecek! Şimdi, ben haksız mıyım, kaygılanmakta? Sizler, Balkanlar’dan soğuk hava dalgası gelecek, koskoca kentlerde yollar kapanacak; halimiz ne olacak filan diye kaygılanadurun; asıl tehlikenin farkında değilsiniz galiba? Asıl korkulması gereken şey, komünizmin gelmesi! Üstelik, bu tehlikenin hangi yönden geleceği de belirsiz. Bayar, hangi mevsim geleceğini söylemiş, ama hangi yönden geleceğini belirtmemiş. Yani geliş zamanı belli de hangi yönden geleceği belli değil bu meretin! O zaman ne yapmalıyız? Dört bir tarafımıza mukayyet olmalıyız. Öte yandan, zaman konusunda bir de başka sorun var. Bu meret Rusya’ya gelmiş mi? Gelmiş! Hangi yıl geldiği de belli: 1917. Burası tamam da, tam olarak hangi tarihte gelmiş, orası biraz karışık. Neden derseniz; durum şöyle: Gelişi, Sovyetler zamanında “Ekim Devrimi” diye kutlanırdı; ama kendisi aslında kasım ayında gelmişti! İyi mi? Ya ni sadece yön bakımından ihtiyatlı olmak yetmiyor bu merete karşı; zaman konusu da biraz karışık. Yani, ekim deyip şaşırtma veriyor, ama kasımda geliyor! Bizlere “çağ atlatan” bir başka büyük liderimiz, merhum Cumhurbaşkanımız vardı hani. Şu, bizleri tarihsel uyarılarıyla, değerli saptamalarıyla aydınlatan ‘Prezidan’ Özal. “Benim memurum işini bilir!”, “Anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz!” filan gibi çok derin anlamlar içeren özdeyişleri kendi deyimiyle “hepimizi kıçüstü oturtan” ‘Prezidan’ Özal. Yandaş, yalaka takımınca “vizyon sahibi” diye göklere çıkarıldığı sıralar, komünizm üzerine daha da tarihsel şöyle bir uyarıda bulunmamış mıydı? Demiryolları komünistliktir! İşte böylece, hangi yönden geleceği belli olmayan, ne zaman geleceği de biraz karışık olan komünizmin, hangi araçla geleceği apaçık belli olmuştu: Komünizm demiryoluyla gelecek! Çocukluğumuzda, “Demirağlarla ördük, anayurdu dört baştan” filan gibi marşlarla bizi coşturan öğretmenlerimizin, aslında nasıl büyük bir gaflet içinde olduklarının ayırdına varmıştım böylece. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayıp günümüze kadar uzanan dönem boyunca niçin bir metre bile demiryolu döşememişti bizi yöneten büyüklerimiz? Durum apaçık ortadaydı işte: Ne bekliyordunuz yani, demiryolu döşeyip de komünizmin gelmesini mi kolaylaştırsınlardı! Ya maazallah, küçük kasabalara kadar yayılmış demiryolu ağlarıyla birbirine bağlı Avrupa ülkeleri gibi, geniş ovalarında yük taşıyan tren katarlarının boyu kilometreyle ölçülen ABD gibi mi olsaydık da, komünizm trene binip elini kolunu sallaya rak geliverseydi! Halimiz ne olurdu?.. Bunları kara kara düşünürken birden bir ferahladım ki sormayın. Dünyaya nam salmış Başbakanımız bu tehlikenin farkında olmaz mıydı hiç? Şu sözlerine bir bakın, nasıl da aydınlatıyor bizleri: “O komünist zihniyeti hâlâ aşkla ve şevkle yaşamak isteyenler var. Dünyada komünistler bile bu işten vazgeçti. Ama o komünistleşme sürecine girmek isteyenler var.” Bizleri her gün yeni bir projeyle mutlandıran, “ileri demokrasi”nin nimetlerine gark eden, şimdiki iktidarımız, sonunda bu tehlike karşısında da en güzel çözümü bulmuştu. Başkentimizle, en büyük kentimiz arasında demiryolu bağlantısı, önce yarıdan kesildi. Eskişehir’de trenden inip aynı garda, aynı yöne gitmek için birkaç kez merdivenlerden inip çıkmak gerekiyordu. Böylece, trene binip gelecek olan komünizmin yolu, tam değilse de biraz kesilmiş oluyordu. Ama bu meret, aktarma maktarma, merdiven filan dinlemeyip her türlü zahmeti göze alarak, yine de gelemez miydi? İşte şimdi görüyorum ki dünyaya örnek bir yönetim ustalığı sergileyen iktidarımız bu komünizm tehlikesi denen mereti, yurdumuzda tümüyle ortadan kaldırmış bulunuyor. Artık İstanbul ile Ankara arasında hiç mi hiç demiryolu bağlantısı yok! Haydarpaşa Garı da işlevsiz kalıp bir “ucube”ye döndürüldü mü, işi tamadır artık! Yerine, helalinden bir AVM’miz de açılır; biter bu iş. Kısacası artık Haydarpaşa Garı da yok, İstanbul’la yurdun öteki yöreleri arasında da tren yolu bağlantısı da yok. Derin bir “oooh” çekip rahatladım ve de iktidarımıza en içten duygularla teşekkür ediyorum. Artık, “AmTrack” denilen yolcu trenleriyle vızır vızır yolcu taşıyan, uzun uzun katarlarla yük nakliyatı yapan Amerikalılar, en küçük kasabalarına kadar demiryolu bağlantısı kurmuş olan Almanlar, Fransızlar, İsviçreliler filan kaygılansın, komünizmin trene binip gelişinden. İktidarımız sayesinde, benim içim çok rahat; sizinki de öyle olsun; rahat rahat uyuyun... ‘Cinsel Aktivite’ Günleri... “Cinsel aktivitenize” de dikkat edeceksiniz... Siyasete girmesin... Çünkü siyasi oluşumlarda en belirleyici unsur oluverdi: “Cinsel aktiviteler...” ? Bir “cinsel aktivite” kaseti ile ana muhalefet baştan düzenlendi, bir genel başkan gitti, bir genel başkan geldi... Sonra... Seçim öncesi ikinci muhalefet partisi MHP’lilerin “cinsel aktivitelerine” girip baktılar... MHP hizaya getirildi... Baraj altında kalmasın diye CHP’liler bile MHP’ye oy verdiler... ? Askerleri sindirmekte keza... Bu kez, bir Genelkurmay Başkanı’nın kızının “cinsel aktiviteleri” gazete manşetlerinde dolanıyor kaç gündür... ? Bildiklerimiz bunlar... Ya bilmediklerimiz?.. Şu anda karar masalarında oturmuş önemli insanları susturan, sindiren, yönlendiren kaç kaset var, kim bilebilir?.. Böyle bel altından vurdular mı, oturur en babayiğit olanı... ? Belli ki tüm bunlar rastlantı değil... Bir yöntem... Özel çalışmaların, özel çabaların, özel uğraşların ürünü... Onun için zaten, yazılmamış kitapların son baskılarından, yapılmamış darbelerin planlarına kadar yakaladılar da... Bir tek “cinsel aktivite” meraklısı şerefsiz bulunamadı gitti... ? Söyler misiniz: En pis, en faşist, en kirli, en kara, en insan onurundan ve ahlakından yoksun dönemlerde böyle bir şey duyan oldu mu?.. İnsanların yatak odalarına girildiği... Mahrem görüntülerinin çekilip servise konulduğu... Kadınlarının, kızlarının “cinsel aktivitelerinin” manşetlerde dolandığı... Böylece siyasetin şekillendirildiği bir zaman bilen var mı?.. Yok... ? Din, iman, ahlak, haram, helal, ibadet, namaz, niyaz... Dillerinden düşmüyor... İnsanların yatak odalarına girip “cinsel aktivitelerini” dikizlerken... ? Ama ne yapacaksınız?.. “Konuşmaktan korkuyoruz” diyordunuz da... “Cinsel aktivitenizi” de tutun artık... Çekemesinler... Fatih Projesi (!) Prof. Dr. Osman Coşkunoğlu CHP Parti Meclisi Üyesi, 22. ve 23. Dönem Milletvekili B aşbakan bir okulda ilk tabletleri dağıtarak Fatih Projesi’ni (!) başlattı. Çağı mıza damga vuran teknolojiler ve eğitim yan yana olunca akan sular duruyor. Oysa, gerçekler çok farklı: 1. Ortada öğretmenleri, öğrencileri ve müfredatı da ele alan bir proje yok. 2010’da yayımlanan “MEB Stratejisi 20112014” belgesinde, konuyla yakında uzaktan ilgili tek bir kelime bile yok. Kullanılacak teknolojinin pedagojik değer ve katkısı üzerine tek bir belge veya araştırma yok. Ortada sadece Başbakan’ın 2010 Kasımı’nda ve seçim öncesinde ortaya attığı bir slogan var. Bunun içini aceleyle doldurmak için MEB bürokratları, harcanacak 89 milyar TL için iştahı kabarmış birkaç şirketin de yardımıyla, genel ve sığ bazı açıklamalar yapmanın ötesine gidememiştir. 2. Konu üzerindeki tartışma, sadece satın alınacak donanımlar üzerine odaklanmıştır. Öğretmenlere verilen bir haftalık, toplam 15 saatlik dersin ne kadar yetersiz ve sığ olduğunu, pilot illerden birisi olan eski seçim bölgem Uşak’ta gözlemledim. 3. Eylül 2011’de New York Times gazetesinin yayımlamaya başladığı, ABD’deki okullarda uygulamaları inceleyen bir yazı dizisinde (www.nytimes.com/2 011/09/04/technology/technologyinschoolsfacesquestionsonvalue.html?ref=technology), yoğun teknoloji kullanılan okullarda öğrencilerin öğrenme düzeylerinin iyileşmediği, hatta kötüleşebildiği açıkça gösteriliyor. 4 Şubat 2012 tarihli Los Angeles Times gazetesi, konunun saygın uzmanlarına ve bilim insanlarına sordukları “Bu gösterişli teknolojilerin eğitime gerçek katkısı nedir” sorusunun yanıtlarını içeren bir makale yayımladı (www.latimes.com/bu siness/lafihiltzik20120205,0,639053.c olumn). Yanıtlar aşağı yukarı aynıydı: Okullarda bu yeni teknolojilerin kullanılmasından yararlananlar sadece satıcı firmalar ve yaldızlı ama sığ laflar eden politikacılardır! Nitekim, derslerini internetten herkese açmış olan, dünyanın önde gelen bazı üniversitelerinde en kompleks konuların bile kara tahtada işlendiğini görüyoruz. 4. Ülkemizde hiç de saydam olmayan bir şekilde yapılan ihaleyle tablet ve etkileşimli tahta (buna da “akıllı tahta” diyenler var!) satın alınıyor. Baştan, bu donanımların en az yüzde 60 yerli olmasından bol bol söz edilerek ulusal teknoloji üretimimizin destekleneceği gibi parlak izlenimler yaratıldıysa da, bu koşuldan da sessizce vazgeçildiği anlaşılıyor. 5. Pedagojik değer ve katkısını kimsenin açıklayamadığı, projesi yapılmadan, öğretmen ve okul yöneticileri gibi paydaşlarla ve konunun uzmanlarıyla danışılmadan, dünyadaki uygulamalardan habersiz olarak alelacele başlayan bu girişimin eğitime bir yararı olması bir yana, neden olabileceği tehlikeler de vardır: a. İyi düşünülmemiş ve hızlı değiştiği için kısa sürede demode olacak teknoloji kullanarak 810 milyarlık harcama israf edilmiş olabilecektir. b. Zaten ortalama başarı düzeyinin çok düşük olduğunu hem ÖSS hem de PISA sınav sonuçlarında gördüğümüz eğitim siste mimiz daha da olumsuz etkilenebilecektir. c. Tabletlerle etkileşimli tahta arasındaki iletişim kablosuz olarak (Wi Fi) sağlanacağı için, her sınıfta adeta orta boy bir baz istasyonu varmış gibi bir ışınım (emisyon) olacaktır. Evinin yakınında kurulacak baz istasyonundan rahatsız olan insanımız, çocuklarını ortasında bir baz istasyonu olan sınıfa her gün yolluyor olacaktır. d. Engelli öğrencilerin düşünülmediği, sayısal uçurumun daha da artabileceği gibi başka sakıncalar da vardır. Yeni teknolojiler ve eğitimin bir yerde etkin bir şekilde buluşması sağlanabilir. Nitekim Güney Kore ve İngiltere gibi bazı ülkelerde bir yandan pilot uygulamalar diğer yandan teknoloji ile pedagoji arasında sinerji arayışındaki araştırmalar süregidiyor. Ülkemizde de, paydaşlar ve konunun uzmanları ile beraber iyi düşünülmüş bir proje ile yol haritasının hazırlanması gerekiyor. Bunların hiçbiri olmadan, sadece donanım satan firmaların ve yaldızlı laf eden politikacıların yararlanacağı bir girişim, eğitim sistemimizi daha da olumsuz etkileme pahasına başlıyor. Oysa, eğitim sistemimizi iyileştirmenin yolu, donanım satın almaya harcanacak 810 milyar TL’nin okullarımızdaki koşulların iyileştirilmesi ve öğretmenlerin desteklenmesi için harcanması gerekirdi. Dolayısıyla, çocukları okullarda olan ailelerin ve öğretmenlerin bu girişim karşısında direnmesi gerekir. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear