26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 7 ŞUBAT 2012 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR Soğuk savaş yıllarında Amerika’da komünist ve Yahudi karşıtı hareketleri Rosenbergler davasıyla ele alan tarihçi Decaux’un oyunu ŞT sahnesinde İnsan Öyküsüyle Var Hazırlıkları aylardır süren “Dünyanın Öyküsü” sonunda çıktı. Grafik düzeni ve yüz doksan sayfalık dopdolu içeriğiyle göz ve gönül dolduran dergi; günlerdir elimden düşmedi. Yayın Yönetmeni Özcan Karabulut sunu yazısında, çıkış amaçlarını şöyle özetliyor: “Edebiyat ortamını canlı tutmak ve öyküyü yükseltmek.” Özcan’ı yetmişlerin sonunda tanıdım. O yıllarda ODTÜ’de öğrenciydi, ilk öykülerini yayımlıyordu ve arkadaşlarıyla bir öykü dergisi çıkarıyordu. Sonra 2005’te yazık ki ancak sekiz on sayı süren o güzelim “İmge Öyküler”e hayat verdi. Dergicilik virüsü taşıyor. (Cemal Süreya da böyleydi.) Özcan bir de örgütçü. “Dünya’nın Öyküsü” çeşitli illerimizle Lefkoşa ile Moskova’da yirmiyi aşkın çalışma grubu ve temsilcilik ağı ile örgütlenmiş. Belli ki uzun ömürlü, kalıcı olmayı hedefliyor. Bizde kurum dergileri epeydir magazin çizgisine kaydı, içleri boşaldı. Oysa has edebiyat dergileri edebiyatın mutfağı, okulu, belleğidir. Ancak arkasında güçlü bir parasal destek olmayan dergiyi sürdürmek kolay değil. Bu yüzden bu kez işi sağlama bağlamışlar, “Roman Kahramanları” dergisini de yayımlayan Heyamola Yayınları ile çıkmışlar yola. ??? Öykü, şiire en yakın edebi türdür. Süzme, damıtma ve kendine özgü incelikleriyle hayatın anlam ve derinliğine yönelir. Bir toplumun ya da ülkenin öyküsü o ülkenin kendi birikiminden, gerçeğinden, yaratıcılığından beslenir ve hem geniş zamanlarda gezinir hem de günceldir. Çünkü hayatın izinde, diliyle, biçimiyle, ruhuyla sürekli yenilenmeye açık bir öze sahiptir. Edebiyatımızda yenilikçi akımların kimisi öyküden doğmuştur. Örneğin elli kuşağı öykücüleri çıkardıkları dergilerle ve açtıkları tartışmalarla eskiyi, alışılmışı zorlamış, öyküye yeni bir soluk, yepyeni yazarlar kazandırmışlardır. Sağlam, oturmuş bir öykü zemini var bizde. Bugün Türk öykücülüğü dünyanın gerisine düşmeyen özgün bir çizgide yol almakta. Kitaplaşma güçlüklerine rağmen nicelik ve nitelik açılarından bir yükseliş süreci yaşanıyor ve ortaya çıkan ürünler zengin bir çeşitlilik sergiliyor. Sanıyorum, “Dünyanın Öyküsü” bu gelişmeye önemli katkılarda bulunacak. ??? İki ayda bir yayımlanacak derginin şubat mart sayısının konuğu Füruzan. Yazarla yapılmış söyleşi ufuk açıcı. “Dilde Özgürlük Arayışları” konulu inceleme ise Kürtçe edebiyatı ele alıyor. İyi seçilmiş birçok öyküye de yer verilmiş. “İnsan öyküsüyle var!” deyişiyle yola çıkan dergi, çok sayıda önemli yazar ve akademisyenin görüş ve yazıları ile gerçekten çok yüksek bir kalite ve içerik kazanmış. Bu arada öykünün ilgi alanına giren farklı türler de ihmal edilmemiş. Ödüllü yarışmalar, öykü kitabı yayımlama gibi etkinlikler canlı bir öykü belleği oluşturmada yarar sağlayacak kuşkusuz. Atölyeler, forumlar, çalışma grupları ve yüksek baskı sayısıyla her yere ulaşacak derginin, “Yazarları dayatmalara eylemli kılmak, yaratma ile insan özgürlük taleplerini örtüştürmek” gibi bir amacı da var. Ömer Türkeş, edebiyatta değerler ölçütünün unutulmaya yüz tuttuğu, edebiyat teorisi ve dergiciliğin ihmal edildiği, çok satarlığın değer sayıldığı bir ortamda “Her dergi çıkarma girişimi edebi alana bir müdahale niyeti taşır, taşımalıdır” diyerek yol haritasını çizmiş ilk yazısında. “Dünyanın Öyküsü”, edebiyat dünyamıza hoş geldi… Bir hiç uğruna... stanbul Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu, Orhan Alkaya’nın yorumladığı “Rosenbergler Ölmemeli”, Fransız tarihçi Alain Decaux’nun tiyatro alanında ürettiği yapıtlar arasında sanırım en çok oynanan, filme çekilen ve televizyonda dizi olarak gösterime giren eseri. Decaux, Soğuk savaş yıllarında Amerika’da komünist ve Yahudi karşıtı hareketleri, faşizan tırmanışları Rosenbergler davasıyla ele alıyor. Julius ve Ethel Rosenberg 19 Haziran 1953’te Sing Sing Hapishanesi’nde idam edildiler. Suçları, Amerika’nın atom bombasıyla ilgili sırlarını Sovyetler Birliği’ne sızdırmaktı. Dava, Mart 1951’de başladı ve kısa sürede bitti. Karar idamdı. Bu karar kamuoyunu ikiye böldü. Aralarında J. P. Sartre, Brecht, Kahlo, Rivera, Hammet, Cocteau, Picasso ve Albert Einstein gibi isimlerin de olduğu bir kesim, Yahudi kökenli ve aynı zamanda komünist olan çifti Amerikan faşizminin ilk kurbanları olarak görüyor ve idam kararını protesto edenler arasında yer alıyorlardı. Karşıt görüşte olanların bir kısmıysa özellikle Julius Rosenberg’in suçlu olduğunu kabul ediyor ama, bu suçun cezasının idam olmaması gerektiğini savunuyordu. Yıllar sonra Khrushchev, hatıralarında Stalin’den dinlediklerine dayandığını belirterek atom bombası konusunda Rosenbergler’e sızdırdıkları önemli bilgiler için teşekkür etse de, atom enerjisi üreten reaktörün başında bulunan Boris V. Brokovich, bir Amerikan televizyonuna verdiği röportajda, bunun tamamen tersini söyleyecek ve “Rosenbergler’i bir hiç uğruna idam ettiniz” diyecekti. İ otokrasilerin ‘McCarthy’cilik yahut soğuk savaş’ döneminde yaşanmış bir adalet problemini konu ediyor. Hepimize, yargının siyasallaştığı bir ülkede adalet nasıl sağlanır sorusunun peşine düşmemizi salık veriyor.” Kanımca, “Rosenbergler Ölmemeli” metin olarak ele alındığında yönetmene çok fazla hareket olanağı vermeyen bir yapıya sahip. Bu, sanıyorum, yazarın öncelikle bir tarihçi olmasından kaynaklanıyor. Belki de bu nedenle dramatik unsura, dramaya fazla alan açmıyor. Orhan Alkaya, bu yapıyı kırarken oyunu müzik ve şiirle de destekliyor ve sahneyi mekânsal olarak bölme yoluna gidiyor. Ethel ve Julius’un, evsorgu odasıhücre gibi değişen mekânlarda yaşadığı gelgitler sahnenin gerisine kurulmuş olan bir ekrana yansıyor. Aynı durum mahkeme salonunda da yaşanıyor. Davanın akışı ekrandan ve aynı zamanda ekran dışından izleniyor. Bu anlamda yönetmen, film ile tiyatro arasında mekânın ötesinde zamansal bir ilişki kurulmasını hedeflemiş. “Rosenbergler Ölmemeli”de baskı mekanizmasının insanı kilitleyen bir gerginlik tarzında hissedilmesi kanımca bütüne giden yolda önemli bir unsur. Bu da taraflar arasındaki dengede yakalanabilir. Buna bağlı olarak, aslında birer maşadan başka bir şey olmayan FBI müfettişlerinin (Ali Gökmen Altuğ ve Ozan Gözel) sembolize ettiği şiddet, abartı dozuna dikkat edilerek verilebilseydi sistemin ürkütücü gücü daha belirginleşmez miydi diye düşünmeden edemiyor insan. Aynı şey, belki bu süreçte çekimser kalan medyayı temsil eden gazeteci (Yeşim Koçak) figürünün karikatürize edilişine yönelik olarak da söylenebilir, ya da başka bir örnek olarak, McCarthy’nin (Osman Gidişoğlu) yine karikatür çizgisine kayan konuşmasına… Öte yandan, bu yapı içerisinde, Ethel Rosenberg (Aslıhan Kandemir), Julius Rosenberg (Mert Tanık) ve inandığı bir dava için sonuna kadar direnen avukat (Ali Mert Yavuzcan) abartıya kaçmayan duruşlarıyla etkileyici bir resim çiziyorlar. Bir yanda, korkularına rağmen ödün vermeyen, dik durabilen, birbirlerine sevdalı iki insan ve bir hukuk adamı. Öte yanda, Arthur Miller’ın sözleriyle “devletin bilinçle empoze ettiği bir güç gösterisini sadizmin inanılmaz boyutları içinde” sergileyen insanlar ve de üçüncü bir grupta “vicdanlarını onların ellerine teslim edenler”... 25 YIL BOYUNCA ORTAOYUNCULAR KADROSUNDA SAHNEYE ÇIKTI Oyun içi dengeler Baykal Kent yaşamını yitirdi Kültür Servisi Tiyatro ve sinema oyuncusu Baykal Kent (69) tedavi gördüğü Bursa Devlet Hastanesi’nde dün sabah saatlerinde hayatını kaybetti. Kalp yetmezliği nedeniyle yoğun bakım servisinde tedavi gören Kent, bir süredir Bursa’da yaşamını sürdürüyordu. Sanat hayatının 50. yılında yerleştiği Bursa Büyükşehir Belediyesi Fethiye Dörtçelik Huzurevi’nden yaklaşık 2 yıl önce ayrılan ve bir evde yaşamaya başlayan Kent, 24 Ocak’ta rahatsızlanması sonucu Bursa Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Baykal Kent’in cenazesi bugün İstanbul’da toprağa verilecek. 1943’te İsHalil Koyutürk’ün ‘Tepme’ isimli sergisi 31 Mart’a kadar açık. Tartışmalar tanbul’da doğan Kent, sanat hayatına tiyatro oyunculuğuyla başladı. 1963 yılında sinema filmlerinde figüran olarak rol aldı. Daha çok komedi filmlerinde rol alan sanatçı, 25 yıl boyunca Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncular kadrosunda sahneye çıktı. Ortaoyuncular’da rol aldığı bazı oyunlar ise şöyle: “Şahları da Vururlar”, “İstanbul’u Satıyorum”, “Çok Tuhaf Soruşturma” ve “Fişne Pahçesu”. Baykal Kent’in rol aldığı film ve televizyon dizileri arasında “Gülen Adam”, “Varsayalım İsmail”, “Kahpe Bizans”, “Cennet Mahallesi”, “Aile Şerefi”, “Kiracı”, “Ortadirek Şaban” da bulunuyordu. Sennur Sezer’e şiir ödülü ? Kültür Servisi İstanbul Fransız Kültür Merkezi ve Türkiye PEN Kulübü Dünya Şiir Günü çerçevesinde bir etkinlik yapılacak. 21 Mart Çarşamba saat 19.00’da Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlenecek etkinlikte Sennur Sezer’e de Türkiye PEN Kulübü’nün Şiir Ödülü takdim edilecek. Etkinlikte, Fransız şair, deneme yazarı ve edebiyat eleştirmeni Sylvestre Clancier şiirlerinden alıntılar okuyacak. Okumaların ardından aynı zamanda Fransa PEN Kulübü Başkanı da olan Sylvestre Clancier ile PEN Türkiye Kulübü Başkanı Tarık Günersel’in katılımı ile bir söyleşi yapılacak. Siyasallaşan yargı 2000’lere gelindiğinde; Rosenbergler’in idamlarının 50. yılında, New York Times’ta çıkan bir yazı, o gün alınan yargı kararının bugün de tartışmalı olma niteliğini koruduğuna ve histeri krizine yakalanmış ülkelerde genelde bu tür adaletsizliklerin kaçınılmaz olduğuna değiniyordu. Unutmamak gerekir ki, söz konusu histerinin etkisi yaygın ve kalıcı olmuş, pek çok bilim ve sanat adamı tutuklanmış, sorgulanmıştı. Bu süreçte dönen çarkın bir tür engellenemez insan avına yol açtığı gerçekti. Sadece o gün ve de Amerika için geçerli bir süreç miydi bu? Oyunun yönetmeni Orhan Alkaya sorunun cevabını şu sözlerle veriyor: “Oyun, bütün zamanların ‘1950’leri’nde, bütün coğrafyanın ‘Kuzey Amerika’sında, bütün Otobanın dışına çıkanlar The Empire Project sanat alanında yeni düşünceler geliştirmeyi amaçlıyor Kültür Servisi Taksim Sıraselviler’in tı’nın üzerinden kuruyor. Empire İsbaşında yer alan ve 1. yaşını doldurmak tanbul merkezli ama Balkanlar’dan, üzere olan galeri The Empire Project, 6. Beyrut’tan, İran’dan, Kuzey Afrika’dan gelen sanatçıların yapıtları da sergisini Halil Koyubizi ilgilendiriyor” diyor Gütürk’ün “Tepme” adlı sergisiyle açtı. Empire’ın yö ? “Bisiklet Yolu” adlı leryüz. sergi dizisiyle Türkiye’deki sanatsal hareneticisi Kerimcan Güleryüz, Türkiye’de eksik kakalabalık, gürültülü ketliliği uluslararası mecralara taşımayı; hedefleyen galeri, salan bir ihtiyacı karşılamak ve kirli otobanın nat alanında yeni düşünceler de adına yaklaşık iki yıl önce dışında kalanları, geliştirmeyi amaçlıyor. EmpiÇağdaş Sanat Desteklere’ın her yıl yapmayı planladıme Derneği’ni kuruyor ve alternatif yollara ğı “Bisiklet Yolu” isimli serisi ardından da galeriyi açıyor. sapmış sanatçıları de bu yenilik adına atılmış adım“Herkes sanattan söz edikeşfe çıkan Empire, lardan biri. Mehmet Güleryor, büyük holdingler yüz’ün küratörlüğündeki “Bimekânlar açıyor, ama İstanbul merkezli siklet Yolu” kalabalık, gürültükimse günün koşullarınyüzü Balkanlar ve lü ve kirli otobanın dışında kadan söz etmiyor. En büOrtadoğu’ya dönük lanları, alternatif yollara sapmış yük eksiklerden biri de bir galeri. sanatçıları keşfediyor. Serinin ilk genç sanatçıyı desteklesergisi ise geçen günlerde son yecek bir platform, kurum ya da yapının olmaması. İki yıl ön bulan matematikçi Erdem Küçükköroğce bu eksiği fark ettim. Bir galeri ilişki lu’nun “Denge” başlıklı sergisi oluyor. Şu sıralar devam eden Halil Koyusinin dışında proje ve sanatçı kitabı geliştirmek, işlerin prodüksiyonunu üst türk’ün “Tepme” sergisi ise 31 Mart’a kalenebilmek adına böyle bir yapının oluş dar izlenebilecek. Sergideki fotoğraflar, Koyutürk’ün daha önce Türkiye’deki “Tiner turulması ihtiyacını gördüm.” Empire, eski imparatorlukların merkezi Kokusu” ve transseksüel seks işçilerini belİstanbul’un tarih boyunca kültürel etkisi gelediği “T.S.”deki çalışmaları kadar sert. içinde yer alan ya da ondan etkilenen böl Yaşamı ve çalışmalarını İsveç’te sürdüren gelerde üretilen güncel sanatı destekliyor. Koyutürk, siyahbeyaz fotoğraflarında İs“Türkiye’de galeriler veya koleksiyo tanbul, Ankara ve Stockholm gibi kentlerde nerler cümleyi hep Avrupa’nın, Ba yakaladığı anları bir araya getiriyor. K A M İ L M A S A R A C I K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K BORUSAN MÜZİK EVİ’NDEKİ ‘WHAT I LOVE’ SERGİSİ 21 MART’A KADAR AÇIK ginöz, Yağız Özgen, Zeynep Beler’in farklı disiplinlerden eserlerinin yer aldığı sergideki belli başlı konular ise “aile içi ilişkiler”, “yoksulluk”, “mutluluk” “karşılaşma anı”. Serginin küratörü Dr. Sönmez, “What I Love” sergisi kapsamındaki sanatçıların üreKültür Servisi Borusan’ın çağdaş sanata timinde herhangi bir yönlendirme ya da bilgigenç sanatçıları kazandırma amacıyla kurduğu lendirme olmadığına dikkat çekerek, “Bizim bu Borusan Art Center’ın 3. sergisi “What I Lo sergide en çok karşı durduğumuz olgu sanat ve” bugün kapılarını açıyor. piyasasının genç saKüratörlüğünü Dr. Necnatçılara yönelik bami Sönmez’in yaptığı serkışı, onları ‘ucuz sagide 10 genç sanatçının, natçı’ şeklinde görme Türkiye’deki sosyal olgualgısı. Ben bu sergide lara gönderme yapan, sanat alışılageldiği şekilde piyasasının baskıcı ortamıküratörlük çalışması na dair farklı yorumlar suyapmadım. Sanatçınan eserleri yer alıyor. ları elimden geldiğinAsena Hayal, Berkay ce özgür bıraktım” Tuncay, Burçak Konukdedi. Sergi 21 Mart taman, İlke Yılmaz, Elif rihine kadar Borusan Öner, Evrim Kavcar, Müzik Evi’nde ziyaret Gökçe Süvari, Özge En Özge Enginöz’ün ‘Mutluluk’ adlı çalışması. edilebilir. 10 genç sanatçı bir arada C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear