02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 ŞUBAT 2012 PAZAR 14 görüntülerine bakarak pek uygulandığı söylenemez, ama yavaş yavaş bir şeylerin değiştiğini, korumasız hayvanlara zevk için saldıran ve öldüren sadist zihniyetin toplum vicdanında da mahkum edildiğini görüyoruz. Geçen gün televizyon izlerken, ekranın altındaki bantta “korumasız köpeğe taş ve buz parçalarıyla saldıran çocuklara ceza…” yazıyordu. Başka bir deyişle Türkiye’de hayvanlara yönelik olağan, küçük gaddarlık da artık haber. CHP konuya duyarlı. İki milletvekili şubat ayı başında TBMM’ye yasadaki cezai yaptırımları arttıran bir önerge sundu. Güçsüze, zararsız ve savunmasıza verdiği acıdan zevk alan insan o kadar çok ki, kuşkusuz bu kalemde de “sıfır işkence” hanesine varılamayacak. Ama belki daha çok sayıda savunmasız hayvanı insan gaddarlığından korumak mümkün olacak zamanla… Oysa insanlığın durumu umutsuz. Yüzlerce yasa, insanı insan gaddarlığından koruyamıyor. Hele gaddarlık psikolojik acı vermek, skatolojik zevk almak içinse, suç sayılmıyor, yasa bile yok! ??? Adam, üç yıldır hükümsüz tutuklu. Üstelik tecrit hücresinde. Yapayalnız. Her şeyi elinden alınmış. Yarinin yanağı, çocuğunun kokusu, bir dost elini tutmaya, bir ses duymaya hasret. Üç yıldır “Suçum ne?” diye haykırıyor, belki doğru, belki yanlış, adil ürkiye’de 2004 yılından beri T Hayvanları Koruma Yasası var. Kurban bayramı açıklamış kararı, ne gam? O paçavra gazeteler ve paçoz çevirmenleri, bu kaşarlar, zaten doğru olanın peşinde değiller ki… Tam tersine, gerçeği saptırmak, şoke etmek için varlar. Uyandırdıkları nefretten besleniyorlar. Nerede yalan, dolan ve iftira, oradalar. Ne kadar çirkef, o kadar şöhret, onlar. Doğuştan mı arsızlar, sonradan mı oldular, bilinmez. Ama hakaret edilmekten, aşağılanmaktan zevk alıyorlar, besbelli. ‘Skatoloji’yi* hayvanlar mı icat etti? Elbette bazı insanlara özgü bir sapkınlıktır, skatofili. ??? Hücresinin sessiz yalnızlığında bir de bunlara göğüs germek zorunda kalan Tuncay Özkan, “Bugünler geçer” diyor, okunmayan mektubunda. “Ölmez de bu hücrelerden sağ çıkarsak, halkımızın önünde her şeyi açık açık konuşuruz. Hatalarımız varsa özür dileriz. Sevaplarımızı da terbiyemiz gereği sessizce geçiştiririz. Çünkü bize utanmayı da öğrettiler. Ben milyonlarca insanın gözüne bakarak meydanlarda konuştum. Alnım o günkü gibi ak ve dik. Hiç yalan söylemedim halkıma. Hâlâ yalansız yaşıyorum. Ölümden korkmuyorum. Ama utanmaktan korkuyorum. O nedenle herkesi, tarih önünde utanacağı sözlerden uzak durmaya davet ediyorum.” Boşuna kahretme Tuncay, bunları utandıramazsın… Çünkü ne onlar tarih yazar, ne de tarih onları! * Dışkı düşkünlüğü. “Buz kadar iffetli ve ka r kadar temiz olsan da iftirada n kaçamazsın.” WILLIAM SHAKESPE ARE Yöresel Şöhret Olarak: Kaşar yargılanmadığını düşünüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne tutukluluğunun altıncı ayında yaptığı başvuru, yeni görüşülmüş ve AİHM, bir ara karar almış. Başvuruda yapılan şikâyetlerin ikisini “kabul edilebilir” bulup, Türkiye’den 10 Nisan’a kadar savunma istemiş. Bu savunmadan sonraki aşamada, ilk başvuruda “dava sonuçlanmadığı” için reddettiği şikâyetleri kabul etme olasılığı bile var! Dolayısıyla AİHM’nin ara kararı, tutuklunun lehine bir karar olup, daha da lehine dönebilir… Biri taze, öteki eski kaşar, almışlar ellerine paçavra bir gazetenin AİHM’nin ara kararına dair paçoz çevirisini, sallıyorlar. Kaşarlık ikonu eskisinin taze klonu kaşar, daha heyecanlı. “Mahkeemeee, Ergenekon örgütünün varlığını kabul ettiii! Mahkeemee, Tuncay Özkan’ın evinde silah bulundu dediii! Mahkeemee, işkence yok, dediiii, naa karar burda!” diye Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Yaşanmış Bir Korku Öyküsü Antalya Kitap Fuarı nedeniyle beş gündür Güney’in bu güzel kentindeyiz. Tatil dönemi olmamasına karşın kentte Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen çoğu yaşlı, kadınerkek birçok turist var. Kaldığımız otelde ise bir farklılık var; burada konaklayanlar Araplar, kadınların sayısı ise yok denecek kadar az. Danışmadaki görevliye nereden geldiklerini soruyorum, “Libya’dan”, diyor, 300 kişilik bir grupmuş. “Pek turiste benzemiyorlar” diyorum, “Haklısınız, turist değiller” dedikten sonra açıklıyor. Kaddafi güçlerine karşı savaşmış muhalif askerlermiş. Bir bölümü yara almış, bir bölümü ruhsal bunalıma girmiş insanlarmış bunlar, Antalya’nın çeşitli hastanelerinde tedavi görüyorlarmış. Ufak bir bölümü de salt dinlence için buraya getirilmiş. Kimi insan öldürmüş, kimi tank bombalamış, kimi yaralanmış, fakat tümü savaş travmasından henüz kurtulmamış bu insanlarla aynı otelde birkaç günlüğüne de olsa burun buruna yaşamak düşüncesi ürkütüyor beni. Oteldeki ikinci günümde yedinci katta bulunan odama çıkmak için giriş katında asansöre biniyorum, asansör alt kattan dolu geliyor, içi Libyalı dolu. Bana elleriyle “gel” işareti yapıyorlar. Binmesem ayıp olacak, biniyorum, ama içimi de bir korku kaplıyor. Haksız da sayılmam, çünkü tümünün gözleri üzerimde. Bana niçin öyle baktıklarını yorumlamaya çalışıyorum. Neyse, ikinci ve üçüncü katlarda iniyorlar, rahat bir soluk alıyorum. Aynı akşam otelin barındaki garsonlardan biri “Bunlar tuhaf insanlar” diyor, “sessiz sakin otururlarken birden kafaları kızıyor, birbirlerine saldırıyorlar…” Ne olursa olsun, bir daha onlarla aynı asansöre binmemeye karar veriyorum. ??? Düşünüyorum… Bunlar, çoğu yoksul çöl insanları. Hiç bilmedikleri, hiç tanımadıkları, tarif dahi edemeyecekleri “özgürlük”, “demokrasi” gibi kavramların büyüsüne kapılıp ayaklanmışlar. Ellerine silahlar tutuşturulmuş, kendilerine gösterilen hedeflere karşı yürümüşler. Düşman diye bellediklerini öldürmüşler, ama aynı zamanda kendi arkadaşlarından öldürülenlerin cesetlerini taşımışlar. En sonunda NATO’nun da silahlı, bombalı desteğiyle Kaddafi rejimi yıkılmış, onlar da “savaş kahramanı askerler” ilan edilmiş. Bu arada altüst olan ruhsal dengeleri yeniden yerine otursun diye Antalya’ya gönderilmişler, psikolojik, psikiyatrik tedavi görüyorlar. Bu halleriyle her an patlamaya hazır serseri mayınlar gibiler. Otelde, otel dışında, kentin sokaklarında başıboş dolaşıyorlar. Bir turizm cenneti olan Antalya onlar için bambaşka bir dünya. Alkollü içkileri, kadınların giysileri, eğlence yerlerinin renkliliği, konakladıkları, kendi ülkelerinde belki önünden bile geçmedikleri lüks oteller, ilk kez karşılaştıkları bu “başka hayat” zaten bozuk olan ruhsal dengelerini daha da bozmuş. Yaşadıkları trajediye yeni boyutlar eklenmiş. ??? Dün, Antalya’da, Konyaaltı’nda beş yıldızlı bir otelde düzenlenen düğün töreninde, bir bölük “savaş kahramanı askerin” çıkardığı rezalete, çağrılıları rehin almalarına, altı kişinin de yaralandığına ilişkin haberleri okumuş ya da ekranlardan izlemişsinizdir. Bu “savaş kahramanı askerler” büyük olasılıkla ilk kez Antalya’da tanıştıkları alkolün de etkisiyle düğün törenini basmışlar, düğün salonuna büyük bir Libya bayrağı asmak istemişlerdir. Düğün sahiplerinin bu isteği geri çevirmeleri üzerine insanlara saldırmışlar, genç bir çiftin en mutlu gecelerini bir rezalete dönüştürmeyi başarmışlardır. Çiftin şanssızlığı düğün için seçtikleri otelde 121 “savaş kahramanı askerin” de konaklamakta olmasıdır. Bizim oteldeki “kahraman askerler” üç gün önce başka otellere nakledildiler, rahatladık. Kabak ne yazık ki o otelin başına patladı. Libya’daki iç savaşın bitiminden sonra Türkiye tarafından başlatılan, bugüne kadar süregelen bu dönüşümlü rezaletin sorumlusu kimdir? Antalya’da şu anda sayısı 700 olan serseri mayını kim denetler? Merak ediyorum. Sakın ola ki Türkiye’nin bu tür insani yardımlarına karşı çıktığım akla gelmesin. Ama bu tür insani yardımları yürütmek bir uzmanlık işidir. Hiçbir ön çalışma yapmadan, sorumluları, denetmenleri belirlenmeden ruhsal dengelerini yitirmiş, üstelik de çok farklı bir kültür ortamından gelen insanlar başıboş bırakılmaz. Demek istediğim budur! AYNALAR Geceleri aynalar pencerelere koşar bir kenar perde aralığından yıldızlar mı istersin bulutlar mı büyük gökyüzü mü böyle anlarda sevinçten parıldar yürekleri sazlar türküler kaplar her yeri kötü makyajları düşmanca hayalleri ne kadar çirkinlik varsa hepsini kovarlar gözlerinden omuzlarında dalgalarla denizler gelir geceleri aynalar özgürlüklere koşar A. Kadri ERGİN ciyaklıyor. AİHM sandığı “mahkeeemeee”, Silivri’deki mahkeme. Karar diye okuduğu satırlar, Ergenekon davasındaki iddianame… Demir parmaklıkların arkasında, hücresinde tutsak, o tek başına adamın duygularını düşünün. Kimseyi arayamaz, kimseyle konuşamaz, kendisini savunamaz. Zaten çıksa, konuşsa ne yazar? ??? Eski AİHM yargıcı ve CHP milletvekili Rıza Türmen, 16 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesindeki yazısına, “AİHM’nin Tuncay Özkan/Türkiye davası ile ilgili olarak aldığı karar konusunda yazılanları, söylenenleri şaşkınlıkla izledim…” diye başlamış. Herkesin anlayabileceği bir dille, KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘G’ NOKTASI [email protected] Halet Çambel ‘Çalışıyor’... Yaklaşık 60 yıldır “kesintisiz” süregelen efsanevi kazı serüveninin yorgunluk bilmeyen bedeni nihayet “isyan” etmiş olmalıydı... Nice kültür yoksunlarıyla mücadele ederek bin yılların Anadolu uygarlıklarını gün ışığına çıkartan bilge kadının bedeni, sonunda sahibine de isyan edip “yeter Halet, artık biraz dinlenelim” demek mi istemişti?.. Öyle olmasaydı, tam da en yoğun çalışma gününde ne işi vardı o şımarık “kedi”nin dosyalarla dolu masanın üzerinde?.. Neden her zamanki gibi “pist” demekle yetinmeyip bu kez severek iteklemeye kalkışsındı? Onca sarp dağlarda yıllardır ceylan gibi gezerken bu kez neden ayağı halıya takılarak düşüp kalçasını incitsindi?.. Gazeteye gelen Prof.Dr. Coşkun Özdemir’le kulaklarını çınlatıyorduk. “Hadi gidip hatırını soralım” dediğimizden 10 dakika sonra Florance Nightingale’deydik. Bilirsiniz, hastanelerde ünlülerin ve politikacıların yattıkları odalar hemen anlaşılır; çünkü içeriye sığmayan çiçekler koridora sıralanmıştır. Hatta gruplar halinde bekleşen insanlar da gece gündüz eksik olmazlar, çoğu “şöyle bir görünmek” için fırsat kolluyordur... Halet Hanım’ın katına çıktığınızda ise oda numarasını bilmiyorsanız, hemşireye sormaktan başka çareniz yoktu. Koridorun çiçeksiz ve insansız olduğunu görünce düşündüm; “Kültür ve Turizm Bakanlığı 2010 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü gerekçesini tutup kapıya mı yapıştırsam?” Aynen şöyle: “Bakanlık, ödül sahiplerini belirlerken; arkeoloji alanında önemli gelişme ve değişimlerin yaşandığı 20’nci yüzyıldan günümüze, özverili ve kararlı birer bilim insanı kimliği ile gerçekleştirdikleri araştırma, inceleme, kazı ve değerlendirYüzyılın sevda yoldaşları.. Nail ve Halet... meleri sonucu eriştikleri birikimleri ile arkeoloji dünyasında saygın Evet, sanki vefakâr bedeni yerleri olan, akademik çalış“bak 95 yaşındasın” demiş maları ve başarıları ile Anave eklemişti; “artık dinlenedolu kültür ve uygarlıklarının rek çalışmalısın..” dünyaya tanıtılmasında ve İşte böyle başlayan zorunlu yeni nesillere aktarılmasıntatilinde ağrıları artınca, düşda önemli katkılar sağlayan meden ötürü kaburgalarının ve arkeolojiye adanmış ömda zedelendiği anlaşılır. Doktorlar derler ki; “Hemen bunla rün birer simgesi olarak araştırma ve incelemelere rı sağlama almalıyız; çatlayan femur kemiğinin de yerine pla konu olan yaşamları göz önünde bulundurdu.” tinden yenisini koymalıyız.” Ben hiç Halet Hanım’ın Açıklama bilimsel, hastamız odası kadar alçakgönüllü, sada bilimin duayenlerinden de ve sıradan bir hasta odası olunca, 30 Ocak’ta ameliyat görmedim. İçeri girdiğimizde gerçekleşir. Yardımcısı Dr. uyuyordu; Murat “UyandırMurat Akman’la kimselere mazsak bize kızar” demeduyurmamaya karar verirler... seydi geri dönecektik... Nite2008 Ekim’inde 98 yaşında yitirdiğimiz alaylı mimarımız ve kim çok sevindi, kalktı, kucakkoca şairimiz Nail Çakırhan’ın laştık, oturdu ve sordu: “AKM kurtuluyormuş, yaşam yoldaşı; arkeoloji dündoğru mu?” yasında hocaların hocası; saAtatürk’ün yakın arkadaşlayısız ulusal ve uluslararası ödülün sahibi bir “prehistorya rından babası Hasan Cemil kraliçesi” ve Osmaniye ilinde Bey’in büyükelçimiz olarak bulunduğu Berlin’de, 1916’da Hitit kazılarını yönettiği Karatepe yöresindeki tüm köylüle doğan Halet Çambel, şimdi Arnavutköy’deki evleri “Kırrin, herkesin “abla”sı Halet mızı Yalı”da kediden kurtardıÇambel, kalçasına konan piğı kazı raporlarını “yorulmalatin femurun filmini ziyaretçidan” inceliyor. lerine de göstererek diyor ki; Geçmiş olsun Halet Ha“Artık bununla yaşayacanım... ğım..” ‘AKM ne oldu?..’ ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Osmanlı devle 1 tinde gizli sivil polis örgütünün ami 2 rine verilen ad. 2/ 3 Kedi ya da köpek 4 yavrusu... Bir ti5 yatro oyuncusunun, seyircilerin 6 duyacağı biçimde, 7 ama sanki diğer 8 oyuncular duymuyormuş gibi ko 9 nuşması ya da düşünme 1 2 3 4 5 6 7 8 9 si. 3/ Evcil bir geyik tü 1 HOMO F O B İ rü... Süpürgeotu. 4/ Be 2 A L A C I K T E lirti, nişan... Kısa kıllı 3 Ş E D A R A B A N bir av köpeği. 5/ Kirlili4 İ A K A L A İ ği gösteren iz... Parlaklı5MO R T İ R A N ğı geçici olarak artarak P E R patlayan yıldız. 6/ Üze 6 O V A L 7 T A V A T MA N rine yapı yapılmak için ayrılmış yer... Yemek. 8 O T O S Ü C O 7/ Pamuk ipliğinden ya 9 A L B A S T I pılan kalınca kilim... Katışıksız, saf. 8/ Uygun bulma, tasdik... Müzikte üç ya da daha çok sesin bir arada tınlaması. 9/ Atların takımlarına süs olarak takılan bir tür deniz böceği kabuğu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Değerli bir süs taşı... İyi ve üstün nitelikleri bulunan. 2/ Avcının av beklemek için taş yığınlarından yaptığı pusu... Yaşanmış olayların anlatıldığı yazı türü. 3/ Alkollü bir içki... Üflemeli bir çalgı. 4/ İlave... Osmanlılarda vergi ve haraç vermeyen Müslüman halka verilen ad. 5/ Rütbesiz asker... Kalay elementinin simgesi. 6/ Anadolu’nun kırsal kesimlerinde erkekler arasında düzenlenen yâren toplantılarına verilen ad... Eski dilde su. 7/ “Güzel giyimli, şık” anlamında argo sözcük... Büyük kardeş, ağabey. 8/ Yarık, çatlak... Kent ya da kasabada dış mahalle. 9/ Karakter... Alışılandan çok olan. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear