16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 ŞUBAT 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Yeni Anayasa’ ve Şifresi Sevgililere Bir Gün Yetmez! Niye bu soğuk şubat gününü seçmişler? Sevgililer için daha uygun bir başka gün yok muydu? Haziran, Mayıs, Eylül... 14 Şubat yine geldi. Gazetelerde ilanlar, sevgiline, eşine, arkadaşına şunları armağan et! Al onu bir deniz kıyısına git! İki bardak şarapla dal bir hayal dünyasına! Bilmem siz ne yapacaksınız? Ben günden güne silinip giden anılarımla başbaşa kalmak isterdim. Anılar oldukları yerde durmazlar ki! Değişirler, kılıktan kılığa girerler. Sen yaşadım sanırsın, oysa kendini aldatmışsındır... 14 Şubat için bir şeyler yazmaya kalkıştım. Sizin için değil, biraz da kendimi oyalamak için. Aynı gün gazetede çıksın diye. Oysa olmadı, salı geçti, geldi perşembe! Sevgililer günü geride kaldı. Günü gününe yazmak gazeteciliğin işidir. Nerde bir şey kulağına çalınsa oturup hemen düşüncesini yazmak! Doğru yanlış! Ben, kim vermiş bu adı, dedim. Sevgililer için bir gün ayırmayı! Hem de yılın en soğuk ayını, şubatı. Eşim, “Bilgisayara bak öğren” dedi. Yapamadım, her zaman doğruyu mu söyler bu makineler? Baktım, benim için yazılanlara... İlk yazılarını Hürriyet’te yazdı, demiş. Ama doğru değil, Hürriyet’te hiçbir yazım çıkmadı. Okurlarımı aldatıyor bilgisayar! Daha kimleri, neleri, yalan yanlış veriyordur... Bir dost, “14 Şubat’ı rahibeler vermiş” dedi. Rahibeler ve sevgililer!.. Hiç yakışmıyor birbirine! Onlarınki İsa aşkı. Onlar İsa’nın sevgilileri, hep sevgili kalacaklar, eş meş olamayacaklar! Böyle bir adı verenler, bulanlar, uygulayan ya da uygulatanlar, büyük sermaye sahipleri!.. Para kazanmak, çok ama çok kazanmak için uydurmuşlar kendi kendilerine, bizlere de, tüm dünyaya da kabul ettirmişler. Bak, Anneler Günü, bak Babalar Günü, bak Sevgililer Günü, git pahalı armağanlar al, sevinsinler!.. Bir eksik var, o da Dedeler ya da Nineler Günü!.. Bunu neden anımsamamışlar, herhalde dedelere ninelere kimse bir armağan almaz diye! Yaşlanmışlar, unutulmuş gitmişler. Kimi evlerde, odalarda kapalı, birçoğu da Darülaceze’lerde, biraz parası olanlar da lüks bakım evlerinde... 14 Şubat geldi geçti. Ben sevdiğime bir şey alamadım. Dedeler gününde yaşadığım için değil, anılarımda sevgilime bir tek gün değil, tüm yaşantımı verdiğim için... Yine de, kutlu olsun sevgililere, sevgi denen gücü gerçekten yaşayanlara, yaşatanlara... Hizbullah yandaşlarının, öteki ve benzerbenzemez tarikat ve cemaatlerin militanlarının, sempatizanlarının oylarıyla temsil edilecek “irade”, milli irade mi; ulusun iradesinin iradesi mi olacak ya da Erdoğan’ın sık sık yinelediği “Halk ne isterse o olur” sözünde saklı olan “halkın isteği” olarak mı nitelenecek? Muzaffer İlhan ERDOST TİHAK (Türkiye İnsan Hakları Kurumu) Başkanı urdumuz, derinleşen bir kaosun karanlığında. Birilerinin elinde Sevr kalemi, Türkiye’ye yeni haritalar çiziliyor. Kimilerinin elinde matkap, orasından burasından ülkenin kalbi oyuluyor. Kimilerinin elinde makas ülkeye yeni kefenler biçiliyor. 23 Nisan 1920’de temeli atılan ve 29 Ekim 1923’te çatısı tamamlanan Cumhuriyet, bugün, “cumhuriyet” olarak kan kaybediyor. Ulusal bağımsızlık Balyoz’la dövülüyor, özgürlük ve haklar, Silivri şişlerine dizilmiş, ateşte pişiriliyor. Ülke yalnız kan kaybetmiyor, kendini kaybediyor. “Balkon” konuşmasında Erdoğan’ın “Beyaz gömleğimizi giydik, öyle çıktık yola!” sloganı, keyifli alkışlarla kanatlanıyor. Bu alkışlar, Ulusal Savaş’ın en zorlu günlerinde, Zile’den Yozgat’a, Düzce’den Adapazarı’na, Kuvayı Milliye’nin varlığına kasteden şeriatçı çetelerin yenilgisinin intikamını almakla özdeş alkışları anımsatıyor. Belirtelim ki, Sevr Antlaşması imzalandığı zaman, Anadolu’da yayılan ulusal hareketin önlenmemesi durumunda, sarayın ve dolayısıyla hilafet makamının İstanbul’dan çıkarılacağı telkin edilmiş, “şeriat” yanlısı çeteler, “Kongracı”lara karşı ayaklandırılmıştı. Ertesi sabah, televizyonda, Çiçek, “Bu anayasa bizim anayasamız olacak!” diye konuşuyor, bundan önceki anayasaların kendilerinin anayasası olmadığını da ekleyerek. Milletvekili seçmek için genel seçim mi yapılmıştı, yoksa bu “bizim” diyecekleri anayasayı meşrulaştıracak belirli bir oy oranını tutturmak için mi yapılmıştı seçim! Soru, yanıtını bulamıyor! Tasarlanan ve misyonları olarak hedefe konan “anayasa”nın önündeki “Ergenekon” gibi, “Balyoz” gibi engeller, CIA ve Pentagon patentli buldozerler tarafından “temizlenmiş”, CIA kalemşorlarının sözleriyle “bertaraf” edilmiş ve “yeni anayasa”nın “şifre cümlesini” deşifre etmekte, yeni Büyük Millet Y Meclisi Başkanı Cemil Çiçek gecikmemişti. Çiçek: “Yarın istediği cümleyi bu anayasada göremeyenlerin, bu anayasayı vatan haini ilan edeceklerini” seslendirmiş ve eklemişti: “Bizim de hain olmaya niyetimiz yok!” (Aydınlık, 23 Ocak 2012) Yeni anayasa dedikleri anayasa ortada yok, ama anayasada yer alması, AKP yönetimine dayatılan “cümle” var. “Yarın”, anayasada yer alması istenen cümle bugün bilinmezse, bunu kimin istediği bilinmezse, istenen “cümle”nin yer almadığı anayasayı, kimin ve niçin “vatan haini” olarak ilan edeceğini bilebilir miyiz? Bu anayasa, yalnızca Cemil Çiçek’in ve “onların” değil, bizim, hepimizin, yani ulusun anayasası olacaksa, anayasada yer almasını istedikleri o cümlenin ne olduğunu, şimdi, hemen şimdi bilmek istiyoruz. Bu “cümle”nin anayasada yer almasını, “kim” istiyor, “kimler” istiyor, bilmek istiyoruz. Vatan hainliğiyle damgalanmamak için, salt bu nedenle anayasaya koyacağınızı söylediğiniz bir cümle mi bu, yoksa uğruna kefen giyip yola çıktığınız bir cümle mi? Bilmek istiyoruz. Çünkü, o cümlenin yerine konacak cümlenin anayasada olduğunu biliyoruz! Bir başka deyişle o cümleyi koymak için anayasadan atacağınız cümlenin ne olduğunu biliyoruz. Evet, “vatan hainliği” değil, ama değiştirilemeyecek bir cümle olduğunu da konuşmadan çıkarıyoruz. Yeni bir anayasa yapmaktaki hedefin o cümleyi değiştirmek değil, çıkarıp atmak anlam ve amacını içinde taşıdığını da biliyoruz. Bunun, hileyle, anayasayı tağgir, tebdil demek olduğunu da biliyoruz. “Biz” olmayan “siz” biliyorsanız, “siz” olmayan “biz”de biliyoruz. O kim, kim istiyor o “meçhul” cümleyi anayasaya koymanızı… Şu cemaat, şu tarikat, bu cemiyet olabilir. Bir örnek vermek gerekirse, seçimlerden bir süre önce tutuklu luk süreleri dolduğu savıyla salınan, ertesi gün haklarında verilen mahkumiyet kararları kesinleşen Hizbullah İlim Grubu’nun böyle bir istekte bulunduğunu yayımladıkları bildirilerden çıkarabiliriz. Şöyle de somutlaştırabiliriz: Hizbullah’ın lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürüldüğü Beykoz’daki ev ve Üsküdar’daki örgüt evinin değişik yerlerine gömülmüş bulunan 10 ceset, bu örgütün işkence yöntemlerini ve öldürme biçimlerini açıklayacak özellikteydi. İşkence edildikten sonra kafaya çivi çakmak; el ve ayakları kesmek ya da el ve ayakları balyozla kırılmak; boyunları, elleri ve ayakları bağlanıp çuvala konulup diri diri gömülmek; domuz bağıyla bağlanıp, dizler kırılıp, çukura atılıp, ölmeden üstünü betonla kaplamak, uygulanan işkence yöntemlerinden bazılarıydı ve öldürdüklerini, yemek yedikleri masanın altı dahil, evin her yerine gömmüşlerdi. Hizbullah’ın iç düşmanları yanında, dış düşmanları vardı. Dış düşmanları, Atatürkçüler, yani ulusalcılar, laik sosyal hukuk devletini savunanlardı. Hizbullah’ın ele geçirilen 100 bin sayfalık dokümanından çıkarılan bir rapora göre, 4 bini silahlı militan ve tetikçi olmak üzere yaklaşık 20 bin Hizbullahçı ülke geneline yayılmıştı. Altı bin kişi üye olmak için örgüte özgeçmişlerini göndermişti. İki bin kişi ise ölüme hazır olduklarını, intihar saldırılarında görev alabileceklerini bildirmişlerdi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, “yarın istediği bu cümleyi anayasada görmek isteyenler” arasında, Hizbullah, Hizbullah gibi diğer cemaat ve tarikatlar varsa, bunları, sade yurttaşlar olarak bilmek istiyoruz. Bizim sorumuz şu: Hizbullah yandaşlarının, öteki ve benzerbenzemez tarikat ve cemaatlerin militanlarının, sempatizanlarının oylarıyla temsil edilecek “irade”, milli irade mi olacak, ulusun iradesinin iradesi mi olacak ya da Erdoğan’ın sık sık yinelediği “Halk ne isterse o olur” sözünde saklı olan “halkın isteği” olarak mı nitelenecek. Yani bu oylar, Atatürk’ün üstünü betonlamanın ve anayasada yer alan ve değiştirilmesi önerilemeyecek olan “laik sosyal hukuk devleti” ilkesinin yerine teokratik/şeriat düzeni koymanın “ulusun iradesi”ni belirleyen oylar olarak mı nitelenecek! Bunları bilmek istiyoruz. Haçlılar Şu Taraftan Geldiler... Bu kez arkadan dolandılar haçlılar... Olan da bu... ? Çökmekte olan Batı ekonomilerini kurtarmak için en çok umut bağlanan kaynaklardan birisi, despot Arap liderlerin hazine daireleri... Arap ülkelerindeki birikim... Batı bankalarında el konulan ve el konulacak olan trilyon dolarlar... Küresel ekonomiye yeterince katılmayan bir dünya... Batı şirketlerinin tüketicisi durumuna getirilecek 250 milyonluk nüfus... ? Ve “Size demokrasi lazım” dediler Araplara... Ellerine silahları tutuşturdular... Araplar ömürlerinde demokrasiye kafa yormadıkları için, birbirlerini öldürüyorlar ki demokrasi gelsin... Plan işliyor... Yoksa Libya’dan Yemen’e kadar, bütün Arapların aklına aynı anda “demokrasiye geçelim” fikri gelmiş olabilir mi?.. ? Haçlı planlarına destek veren bizim badem bıyıklı Müslümanların payına düşen ise, delikten süpürülmeden AKP iktidarının sürmesi... ? Yoksa sana ne Suriye’den?... Hukuk arıyorsan, sende yok... Muhalifleri susturmak ayıbı diyorsan, Esad senin eline su dökemez... Demokrasi diyorsan, Suriye’ye ders vermek için seçtiğin ortaklara bak; Katar Emirliği, Suudi Arabistan... Kim inanır?.. ? Saddam, Kaddafi, Mübarek, Esad... Bakın bakalım, Irak’a, Libya’ya, Mısır’a, Tunus’a demokrasi mi geldi?.. Bu kadar mı aptal olur insan?.. ? Türkiye’de AKP’ye oy veren insanların, doğaları gereği bu gibi şeylerle ilgileri yok, kamyondan kutu dağıtılacak olsa koşacaklar ya... Dönüp bakmıyorlar bile... Onun için zaten “Arap Baharı nedir” sorusuna, sokak röportajında yanıt vermişti enişte: ‘Karnabahar gibi... Yemeklik yani...’ Zıkkımın kökü... ? İzleyin artık... Bomba... Cesetler... Kan... Linç... “Tekbir” sesleri ile palalar inip kalkıyor... ? Bu kez arkadan dolandılar haçlılar... Şu taraftan geliyorlar... AİHM’nin Tuncay Özkan Kararı Rıza TÜRMEN (CHP İzmir MilletvekiliEski AİHM Yargıcı) vrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Tuncay Özkan / Türkiye davası ile ilgili olarak 2011 Aralık ayında aldığı karar konusunda yazılanları, söylenenleri şaşkınlıkla izledim. Kamuoyundaki yanlış değerlendirmeleri önlemek amacıyla bazı hususları açıklığa kavuşturmanın yararlı olacağını düşünüyorum: 1. AİHM’nin kararı kabul edilebilirlikle ilgili bir ara karardır. Bu kararda, bazı şikâyetler kabul edilir, bazıları da kabul edilmez bulunmuştur. Kabul edilir bulunan şikâyetlerle ilgili olarak dava sürecek ve bir karara bağlanacaktır. Kabul edilebilir şikâyetler, görüş almak amacıyla hükümete bildirildi. 2. Tuncay Özkan davası, ne benzer başka davalar için bir pilot dava ne de AİHM içtihadı açısından orijinal bir dava. Buna benzeyen, Türkiye’ye karşı açılmış, karara bağlanmış pek çok dava bulabilirsiniz. 3. AİHM’nin Ergenekon örgütünü kabul edip etmemesi söz konusu olamaz. Ulusal yargı organlarının takdir hakkına giren bu gibi konularda AİHM tarafsız bir tutum alır. Hele kabul edilme kararında AİHM davanın esasına ilişkin bir değerlendirme yapmaktan özellikle kaçınır. Bu kararda da, AİHM’nin nitelemeleri iddianame esas alarak yapılmıştır. Bunları AİHM’nin kendi değerlendirmesi olarak görmek yanlış olur. 4. Davanın temel ekseni tutuklama. Adil yargılamaya ilişkin şikâyetleri AİHM ancak dava kesinleştikten sonra ele alır. Bunun nedeni, AİHM’nin davanın bütününü görmeden yargılamanın adil olup olmadığına karar vermemesi. Nasıl ki kararda adil yargılamaya ilişkin şikâyetler, dava sona ermediği için reddedildi. Hüküm kesinleştikten sonra bu şikâyetler tekrar AİHM’ye getirilebilir. 5. Bu aşamada, AİHM açısından geçerli olabilecek tek şikâyet, tutuklamayla ilgili olanlar. Tutuklamayla ilgili dört şikâyet var. Bu şikâyetlerden, tutuklama süresi ve tutuklamaya itiraz için Türkiye’de etkili bir yargı yolu bulunmadığı şikâyetleri kabul edildi. Büyük bir olasılıkla AİHM, pek çok başka davada olduğu gibi Sözleşme’nin 5/3 ve A 5/4 maddelerinin ihlal edildiğine karar verecek. Buna karşılık AİHM tutuklamanın makul bir kuşkuya dayanmadığı, yani üçüncü bir kişiyi suç işlendiği konusunda ikna edecek somut olguların bulunmadığı yolundaki şikâyeti reddetti. Mevcut olguların tutuklamayı haklı gösterdiğine karar verdi. Ancak tutuklamanın başlangıçta haklı olması, tutuklamanın devamı kararının da haklı olacağı anlamına gelmez. Nasıl ki, AİHM tutuklamanın devamı, tutuklamaya itirazın reddi kararlarına ilişkin şikâyetleri kabul etti. Tuncay Özkan’ın tutukluluk durumu bu çerçevede görüşülüp karara bağlanacağından, başlangıçtaki tutuklamanın makul bir kuşkuya dayanıp dayanmadığının fazla bir anlamı kalmadı. Tutuklamayla ilgili başka bir şikâyet de davacı gözaltına alındığında ve tutuklandığında, kendisine yöneltilen suçlamanın bildirilmemiş olması. AİHM bu şikâyeti de davacı tutuklandığında kendisine terörist örgütüne üyelik kuşkusu ile tutuklandığının söylendiği gerekçesiyle reddetmiş bulunmakta. 6. Bunun dışında, Sayın Özkan’ın Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorgulamasının işkence ve kötü muamele oluşturduğu şikâyetinin reddedilmesi, AİHM içtihadı açısından doğal. İşkence ve kötü muameleye ilişkin 3 maddenin ihlali için acının belirli bir eşiğe ulaşması, bunun doktor raporu ile saptanması gerekir. Tuncay Özkan ve benzer davalarla ilgili olarak sorulması gereken sorular şu: AİHM’nin pek çok ihlal kararına karşın, Tuncay Özkan ve başka sanıklar neden hâlâ tutuklu olarak yargılanıyor? Özel yetkili mahkeme yargıçları neden anayasanın 90. maddesini açık bir biçimde ihlal ederek AİHM kararlarını görmezlikten gelmekte ve bunca kişiyi hukuka aykırı bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakmakta? Ve iktidarın hoşuna gitmeyen yargıç ve savcıların görevden alındığı, haklarında soruşturma açıldığı bir dönemde neden HSYK bu duruma müdahale etmemekte? Son olarak da Adalet Bakanlığı’nın bu konuda yapmak istediği değişiklik sorunu çözecek mi? Yoksa sorunun çözümü için CHP’nin önerisinin mi yasalaşması gerekir? C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear