16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
16 ŞUBAT 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 13 bildirim verilmesi halinde mükerrer 355. madde uyarınca özel usulsüzlük cezası sıra numaralı Vergi Usul Kanunu uygulanacak. Genel Tebliği’ne göre, kurumlar Özel usulsüzlük cezası vergisi mükellefleri ile ticari, zirai ve uygulanacak ilk çırpıda akla mesleki kazanç elde eden gelir gelen bazı maddeler şöyle: vergisi mükelleflerinin 1 Nisan–31 1 Bakanlık veya incelemeye Mayıs tarihleri arasında “Mükellef yetkili olanlar tarafından istenen Bilgileri Bildirimi”ni, elektronik bilgi veya belgelerin ortamda vermeleri gerekiyor. verilmemesi. Bu bildirim ile mükelleflerin kimlik, 2 Tahsilat ve ödemelerin adres, iletişim, işkolu, bağlı oldukları banka, benzeri finans kurumları mesleki kuruluş, işyerinin kiralık olup veya posta idareleri aracılığıyla olmadığı ve mülk sahibinin kimlik yapılmaması (bu durumda, bu bilgileri isteniyor. Bitmedi; ayrıca kurumlar aracı kılınmadan çalışan sayısı, SGK sicil numarası, yapılan ödeme tutarının yüzde köşeden sizlerle gelişmeleri paylaşıp brüt satışları/gayri safi hasılatları ve buna “Doğru bilgi vermek suç mu?” diye 5’i özel usulsüzlük cezası uygulanır). benzer diğer bilgilerin verilmesi isteniyor. sormuştuk. Mal ve hizmet alım3 Beyannamelerin elektronik ortamda Aslında istenen bilgilerin tamamı, vergi satımlarına ilişkin bildirimi tanımlayan verilmemesi. dairelerinde bulunan tarih dosyalarında 4 Bildirimlerin zamanında “BaBs form”larının düzeltilmesine yani ve mükelleflerce her yıl verilen verilmemesi, düzeltme amacıyla bildirim doğru bilgi verilmek istenmesine VUK beyannamelerde yer alan bilgiler. “O verilmesi. mükerrer 355. madde uyarınca özel Açıkça söyleyelim; yeni Türk Ticaret halde neden tekrar isteniyor?” diye usulsüzlük cezası uygulanıyordu. Kanunu hazırlıklarının yoğun bir şekilde soracaksınız. Şimdi de zaten vergi idaresinde var Sorunun yanıtı ve gerekçesi oldukça olan bilgilerin zamanında verilmemesi ya sürdüğü bugünlerde, mükellefler ve meslek mensupları için bu türden yükler basit! Çünkü bunları derleyip toparlamak da yanlış verilmesi halinde veya bu getirilmesi “doğru” değil. Tüm iyi vergi idaresinin iş yükünü arttırıyor. Ve yanlışlığın düzeltilmesi amacıyla yeni niyetlerine rağmen bu tabii ki; iş yükünü bildirimleri azaltmanın en iyi yolu yetiştiremeyen veya mükelleflerin ve meslek yoğunluk nedeniyle mensuplarının iş yükünü yanlış bilgiler veren arttırmak! Üstelik yasanın mükellefler ve meslek bir de bağlayıcı tarafı var. Gurbetçi iken 1980’de Alman mensupları adına Bilgi verilmez ya da yanlış vatandaşlığına geçerek bu ülkede emekli oldum ve mükerrer 355. madde verilirse VUK mükerrer pembemavi kart sahibiyim. 1950 doğumluyum, 1980’den uyarınca özel 355. madde uyarınca “özel önce ise Ankara usulsüzlük cezası usulsüzlük cezası” Belediyesi’nde memur olarak uygulanması “adil” de uygulanıyor. Bilmeyenler çalışmıştım. Emekli değil. olabilir “mükerrer”in Sandığı’ndan emekli olabilir karşısında TDK sözlükte Uygulama mevcut miyim? M. Duran Şeker Sorularınız için malişöyle yazar: Sıfat, eskimiş; düzenlemeler cozum?ismmmo.org. tekrarlanmış, yinelenmiş. çerçevesinde, “kanuni” tr adresine mail ataYurtdışı borçlanması yaparak Evet, sıfat eskimiş olabilir görülebilir. Ancak vergi bilirsiniz. Tüm sorular Türkiye’de emekli olabilirsiniz. eposta ile tek tek ama uygulama yeni! idaresinde mevcut Son defa memur olduğunuz cevaplanacaktır. Üstelik “İyi ki bu madde olan bilgilerin yeniden için Emekli Sandığı’na göre var, her şeye uygulanıyor!” istenmesinde bu borçlanabilirsiniz. diye mi düşünülüyor cezanın uygulanması acaba? bizce “hukuki” de değil. Daha önce de bu ine bir bildirim yükümlülüğü getirildi. Kısa bir süre önce Y Resmi Gazete’de yayımlanan 413 Kar Tatiline ‘Telafi Çalışması’ ster işveren ister işçi olun, “kar tatili” İ olunca iki taraf da bundan etkileniyor. Karın etkisini sürdürmesinin beklendiği bu İş Yükü de, Fatura da Mükellefe! GURBETÇİNİN TÜRKİYE’DE EMEKLİLİK HA KKI günlerde, “telafi çalışması”na değinmekte yarar olsa gerek. “Telafi çalışması” yani “karşılama, yerine koyma” çalışması, çeşitli sebeplerden dolayı işin durması, işyerinin tatil edilmesi veya işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işçinin çalışmadığı süreleri daha sonra çalışması anlamına gelir. Özellikle ulusal bayram tatil günlerinden önce veya sonra ya da kar, sel gibi nedenlerle işyerinde çalışılamaması durumlarında işyerinin tatil edilmesi halinde daha sonraki günlerde telafi çalışması yaptırılabilmekte. İş Kanunu’nda “fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sayılmayan” telafi çalışması şöyle tanımlanır: “Zorunlu nedenlerle işin durması. Ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi. Benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi. İşçinin talebi ile kendisine izin verilmesi halleri.” Yapılacak çalışmaya ilişkin şartlar ise şöyledir: “İşveren iki ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir. Bu çalışmalar fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sayılmaz. Telafi çalışmaları, günlük en çok çalışma süresini aşmamak koşulu ile günde üç saatten fazla olamaz. Tatil günlerinde telafi çalışması yaptırılamaz.” Uygulama detayı çok. Örneğin telafi çalışması, kaynağını oluşturan zorunlu nedenin ortadan kalkması ve işyerinin normal çalışma dönemine başlamasını takip eden iki ay içerisinde yaptırılır. Söz konusu iki aylık süre arttırılamaz. Yapılan telafi çalışmasına ilişkin ücret de söz konusu değildir. Kuşku!.. Son günlerde beynimde bir kuşku, hiç rahat bırakmıyor beni... Hep aynı sorular dönüp duruyor aklımda; hele sürecin gelip dayanmış olduğu noktaya bakınca ister istemez bir “aldanmışlık” tadı hissediyorum damağımda!.. Gelin önce hiç eğip bükmeden “o soruları” paylaşayım sizlerle: Yoksa her şey, MİT yasasını tereyağından kıl çeker misali kabul ettirmek için miydi?!. Yoksa asıl amaç “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” miydi?!. ??? Evet, F tipi cemaatin ne olduğu, neler yaptığı, neler yapmak istediği zaten canlı örnekleri ile ortada... Evet, Emniyet ve yargıda cemaatin ne denli etkin olduğuna dair örnekler de yıllardır kamuoyunun önünde açık biçimde yazılıp anlatılıyor... İktidarın 10 yıl boyunca cemaatle giderek artan ve girift bir hal alan “işbirliği”, özellikle muhalefeti silmek yolunda tıkır tıkır işletilen “Ergenekon” sürecinde nasıl özel bir “ittifak” oluşturulduğu da gayet açık ve seçik ortada... Buna karşın; korku imparatorluğuna dönüşmüş, kurumları diz çöktürülmüş, kısacası teslim alınmış ülkede, bu sonuca ulaşmak için ittifak yapanların bir noktada çatışması da kaçınılmazdı. Çünkü gelinen nokta, “En büyük güç kim” ya da “Elde edilen güç nasıl paylaşılacak” sorusuna çıkıyordu... Şike davası, Uludere olayı, Tayyip Bey’le cemaat arasındaki “bilek güreşi”nin su yüzüne yansıdığı çatışmalar olarak algılandı siyasi çevrelerde ve kamuoyunda. Her iki olayda da çok çaba sarf edilmesine karşın ortaya çıkan derin çatlaklar gözlerden gizlenemedi. Öyle ki, Tayyip Bey’in geçirdiği ilk ameliyat sonrası Fethullah Hoca’dan bir “geçmiş olsun” dileği bile gelmemesi bu çekişmenin doğal sonucu olarak kabul edildi... Ya da bizler öyle sandık!.. ??? Son olay da her zamanki klasik çekişme biçiminde başladı!.. MİT Müsteşarı Fidan, özel yetkili savcı Sarıkaya tarafından “şüpheli” sıfatıyla sorguya çağrılınca ortalık ayağa kalktı. Hükümetin önemli isimlerinden ağır suçlamalar da içeren karşı çıkışlar geldi. Fidan ve arkadaşları sorguya gitmedi, yerine itiraz dilekçesi gitti!.. Dur bakalım ne olacak demeye kalmadı, savcıdan müthiş bir karşı atak geldi. Fidan dışındakiler için yakalama kararı çıkarttı!.. Bu resmen ve alenen hükümete rest çekmek, kafa tutmak olarak algılandı ve süreç işlemeye başladı: Kelle alma ve özel yasa süreci!.. İşte o başlayan süreç benim kafamı fena halde karıştırdı!.. Bu tür bir restleşmede kazananın hükümet olacağı son derece aşikârdı. Bu sürecin kimin işine yaradığı sorusunun yanıtı da çok açıktı: Tabii ki iktidarın işine yaradı. Sevgili Mine Kırıkkanat dünkü yazısında “F tipi cemaatin bunu öngörmeyecek ve bir hamle sonrasını hesap etmeyecek kadar acemi olduğu düşünülemez” diyor ve ekliyordu: Bence bu iş, cemaatin bile devre dışı kaldığı, en üstteki dünya makamı tarafından kotarıldı. Gerçekten de, sürecin sonunda öyle bir yasa çıkarılıyor ki; başbakana, devlet içinde devlet yaratabilecek denli müthiş ve mutlak bir güç, altın tepsi içinde sunuluyor!.. Bu yasa bugün TBMM’den geçip, Cumhurbaşkanı Gül tarafından onandığı andan itibaren (ki aksini düşünmek bile abesle iştigal!) CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun o vahim iddiası ister istemez yankılanmaya başlayacak: Devlet illegal hale getiriliyor, başbakana çete kurma yetkisi veriliyor!.. Bir de demokrasi açısından bakalım; hiçbir demokraside, başbakanın görevlendirdiği kişiler özel dokunulmazlık zırhına bürünemiyor. O zaman zaten rejimin adı demokrasi olmuyor... Diktatörlük oluyor!.. Yaşananlar ister iktidarla cemaatin elbirliğiyle kotardığı bir senaryo olsun, ister iktidarın cemaatin hatasını “altın vuruşa” çevirmesi olsun, sonuç değişmiyor: Zaten yarım yamalak olan demokrasiye de elveda!.. Karmakarışıklıklar!.. PERİHAN ERGUN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Geçen haftadan bu yana aralıksız gündeme oturan, akıl karıştıran, huzur bozan olaylarla toplumun mumla aradığı ve gereksinim duyduğu dengeli yaşamı gene altüst oldu. Önce 8 Şubat 2012 günkü TBMM’deki toplantıda 23 Nisan 1920’de Meclis’in açıldığı günden bu yana görülmemiş bir olay yaşandı. Nedeni; iktidarın, siyasette demokratik ülkede yaşanması olanaksız denecek içerikte muhalefeti yok sayma girişimi denebilecek bir uygulamaya kalkışması. Şöyle ki; halen yürürlükte olan Meclis İçtüzüğü’ne göre muhalefetten 4 üyeye verilmesi gereken söz hakkının 1 kişiye, konuşma süresinin de 10 dakikadan 5’e indirilmesiymiş. Bu haksızlığa karşı çıkan muhaliflerin tümü Meclis kürsüsünü işgalle tepkilerini göstermeye kalkınca onları engellemek isteyen iktidar vekilleriyle aralarında mahalle kavgalarını andıran bir arbedenin çıktığını ekrandan üzülüp kınayarak izledik. ??? Devamla; MEB’deki Atatürk ilkelerine kabul edilemez aykırılıkların getirilmesine karşı çıkılmasının doğallığını yadsımaya kalkan AKP Genel Başkan Yardımcısı H. Çelik’le Başbakan’ın (Bu arada 2.5 ay önce bir sindirim ameliyatı geçirmiş olan Sayın R.T Erdoğan’ın tamamlayıcı bir operasyona daha girmesine geçmiş olsun der, acil şifalar dilerim.) söylemleriyle laiklik ilkesini hiçe saymalarının yanında daha birçok tepki getirici kuralları kaldırmaları düşündürücü ve üzücü oldu. Örneğin; H. Çelik’in Atamızın Cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları söylevinde ‘Gençliğe Hitabesi’ni küçümseyerek “Bu bir ayet midir ki dokunulmazlığı olsun” demesi ve daha önce bakanlığın yönetmeliğindeki çocuklarımıza Atatürk ilke ve devrimlerinin öğretilmesi hükümlerinin kaldırılmasını onaylaması gibi ulusallığımızın temellerini adeta yok edici uygulamalar, çok üzüntü verdi. Bunu yadsıyan TGB, Ankara Ulus’taki İlk BMM binası önünde toplanarak içeriye girebilen arkadaşlarının İlk Meclis kürsüsüne çıkarak kendilerine Ata’larının emaneti olan hitabeyi, tutuklansalar da görev bilerek hep bir ağızdan polisin şiddetine, engellemesine, tutuklanmalarına karşın okudular. Bu eylem birçok il ve yörede gençlerimiz tarafından sürdürüldü. Yazık ki aynı bakanlıktaki aykırı işlemler düzeyinde Sayın Başbakan da müfredatta din ve ahlak kültürü dersinin zorunluluğunun laikliğe karşıtlığını kabullenmeyerek “Ne yapalım yani, çocuklarımıza dinimizi, diyanetimizi öğretmeyip onları ateist veya tinerci mi yapalım” diyerek sokaktaki yoksun ve yoksul çocukların kurtarılmasından devletin sorumlu olduğunu da kale almadan konuştu. Bir de Yaradan’la kulun arasına girdi. Bilinen odur ki din ve vicdan özgürlüğü Tanrı’yla kul arasındaki inanç bağıdır. Ayrıca tüm kitabi dinler ‘İyi Ahlak’ın simgesidir. Devlet işlerinden soyutlanmalıdır. Değeri bağımsızlığıyla yücelir. Laikliğin gerçek anlamı da budur. Ayrıca; evrensel bir devlet niteliğini taşıyan Osmanlı tarihine baktığımızda 1453’te İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’in tüm dinlere ve mezheplere ne denli hoşgörü ve saygıyla baktığının anımsanması da yöneticilere canlı bir örnek olmalıdır. Dini kurallarla yönetilen ülkelerde mezhep kavgalarının onları iç savaşa götürecek kadar yıkıcı oluşunun örneklerini şu, bilimle aklın egemen olduğu çağda bile yaşıyoruz. Bunda sömürgen, çıkarcı devletlerin kışkırtmaları da bilinen bir gerçektir. İşte içinde yaşamakta olduğumuz yakın komşumuz Suriye’nin hazin durumu. ABD’nin İran’ı yalnızlaştırarak yıpratmak istemesinde müttefiki olan Suriye’yi ŞiaSünni ayırımcılığıyla karıştırması, ‘Görünen Köy’ olmuyor mu? ??? Bu sıkıntılı günlerde bir de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la iki yardımcısı ve eski iki MİT’çinin özel yetkili savcı tarafından CMK’nin 250 ve 251. maddeleri kapsamında sorguya alınmak istenmesi kızılca kıyamete neden oldu. Savcı Sadrettin Sarıkaya, bu uygulamayı yapmak isterken başsavcıya danışmamak ve Başbakan’dan izin almamakla suçlanarak iki yardımcısıyla birlikte görevden alındı. Nedense Ergenekon, Balyoz suçlamalarıyla yüzlerce gazeteciyazar, TSK’nin general ve amiralleri, bilim adamlarını ve toplumda cumhuriyetçiliğin simgesi olan kişileri 4 yıldır delilleri karartırlar hükmüyle ‘Silivri Zulümhanesi’nde tutarlarken böyle bir yanlışlığı hiç akıllarına getirmediler. Çünkü; onlar iktidarın muhalifleriydiler, susturulmalıydılar. Kendi adamları olarak bilinen Hakan Fidan’ın dokunulmazlığı vardı. PKK ve KCK’nin temsilcileriyle ve birçok kişiyle ilgili istihbaratlarında Başbakan’ın emri söz konusuydu. Savcı bunları dikkate almalıydı. Bu nedenle tutuklama yetkisiyle ilgili yasalara hemen açıklık getirilmeliydi. Bu amaçla yeni düzenleme öğeleri hemen Meclis’e sunuldu. Nasıl olsa çoğunluk AKP’deydi. Kişiye özgü bu yasa ihlaline muhalefetin karşı durması, kabule engel olamazdı. Bu konularda son söz, Sayın Başbakan’ındı. ??? Gülen cemaatinin her ne kadar Ergenekon tutuklamalarında etkin olmuşsa ve MİT’le uzun süredir uğraşsa da bu yasanın çıkmasını engellemeye gücü yetmeyecektir. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA HARBİ SEMİH POROY SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Arap, Fars ve 1 Türk edebiyatlarında konusu Tanrı’ya 2 yakarış olan şiir tü 3 rü. 2/ Bir çokluğu 4 oluşturan varlıkların her biri... Yeni 5 çeri kışlası. 3/ Deniz 6 kıyısında bulunan 7 kamışlık ve sazlık. 4/ İçine sulu şeyler 8 konulan kap... Ye 9 niçerilerin kayıtlı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 oldukları kütük defteri. 5/ Başörtüsü... “ ve dağ çi 1 M A D R A B A Z çeklerini istiyorum / Ka 2 A T E B İ N İ Ş derleri bana benzeyen” (C. 3 D E R M A N L A A. Kansu). 6/ Yaklaşık 4 R M U R A T T 7590 cm’lik eski bir uzun 5 A B A R A A K I luk ölçüsü... Antalya’nın 6B İ N A A V A R bir ilçesi. 7/ Utanç duyT A V I R ma... Antik Yunan mi 7 A N K A RMA marlığının üç biçeminden 8 Z İ L 9 Ş A T I R A L biri... İlgi eki. 8/ Bir cins antibiyotik. 9/ “İdraki meali bu küçük akla gerekmez / Zira bu o kadar sıkleti çekmez” (Ziya Paşa). YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Divan edebiyatında, her dizesine bir küçük dize eklenmiş şiir türü. 2/ Şöhret... Aynı soydan gelen aileler topluluğu; oymak. 3/ Tokat’ın bir ilçesi... Bir nota. 4/ Soyundan gelinen kimse... Radyo dalgalarının yankısını alarak cisimlerin yerini ve uzaklığını saptayan aygıt. 5/ Kesim hayvanlarının ticaretini yapan kimse... Kalça kemiği. 6/ İskambilde bir kâğıt... Bunalım. 7/ Kadın başı süslemesinde kullanılan, gümüşten yapılmış takı... Silisyum elementinin simgesi. 8/ Beyaz ve iri taneli bir üzüm cinsi. 9/ İnsan topluluğu... Küçük erkek kardeş. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear