16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 ŞUBAT 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Fransa Kollanmıştı Çay ilgiyi, gazeteciyazar ağabeyimiz Attila Aşut aktardı: “Samanyolu TV’de yayınlanan ‘Yeşil Elma’ adlı yemek programında, ‘Çay demlemeden önce aptes alınması, 25 kere estağfurullah denilmesi ve salavat getirilmesi’ istendi. Daha önce TRT ve TRT haber kanallarında iftar ve ramazan programları yapan PROTOKOL örev vermişler, G daha sonra MİT Müsteşarı olacak B şair Serdar Tuncer’in katıldığı STV’deki yemek programında, önce aptes alınmasını, mutfağa da sağ ayakla ve salavatla girilerek, ‘Niyet ettim Allah rızası için çay demlemeye. Yarabbi şu ateşin bu suyu kaynattığı gibi, gönlümüzü de aşkının ateşinde pişir’ denilerek ‘Niyaz edilmesini’ istedi.” Bir akıl tutulması yaşıyoruz. Adalet işiye özel anayasa K değişikliği ile Başbakan olmuştu, şimdi de kendi atadığı MİT Müsteşarı için kişiye özel kurtarma yasası çıkarıyor. Yetmiyor, savcı soruşturmadan alınıyor. Bir zamanlar da “Treni hızlandıracağız” demiş, o hızla Pamukova’da 41 kişi ölüme gitmişti. O dava da zamanaşımına uğradı, kimse ceza görmedi. İşte ben bunların tümüne “kalkındırılmış adalet” derim... her ne kadar birbirinden farklı nedenlerle Türkiye’ye sırt çeviriyorsa da, bizim iktidarlarımız Fransızları kırmamak için yakın geçmişte yüksek yargı kararlarını bile uygulamamış, anayasal suç işlemişlerdi. Örnek: 1989’da ANAP iktidarı 5 kamu çimento fabrikasını, Fransız kamu kuruluşu olan Societe Ciment Français’e satar. Satış, davalık olur. İdare mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararı verir. Bunun üzerine ANAP iktidarı döneminde bir Yüksek Planlama Kurulu (YPK) kararıyla satış ilkelerinde ve satış karar tarihinde oynamalar yapılır. Bir anlamda, hileli ransa Cumhurbaşkanı F Nicolas Sarkozy, işleme başvurulur. Konu Danıştay’a kadar gider. Bu sırada, ANAP iktidardan düşmüş, yerine DYPSHP koalisyonu gelmiştir. Danıştay, çimento fabrikalarının Fransızlara satışını iptal eder. Dönemin Bakanlar Kurulu, 27 Nisan 1992’de, kamuoyundan özenle saklanan bir “prensip” kararı alır. Prensip kararı, ANAP dönemindeki YPK kararına göndermeyle “devletler hukuku alanına dahil olmuş bir olay karşısında yargı kararının ne derece uygulanabileceğinin tartışmaya açık olduğu” bahanesine sığınılarak verilir. Özetle, dönemin Başbakanvekili Erdal İnönü’nün imzasını taşıyan bu kararla, Danıştay kararının tersine çimento fabrikalarının Fransızlara satışı kabul edilir. Türkiye Barolar Birliği, prensip kararı aleyhine dava açar. Danıştay 10. Dairesi, 2004/5219 karar sayısı ile verdiği hükümle prensip kararını iptal eder. Hukuksuzluk, mahkemeden dönmüş, ancak iş işten geçmiştir. Büyük devletleri kollama kaygısı, kamu mallarımızın hukuk dışı uygulamalarla yabancılara devrine yol açmıştır bir kere. Hakan Fidan, “Başbakan’ın özel temsilcisi” olarak gitmiş PKK ile anayasa pazarlığı yapmış, yeni anayasada özerk Kürdistan’a olanak tanınacağını Başbakan adına “protokol”e bağlamış. TBMM’de kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu, o komisyon üyeleri, bu durumda ne oluyor? Hiç, bir hiç! Demokratik anayasa tantanasının ardında; bir PKK ile pazarlık var, bir de Recep Tayyip Erdoğan’ın tam yetkili halifesultan olma isteği. Bu kadar basit. Gökçeada, Rumlar ve ‘Diyaspora’ Üzerine Bir Çift Söz 6.2.2012 tarihli Yeni Gökçeada Gazetesi’nde “Gökçeada Gelişimine Diyaspora Engeli” başlıklı bir haber yayımlandı. Haberin alt başlığı ise şöyle: “Gökçeada turizm yatırımlarına Rum diyaspora engel olmaya çalışıyor.” Gazetenin aynı tarihli sayısının 2. sayfasında ise gazetenin sahibi Bülent Aylı’nın “Karşı Çıkmak” başlıklı köşe yazısı yer alıyor. Haberin de köşe yazısının da konusu aynı; yazılar Eski Bademli köyünün girişine yapılmakta olan beş katlı bir otelin sit kurallarına aykırı olduğu ve köyün tarihi/mimari dokusunu bozduğu gerekçesiyle köylülerin yargıya başvurarak aldırdıkları yapımı durdurma kararına ilişkin olarak davacılara yönelik “eleştiri” amacını taşıyor. Ne var ki yazıların içeriği “eleştiri” sınırlarını aşarak açık suçlamalara dönüşmüş. Söz konusu inşaata karşı çıkanlar art niyetli olmakla suçlanıyor. Örneğin, Bülent Aylı’ya göre bu insanların amacı, “çevreci değil, bilakis çevreci kisve arkasından Gökçeada’ya yapılan ve yapılacak yatırımlara karşı çıkmaktır.” Şu sıralar her beğenilmeyen girişimi, eylemi, kişiyi, grubu “yabancılaştırmak”, “ötekileştirmek” moda ya; yazar adalı Rumlara da paylarını vermiş. “İşin asıl dikkat edilmesi gerek kısmı” diyor, “yurtdışında yayın yapan ‘İmbroz’ dergileri ve internet siteleri koro halinde tüm yukarıdaki Türk yatırımlarına da karşı çıkarlar; karşı mücadele veriyorlar.” Haberde ise “Gökçeada’nın cazibe merkezi olmasını istemeyen Rum diyaspora büyük çaba harcıyor. Gökçeada’nın geleceği açısından Türk yatırımlarının Türk varlığının büyük idealine (abç) ve programlarına halel getireceğine inanan Rum diyaspora Türk kanunları ve kamuoyunu kendi amaçları için kullanmaya çalışıyor.” ??? Yazılar bu biçim ve içerikleriyle okunduğunda okuyanı yanıltır nitelikte; her şeyden önce yasal/çevreci/estetik kaygılarla otelin bu şekliyle yapımına karşı konuyu yargıya götürenlerin tümü Türklerden oluşuyor. İçlerinden hiçbirinin “ada turizme açılmasın”, “zenginleşmesin”, “nüfusu azalsın” türünden bir amacı yok, çünkü her biri Eski Bademli köyünde tapu/mülk sahibi ve tümü adanın ve köylerinin gerekli altyapı hizmetlerine kavuşabilmeleri için Gökçeada’nın zenginleşmesi gerektiğinin bilincinde olan aydın insanlardır. Gelelim “diyaspora” konusuna. Yazar da, gazetesi de bu sözcüğü yanlış kullanıyor. Diyaspora sözcüğü, çok uzun bir zamandan beri bir kavim, ulus veya inanç mensuplarının anayurtlarından koparak başka yerlerde azınlık olarak yaşamalarını ifade eder. Gökçeada Rumları, özellikle 1965 yılında okullarda Rumcanın yasaklanması, tarım arazilerinin istimlak edilerek geçim kaynaklarını yitirmeleri sonucu adadan ayrılmışlardır. Fakat bu insanların büyük çoğunluğu Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda kalmıştır. Bilindiği gibi TC Anayasası’nın 66/1 maddesi TC’ye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi “Türk” kabul eder. Etnik kökenleri itibarıyla Rum, uyruk bağları nedeniyle Türk olan bu insanları diyaspora bireyleri/toplumu olarak değerlendirmek/görmek yanlıştır. Üstelik bu insanların büyük çoğunluğu uyrukları gibi adadaki mülklerini korumuşlardır. Gökçeada’nın hem doğal hem de resmi hemşerileridir. Yaz aylarında, Paskalya, yortu gibi özel günlerde köylerine gelmektedirler. Seçim zamanlarında gelip oy kullanmaktadırlar. Bu insanlara “diyaspora” diyerek, birtakım olumsuz amaçlara alet olduklarını savlamak, niyet okumak, zorlamanın da ötesinde, etik dışı bir davranıştır. ??? Yazar, adanın turizme açılması gerektiği konusunda haklıdır. Fakat bu açılım geçici değil, kalıcı olmalıdır. “Cittaslow” (yavaş kent) iddiasında olan bir adada turizm geleceğe yönelik olarak geliştirilmelidir. Tarihsel/mimari doku ve doğa korunmalı, organik tarıma öncelik verilmeli, geçiciliği esas alan kitle turizmi yerine, nitelikli turiste önem verilen kalıcılığa özen gösterilmelidir. Eğer yaşanmaya değer bir adada yaşamak isteniyorsa tabii. Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan kullandığı ve geri ödemesini yaptığı katkı kredisinden 0.35 TL (otuzbeş kuruş) bakiye kaldığı gerekçesiyle 1998 tarihinden 2005 tarihine kadar aylar itibarıyla teselsül ettirilerek 30.30 TL ana para borcu ile 123.95 TL gecikme faizi olmak üzere 154.25 TL borç çıkarılmış ve Alanya Vergi ektup, Alanya’dan, okurumuz Tekin Eraslan’dan geliyor: M “Bugün kırk yaşında olan kızıma, 35 kuruşun hesabı Dairesi’nin 25 Aralık 2011 tarihli cebri takip yazısı ile bu borç talep edilmiştir. Her dürüst vatandaş gibi, haksız olduğuna inandığımız bu talebi yerine getirdik ve parayı ödedik. Birçok vergi yüzsüzü vergisini ödemezken ve bunlar için devamlı af çıkarılırken, bilmem kaç liranın altındaki borçlar silinip affedilirken, bir sosyal yardım hizmeti olan öğrenci kredilerine bu işlem reva mıdır? Niçin 15 yıl beklenildi, niçin ‘Otuzbeş kuruş borcunuz kaldı, ödeyin’ denilmedi?” Tekin Eraslan’ın öyküsü, bir başka öyküyü çağrıştırdı bize. Meclis kulislerinde konuşulanlara bakılırsa, AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, evinde kayıt dışı çalıştırdığı yardımcısının eşini TBMM’de şoför kadrosuna almış. Bülent Gedikli, geçmişte Maliye Bakanlığı’nda maliye müfettişliği ve başmüfettişlik yaptı. Gelirler Genel Müdür Yardımcılığı ve Teftiş Kurulu Başkan Yardımcılığı görevlerinde de bulundu. Kendisinin, kayıt dışı çalıştırmanın müfettişlik bir iş olduğunu çok iyi bilmesi gerekir. Proje ecep Tayyip Erdoğan’ın R yeni nesile “Fatih Projesi” çerçevesinde bilgisayar dağıttığı gündü. Ankara’da hava eksilerde dolaşıyordu ve birçok ilköğretim okulunun doğalgaz kartı yüklenmemişti. Çocuklar sınıflarda paltoyla ders yapıyordu. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Giderek Artan ‘Cinayet ve Tecavüz’ Basındaki haberleri ve televizyon kanallarını izleyenler, başta kadına karşı işlenen cinayetler olmak üzere, taciz ve tecavüz olaylarının yoğun bir biçimde arttığını görmekte. Bu taciz ve tecavüz olaylarının özellikle çocuklara karşı ve devlet denetimindeki çocuk yetiştirme yurtları ile yine devlet denetimindeki yatılı ilköğretim bölge okullarında da görülmesi, olayın boyutunu daha da çok büyütmektedir. Çağdaş olamayan eğitimler, ruhsal hastalıklara yatkın kişiliklerin yetişmesini sağlayan ortamı hazırlamakta. Gelenekler, görenekler, töreler ve özellikle de eğitim, toplumun gelecekteki “genetik” yapısını oluşturur. Tümüyle “dinsel eksen” üzerinde oluşturulmuş eğitim sistemlerinin nasıl bir sonuç verdiğinin kanıtı, “geri kalmış toplumlardaki” görüntülerdir. Çağdaş olamayan eğitimler, “zamanın gerisinde kalan” kişiliklerin yetişmesini sağlayan ortamı hazırlamakta. Bir ülkede cinayet, intihar, taciz ve tecavüz olayları giderek artıyorsa, o toplumun sağlıklı olduğu söylenemez. Günümüzde yaşanan ve giderek de artan “cinayet ve tecavüz” olaylarının kaynağını “aşırı doğurganlık” sonucu oluşan nüfus artışında görmekteyiz. Aşırı nüfus artışı, eğitimsizliği, sağlıksızlığı, işsizliği, yoksulluğu ve açlığı da birlikte getirir. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre, 2001 ile 2008 arasındaki 8 yıl içinde Türkiye’de, 10 milyon 15 bin doğum, 1 milyon 550 bin ölüm olayı gerçekleşmiş. Bu veriler, Türkiye nüfusunun 8 yıl içinde toplam 8 milyon 465 bin, yılda ortalama olarak da 1 milyon 60 bin kişi artmış durumda olduğunu göstermekte. 1927 yılından 2007 yılına kadar geçen 80 yıl içinde Türkiye nüfusu 14 milyondan 71 milyona yükselmiştir. Artan nüfus sayısı 57 milyon kişidir. Bu verilerin de her geçen yıl artan “cinayet ve tecavüz” olaylarının kaynağını gösterdiği görüşündeyiz. Cumhuriyet yazarı Leyla Tavşanoğlu’nun psikiyatri uzmanı Doç. Dr. Özkan Pektaş ile yaptığı söyleşi (1 Ağustos 2010 günlü Cumhuriyet) toplumun fotoğrafını görünümünde: “Suç oranında bir artış ve vahşileşme var. Bunun entelektüel seviyeyle de ilgisi var. Suça suç gözüyle baktığınız zaman bir insan bunu işlemeden önce hedef belirlemelidir. Örneğin ben sizin çantanızı istiyorsam çantanızı almalıyım. Bunun daha fazlasını yapmamalıyım. Ama olay daha ileri gidebiliyor. Vahşeti getiren, içinizde durduramadığınız kaba dürtüler. Kabalığı engelleyen kültürdür; kültürü etkileyen eğitimdir. Toplumda bu alanlarda değersizleştirmeler yaşadığımızda suçlar da kabalaşmaya başlıyor. Örneğin İtalyan kadının Türkiye’de uğradığı kaba cinayeti düşünün. Ya da rahiplerin akıl almaz cinayetlere kurban gidişlerini, Münevver Karabulut cinayetini hatırlayın. Şiddete eğilimli bir toplum olduk. (…) Son sekiz, dokuz yıl içinde iletişim kanalları çok fazlalaştı. Bunların artmasıyla birlikte her türlü bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı. Kolaylaşınca işin estetik tarafı da ortadan kalkmaya başladı. Bugün bilgisayar üzerinden istediğiniz insanlara istediğiniz hakaretleri yazabiliyorsunuz. İstediğiniz emaili rahatlıkla gönderebiliyorsunuz. Bütün bunları ben şiddetin yansıması gibi görüyorum. (…) İkincisi, bugün toplum içinde gittikçe artan şüphe. Şizofrenik bozukluk gösteren hastalarımızda on yıl önce hezeyan olarak kabul ettiğimiz durumlar bugün gerçek oldu. Herkes telefonunun dinlendiğine inanıyor. Hastalarımız sık sık gizli kameralarla takip edildiklerini söylerlerdi. Bunlar onların hezeyanlarıydı. Bu da gerçek oldu. Bu hezeyanların gerçekleşmesi toplumda ciddi travmalar yaratıyor. İnsanlar şüphe içinde. Sahiplenildiklerini hissetmemenin huzursuzluğunu duyuyorlar. Devlet topluma hizmet için olmalıdır. Ama burada tersi. Biz toplum olarak devlete hizmet için varız. (…) Sokağa çıktığınızda kavga etmeye hazır, kaşları çatık insanlar görüyorsunuz. Bir trafik sıkışıklığında kavgalar çıkıyor. Bunlara artık sıklıkla tanık olmaya başladık. Bu öfke patlamaları ciddi sorunlar haline geldi. (…)” (Cumhuriyet 1 Ağustos 2010) HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Son yıllarda mo 1 da olan bir tür jimnastik. 2/ Düşman 2 lık... Bir nota. 3/ 3 Tunceli, Erzincan, 4 Bingöl gibi illerin dağlık kesimlerinde 5 üretilen bir cins tu 6 lum peyniri... Göl7 gede kalan yan. 4/ Yansıma, yankı. 5/ 8 Uğraş... İnsanın 9 kendine karşı duy1 2 3 4 5 6 7 8 9 duğu saygı. 6/ İçinde bir su canavarı yaşadığına 1 Ç O B A N G Ü L Ü ilişkin söylentilerle ta 2 A T A Ş E N İ R nınmış İskoçya’daki göl... 3 P A L A R İ F E Hindistan’da kral ve 4 A Ğ F L İ T prenslere verilen san. 7/ 5 R AM İ C E B E Karışık renkli... Mektup 6 E L T İ E N kâğıdının boş bir yerine 7 T A L E R K İ K yazılan ek düşünce. 8/ A U R A Ankara’nın bir ilçesi. 9/ İl 8 E T E N kel bir silah... Cinsel güç 9 K U Ş K O N M A Z süzlük. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Keşmir şalı” da denilen ve dağkeçisinin tüyleriyle dokunan çok yumuşak bir dokuma. 2/ Kaz Dağı’nın antik dönemlerdeki adı... Sırtta taşınan yük. 3/ Bir resmi, sulandırılmış renklerle boyama ya da gölgeleme biçimi... Tabut. 4/ Nevşehir’in bir ilçesi... Fas’ın plaka imi. 5/ Eski Türklerde bir babanın taşınmaz mallarının mirasçısı olan en küçük oğul... İşyeri olarak kullanılan birkaç katlı yapı. 6/ Bir gıda maddesi... İşe yaramaz, eskimiş, bozulmuş eşya. 7/ Bir ilimiz. 8/ Köpük kıvamında, tuzlu ya da tatlı yiyecek... Ceviz ya da badem içi. 9/ Sır... “Ben toprak oldum yoluna / Sen aşırı gözetirsin / Şu karşıma göğüs geren / bağırlı dağlar mısın” (Yunus Emre). C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear