26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
10 ŞUBAT 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 3 SUİKAST 3 GAZETECİ: ABDİ İPEKÇİ, UĞUR MUMCU, HRANT DİNK 15 ‘Faili meşhur’ Boyut Yayınları Genel Yönetmeni Bülent Özükan şöyle açıklıyor seçtiği bu başlığı: “Bir cinayetin katledeni bulunmamışsa ‘faili meçhul’ olarak kayıtlara geçer. Faili meçhul cinayetlerde, cinayet yöntemleri ile hedef seçilenler benzer özellikler taşıyorsa, bir süre sonra fail kolay tahmin edilir. Ve artık faili meşhurdur. Kitabımıza konu olan üç gazeteciyi katledenler 2012’nin bilgileriyle artık Faili Meşhur’dur.” Yeditepe Üniversitesi Gazetecilik ve Radyo TV Sinema Bölümü öğrencilerinin, Gazeteci Derya Sazak’ın proje sorumluluğunda hazırladıkları, “Faili Meşhur Üç Suikast Üç Gazeteci” belgeselinin, Boyut’tan yayımlanan kitap ve DVD’sinden söz ediyorum. Birkaç gün önce kitabı okurken, DVD’yi izlerken belki bin kez daha öldüm! ‘VAN GOGHALIVE VE DİJİTAL SANAT SERGİSİ’ B aşlığı yanlış okumadınız. “Faili Meçhul” değil. “Faili Meşhur.” Göz göre göre Gençler müthiş bir iş çıkarmışlar. Hazırladıkları kitap ve DVD’de ele aldıkları üç suikast, üç gazeteci Abdi İpekçi, Uğur Mumcu ve Hrant Dink. Üçü de alanlarının en iyileri... Onları sadece meslek yaşamlarının en önemli ve vurucu yanlarıyla tanıtmakla kalmıyorlar, yaşamın içinde çarpıcı özelliklerini, çevreleriyle ilişkilerini, dünyayı ve bu memleketi kavrayışlarını, adeta hızlı fırça darbeleriyle resmediyorlar... Mesleğe, yaşama, insanlığa, demokrasiye, barışa, insanı insan yapan değerlere adanmış üç yaşamı hızla tanıklıklarla verdikten sonra gelip suikasta odaklanıyorlar. 1 Şubat 1979… 24 Ocak 1993… 19 Ocak 2007… Birbirinden 14 yıl arayla üç tarih… İlki Abdi İpekçi’nin, ikincisi Uğur Mumcu’nun, üçüncüsü Hrant Dink’in katledilişi… Üçü de öyle ya da böyle öldürüleceğini biliyor ya da hissediyordu. Yaşar Kemal’in, Abdi İpekçi’ye Paris’te, “Türkiye’ye dönme, seni öldürecekler” demesi boşuna değildi; daha önce Milliyet’in ünlü karikatüristi Bedri Koraman’a da silah çekilmişti… Uğur Mumcu ise çelik yelekle dolaşıyordu, korunabilmek içinse yanında silah taşıyordu… Hrant Dink… Hayır o korunmuyordu; tehditlere, gözdağlarına, tüm kışkırtmalara karşın “bu ülkede insanların güvercinlere dokunmayacağına” inanıyor ve güveniyordu. Üçü de göz göre göre öldürüldüler. Devlet onları koruyamadı. Korumak istemedi. Kullanılan silahlar ve kullanılan “kuklalar”, “piyonlar”, “maşalar” farklı olabilir ama onları kullanan güç aynı karanlık güç… Haydi gelin adını koyalım: Onları devlet öldürdü. Devletin karanlık gücü… Suikast sonrası Suikast sonrası, belki de suikasttan bile daha korkunç… Süleyman Demirel 196593 yıllarında 7 farklı hükümette yaklaşık 12 yıllık süreyle başbakanlık yaptı. Filmde/kitapta açıklıyor: “Kaç sene geçerse geçsin bu cinayeti yapanları aramak ve bulmak devletin namus borcudur…” (Uğur Mumcu sui kastı için)... Evet, aynen öyle… “Cumhurbaşkanı iken de meseleyi çok yakından takip ettim... Benim iktidar veya muhalefet olduğum dönemde Türkiye’deki siyasetçilerin, hükümetlerin faili meçhul cinayetleri koruduğu iddiasını reddederim. Devlet cinayet işletemez ve işlemiş cinayetleri de imha edemez…” Yaaa… Öyle… Ne demezsiniz… Tetiği çeken Ağca’yı sıkıyönetim döneminde Maltepe Cezaevi’nden kaçıran, pasaport veren, tıpış tıpış sınır dışına geçmesine göz yuman devlet değildi… Güldal Mumcu’ya “Bir tuğla çekersek duvar yıkılır, altında kalırız” diyen dönemin Emniyet Müdürü değildi… Sanki Hrant Dink İstanbul Valiliği’ne çağrılıp tehdit edilmemişti… Bülent Ecevit de kükrüyordu bu cinayetler aydınlatılacaktır diye; 2003’ten beri Tayyip Erdoğan da… Ağca serbest, yakında Ogün Samast da serbest kalır… Son sözü Hrant’ın yakın dostu Avukat Fethiye Çetin’e bırakıyorum. “Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması, bir anlamda Türkiye’nin aydınlanmasının yolunu açacak. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin o siyasi cinayetler geleneğine dayalı yapısının sorgulanmasına yol açacak.” Türkiye’nin aydınlanması gerçekten isteniyor mu?.. Galiba asıl soru bu… Zamana ve yaşadığımız ülkeye tanıklık eden bu belgesel esere emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Tüm kitapçılarda bulabileceğiniz kitabın geliri Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’na bağışlanacak. [email protected] Kavram ve Uygulama Olarak Üniversite... Işık, renk ve ses senfonisi Kültür Servisi Işık, renk ve ses senfonisi yaşatan “Van GoghAlive Dijital Sanat Sergisi” Singapur’daki dünya prömiyerinin ardından İstanbul Karaköy Antrepo 3’te dün açıldı. İlaç şirketi Abdi İbrahim’in 100’üncü kuruluş yıldönümünü nedeniyle düzenlenen sergi sanat, bilim ve teknolojiyi yenilikçi bir şekilde harmanlıyor. Van Gogh’un, aralarında “Vincent’ın Yatak Odası”, “Teras Kafe”, “Buğday Tarlası ve Kargalar”, “Sargılı Kulaklı Otoportre”nin de bulunduğu ünlü yapıtları 3 bin dijital imajla “çerçeve”nin içinden çıkıyor. Ünlü ressamın 18801890 yılları arasındaki çalışmaları ve hayatından detaylar Sensory4 teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü kırk projektör aracılığıyla dev ekranlara, duvarlara, kolonlara, zemine ve tavana yansıtılıyor. 15 Mayıs’a dek sürecek sergi 15 Ekim30 Aralık tarihlerinde de Ankara Cer Modern’de ziyarete açık olacak. ARTER’DE ‘SESLİ DİZİ’NİN İLK SERGİSİ AÇILIYOR Beşiktaş davasında sanıklar özür diledi Kültür Servisi iDANS Uluslararası Çağdaş Dans ve Performans Festivali kapsamında 2010 yılının Ekim ayında düzenlenen “Free Zone” sergisine saldırıyla ilgili İstanbul 5. Asli Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ikinci duruşması öncesinde sanıkların tümü, yazılı bir açıklamayla özür dilediler. Bunun üzerine iDANS Festivali’ni düzenleyen Bimeras Vak fı’nın şikâyetini geri alması üzerine dava düştü. Sanıklar, açıklamada şu ifadeye yer verdiler: “Bu saldırı, düşünce ve ifade özgürlüğünü hiçe sayan, kendileri gibi düşünmeyenlere karşı şiddet yoluyla ayrımcılık yapmayı içeren ve sonuç olarak Türkiye’de demokrasi kültürünün yerleşmesine engel bir nitelik taşımaktadır. Olaya adımızın karışmış olmasından dolayı özür diliyoruz.” Anımsanacağı üzere saldırıya CHP Gençlik Kolları üyesi kişilerin karıştığı ortaya çıkmış, bunun üzerine dönemin CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek, iDANS’ı yetkilileriyle sergi sanatçılarını arayarak özür dilemişti. ULUSLARARASI MÜZELER BİRLİĞİ’NE (ICOM) ÇAĞRI Müziğin ‘siyah’ına özgürlük Kültür Servisi ARTER, bugün açılacak “Siyaha Özgürlük” sergisiyle, “Sesli Dizi” başlıklı yeni bir proje dizisi başlatıyor. Melih Fereli küratörlüğünde gerçekleşen “Sesli Dizi”nin bu ilk projesinde besteci, ses tasarımcısı, gitarist ve prodüktör Erdem Helvacıoğlu, Fluxus akımının öncülerinden George Maciunas’ın “Piyano Parçası” (Piano Piece, 1970) adlı eserinden hareketle, yeni bir ses yerleştirmesi oluşturuyor. Bu projede York Üniversitesi’nde Müzik Araştırmaları Merkezi’nin direktörü olan Dr. Tony Myatt’la birlikte çalışan Helvacıoğlu, Maciunas’ın beyaz tuşları çivilenmiş, dolayısıyla alışılmış biçimde çalınması mümkün olmayan piyanosundaki siyah tuşlardan çıkan seslerden oluşturduğu “ses haritası”nı teknoloji yardımıyla izleyiciye sunuyor. 10 dakika kadar süren bu özel yerleştirmeyle, izleyici kendisini bir ‘ses küresi’nin içinde hissediyor. “Siyaha Özgürlük”, 26 Şubat’a kadar ARTER’de. (www.arter.org.tr) ‘ICOM’a yanlış bilgi verildi’ CEREN ÇIPLAK Korumacı Sivil Toplum Kuruluşları kapsamındaki Arkeologlar Derneği Anadolu Sanat Tarihçiler Derneği ile Müzeciler Derneği; Uluslararası Müzeler Birliği’ne (ICOM), Türkiye Milli Komitesi’nin yetkilerini kaldırma kararını yeniden gözden geçirme çağrısında bulundu. Korumacı Sivil Toplum Kuruluşları, müzecilik camiasına da seslendikleri açıklamalarında, yetkinin komite yerine Suay Aksoy’un üstlendiği Müzecilik Meslek Kuruluşu’na verilmesine ise tepki gösterdi. Açıklamada, “Kişisel hırslarla Türkiye’nin uluslararası örgütlerle ilişkilerini zayıflatmak ve ülkemizi dış platformlarda zaafa uğratmak isteyen girişimler asla kabul edilemez. Hele bu girişimleri Türkiye müzeciliği adına ortaya koymak, 150 yıllık gelenekleri bulunan ülkemiz müzeciliğine yakışmayan bir tutum olarak değerlendirilmektedir” denildi. Açıklamada, ayrıca şu ifadelere yer verildi: “Son beş yıl içerisinde Türkiye müzelerinde görev yapan uzman sayısı yüzde yüz arttı. 2011’de açılan Zeugma Müzesi dünyanın en bü ? Korumacı Sivil Toplum Kuruluşları, ICOM’a, Türkiye Milli Komitesi’nin yetkisinin kaldırılarak Müzecilik Meslek Kuruluşu’na verilmesi kararını yeniden gözden geçirme çağrısında bulundu. Müzecilik Meslek Kuruluşu’na da haksız, yanlı ve yanlış tutumlarından vazgeçmesi önerildi. yük mozaik müzesi unvanını almıştır. Biz, camia olarak bu çalışmaları adım adım takip ediyor ve ülkemiz müzecilik tarihine gerekli notları düşüyoruz. Komitenin yetkisinin sudan bahanelerle kaldırılmasına neden olan ve ülkemiz müzeciliğinin ağır ve haksız ithamlara uğramasında başrol oynayan, ülkemiz müzecilik camiasını temsil ettiğini iddia eden Müzecilik Meslek Kuruluşu’nu haksız, yanlı ve yanlış tutumlarından vazgeçmeye ve sağduyulu davranmaya çağırıyoruz. Ayrıca gerçeği yansıtmayan bilgilerle yanıltılan ICOM’u da kararını yeniden gözden geçirmeye davet ediyoruz.” Bugüne kadar ülkemizdeki üniversiteler ve sorunları üzerine epey yazdım. Ancak insan yaptığı bazı yanlışların farkına çok geç de varabiliyor. Ben de, tam Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Mikail Boz’un, yönetimi eleştiren kısa bir yazısı nedeniyle bir yarıyıl uzaklaştırma cezası alması üzerine yazacaklarımı düşünürken, üniversiteleri konu alan yazılarımda baştan beri yapmış olduğum önemli bir yanlışın farkına vardım. Bütün o eski yazılarımda hep ülkemizdeki ‘üniversite’lerden söz etmişim. ‘Üniversite’lerin sorunları üzerinde durmuşum. Dolayısıyla, hep ülkemde üniversitelerin bulunduğu varsayımını çıkış noktası almışım. Üniversitelerin Türkiye’de ‘kavram’ ve ‘ad’ olarak varlığını, bu kurumların anlayış ve işleyiş bağlamındansa da gerçek anlamda birer ‘üniversite’ niteliğini taşıdıkları çıkarımına ulaşmak için yeterli saymışım. Bir kavramı sadece bol keseden kullanmanın, o kavramın içeriğini gerçekleştirmeye de yeteceğini düşünmüşüm – yani, öyle görünüyor! Ama Türkiye’de ‘üniversite öğrencisi’ kimliğini taşıyan, üstelik ‘hakkıyla’ da taşıyan bir genç olan Mikail Boz’un disiplin kurulu kararıyla bir dönem uzaklaştırılması, yüzüme okkalı bir şamar gibi inen bir olay oldu. Neden mi? Her şeyden önce Mikail Boz, ‘üniversiteli’ kimliğini iki açıdan ‘tartışmasız’ biçimde taşıyan bir gençti. Ders ortalaması, onu fakültesinin birincisi yapacak kadar yüksekti. Yani bu genç, üniversite eğitiminin ‘bilgi’ yanını da çok önemseyen bir üniversite öğrencisiydi. Öte yandan Mikail Boz, ‘üniversiteli’ kimliğinin çok çok önemli olan bir niteliğine, bu kimlik açısından ‘kurucu öğe’ sayabileceğimiz bir niteliğe de sahipti: Dünyaya eleştirel bakıyor, eleştirel düşünebiliyordu. Ve gerekli olduğuna inandığında, her türlü kaybı ve baskıyı göze alarak eleştirel bakışlarını kendi okuduğu fakültenin yönetimine de yöneltebilmişti. Bu yanı, onu: “Ben bir an önce diplomamı kapayım, gerisi beni ilgilendirmez!” diyen bir çoğunluktan kesin çizgilerle ayırıyordu. Bu tutumuyla o, bu ülkede üniversiteli kimliğinin gereklerini yerine getirmenin sorumluluğunu, bedeli böyle bir kimliği yadsımakla ödenmiş bir diplomadan çok daha fazla önemsediğini gösterdi. ‘Olması gereken’ üniversite, düşünce ve bilim üretmekle yükümlü, bu nedenle de eleştirel düşünce’yi her şeyin üstünde tutmayı ve savunmayı misyon edinmiş bir kurumdur. Dolayısıyla, eleştirel düşüncenin saldırıya uğradığı, susturulmak istendiği her noktada buna başkaldırmayan bir ‘üniversite’, gerçekte üniversite adına layık değildir. Anlayış olarak üniversite olmaktan uzaktır. Olayın üzerinden neredeyse bir ay geçmesine rağmen, ülkemizdeki üniversitelerden bir ses yükselmedi! Anlaşılan o ki, Türkiye’de ‘akademisyenler’ ve üniversite yöneticileri, kendilerinin sahip olmadıkları eleştirme yürekliliği’ni sergileyebilen öğrencilerini yalnız bırakmayı, uğraşlarının bir erdemi (!) olarak görmeye başladılar! Ben, yaşamının neredeyse kırk yılını üniversiteye vermiş bir hoca olarak, ödünsüz eleştirel tavrı ve düzeyli yürekliliği ile ülkesinde olması gereken üniversiteli kimliği’ne sahip çıkan Mikail Boz’u içtenlikle kutluyorum! Nuri Bilge Ceylan’ın acı günü ? Kültür Servisi Ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın babası Mehmet Emin Ceylan, 90 yaşında yaşamını yitirdi. Mehmet Emin Ceylan, oğlunun “Koza”, “Kasaba”, “Mayıs Sıkıntısı” ve “İklimler” filmlerinde rol almıştı. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear