25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
‘A ziz Nesinlik’ deyimi, Ne- sin’in yazarlõk yaşamõyla başlar, acõyõ, gül- dürüyü birlikte çağrõştõran bir deyim olur. Altmõş yõl- da dilimize iyice yerleşir. Bütün halklar gibi üretici, yaratõcõ bir halkõz. Mizah- ta ise birkaç adõm bütün uluslarõn önündeyiz. Eski- lere gitmeden Aziz Ne- sin’e, Rıfat Ilgaz’a, Mu- zaffer İzgü’ye borcumuz büyüktür. İnsanõmõza öyle olaylar yaşatõlõyor ki, dün- ya şaşõp kalõyor. ‘Öküz al- tında buzağı aramak’ sö- zü hiç kalõyor. Aziz Nesin- lik anõnda tohumlanõyor. I930’lu, 40’h yõllarda bu deyimi dilimizde göremez- siniz. O yõllarda yönetim güvenilir, inanõlõr, ölçülü, ağõrbaşlõ olduğundan Aziz Nesinlik ortam yaratõlma- mõştõ. Adõ geçen deyim gü- vensiz, ölçüsüz, sulu, kuş- kulu ortamõn ürünüdür. Tu- zaklar rafa kaldõrõlmõş, ali- cengiz oyunlarõ durmuş, hinoğlu hinler henüz türe- memişti. Şimdilerde varlõ- ğõ tartõşõlan ‘devlet’, o yõl- larda ‘devlet baba’ idi. Yalancõnõn, yankesicinin izi yoktu. Basõnda, neredeyse her gün ‘Aziz Nesinlik olay’ diye başlõklar atõlõyor. Atõl- mazsa şaşarõm. Nesinli ge- reçler yõğõnla. Aziz Nesin’in yazdõkla- rõ, yaşadõğõ dönemin birer belgesidir. O bize öykü di- ye, roman diye, oyun diye sunuyorsa, siz bakmayõn, yaşadõklarõmõzõn özüdür. Her bir ürünü, Aziz Nesin süzgecinden geçirilmiş ger- çeklerdir. Örneğin, Hazi- nedeki Paslõ Teneke öykü- sü. Hiçbir şeyi olmayan bir ülkenin kralõ ve hazinesin- de saklanan, korunan çok değerli, ünlü mücevheri varmõş. Kral, halkõ yõlda bir kez toplar, hazinedeki mücevheri koruyacağõna ant içirirmiş. Bir gün kral bu değerli varlõğõ görünce aklõ başõn- dan gitmiş. Onu kendine al- mõş, yerine bir altõn koy- muş. Ant içmeyi yõlda iki- ye çõkarmõş. Yerine gelen kral, hazinedeki altõnõ alõr, gümüş koyar. Anlaşõlmasõn diye andõ yõlda dörde çõka- rõr. O kralõn yerine gelen gümüşü alõr, bir teneke par- çasõ bõrakõr. Ant içmeyi ise, her güne... Bu kez halk kuşkulanõr. Önceleri yõlda bir kez ant içilirken şimdi her gün! Merak büyür. Ha- zine basõlõr, paslõ teneke ele geçirilir, durum anlaşõ- lõr. Bizim paslõ teneke dö- nemi 12 Eylül Kenan Ev- ren yönetimidir. Ama hal- kõmõz henüz hazinedeki nesnenin ne olduğunu me- rak etmiyor. Aziz Nesinlik yanõ burasõ. Hani Aziz Ne- sin bir gün, ‘Halkımızın yüzde 60’ı aptal’ deyince homurtular başlamõştõ. ‘Pe- ki peki, halkımızın yüzde 40’ı zekidir’ sözüyle, ses- ler kesilmişti. Ah Aziz Nesin ah! Sen yine bizi güldürüyorsun. Ya bugünleri yaşasaydõn! Yeni deyimlerle dilimiz zenginleşiyor ya, siz ona bakõn. Halkõmõz, gün gele- cek hazinede neyin saklan- dõğõnõ da merak edecek. Esas Aziz Nesinlik bir ko- nu da, derin uykuda oluşu- muz. Birileri, aniden zen- ginleşirken, çoğunluk neden geri gidiyor? Atatürk’ün aydõnlõk yolundan sapmayõ, gidip F. Gülen gibi emek- li imamlara tapmayõ, õrkçõ- lõğa sarõlmayõ... Aziz Ne- sinlik sözü çok iyi açõklõyor. 2010, Aziz Nesin’in ara- mõzdan ayrõlõşõnõn 15. yõlõ. Bir karikatürde gördüm, ‘Ülke aklını yitireli 15 yıl geçmiş!’ Yapõtlarõnõ unut- mayalõm... B u kez Deniz Kültürü Fes- tivali 22 Eylül’de İzmir’de başlõyor, 24/26 Eylül’de İs- tanbul/Sarayburnu’nda devam ediyor. Programõ da oldukça ren- kli ve zengin. En azõndan “Deniz Kültürü” kavramõnõn dile geldi- ği bir olay bu. Kõymetini bilelim. Bu yaz, bir yõl boyunca ayrõ kal- dõğõmõz torunlarõmõ doğup büyü- düğüm, çocukluğumun, kafa- mõzda kavak yelleri, gönlümüzde sevda dahil çeşitli coşkularla ya- şadõğõmõz dönemin yurdu Kara- deniz kõyõlarõna götürdüm. Tarif- siz güzellik ve özellikleri olan, he- le de yaşadõğõmõz boğucu ve nemli sõcak bugünlerde nefes alõrken “galiba cennete geldik” dedirten yaylalarõ da kapsayan bu geziden yeşilin bin türlüsünü, in- sanõmõzõn -özellikle köylük yer- lerdeki- misafire saygõ ve hoş- geldiniz demeyi kendilerince ifa- de etmelerini yaşattõm onlara. Perşembe, Uzungöl, Ayder ve Çamiçi yaylalarõndan bir devlet memuru olan rahmetli babamõn tayinleri coğrafyasõnda çocuklu- ğumu, delikanlõlõğõmõ yaşadõğõm bu cennetin Karadeniz kõyõlarõna indik. Boncuk gibi dizili yerle- şimler, koylar, kumluklar, kaya- lõklar ve üzerinde akşama doğru hâlâ bizim zamanõmõzdaki gibi mezgit oltalarõnõ toplamaya gitmiş birkaç kayõk ve “acaba arka- sında ne var?” diye meraktan öl- düğüm ve böylece denizci oldu- ğum açõklardaki o ufuk çizgisin- den başka bizim zamanõmõzdaki karabataklarõn, martõlarõn bile gö- zükmediği bir Karadeniz... Ne haftada üç gemi ile İstanbul ve dünyayõ yaşadõğõmõz o kõyõla- ra bağlayan Posta Gemileri kal- mõş, ne imanõna kadar fõndõk üs- tüne de yolcu yüklemiş kasa- ba/kentler arasõ taşõmayõ üstlenen takalar, çektirmeler var ortalõkta. Hepsi şu son yarõm yüzyõlda ne olup bittiyse -ayrõntõlara girmi- yoruz- yok olup gitmişler. Hem de sanki hiç var olmamõşlar gibi. Bunlar böyle. Ama hiç mi olumlu bir şey yok. Olmaz olur mu! Denizi, denizciliğimizi ve bu konuda oluştuğunu fark ettiğimiz, büyüdüğüm kõyõlarda denizle il- gili, bir kültürün belirgin duruma geldiğine tanõk olduk. Kõyõlar boyunca dizilmiş her kent ve ka- sabada bir “Denizcilik Okulu” var. Hem de pek çoğu ora insan- larõnõn bağõşõ ile kurulmuş. Kimi meslek okulu kimi de akademik düzeyde bilim kurumlarõ bunlar. Biz o kõyõlarda renkli çakõl taş- larõ toplayõp altõn kumlarda oy- narken bütün Türkiye’de denizle ilgili, onlar da Osmanlõ’dan kalma, iki okul vardõ. Biri o zamanki “Ti- careti Bahriye” öbürü de “Mek- tebi Şahane-i Fünunu Bahriye” yani İTÜ Denizcilik Fakültesi ve Deniz Harp Okulu olarak bugün- lere çağdaş iki bilimsel öğretim kurumu olarak gelmiş iki okul sa- dece. Şimdi Türkiye’de değişik düzeylerde sanõrõm elli beşin üs- tünde denizcilik okulu var. Şim- di çocuklar bisiklet de kullanõyor su kayağõ da yapõyor, uluslarara- sõ yelken yarõşlarõna da katõlõyor- lar. Akademisyenlerimiz semi- nerlerde, panellerde yer alõyor. Denizciliğimiz ve onun büyü- sü artõk daha büyük halk yõğõnla- rõna dergi, gazete, kitap olarak tür- lü şekillerde muntazaman ulaşõ- yor. Gerçek deniz sevdasõnõn in- sanda yarattõğõ iç denizler onu yazmaya itiyor. Kitapçõlarda boy boy belgesel, roman, şiir ve öy- külerde denizciliğimiz ve gemi adamlarõ unutulmaz karakterler olarak yer alõyor. Deniz kültürü birikimi denilen olayõn evrimi yaşamõmõza zaten bundan başka bir şekilde de yansõmaz. Şimdi sõ- ra denizciliğimizdeki benzeri ha- reketlerin denizcilik işinin temel karakteri olan uluslararasõ nite- liklere ulaşmasõnda. Ben umut- luyum ve festivali düzenleyenle- ri kutluyorum... CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 EYLÜL 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ufuk YENİLGİNİN üzerinde durup nedenlerini araştırmak, genellikle sanılanın aksine, vakit kaybı ya da “abesle iştigal” değildir. Ciddi ve kapsamlı bir araştırma, gelecek için yararlı bir yığın ipuçu verebilir. Halkoylamasına katılmak için yaz dinlencesini kısa kesmeyi göze alamayanlardan tutun da “yetersiz ama evet” diyen entel tayfanın ikiyüzlülüğüne kadar hepsinden çıkarılabilecek dersler vardır. Ama günün havasında karamsarlık ağır bassa da, yakın geçmişe dönük böylesine derin ve uzun erimli incelemenin yanında ufka bakarak hemen başlatılması gereken bir iş var: Geleceği planlamak. Bütün sağlam ve gerçekçi planlamalar gibi bunun da hem uzun hem de kısa erimli planlardan oluşması sağlanmalıdır. On beş yıllık uzun erimli bir planın aynı zamanda beşer ya da üçer yıllık kısa erimli planlardan oluşması gibi. Böyle bir yöntemin yararı, doğru başlanmış olsa bile zamana ve koşullara göre yeni değerlendirmelere ve düzeltmelere açık olmasıdır. Yarı-başkanlık sisteminden başlayarak otoriter bir başkanlık düzenine yönelik tutumların hemen gündeme getirildiği bir ortamda Cumhuriyete sahip çıkma iddiası taşıyan partilerin, örneğin bir CHP’nin, her şeyden önce hangi mirasa konulduğunu ve bu mirası kimlere emanet etmenin doğru olacağını iyi düşünmesi ve durumlara o gözle bakması gerekmez mi? Partinin ve Cumhuriyetin kurucusu en sağlam emanetçi olarak gençlikten söz etmedi mi? Üstelik çok olağanüstü bir yol gösterişmiş gibi göklere çıkarılıp da ülke düzeyinde son dönemler boyunca uğruna en az çaba gösterilen zümre gençlik olmadı mı? Okumanın, kendini yetiştirip meslek sahibi olarak mutlu yaşamaya başlamak isteyen, bu da yeterince yapılmadığı için mutsuzluğa ve ufuksuzluğa sürüklenen yine o zümre olmadı mı? Cumhuriyetçilerin gençlik politikası, eğitim planları, yerleşim, konaklama ve geçim kolaylıkları nerede? Gençlik, sadece dev parti mekanizmaları içinde afiş asıp miting düzenleri sağlayan bir “kol” olarak mı kalmalıdır? Daha somut konuşmak gerekirse, tarikatçı cemaatlerin üniversite kayıt büroları önünde nöbete yattıkları, ışık saçıcı yurtlar için otobüs terminallerinde konuşlandırıldıkları bir ders yılı başlangıcında cumhuriyetçi gönüllülerin çabaları ne ölçüdedir? Cumhuriyetçiliğin hiç değilse bir süre için bir bakıma artçı savaşı vermek zorunda olduğu düşünülürse, herkesin en iyi koruyabildiği mevzi neyse orada bulunması ve inatla tutunuyor olması gerekmez mi? PENCERE ‘Halkım Benim...’ Melih Cevdet Anday 10 Aralık 1982 günlü “Halkım” başlıklı yazısında halka tepeden bakanları eleştiriyordu. Acaba “benim halkım” demek, doğru muydu? Bir padişah ya da kral “benim halkım” diye konuşursa yadırganmaz; ama bir aydın “halkım” diyebilir mi? Belki “halkım” sözcüğü sevgiyi içermektedir; ama ister istemez işin içine sahiplenme eğilimi de girmektedir, öyleyse “halkım” diye konuşmak, sakıncalarını da birlikte taşır. En iyisi yanlış anlamalara yol açacak bu sözü kullanmaktan kaçınmak değil midir? Melih Cevdet’le aynı kanıdayım. Halk nedir? Sosyal yapı bağlamında halk, çalışan kitleleri kapsayan insan topluluğudur. Anadolu’da Cumhuriyetten önce de halk vardı; sonra da oldu. 1923 yılının 29 Ekim günü bıçakla kesilir gibi değişti mi bu halk?.. Aydınlarımızın halka bakış açılarındaki etki ve tepkileri gözden geçirmeleri için çarpıcı örnekleri anımsamakta yarar vardır. Halk, yer ve zaman boyutlarında değişken niteliktedir. Sözgelişi Amerika’da halk köylü değildir; çünkü tarımsal kesimde nüfusun yüzde 3’ü çalışıyor; ama Türkiye’de yüzde 70’e yakın halk, tarımsal üretimde çalışıyor. 14 Mayıs 1950’de, 27 Mayıs 1960’ta, 7 Kasım 1982’de Türkiye’de yaşayan halk hem aynı halktır hem değildir. Tarihin akışı içinde hem birlik, hem de ayrım geçerlidir. Eğer olayları serinkanlılıkla değerlendirmeyi öğrenirsek, halka yaklaşımda yanılgıya düşmeyiz. Bir toplumda aydınların kimi zaman halka uzak, kimi zaman halka yakın görünmesi aldatıcıdır. Bir nehir denize akarken çeşitli menderesler oluşturabilir; ama her nehrin eninde sonunda denize akması ya da denize akan bir başka nehirle birleşmesi doğaldır. Geçici fotoğraflara saplanıp aldanmak, sürekli gerçeği yadsımak anlamına gelir. Halk, tarihsel süreçlerde kimi zaman şu partiye oy verebilir, kimi zaman bu partiye; kimi zaman şu kişiye, kimi zaman bu kişiye; kimi zaman şu anayasaya, kimi zaman bu anayasaya... Eğer olayın gerçeğini kavramak istiyorsak, o dönemdeki somut sosyal ve siyasal gerçekleri incelemekle amaca varabiliriz. Halkın oyuna saygı duymak gerekir. Ne var ki bu saygı halka tapınmak anlamına gelmez; çünkü böyle bir yaklaşım yanıltıcıdır. Tarihi yapan, halk kitleleridir. Ne kadar engellenirse engellensin, halk kitlelerinin belirleyici rolü zaman geçtikçe etkinleşecektir, boyutlanacaktır, derinleşecektir. Halk kitleleri, çoğunlukla kol emeğiyle yaşamını sürdürenlerden oluşur; aydın kesimi ise kafa emeğini simgeler. Aydınla halk kitleleri arasındaki bağdaşma, kafa emeğiyle kol emeği arasındaki bütünleşmeyi sağlar. Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de aydınların halkla bütünleşmeleri kolay olmamıştır, olmayacaktır. Bütünlüğün uzun bir süreç içinde gerçekleşmesi doğaldır. Kimi “aydınlar” tanıdım. Bunlar kendilerini kral, padişah, en azından prens ya da şehzade sanan türden idiler. Ellerini kürsüye koyarak ve önlerinde dalgalanan kalabalığa yüksekten bakarak mikrofondan seslenirlerdi: - Halkım benim... Sanırlardı ki halk hemen kendilerini dört kollu tahtırevana yerleştirip iktidarın görkemli saraylarına taşıyacak; altın yaldızlı tahtlara oturtacak... Bu düşler gerçekleşmeyince “benim halkım” tu kaka oldu; aklı ermez körler ve sağırlar kalabalığı yerine kondu. Aldanışların tepkisi ruhsal değişimlerin kaynaklarını suladı. Bu çarpıcı örnekler ortada olduğu için Melih Cevdet’e hak veriyorum; “halkım benim” demekten sakınalım. Bırakalım şu “mülkiyet” kokusu taşıyan deyimi... (14 Aralık 1982 tarihli yazısı) T anrõ’nõn, cenneti yeryüzünde ar- mağan ettiği yer olan Çamlõhem- şin’in Fõrtõna Vadisi, emperyalist saldõrganlõğõn tehdidi altõnda yok olma tehlikesiyle can çekişiyor. Dünyanõn bu cennet köşesi daha şimdiden bin- lerce ağacõnõ kaybetmiş durumda. Küresel ser- mayenin ülkemizi teslim alõşõnõn en vahşi uy- gulamalarõndan biri daha gözlerimizin önün- de sürdürülüyor. Elektrik enerjisine binde dörtlük bir katkõ gerekçesiyle HES’lerin ku- ral tanõmaz, insana değer vermez ellerine terk ediliyor. Bütün Karadeniz halkõ ayakta, bütün ay- dõnlar, çevreciler, doğaseverler, sömürüye karşõ mücadele edenler bu talana geçit ver- memek adõna Fõrtõna Deresi’ne koşuyor. Ta- lanõn rakamsal boyutu 500 milyon dolar. Yetkililer; “Birtakım aklıevvel çevreci ke- silenler, dereleri sattığımızı söylüyorlar. Ya- hu, biz suyu satmıyoruz, kiraya veriyoruz; dereler kuruyacak diyorlar! Biz suyu kul- lanıp bırakıyoruz. Kurumaz, kurumaz! Bak ben, en büyük çevreciyim!” diye, hal- kõ yanõltarak dereleri 49-99 yõllõğõna kiraya ve- riyorlar. Önce yandaş yükleniciler ihaleleri alõp, da- ha sonra, küresel uyum adõna yabancõlarõn el- lerine çok yüksek kârlarla teslim edecek. Anayasanõn 168. maddesi; “Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu al- tındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını bel- li bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere dev- redebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletilmesinin devletin gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun açık hükmüne bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve dev- letçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esaslar ve müeyyideler kanunda gösterilir” demektedir. Madenlerdeki uygulamalar da yine anaya- sanõn 168. maddesine takõlarak satõlamadõ; 49- 99 yõllõğõna kiraya verildi. Ancak maden alanlarõ talan edildi; Kaz Dağlarõ, Kozak Yaylasõ, Bergama Ovacõk, Artvin’in Erzene Yaylasõ, Turgutlu’daki Çaldağõ gibi onlarca va- di, yayla, mera, dağ ve orman maden arama, çõkarma adõna tahrip edildi, yok edildi ve de yabancõlara devredildi. Fõrtõna Deresi’nde yaşayan halkõmõzõn gözü gibi baktõğõ, canõn- dan çok sevdiği deresini ona bõrakmamak an- cak emperyalistlerin projesidir. Ülkenin yağ- malanmadõk, talan edilmedik, bitirilmedik doğal cennet köşesi kalmadõ; dünyada eşi ben- zeri olmayan bu güzelim vadi ormanlarõyla, canlõ türleriyle, endemik bitki örtüsüyle orta- dan kaldõrõlõyor. Zaten ülkemizin zenginlikleri elimizden alõndõ. Fõrtõna Deresi’ne HES ya- põlmasõna karşõ açõlan dava Trabzon İdare Mah- kemesi’nin kararlarõyla defalarca durdurul- masõna karşõn hâlâ tahribat devam ediyor. Hal- kõn dere üzerindeki köprüye astõğõ “Fırtına Özgür Aksın!” bez afişi dahi yasak kapsamõna alõnarak indirildi. Doğanõn milyonlarca yõllõk bir emeğiyle mi- lim milim örülmüş olan bu cennet köşesi, ka- pitalist yağmacõlarõn rant hõrsõ adõna, derenin gerçek sahiplerine, yöre halkõna hiçbir fikir sor- madan, adam yerine konmadan onlarsõz bir em- rivaki ile bu güzellik ellerinden çalõnõyor. “De- renin suyu, taşı, çakılı, kumu, içinde oluşan söğüt dalları, otlar, ağaççıklar bizim her şe- yimiz! Biz burada mutluyuz. Dokunma- sınlar deremize, biz onun sesine, sisine, bu- lutuna âşığız, onsuz yaşayamayız. Bozma- sınlar deremizin güzelliğini. Taşlarla, dev kayalarla, beton yığınlarıyla doldurdular. Kim götürecek bunun rantını?” diye isyan ediyorlar. “O, bizim rüyalarımızın, hayallerimizin baş tacı. Biz, onunla, çocuklarımızla, to- runlarımızla birlikte yaşamak istiyoruz. Evi- mizde, tarlamızda, gittiğimiz her yerde onun sesi kulağımızdan eksik olmaz. Ya- şamak bizim için; o demektir” şeklindeki çõğ- lõğõ duyan yok. Beş on yõl sonra HES’ler dereyi kurutacak. 22 km’lik bir tünelle iki kolu birleştirilmek üze- re inşaata başlanmõş; dev kayalar, taşlar dereye yõğõlõyor. Koca damperli kamyonlar durmak- sõzõn işliyor. Dere yatağõ hiç durmadan genişletilerek asõr- lõk ağaçlar, çamlar, çõnarlar, kayõnlar, kõzõl- çamlar, ladinler devriliyor. Kuşlar, böcekler, kelebekler, ağustosböcekleri bütün hayvanlar; kurbağalar, kaplumbağalar, balõklar; geyikler, karacalar, kurtlar, domuzlar, ayõlar, tavşanlar, sincaplar, tilkiler, sõrtlanlar, kuzular, keçiler, inekler ve hepsi çõğlõk çõğlõğa feryat ediyor. Ağaçlarõn yapraklarõndan dökülen yağmur damlalarõ gözyaşõ olmuş, sanki ağlõyorlar. Dünya sessiz kalmamalı Bütün dünya insanlarõna çağrõ yaparak; bu doğa cennetine sahip çõkmalarõna çağrõda bu- lunuyorlar. Tanrõ’nõn yeryüzüne Çamlõhemşin yaylalarõnda armağan ettiği bu, Karadeniz’in yüce dağlarõnõn tepelerinden, uzun etekli ge- linlik giymiş bir kõz gibi süzülerek akõp gelen bu güzelliğin katledilmemesi için onlara da çağrõda bulunuyorlar. Birkaç kilovat elektrik için bu güzelim su- yu tutsak almak aklõn alacağõ iş mi? Hiç hal- kõn hakkõ, hukuku, söz söyleme olanağõ yok mu? HES’ler 3996 sayõlõ ‘Yap-İşlet-Devret Yasası’ uyarõnca ve Özal döneminin 24 Ocak kararlarõ çerçevesinde ‘küreselleşme’ adõna ül- ke varlõklarõnõn yabancõlara devredilmesi amacõyla çõkartõlmõş yasanõn bir uzantõsõdõr. Anayasa ve yasalar karşõsõnda satõlmasõ olanaklõ olmayan ülke varlõklarõnõn 49-99 yõllõğõna kiraya verilerek elden çõkarõlmasõ, içi- nin boşaltõlarak posasõ çõkmõş vaziyette 49-99 yõl sonra devredilmesi uygulamasõ başlatõlmõştõ. Böylece ülke varlõklarõ bu iktidar zamanõnda, AB dayatmalarõyla 2003 yõlõndan bu yana ta- mamõ satõlõp bitirilmiştir. Sõra akarsulara ve de- relere geldi. Ama halkõmõz buna izin verme- yecek. ‘Fõrtõna Özgür Aksõn’ Deniz Kültürü Festivali Orhan ÖZKAYA Ülkenin yağmalanmadõk, talan edilmedik, bitirilmedik doğal cennet köşesi kalmadõ; dünyada eşi benzeri olmayan bu güzelim vadi ormanlarõyla, canlõ türleriyle, endemik bitki örtüsüyle ortadan kaldõrõlõyor. Zaten ülkemizin zenginlikleri elimizden alõndõ. Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar Aziz Nesinlik Ülke... Nusret ERTÜRK mumtazsoysal@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear