Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
‘A
ziz Nesinlik’
deyimi, Ne-
sin’in yazarlõk
yaşamõyla başlar, acõyõ, gül-
dürüyü birlikte çağrõştõran
bir deyim olur. Altmõş yõl-
da dilimize iyice yerleşir.
Bütün halklar gibi üretici,
yaratõcõ bir halkõz. Mizah-
ta ise birkaç adõm bütün
uluslarõn önündeyiz. Eski-
lere gitmeden Aziz Ne-
sin’e, Rıfat Ilgaz’a, Mu-
zaffer İzgü’ye borcumuz
büyüktür. İnsanõmõza öyle
olaylar yaşatõlõyor ki, dün-
ya şaşõp kalõyor. ‘Öküz al-
tında buzağı aramak’ sö-
zü hiç kalõyor. Aziz Nesin-
lik anõnda tohumlanõyor.
I930’lu, 40’h yõllarda bu
deyimi dilimizde göremez-
siniz. O yõllarda yönetim
güvenilir, inanõlõr, ölçülü,
ağõrbaşlõ olduğundan Aziz
Nesinlik ortam yaratõlma-
mõştõ. Adõ geçen deyim gü-
vensiz, ölçüsüz, sulu, kuş-
kulu ortamõn ürünüdür. Tu-
zaklar rafa kaldõrõlmõş, ali-
cengiz oyunlarõ durmuş,
hinoğlu hinler henüz türe-
memişti. Şimdilerde varlõ-
ğõ tartõşõlan ‘devlet’, o yõl-
larda ‘devlet baba’ idi.
Yalancõnõn, yankesicinin
izi yoktu.
Basõnda, neredeyse her
gün ‘Aziz Nesinlik olay’
diye başlõklar atõlõyor. Atõl-
mazsa şaşarõm. Nesinli ge-
reçler yõğõnla.
Aziz Nesin’in yazdõkla-
rõ, yaşadõğõ dönemin birer
belgesidir. O bize öykü di-
ye, roman diye, oyun diye
sunuyorsa, siz bakmayõn,
yaşadõklarõmõzõn özüdür.
Her bir ürünü, Aziz Nesin
süzgecinden geçirilmiş ger-
çeklerdir. Örneğin, Hazi-
nedeki Paslõ Teneke öykü-
sü. Hiçbir şeyi olmayan bir
ülkenin kralõ ve hazinesin-
de saklanan, korunan çok
değerli, ünlü mücevheri
varmõş. Kral, halkõ yõlda
bir kez toplar, hazinedeki
mücevheri koruyacağõna
ant içirirmiş.
Bir gün kral bu değerli
varlõğõ görünce aklõ başõn-
dan gitmiş. Onu kendine al-
mõş, yerine bir altõn koy-
muş. Ant içmeyi yõlda iki-
ye çõkarmõş. Yerine gelen
kral, hazinedeki altõnõ alõr,
gümüş koyar. Anlaşõlmasõn
diye andõ yõlda dörde çõka-
rõr. O kralõn yerine gelen
gümüşü alõr, bir teneke par-
çasõ bõrakõr. Ant içmeyi ise,
her güne... Bu kez halk
kuşkulanõr. Önceleri yõlda
bir kez ant içilirken şimdi
her gün! Merak büyür. Ha-
zine basõlõr, paslõ teneke
ele geçirilir, durum anlaşõ-
lõr. Bizim paslõ teneke dö-
nemi 12 Eylül Kenan Ev-
ren yönetimidir. Ama hal-
kõmõz henüz hazinedeki
nesnenin ne olduğunu me-
rak etmiyor. Aziz Nesinlik
yanõ burasõ. Hani Aziz Ne-
sin bir gün, ‘Halkımızın
yüzde 60’ı aptal’ deyince
homurtular başlamõştõ. ‘Pe-
ki peki, halkımızın yüzde
40’ı zekidir’ sözüyle, ses-
ler kesilmişti.
Ah Aziz Nesin ah! Sen
yine bizi güldürüyorsun.
Ya bugünleri yaşasaydõn!
Yeni deyimlerle dilimiz
zenginleşiyor ya, siz ona
bakõn. Halkõmõz, gün gele-
cek hazinede neyin saklan-
dõğõnõ da merak edecek.
Esas Aziz Nesinlik bir ko-
nu da, derin uykuda oluşu-
muz. Birileri, aniden zen-
ginleşirken, çoğunluk neden
geri gidiyor? Atatürk’ün
aydõnlõk yolundan sapmayõ,
gidip F. Gülen gibi emek-
li imamlara tapmayõ, õrkçõ-
lõğa sarõlmayõ... Aziz Ne-
sinlik sözü çok iyi açõklõyor.
2010, Aziz Nesin’in ara-
mõzdan ayrõlõşõnõn 15. yõlõ.
Bir karikatürde gördüm,
‘Ülke aklını yitireli 15 yıl
geçmiş!’ Yapõtlarõnõ unut-
mayalõm...
B
u kez Deniz Kültürü Fes-
tivali 22 Eylül’de İzmir’de
başlõyor, 24/26 Eylül’de İs-
tanbul/Sarayburnu’nda devam
ediyor. Programõ da oldukça ren-
kli ve zengin. En azõndan “Deniz
Kültürü” kavramõnõn dile geldi-
ği bir olay bu. Kõymetini bilelim.
Bu yaz, bir yõl boyunca ayrõ kal-
dõğõmõz torunlarõmõ doğup büyü-
düğüm, çocukluğumun, kafa-
mõzda kavak yelleri, gönlümüzde
sevda dahil çeşitli coşkularla ya-
şadõğõmõz dönemin yurdu Kara-
deniz kõyõlarõna götürdüm. Tarif-
siz güzellik ve özellikleri olan, he-
le de yaşadõğõmõz boğucu ve
nemli sõcak bugünlerde nefes
alõrken “galiba cennete geldik”
dedirten yaylalarõ da kapsayan bu
geziden yeşilin bin türlüsünü, in-
sanõmõzõn -özellikle köylük yer-
lerdeki- misafire saygõ ve hoş-
geldiniz demeyi kendilerince ifa-
de etmelerini yaşattõm onlara.
Perşembe, Uzungöl, Ayder ve
Çamiçi yaylalarõndan bir devlet
memuru olan rahmetli babamõn
tayinleri coğrafyasõnda çocuklu-
ğumu, delikanlõlõğõmõ yaşadõğõm
bu cennetin Karadeniz kõyõlarõna
indik. Boncuk gibi dizili yerle-
şimler, koylar, kumluklar, kaya-
lõklar ve üzerinde akşama doğru
hâlâ bizim zamanõmõzdaki gibi
mezgit oltalarõnõ toplamaya gitmiş
birkaç kayõk ve “acaba arka-
sında ne var?” diye meraktan öl-
düğüm ve böylece denizci oldu-
ğum açõklardaki o ufuk çizgisin-
den başka bizim zamanõmõzdaki
karabataklarõn, martõlarõn bile gö-
zükmediği bir Karadeniz...
Ne haftada üç gemi ile İstanbul
ve dünyayõ yaşadõğõmõz o kõyõla-
ra bağlayan Posta Gemileri kal-
mõş, ne imanõna kadar fõndõk üs-
tüne de yolcu yüklemiş kasa-
ba/kentler arasõ taşõmayõ üstlenen
takalar, çektirmeler var ortalõkta.
Hepsi şu son yarõm yüzyõlda ne
olup bittiyse -ayrõntõlara girmi-
yoruz- yok olup gitmişler. Hem de
sanki hiç var olmamõşlar gibi.
Bunlar böyle. Ama hiç mi
olumlu bir şey yok. Olmaz olur
mu! Denizi, denizciliğimizi ve bu
konuda oluştuğunu fark ettiğimiz,
büyüdüğüm kõyõlarda denizle il-
gili, bir kültürün belirgin duruma
geldiğine tanõk olduk. Kõyõlar
boyunca dizilmiş her kent ve ka-
sabada bir “Denizcilik Okulu”
var. Hem de pek çoğu ora insan-
larõnõn bağõşõ ile kurulmuş. Kimi
meslek okulu kimi de akademik
düzeyde bilim kurumlarõ bunlar.
Biz o kõyõlarda renkli çakõl taş-
larõ toplayõp altõn kumlarda oy-
narken bütün Türkiye’de denizle
ilgili, onlar da Osmanlõ’dan kalma,
iki okul vardõ. Biri o zamanki “Ti-
careti Bahriye” öbürü de “Mek-
tebi Şahane-i Fünunu Bahriye”
yani İTÜ Denizcilik Fakültesi ve
Deniz Harp Okulu olarak bugün-
lere çağdaş iki bilimsel öğretim
kurumu olarak gelmiş iki okul sa-
dece. Şimdi Türkiye’de değişik
düzeylerde sanõrõm elli beşin üs-
tünde denizcilik okulu var. Şim-
di çocuklar bisiklet de kullanõyor
su kayağõ da yapõyor, uluslarara-
sõ yelken yarõşlarõna da katõlõyor-
lar. Akademisyenlerimiz semi-
nerlerde, panellerde yer alõyor.
Denizciliğimiz ve onun büyü-
sü artõk daha büyük halk yõğõnla-
rõna dergi, gazete, kitap olarak tür-
lü şekillerde muntazaman ulaşõ-
yor. Gerçek deniz sevdasõnõn in-
sanda yarattõğõ iç denizler onu
yazmaya itiyor. Kitapçõlarda boy
boy belgesel, roman, şiir ve öy-
külerde denizciliğimiz ve gemi
adamlarõ unutulmaz karakterler
olarak yer alõyor. Deniz kültürü
birikimi denilen olayõn evrimi
yaşamõmõza zaten bundan başka
bir şekilde de yansõmaz. Şimdi sõ-
ra denizciliğimizdeki benzeri ha-
reketlerin denizcilik işinin temel
karakteri olan uluslararasõ nite-
liklere ulaşmasõnda. Ben umut-
luyum ve festivali düzenleyenle-
ri kutluyorum...
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 15 EYLÜL 2010 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Ufuk
YENİLGİNİN üzerinde durup nedenlerini
araştırmak, genellikle sanılanın aksine, vakit kaybı
ya da “abesle iştigal” değildir. Ciddi ve kapsamlı
bir araştırma, gelecek için yararlı bir yığın ipuçu
verebilir.
Halkoylamasına katılmak için yaz dinlencesini
kısa kesmeyi göze alamayanlardan tutun da
“yetersiz ama evet” diyen entel tayfanın
ikiyüzlülüğüne kadar hepsinden çıkarılabilecek
dersler vardır.
Ama günün havasında karamsarlık ağır bassa
da, yakın geçmişe dönük böylesine derin ve uzun
erimli incelemenin yanında ufka bakarak hemen
başlatılması gereken bir iş var: Geleceği
planlamak.
Bütün sağlam ve gerçekçi planlamalar gibi
bunun da hem uzun hem de kısa erimli
planlardan oluşması sağlanmalıdır. On beş yıllık
uzun erimli bir planın aynı zamanda beşer ya da
üçer yıllık kısa erimli planlardan oluşması gibi.
Böyle bir yöntemin yararı, doğru başlanmış olsa
bile zamana ve koşullara göre yeni
değerlendirmelere ve düzeltmelere açık olmasıdır.
Yarı-başkanlık sisteminden başlayarak otoriter
bir başkanlık düzenine yönelik tutumların hemen
gündeme getirildiği bir ortamda Cumhuriyete
sahip çıkma iddiası taşıyan partilerin, örneğin bir
CHP’nin, her şeyden önce hangi mirasa
konulduğunu ve bu mirası kimlere emanet etmenin
doğru olacağını iyi düşünmesi ve durumlara o
gözle bakması gerekmez mi?
Partinin ve Cumhuriyetin kurucusu en sağlam
emanetçi olarak gençlikten söz etmedi mi? Üstelik
çok olağanüstü bir yol gösterişmiş gibi göklere
çıkarılıp da ülke düzeyinde son dönemler boyunca
uğruna en az çaba gösterilen zümre gençlik
olmadı mı? Okumanın, kendini yetiştirip meslek
sahibi olarak mutlu yaşamaya başlamak isteyen,
bu da yeterince yapılmadığı için mutsuzluğa ve
ufuksuzluğa sürüklenen yine o zümre olmadı mı?
Cumhuriyetçilerin gençlik politikası, eğitim
planları, yerleşim, konaklama ve geçim kolaylıkları
nerede? Gençlik, sadece dev parti mekanizmaları
içinde afiş asıp miting düzenleri sağlayan bir “kol”
olarak mı kalmalıdır?
Daha somut konuşmak gerekirse, tarikatçı
cemaatlerin üniversite kayıt büroları önünde
nöbete yattıkları, ışık saçıcı yurtlar için otobüs
terminallerinde konuşlandırıldıkları bir ders yılı
başlangıcında cumhuriyetçi gönüllülerin çabaları
ne ölçüdedir?
Cumhuriyetçiliğin hiç değilse bir süre için bir
bakıma artçı savaşı vermek zorunda olduğu
düşünülürse, herkesin en iyi koruyabildiği mevzi
neyse orada bulunması ve inatla tutunuyor olması
gerekmez mi?
PENCERE
‘Halkım Benim...’
Melih Cevdet Anday 10 Aralık 1982 günlü
“Halkım” başlıklı yazısında halka tepeden
bakanları eleştiriyordu. Acaba “benim halkım”
demek, doğru muydu?
Bir padişah ya da kral “benim halkım” diye
konuşursa yadırganmaz; ama bir aydın “halkım”
diyebilir mi? Belki “halkım” sözcüğü sevgiyi
içermektedir; ama ister istemez işin içine
sahiplenme eğilimi de girmektedir, öyleyse
“halkım” diye konuşmak, sakıncalarını da
birlikte taşır. En iyisi yanlış anlamalara yol
açacak bu sözü kullanmaktan kaçınmak değil
midir?
Melih Cevdet’le aynı kanıdayım.
Halk nedir?
Sosyal yapı bağlamında halk, çalışan kitleleri
kapsayan insan topluluğudur. Anadolu’da
Cumhuriyetten önce de halk vardı; sonra da
oldu. 1923 yılının 29 Ekim günü bıçakla kesilir
gibi değişti mi bu halk?..
Aydınlarımızın halka bakış açılarındaki etki ve
tepkileri gözden geçirmeleri için çarpıcı
örnekleri anımsamakta yarar vardır. Halk, yer ve
zaman boyutlarında değişken niteliktedir.
Sözgelişi Amerika’da halk köylü değildir; çünkü
tarımsal kesimde nüfusun yüzde 3’ü çalışıyor;
ama Türkiye’de yüzde 70’e yakın halk, tarımsal
üretimde çalışıyor. 14 Mayıs 1950’de, 27 Mayıs
1960’ta, 7 Kasım 1982’de Türkiye’de yaşayan
halk hem aynı halktır hem değildir. Tarihin akışı
içinde hem birlik, hem de ayrım geçerlidir.
Eğer olayları serinkanlılıkla değerlendirmeyi
öğrenirsek, halka yaklaşımda yanılgıya
düşmeyiz. Bir toplumda aydınların kimi zaman
halka uzak, kimi zaman halka yakın görünmesi
aldatıcıdır. Bir nehir denize akarken çeşitli
menderesler oluşturabilir; ama her nehrin
eninde sonunda denize akması ya da denize
akan bir başka nehirle birleşmesi doğaldır.
Geçici fotoğraflara saplanıp aldanmak, sürekli
gerçeği yadsımak anlamına gelir.
Halk, tarihsel süreçlerde kimi zaman şu
partiye oy verebilir, kimi zaman bu partiye; kimi
zaman şu kişiye, kimi zaman bu kişiye; kimi
zaman şu anayasaya, kimi zaman bu
anayasaya... Eğer olayın gerçeğini kavramak
istiyorsak, o dönemdeki somut sosyal ve
siyasal gerçekleri incelemekle amaca varabiliriz.
Halkın oyuna saygı duymak gerekir. Ne var ki
bu saygı halka tapınmak anlamına gelmez;
çünkü böyle bir yaklaşım yanıltıcıdır.
Tarihi yapan, halk kitleleridir. Ne kadar
engellenirse engellensin, halk kitlelerinin
belirleyici rolü zaman geçtikçe etkinleşecektir,
boyutlanacaktır, derinleşecektir. Halk kitleleri,
çoğunlukla kol emeğiyle yaşamını
sürdürenlerden oluşur; aydın kesimi ise kafa
emeğini simgeler. Aydınla halk kitleleri
arasındaki bağdaşma, kafa emeğiyle kol emeği
arasındaki bütünleşmeyi sağlar.
Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de aydınların
halkla bütünleşmeleri kolay olmamıştır,
olmayacaktır. Bütünlüğün uzun bir süreç içinde
gerçekleşmesi doğaldır.
Kimi “aydınlar” tanıdım. Bunlar kendilerini
kral, padişah, en azından prens ya da şehzade
sanan türden idiler. Ellerini kürsüye koyarak ve
önlerinde dalgalanan kalabalığa yüksekten
bakarak mikrofondan seslenirlerdi:
- Halkım benim...
Sanırlardı ki halk hemen kendilerini dört kollu
tahtırevana yerleştirip iktidarın görkemli
saraylarına taşıyacak; altın yaldızlı tahtlara
oturtacak...
Bu düşler gerçekleşmeyince “benim halkım”
tu kaka oldu; aklı ermez körler ve sağırlar
kalabalığı yerine kondu. Aldanışların tepkisi
ruhsal değişimlerin kaynaklarını suladı. Bu
çarpıcı örnekler ortada olduğu için Melih
Cevdet’e hak veriyorum; “halkım benim”
demekten sakınalım.
Bırakalım şu “mülkiyet” kokusu taşıyan
deyimi...
(14 Aralık 1982 tarihli yazısı)
T
anrõ’nõn, cenneti yeryüzünde ar-
mağan ettiği yer olan Çamlõhem-
şin’in Fõrtõna Vadisi, emperyalist
saldõrganlõğõn tehdidi altõnda yok
olma tehlikesiyle can çekişiyor.
Dünyanõn bu cennet köşesi daha şimdiden bin-
lerce ağacõnõ kaybetmiş durumda. Küresel ser-
mayenin ülkemizi teslim alõşõnõn en vahşi uy-
gulamalarõndan biri daha gözlerimizin önün-
de sürdürülüyor. Elektrik enerjisine binde
dörtlük bir katkõ gerekçesiyle HES’lerin ku-
ral tanõmaz, insana değer vermez ellerine
terk ediliyor.
Bütün Karadeniz halkõ ayakta, bütün ay-
dõnlar, çevreciler, doğaseverler, sömürüye
karşõ mücadele edenler bu talana geçit ver-
memek adõna Fõrtõna Deresi’ne koşuyor. Ta-
lanõn rakamsal boyutu 500 milyon dolar.
Yetkililer; “Birtakım aklıevvel çevreci ke-
silenler, dereleri sattığımızı söylüyorlar. Ya-
hu, biz suyu satmıyoruz, kiraya veriyoruz;
dereler kuruyacak diyorlar! Biz suyu kul-
lanıp bırakıyoruz. Kurumaz, kurumaz!
Bak ben, en büyük çevreciyim!” diye, hal-
kõ yanõltarak dereleri 49-99 yõllõğõna kiraya ve-
riyorlar.
Önce yandaş yükleniciler ihaleleri alõp, da-
ha sonra, küresel uyum adõna yabancõlarõn el-
lerine çok yüksek kârlarla teslim edecek.
Anayasanõn 168. maddesi; “Tabii servetler ve
kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu al-
tındadır. Bunların aranması ve işletilmesi
hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını bel-
li bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere dev-
redebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın
arama ve işletilmesinin devletin gerçek ve
tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun açık
hükmüne bağlıdır. Bu durumda gerçek ve
tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve dev-
letçe yapılacak gözetim, denetim usul ve
esaslar ve müeyyideler kanunda gösterilir”
demektedir.
Madenlerdeki uygulamalar da yine anaya-
sanõn 168. maddesine takõlarak satõlamadõ; 49-
99 yõllõğõna kiraya verildi. Ancak maden
alanlarõ talan edildi; Kaz Dağlarõ, Kozak
Yaylasõ, Bergama Ovacõk, Artvin’in Erzene
Yaylasõ, Turgutlu’daki Çaldağõ gibi onlarca va-
di, yayla, mera, dağ ve orman maden arama,
çõkarma adõna tahrip edildi, yok edildi ve de
yabancõlara devredildi. Fõrtõna Deresi’nde
yaşayan halkõmõzõn gözü gibi baktõğõ, canõn-
dan çok sevdiği deresini ona bõrakmamak an-
cak emperyalistlerin projesidir. Ülkenin yağ-
malanmadõk, talan edilmedik, bitirilmedik
doğal cennet köşesi kalmadõ; dünyada eşi ben-
zeri olmayan bu güzelim vadi ormanlarõyla,
canlõ türleriyle, endemik bitki örtüsüyle orta-
dan kaldõrõlõyor. Zaten ülkemizin zenginlikleri
elimizden alõndõ. Fõrtõna Deresi’ne HES ya-
põlmasõna karşõ açõlan dava Trabzon İdare Mah-
kemesi’nin kararlarõyla defalarca durdurul-
masõna karşõn hâlâ tahribat devam ediyor. Hal-
kõn dere üzerindeki köprüye astõğõ “Fırtına
Özgür Aksın!” bez afişi dahi yasak kapsamõna
alõnarak indirildi.
Doğanõn milyonlarca yõllõk bir emeğiyle mi-
lim milim örülmüş olan bu cennet köşesi, ka-
pitalist yağmacõlarõn rant hõrsõ adõna, derenin
gerçek sahiplerine, yöre halkõna hiçbir fikir sor-
madan, adam yerine konmadan onlarsõz bir em-
rivaki ile bu güzellik ellerinden çalõnõyor. “De-
renin suyu, taşı, çakılı, kumu, içinde oluşan
söğüt dalları, otlar, ağaççıklar bizim her şe-
yimiz! Biz burada mutluyuz. Dokunma-
sınlar deremize, biz onun sesine, sisine, bu-
lutuna âşığız, onsuz yaşayamayız. Bozma-
sınlar deremizin güzelliğini. Taşlarla, dev
kayalarla, beton yığınlarıyla doldurdular.
Kim götürecek bunun rantını?” diye isyan
ediyorlar.
“O, bizim rüyalarımızın, hayallerimizin
baş tacı. Biz, onunla, çocuklarımızla, to-
runlarımızla birlikte yaşamak istiyoruz. Evi-
mizde, tarlamızda, gittiğimiz her yerde
onun sesi kulağımızdan eksik olmaz. Ya-
şamak bizim için; o demektir” şeklindeki çõğ-
lõğõ duyan yok.
Beş on yõl sonra HES’ler dereyi kurutacak.
22 km’lik bir tünelle iki kolu birleştirilmek üze-
re inşaata başlanmõş; dev kayalar, taşlar dereye
yõğõlõyor. Koca damperli kamyonlar durmak-
sõzõn işliyor.
Dere yatağõ hiç durmadan genişletilerek asõr-
lõk ağaçlar, çamlar, çõnarlar, kayõnlar, kõzõl-
çamlar, ladinler devriliyor. Kuşlar, böcekler,
kelebekler, ağustosböcekleri bütün hayvanlar;
kurbağalar, kaplumbağalar, balõklar; geyikler,
karacalar, kurtlar, domuzlar, ayõlar, tavşanlar,
sincaplar, tilkiler, sõrtlanlar, kuzular, keçiler,
inekler ve hepsi çõğlõk çõğlõğa feryat ediyor.
Ağaçlarõn yapraklarõndan dökülen yağmur
damlalarõ gözyaşõ olmuş, sanki ağlõyorlar.
Dünya sessiz kalmamalı
Bütün dünya insanlarõna çağrõ yaparak; bu
doğa cennetine sahip çõkmalarõna çağrõda bu-
lunuyorlar. Tanrõ’nõn yeryüzüne Çamlõhemşin
yaylalarõnda armağan ettiği bu, Karadeniz’in
yüce dağlarõnõn tepelerinden, uzun etekli ge-
linlik giymiş bir kõz gibi süzülerek akõp gelen
bu güzelliğin katledilmemesi için onlara da
çağrõda bulunuyorlar.
Birkaç kilovat elektrik için bu güzelim su-
yu tutsak almak aklõn alacağõ iş mi? Hiç hal-
kõn hakkõ, hukuku, söz söyleme olanağõ yok
mu? HES’ler 3996 sayõlõ ‘Yap-İşlet-Devret
Yasası’ uyarõnca ve Özal döneminin 24 Ocak
kararlarõ çerçevesinde ‘küreselleşme’ adõna ül-
ke varlõklarõnõn yabancõlara devredilmesi
amacõyla çõkartõlmõş yasanõn bir uzantõsõdõr.
Anayasa ve yasalar karşõsõnda satõlmasõ
olanaklõ olmayan ülke varlõklarõnõn 49-99
yõllõğõna kiraya verilerek elden çõkarõlmasõ, içi-
nin boşaltõlarak posasõ çõkmõş vaziyette 49-99
yõl sonra devredilmesi uygulamasõ başlatõlmõştõ.
Böylece ülke varlõklarõ bu iktidar zamanõnda,
AB dayatmalarõyla 2003 yõlõndan bu yana ta-
mamõ satõlõp bitirilmiştir. Sõra akarsulara ve de-
relere geldi. Ama halkõmõz buna izin verme-
yecek.
‘Fõrtõna Özgür Aksõn’
Deniz Kültürü Festivali
Orhan ÖZKAYA
Ülkenin yağmalanmadõk, talan edilmedik, bitirilmedik doğal cennet köşesi
kalmadõ; dünyada eşi benzeri olmayan bu güzelim vadi ormanlarõyla, canlõ
türleriyle, endemik bitki örtüsüyle ortadan kaldõrõlõyor. Zaten ülkemizin
zenginlikleri elimizden alõndõ.
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
Aziz Nesinlik Ülke...
Nusret ERTÜRK
mumtazsoysal@gmail.com