23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
12 NİSAN 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 CMYB C M Y B H ukuksal düzende kanuna doymayan bir milletiz. Ama bize kanun yetmez. Önce anayasa gerekir. Bizimkisi bir çeşit “anayasa fetişizmi”dir. Biz anayasa olmadan yapamayõz. Bu açõdan otorite ya da özgürlük, hiç fark etmez. Hangisini istersek, önce ona uygun bir anayasa yapmamõz gerekir. İsteklerimiz de anõnda değişir. Türkiye tarihsel süreç içerisinde çok anayasa değiştirdi. 1876’da ilk yazõlõ anayasayõ yaptõk. Bir yõl sonra padişaha sõkõntõ bastõ. Meclisi tatile gönderip 30 yõl dinlendirdi. Bu arada anayasa da dinlenmiş oldu. 1909’da bilmem kaç maddesini değiştirdik. Ve sonradan adõna 1909 Anayasasõ dedik. Padişahõ anayasal statüye soktuk; yetkilerini önemli ölçüde sõnõrladõk. Bir anayasa için önemli olan da buydu. Ama kendimizin de anayasaya uymamõz gerektiğini bir türlü kavrayamayõp, 4-5 yõl sonra İttihat ve Terakki Partisi’nin diktatörlüğüne geçtik. Parti diktatörlüğü, anayasa tarihimizin en önemli prensibidir. Parti içi diktatörlükle başlar; şimdilerde moda sözcük olan “demokratik meşruiyet”in de gerçek kaynağõdõr. 1961’den bu yana siyasal partilere, “ister iktidarda ister muhalefette olsunlar”, “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” statüsünü verdik. Parti içi demokrasiyi anayasa kuralõ haline getirdik. Ama parti içi diktatörlük hiç değişmedi. Adõna lider, şef, başbuğ ya da başkan dedik. Üstelik partileri devlet eliyle paraya boğduk. Tek parti, çok parti fark etmedi. Önemli olan, sandõktan çõkan partinin, sözde millet adına, ama gerçekte liderinin emir ve direktifi altında ülkeye hükmetmesiydi. Bugün yapõlanõn da bundan pek farkõ yok. Anayasanõn temel işlevini kavrayamadõğõmõz sürece, anayasa gündemimizden çõkmaz. Bu nedenle önce bu işlevi sorgulamamõz gerekir. “Anayasa niçin yapılır? Başka bir deyişle bir anayasanın temel işlevi nedir?” Çağdaş anlamõyla anayasa, siyasal iktidarõ sõnõrlamak için yapõlõr. Egemenliğin kral ya da Tanrõ’dan ulusa geçmesi, bu işlevi değiştirmemiştir. Bu işlevin nasõl somutlaştõrõldõğõnõ anayasal gelişmemiz içinde daha yakõndan görmek mümkündür. 1924 Anayasasõ’nõn 4. maddesi: “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Büyük Millet Meclisi, ulusun tek ve gerçek temsilcisi olup, ulus adına egemenlik hakkını kullanır” kuralõnõ içermekteydi. Bugünkü anayasamõza göre de egemenlik kayõtsõz şartsõz ulusundur. Ama 1924 Anayasasõ’ndan farklõ olarak, ulus, “egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” Ulusal egemenliğin kullanõlõşõ bakõmõndan 1961 Anayasasõ ile başlayan ve 1982 Anayasasõ ile de sürdürülen bu köklü değişikliğin iki önemli boyutu vardõr: Birincisi: TBMM artõk egemenliği kullanan tek organ değildir; belki yine egemenliği kullanan organlar içinde en önemlisidir, ama artõk ulusun “yegâne mümessili” (tek temsilcisi) niteliğine sahip değildir. İkincisi: Egemenliği kullanacak olan yetkili organlar, bunu ancak “anayasanın öngördüğü esaslara göre” kullanabilir. Anayasa, bu ilkeyi gerçekleştirmek üzere anayasa kurallarõnõn yasama, yürütme ve yargõ organlarõyla idare makamlarõnõ bağlayacağõ kuralõnõ getirmiştir (anayasa m. 11). Y ukardaki açõklamalarõ şu sonuca bağlamak gerekiyor: Siyasal ikti- darın sınırlı yapısını içine sin- dirmeden çağdaş anlamda demokrat olunamaz. Demokrasi alanõndaki bütün so- runumuz siyasal iktidarlarõn bu sõnõrlõ ya- põyõ içselleştirememesinden kaynaklan- maktadõr. İçinde yaşadõğõmõz dönem, bu an- layõşõ yansõtan örneklerle doludur. Biliyorsunuz Hâkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu (HSYK) yedi üyeden oluşuyor. Bun- lardan beşi Yargõtay ve Danõştay’õn temsil- cileri. Bir de doğal üyeler var. Adalet Baka- nõ ve Müsteşarõ. Anayasaya göre bu yedi üye sözde eşit oy hakkõna sahip. Sayõ hesabõna vu- rursanõz, yargõç üyeler çoğunlukta. Ama ba- kan ya da müsteşarõ katõlmadan kurul topla- namõyor, karar alamõyor. Başka bir deyişle Adalet Bakanõ istediği zaman kurulun çalõş- malarõnõ kilitleyebiliyor. Bu kilitleme, istis- nai bir uygulama olmaktan çõktõ; olağan bir uygulamaya dönüştü. Bunun teknik hukuktaki adõ “veto”dur. Adalet Bakanõ, anayasada yer almayan bir yetkiyi kullanõyor. “Fiili ve- to” uygulamasõ yapõyor. Ve bunu istediği so- nucu kuruldan çõkarmak amacõyla bir baskõ aracõ olarak kullanõyor. Bu yõlõn başõnda An- kara Barosu’nun düzenlediği Uluslararasõ Hukuk Kurultayõ’nda bu eylemin, ‘görevi kö- tüye kullanma’ ya da en azõndan ‘görevi sav- saklama’ suçunu oluşturduğunu belirtmiştim. Aklõn yolu bir olmalõ ki HSYK’nin yargõç üye- leri kurulun çalõşmalarõnõ kilitlemeyi alõşkanlõk haline getiren müsteşar hakkõnda Yargõtay 1. Başkanlõk Kurulu’na suç duyurusunda bu- lunmuş (Cumhuriyet, 27.03.2010). Başbakan’õn tepkisi: “Bu kadar siyasete meraklılarsa seçim yaklaşıyor, mesleklerini bırakıp herhangi bir partiden üye olsun- lar.” Salt bu yaklaşõm bile siyasal iktidarõn yargõ reformu anlayõşõnõn temelinde yatan dü- şünceyi ortaya koymaya yetiyor. Bu düşün- ceye göre, yargõ siyasi iktidarõn hizmetinde ol- malõ, bunu benimsemeyen yargõç istifa edip karşõ cepheden siyasete atõlmalõ. Bu söylem ilk kez dile gelmiş olsa, bunu bir çeşit dil sürç- mesi sayabiliriz. Yargõya yönelik benzer söylemler, siyasal iktidarõn alõşõlmõş üslubu- dur. Kendi beklentilerini karşõlamayan ba- ğõmsõz yargõ organõna karşõ siyasal iktidar ile- ri gelenlerinin önceki açõklamalarõndan seç- tiğimiz örnekleri sergilemeye devam edelim. Başbakan, Anayasa Mahkemesi’nin Cum- hurbaşkanlõğõ seçimi ile ilgili kararõ için (Anayasa Mahkemesi, 01. 05. 2007, E. 2007/ 45, K. 2007/ 54: RG 27.06 2007 – 26565) “de- mokrasiye sıkılmış kurşun” deyimini kul- lanmõştõ. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararõ- nõ beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Beğenmezseniz yapacağõnõz şey, bu kara- rõ medeni bir üslupla eleştirmektir. Bu de- mokratik bir haktõr. Ama Anayasa Mahkemesi kararõna “demokrasiye sıkılmış kurşun” de- mek çarpõk ve sağlõksõz bir demokrasi anla- yõşõnõ yansõtõr. Şimdi anayasa hukuku öğre- tim üyesi ya da emekli anayasa yargõcõ sõfat- larõmõ bir yana bõrakõyorum ve basit bir va- tandaş olarak soruyorum: Anayasa Mahke- mesi’nin bu ünlü kararõnõn doğurduğu sonuç nedir? O zamanki anayasal takvim içinde ilk iki oylamada 2/3 katõlõm sağlanõrsa, oylama sonucuna göre işlem yapõlacak; sağlanamaz- sa “derhal” genel seçimlere gidilecek. Bu du- rumda, son tahlilde genel seçim sonucunu do- ğuracak olan bir karar, nasõl olup da demok- rasiye sõkõlmõş bir kurşun nitelemesine mu- hatap olabiliyor. Üstelik AKP bu seçimler so- nunda yüzde 47 oya ulaştõ. Anayasa Mahke- mesi kararõnõ bu sonucu yarattõğõ için eleşti- rebilirsiniz, ama bu da hukuksal değil, siya- sal bir eleştiri olur. Sonuçta kendisini tek ba- şõna iktidara getiren ve üstelik MHP’nin desteğiyle Cumhurbaşkanõ’nõ da seçme so- nucunu doğuran bir karara “demokrasiye sı- kılmış kurşun” demek, demokrasiyi, huku- ku ve yargõyõ salt kendi hizmetinde sayan bir anlayõşõ yansõtõr. Eski Anayasa Mahkemesi başkanlarõndan Mustafa Bumin’nin Mahkeme’nin 43. Ku- ruluş Yõldönümü’nde laiklik ilkesinin ko- runmasõ yönünde yaptõğõ konuşmaya o za- manõn Meclis Başkanõ Bülent Arınç şu tep- kiyi göstermiştir: “Meclis Anayasa Mah- kemesi’ni de kaldırma yetkisine sahiptir” (Hürriyet, 02.05.2005.). Ülkemizde kõrk beş yõlõ aşkõn bir süredir hukuk devletinin en önemli güvencelerinden biri olarak görev ya- pan bir mahkemeyi kaldõrmaktan söz etmek de çoğulcu demokrasiyi içselleştirememiş bir düşünceyi yansõtõr. E gemenliğin yetkili organlar eliy- le ve ancak anayasa kurallarõ ile sõnõrlõ olarak kullanõlabilmesi, yalnõzca egemenlik anlayõşõndaki bir de- ğişikliğin ifadesi olmayõp, demokrasi ve temel hak ve özgürlükler anlayõşõndaki değişikliğin de habercisidir. 1924 Ana- yasasõ, parlamentonun mutlak üstünlü- ğünü tanõyarak “demokratik devlet” anlayõşõnõ gerçekleştirmek istediği hal- de, 1961 Anayasasõ, çoğulcu bir anla- yõşla, demokrasinin sağlanmasõnõ, daha çok yasama ve yürütme organlarõnõn sõ- nõrlandõrõlmasõnda, egemenliğin kulla- nõlõşõ bakõmõndan kurumsal bir denge- lendirmenin getirilmesinde görmektedir. Böylece genel oyla seçilen TBMM’nin egemenliği kullanmadaki rolü azaltõl- makta, buna karşõlõk doğasõ gereği uz- manlõk ve liyakat ilkeleriyle oluşturul- masõ gereken yargõ organõ, yasama ve yürütmeden bağõmsõz olarak egemenliği kullanõr duruma getirilmektedir. Böylece 1961 Anayasasõ, sõnõrsõz bir Meclis üstünlüğüne dayanan çoğun- lukçu bir demokrasi anlayışı yerine, dengelendirilmiş ve sõnõrlandõrõlmõş bir iktidar anlayõşõ üzerine kurulan “çoğulcu demokratik devlet” ilkesine geçişi sağlamõş olmaktadõr. Temel hak ve öz- gürlükleri genişleten ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, onlarõn ko- runmasõ ve güvencesi için getirilen ku- ral ve kurumlar da hukuk devleti ekse- ninde bu sõnõrlandõrmanõn somut çizgi- lerini oluşturmaktadõr. Bu gelişmeler de gösteriyor ki her çağ- daş anayasanõn temel işlevi, insan hak- larõnõ güvence altõna almak üzere, siyasal iktidarõn, hukuk devleti ilkeleriyle sõ- nõrlandõrõlmasõnda kendini gösterir. 1982 Anayasasõ bu anlayõştan devlet otoritesini ön plana alan ve hukuk dev- letini zayõflatan bir sapmadõr. Ancak 1995 ve 2001 Anayasa reformlarõndan sonra -yargõ alanõndaki eksiklikler bir ya- na bõrakõlõrsa- ana hatlarõyla 1961 çiz- gisine dönüşü sağlama yönünde önem- li adõmlarõn atõlmõş olduğunu da belirt- mek gerekir. Asıl sorun: Anayasanõn temel işlevinin içselleştirilememiş olmasõ B aşbakan’õn “Yasama da yürütme de yargı tara- fından kuşatıldı” biçimindeki cümlesinin hangi bağlamda söylendiği de önemlidir (bkz. 7 Mart 2010 tarihli Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman). Sayõn Başba- kan, Anayasa Mahkemesi’nin 441 milletvekilinin oyuyla çõkarõlmõş bir anayasa değişikliğini iptal etmiş olmasõnõ bir türlü hazmedemiyor. Ama meclisin ana- yasayla belirlenmiş yetkisini aşarak anayasanõn değiş- mez maddeleri üzerinde oynamasõnõ bir hak sayõyor. Oy- sa Anayasa Mahkemesi’nin işlevlerinden biri de siya- sal iktidarõn anayasanõn belirlediği sõnõrlar içinde kal- masõnõ sağlamaktõr. Bu bağlamda üzerinde pek durulmayan bir noktanõn altõ- nõ çizmek yerinde olur: Özellikle yasama ve yürütme- nin bağõmsõz bir yargõ organõ tarafõndan denetlenmesi, görünüşte sanõldõğõnõn aksine, uzun vadede çoğulcu de- mokrasiyi benimsemiş bir siyasal iktidarõn yararõnadõr. Çünkü, yarattõğõ objektif sonuçlar bakõmõndan, siyasal iktidarõ hukuka aykõrõ işlem ve eylem yapmaktan ko- rur. Siyasal iktidarlarõn bu denetimi kendi siyasetleri- ne bir engel, bir “ayak bağı” olarak görmeleri, son de- rece yüzeysel bir yaklaşõmdõr. Hukuka ve anayasaya uy- gunluk yönünden denetlenmeyen bir siyasal iktidar, key- filiğe kayma eğilimi taşõr ve bu eğilimin giderek hõz- lanmasõ, hukuk dõşõ davranõşlarõ bir alõşkanlõk haline getirir. İşte idarenin ve yasamanõn onlardan bağõmsõz bir yargõ organõ tarafõndan denetlenmesi, onlarõn hukuk içinde kalmalarõnõ sağlayan bir güvencesidir. Doğaldõr ki böyle bir güvence, aynõ zamanda kişi haklarõnõn çiğ- nenmesini de önleyen bir güvencedir. Bu söylediğimiz, bir fantezi değildir. AKP açõsõndan so- mut bir olayda kanõtlanmõş bir gerçektir. AKP, kendi- siyle ilgili kapatma davasõnda mahkemeye sunduğu sa- vunmada bunun somut bir örneğini vermiştir: “Anayasa değişikliklerinin iptal edilmiş olması, bu davanın en önemli dayanağını da ortadan kaldırmış bulun- maktadır. … Anayasa Mahkemesi’nin iptal kara- rından sonra partimizin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu iddiası çökmüştür.” Görülüyor ki Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişik- liklerini denetlemekle yetkisini aştõğõnõ, ulusal iradeyi hiçe saydõğõnõ ileri sürenler, iş kendilerini savunmaya geldiğinde, mahkemenin verdiği iptal kararõ ile temi- ze çõkmaya çalõşmaktadõr. Bu gerçek karşõsõnda yargõ tarafõndan kuşatõlma iddiasõ gülünç kaçmõyor mu? Bu hazin paradokstan tüm siyasal aktörlerin ibret almasõ ge- rekmez mi? Hukuk devleti ve onun en güçlü koruyu- cusu olan Anayasa Mahkemesi, herkese lazõmdõr. Onu siyasallaştõrmak, ilerisi için kendi bindiği dalõ kesmekten başka bir anlam taşõmaz. AKP İŞİNE GELDİĞİ GİBİ DAVRANIYOR 1982 ANAYASASI HUKUK DEVLETİNİ ZAYIFLATAN BİR SAPMADIR Biz anayasa olmadan yapamayız. Bu açıdan otorite ya da özgürlük, hiç fark etmez. Hangisini istersek, önce ona uygun bir anayasa yapmamız gerekir. İsteklerimiz de anında değişir. Bizimkisi ‘anayasa fetişizmi’ Bir başka örnek olay, Erzincan Başsavcõsõ Ci- haner olayõnda yasaya açõkça aykõrõ işlemleri ne- deniyle Erzurum savcõlarõnõn özel yetkilerini kal- dõran HSYK kararõna karşõ siyasal iktidar çev- relerince ağõz birliği ile yürütülen saldõrõ kam- panyasõdõr. Bu da hukuk devleti düşüncesine ya- bancõ bir davranõş biçimidir. Egemenliği halk adõna kullanan Devlet organlarõ arasõnda bir üs- tünlük sõralamasõ yoktur. Üstünlük ancak ana- yasa ve kanunlardadõr. Anayasa organlarõ bir- birleriyle olan ilişkilerini “medeni bir işbölümü ve işbirliği” anlayõşõ içinde yürütmek zorunda- dõr. Kuşkusuz HSYK kararlarõ da demokratik bir toplumda eleştiriden bağõşõk değildir. Basõn, medya ya da sivil toplum içinde yer alan her- hangi bir yurttaş, HSYK kararlarõnõ eleştirebi- lir. Ama yürütme organõ mensuplarõnõn ve özel- likle kurulun başkanõ olan Adalet Bakanõ’nõn, HSYK kararlarõnõ yetki gaspõ olarak nitelen- dirmeleri, anayasanõn güçler arasõnda öngör- düğü “medeni bir işbölümü ve işbirliği” ilkesi- nin kaba bir ihlalidir. Oysa hukuksal gerçek son derece açõktõr. Özel yetkililer dahil olmak üze- re yargõç ve savcõlarla ilgili karar alma yetki- si, anayasal bir organ olan HSYK’ye aittir. Si- yasal iktidar ileri gelenlerinin, yetkilerini açõk- ça aşan savcõlarõ hararetle savunurken, HSYK’yi yetki gaspõ ile suçlamalarõ ve kurulun yapõsõnõ değiştirme tehdidini savurmalarõ, yargõyõ ken- dilerine bağlama niyetinin belirgin bir göster- gesidir. Bu tür saldõrõlar, anayasa ve yargõ re- formundan neyin kastedildiğini de açõkça orta- ya koyan işaretlerdir. HSYK’YE AĞIZ BİRLİĞİ İLE SALDIRI KAMPANYASI SÜRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear