25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİ YET 7KASIM 20 1 0 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 14 PAZAR KONUGU Isa Eşme:  Yükseköğrenimde türban sorunu  'mahalle baskısının'  daha da yaygınlaşmasına  yol  açar Üniversite  sorunlanndan  uzaklaştı SÖYLEŞİ LEY LA TAVŞANOĞLU Eski YÖK Başkanvekili  Prof. Dr.  İ sa Eşme kız öğrencilerin üniversitelere türbanla girebilmesinin önünün açılması konusunda Anayasa Mahkemesi'nin bağlayıcı  kararı olmasma karşılık işin YÖK tarafmdan oldubittiye  getirildiğine işaret ediyor. Bundan sonra konunun türbana serbestliğin  de ötesine taşınacağma dikkat çeken Eşme, ayrıca üniversitelerin onlarca sorunları olmasma karşm sadece türbana odaklanılmasım garip bulduğunu ifade  ediyor. Bir de üniversitelerin  suskunluğundan yakımyor.  Türban konusu yine gündemde.  Üniversiteler bu sorunla ne zcıman yüzyüze  geldi? Nasıl bir süreç yaşandı?  Sorun 1980'li yılların başmda gündeme gelmişti.  Sorunun boyutunu görebilmek  ve bundan sonra karşı karşıya  gelinecek yeni sorunlar karşısmda hazırlıklı olabilmek için geçmişte yaşananları hatırlamak gerekiyor.  Ben bu süreç boyunca üniversitelerde görev yaptığımdan olanları bizzat gördüm ve yaşadım. İ sterseniz önce bu süreçte yaşananlara bakalım. YÖK'ün 20 Aralık  1982 tarihli yönetmelikle, kız öğrencilerin üniversitelere başörtülü girmesi yasaklandı. Bu karar üniversitelerde  ödünsüzce uygulandı. Zaten başörtülü kız öğrenci sayısı çok azdı. Bazı gruplarm da tetiklemesiyle  konu bugünkü gibi gündeme taşındı. Dönemin Başbakanı  Sayın Ozal'ın devreye  girmesi ile YÖK,  10 Mayıs  1984 tarihli kararıyla uygulamaya  bir esneklik  getirdi. Doğramacı'nm önerisi doğrultusunda alman kararda, kız öğrencilerin üniversitelere  başörtüsü ile giremeyeceği  ancak "modern şekilde 'türban' kullanabileceği" ifade  edilmişti.  Böylece Her ' erkes her alanda kendi kıyafetiyle çalışsa ne olur denilebilir. Bu anlayış ülkemizi giderek AB  'ye mi,  yoksa Ortadoğu coğrajyasına mı yaldaştırır? Komşu coğrajyalarda örnekleri görülüyor. Önce bu soruya samimi olarak cevap aramak gerekir. "türban" sözcüğü ilk kez bu kararla gündeme girmiş oldu.  Peki YÖK'ün kararındakî türban, bugün bilinenle aynı diyebilir miyiz? Öğrenciler YÖK'ün bu kararına uydu mu?  Dönemin YÖK Başkanı  Sayın Doğramacı'nm sözünü ettiği örtü elbette bugün bilinenden farklıydı.  Kararda sözü edilen  "türban",  yalnız saçları örten, modern bir kadm kıyafeti.  Türban ansiklopedilerde de böyle tanımlanır. Ancak bu karar sonrası üniversitelerde biz böyle bir örtü biçimini hiç görmedik. Yani bu karara hiç uyulmadı. Bu tarihten sonra, türbanm ansiklopedideki tanımı da değişmiş oldu. Üniversite kapılarmda bu ayırımı yapacak görevli olmayacağına göre bunun denetlenmesi de mümkün olamazdı. Sonuçta YÖK'ün bu kararıyla yeniden üniversitelerde başörtülü dönem başladı. YÖK bunun üzerine 24 Aralık  1986'da aldığı bir kararla,  "modern ve Batılı anlamdaki 'türbanın' dahi suiistimal edilmekte olduğunu" gerekçe göstererek, kıyafette  esneklik  getiren bir önceki kararım iptal etti.  Bu karar üniversitelerde uygulanabildi mi?  Üniversitelerde kimse bu YÖK kararım uygulayamadı.  Rektörler konuyu dekanlara, dekanlar bölüm başkanlarma onlar da öğretim 'ğrencilerin önemli bir bölümü cemaatyurtlarında kalıyor. Bu sayı Anadolu 'dalü birçoküniversitede oransal olarak oldukça büyük  Şimdi bu öğrenciler örtünme baskısı altına girecektir. Bu baskı okul ortamındaki etkileşmelerde deyaşanır. Çünkü başı açıkkız öğrenciyi günahkâr olarakgören anlayış var. tavır içine girdi. Bunda elbette 28 Şubat süreci etkili oldu. Rektörleri doğrudan sorumlu tutarak kıyafet yönetmeliğini ödünsüz olarak uyguladı. Kapılara güvenlik  görevlileri  konularak kampuslara başörtülü giriş yasaklandı. Başörtülü öğrencilerin büyük bir bölümü bu karara uydu ve başlarım açarak derslere girdi. Belli ki bunlarm önemli kısmı zaten baskı  ile örtünmüştü. Ancak başlarım kendi iradeleriyle  örten öğrenciler bu karara uymak istemediler. Bunlarm bir kısmı peruk takarak sorunu aştı. Ancak sayıları  az da olsa bazı öğrenciler kıyafetleri  nedeniyle üniversitelere  alınmadılar ve öğrenimlerini bırakmak zorunda kaldılar.  Sayıları az da olsa, bu öğrencilerin durumu kamuoyunda rahatsızlık yarattı. İ ster istemez bazı gruplar bu konuyu canlı tutacak eylemler yaptılar. Ancak, olaylara bir bütünlük içinde bakarsak  1998'den soma gelen on yıllık süre, üniversitelerin bu anlamda en huzurlu olduğu dönem oldu. Artı ve eksilerin  mukayesesi yapılırsa  elbette artılar çok  fazlaydı.  YÖK'ün üniversitelerde türbanı serbest bırakma kararı var.  Yargı kararlarına rağmen, hemen  hemen bütün  üniversite yönetimleri bu karara uyuyor. Siz buna ne  diyorsunuz?  Başörtüsü konusu, AKP'nin iktidar olduğu 2002'den beri konu hep  canlı tutuldu. Hukuki a üyelerine havale ettiler. Yöneticiler bu kararları panolara asmanm ötesinde bir şey yapamadılar. Başörtülü öğrencilerin sayıları  giderek arttı. Birçok üniversitenin bazı fakülte  ve bölümlerinde başı açık kız öğrenci görünmez oldu. Bazı öğrenciler, yüzlerini de kapatan kıyafetler giymeye başladı.  199O'lı yıllarm ortalarmda, görev yaptığım üniversitenin bir toplantısında konuşulanları halen hatırlarım. Toplantıya katılan üyeler türbanla nasıl baş edileceği konusunda çözüm ararken İ lahiyat Fakültesi Dekanı söz almıştı ve "Benim sorunum çarşaf, keşke türban olsa" diye dert yanmıştı.  Başörtüsüyle başlayan  sorun başka  sorunları da beraberinde getirmişti. Başörtülülerin yoğun olduğu bölümlerde, sımflarda  kız ve erkek öğrenciler ayrı saflarda  oturmaya başladılar.  Hemşirelik yüksekokullarmda  hemşire adaylarının o özgün kıyafetlerini  giymedikleri,  erkek hastalara bakmayan hemşirelik ve tıp öğrencileri ile ilgili konular, o dönem gazetelerde  sık sık haber olmuştu. zeminde ve diğer alanlarda kapı aralanmak istendi. YÖK'te Teziç yönetimi sona erene kadar üniversitelerde  bu anlamda sorun yaşanmadı. Aksine,  tam  bir huzur ve barış ortamı vardı. Bilindiği gibi hükümet bu konuyu yasal zeminde çözmek istedi. En son Anayasa Mahkemesi'nin bağlayıcı  kararı geldi. Ancak buna rağmen bazı üniversitelerde  zaten iki yıldır öğrenciler bu kıyafetle  derslere giriyordu. Bunda yeni YÖK yönetimi ve üç yüdır atanan rektörlerin tavrı etkili oldu. Nihayet YÖK'ün İ stanbul Üniversitesi'ne gönderdiği 23 Temmuz 2010 tarihli yazısı ile artık "türban" denilen kıyafet fiilen  serbest duruma getirildi. Gerçekte YÖK'ün söz konusu yazısı, türbanı serbest bırakmıyor, türbanlı öğrencinin smıftan çıkarılamayacağmı  öngörüyor. Ancak burada yapılan, kıyafet yönetmeliği ile ilgili yeni bir karar almmadan, türbanm yeniden üniversiteye girişine  izin verilmesidir.  Ben konunun hukuki boyutuna girmeyeceğim.  Hukuki boyut bakımından her şey ortada. Ben eğitimci kimliğimle, konuyu eğitim öğretim ve üniversitelerimizin  geleceği açısmdan değerlendirebilirim. Yasayı uygulama îratiesi ekslk  Türbanın yeniden üniversiteye girmesi eğitim öğretim açısmdan hangi sonuçlara yol açar?  Sorunuzun cevabı  için 199O'lı  yıllarm gazetelerine bakmak gerekir. O zaman neleri yaşamışsak  bana göre aynı şeyler daha büyük boyutta yaşanacaktır. Türkiye'de gündem çok dinamik. Yoğun  gündem nedeniyle, bırakımz on yıl öncesini, on gün öncesini bile unutur olduk. Geçmişteki gözlemlerimizden yola çıkarak bir kez daha olacakları ortaya koyalım. Üniversitelerimizin örgün programlarmda okuyan kız öğrenci sayısı  700 binin üzerinde, yurt kapasitesi ise yüz bin civarında. Kalan öğrencilerin bir bölümü kendi evlerinde, akraba yamnda ya da arkadaşlarıyla  kalıyor.  Ancak önemli bir bölümü de cemaat yurtlarmda kalıyor. Bu sayı Anadolu 'daki birçok üniversitede oransal olarak oldukça büyük.  Şimdi bu öğrenciler örtünme baskısı altma girecektir. Bu baskı okul ortamındaki etkileşmelerde de yaşanır. Çünkü başı açık kız öğrenciyi günahkâr olarak gören anlayış var.  Sonuçta üniversitelerin birçoğunda başı açıklar "mahalle baskısı" denilen baskıyı yaşamaya başlar. Bu konunun bir boyutu. İ kinci boyutu şu; bazı branşlarda eğitim koşulları öğrencinin kıyafetiyle doğrudan ilişkili. Hemşirelik, müzik, spor ve  sımf öğretmenliği gibi programlarda geçmişte bu anlamda yaşanan sorunlar gazetelere manşet olmuştu. İ şin bir diğer boyutu da konunun  "türban" denilen başörtüsüyle  bitmeyeceği.  Geçen ay bir gazetede, İ slami basının duayen isimlerinden Sayın Eygi'nin bir yazısım  okumuştum. Türbanlı kızlara,  "Sizi protesto ediyorum, çünkü siz, İ slami tesettürün canına okudunuz, gidin tesettürü Yemen'de görün, Arabistan'da görün" diyerek türban yerine çarşaf  giymelerini öğütlüyordu. Bu durumda işin içine kimlik tespiti, smav güvenliği giriyor. Kapıya kıyafet uzmanı polis koyamayacağımza  göre bununla nasıl baş edeceksiniz?  Türban konusunda  sizce çözüm ne olmalı?  Türkiye'nin bugünkü koşulları  199O'lı yıllardan çok farklı.  Devletin en üst kademesinden rektörlere kadar herkes türban serbestisinden yana. Medyamn çok önemli bir bölümü de öyle. Ortada, Anayasa  Mahkemesi'nin bağlayıcı kararma rağmen fiili bir durumla yüz  yüzeyiz. Dolayısıyla  bu saatten soma tartışılması  gereken, bu uygulamanın olası olumsuz yansımaları için önlemler almak, geçmişte yaşananları yeniden yaşamamak. Bu da öncelikle üniversitelere  ve YÖK'e  düşüyor. YÖK Başkam,  "Başı açıkların kefili benim" diyor. Güvence bir kişinin kefilliği ile değil, yasa ve o yasayı uygulayan iradenin kararlılığı  ile sağlamr.  Saym  Kılıçdaroğlu, "Türban işini biz  çözeriz" derken gerçekte  sihirli bir çözüm değil, bence iktidar olduklarmda, örtünme baskısını ve uygulamanm öteki olumsuz yansımalarım önleyecek kararlılıklarım  ifade etmek istiyor. Sorun çözülmedi 1998  sonrasında bu sorun nasıl çö'züldü?  Dönemin YÖK yönetimi, üniversitelerde yaşanan bu sorunu çözmek için 1998'de yeni bir Asıl tehlike geride duruyor  Üniversite sonrası türbanlı bu genç kızların nerelerde istihdam edilebileceği sorunu çö'zülmüş değil...  Üniversitelerdeki türban serbestisinin  bir başka kaygı verici yansıması da işte tam da bu konu. Başörtülü bir kızımız sımf öğretmenliğini bitirdi ve ataması yapıldı. Ne yapacaksımz? Aynı durum kamuda görev alacak herkes için geçerli. Zaten belediyelerde bunun örnekleri yok mu?  Bugün üniversitelerde türban serbestisini  savunanların bir bölümü, konuya eğitim hakkı açısmdan yaklaşıyorlar.  Ancak önemli bir bölümünün asıl düşüncesi farklı.  Onlar şimdi tam dillendirmeseler de bu serbestinin her alana yayılmasmdan yana. Herkes her alanda kendi kıyafetiyle çalışsa ne  olur denilebilir. Bu anlayış ülkemizi giderek AB'ye mi, yoksa Ortadoğu coğrafyasma  mı yaklaştırır?  Komşu  coğrafyalarda örnekleri görülüyor. Önce bu soruya samimi olarak cevap aramak gerekir.  Sizce bu sorun nasıl çö'zülür?  Kamuda türbanlı eleman istihdamımn savunulması elbette mümkün değil. Bu sorunun çözümü öncelikle  siyasilerin elinde. Ben bugünkü şartlarda, bugünkü siyasi iradenin yaklaşımıyla  çözümü zor görüyorum. 2011  seçimleri soması hukuki zeminin de halledilmesiyle  sorun üniversite öncesi ve sonrasma taşınacaktır. Bu tahminimde yamlmış olmayı arzu ederim.  YÖK'ün kararı üzerine fırsat bufırsat  diyen birtakım açıkgö'zlerin ilkokula da türbanlı çocuk sokma girişiminde bulunmalarını nasıl karşılıyorsunuz?  Üniversitelerde türbana, dolaylı yolla da olsa izin verilince bunun ilk olumsuz yansımasım  sözünü ettiğiniz örneklerde gördük. Bazı ilköğretim okullarmda veliler çocuklarım okula başörtülü olarak göndermek istedi. Bunlar birkaç ekstrem olay diye konu geçiştirilemez. Dikkat edilirse bu yaşananlara tek ciddi tepki, hükümette görev yapan sosyal demokrat kökenli bir bakandan geldi. Diğerleri sustu. Üniversitelerdeki uygulama, hukuki boyutta da aşılırsa, konu ister istemez üniversite öncesine  yayılacaktır. İ şte beni asıl kaygılandıran husus da  bu.  Diyelim ki üniversite kademesinde gençler özgür iradesiyle  hareket ediyor. Erken yaş eğitim kademesindeki çocuklar için aym şey geçerli mi? Örneğin ilk ve ortaöğretimde din kültürü dersinde öğretmen kız öğrencilerine örtünmeyi öğütlemeyecek mi? Bu eğitim kademesinde, bu anlamda olabilecekleri  düşünmek bile korkutucu. p 0 R T R E çalıştığı Marmara Üniversitesi'nden Ağustos 2000'de ayrıldı ve Maltepe Üniversitesi'ne geçti. 1947yılında Devrek'te doğdu.  1970'te Çapa  Yüksek Burada Eğitim Fakültesi Kurucu Dekanı olarak Öğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra 7yü görev yaptı.  Mart 2005'te YÖK üyeliğine, Ağustos öğretmenlikyaptı ve 1977'de asistan olarak 2005'te YÖK başkanvekilliğine seçildi.  YÖK'teki üniversiteye geçti. Katıhal  fiziği  alanında,  1983 görevi Şubat 2009'da sona erdi. Katıhal  fiziği,  fen yılında doktor,  1989 yılında doçent,  1995 yılında eğitimi ve eğitimin güncel sorunları ile ilgili yayınları bulunuyor. profesör unvanlarını aldı.  1983 yılından beri P rof.  D r.  İ SA  EŞME Suskunluğa  gömülen  üniversite araştırma  yapamıyor  Türkiye 'nin başta ekonomik, işsizlik sorunları olmak üzerepek çok sorunu dururken  hükümetin  sadece türbana odaklanması sizce ne anlama geliyor?  Ülkede bunca sorun varken neden türban? Ben konuyu önce üniversitelerimiz için ele alayım. Üniversitelerin bugün onlarca sorunu var. Bu sorunları bir anket çalışmasıyla  belirleseniz, eminim ki türban en  son sıralarda gelir. Zaten bu anlamda bizi haklı çıkaran araştırma sonuçları da var. Bugün öğrencilerin büyük barınma sorunu var. Bence en önemli konu bu.  Binlerce öğrenci devlet yurdu bulamayınca cemaat yurtlarma sığımnak zorunda kalıyor. Beslenme sorunu var. 2 3 liralık yemek parasım ödeyemeyip  simit ve çayla öğle yemeğini  geçiştiren öğrencilerin olduğu bir gerçek. Harç parasım ödeyemediği için kayıtlarım  donduran ya da kaydı silinen öğrenci sayısı, türban nedeniyle  üniversiteye giremeyenlerden çok daha fazla. Üniversitelerde kontenjanlar arttı ancak eğitimde kaliteden ödün verildi.  Son iki yıldır,  100 bin civarındaki kontenjan boş kaldı. Yeni  açılan üniversitelerin boş kalan kontenjanları neredeyse yüzde  40'larda. Atanamayan öğretmenler sorunu var. Öğretim üyeleri, araştırma görevlileri,  ağır ders yükü nedeniyle araştırma  faaliyetlerini yürütemez oldular. Keşke biz bugün sizinle, "Üniversiteler neden suskun" sorusunu tartışsaydık.  Peki, üniversite sizce neden suskun?  Üniversitenin suskunluğu  öncelikle YÖK'le ilgili. Askeri yönetimle gelen YÖK'ün üniversiteler ve öğretim üyeleri üzerinde büyük bir yaptırım gücü var. Ben YÖK başkanvekilliği yaptım ama aynı zamanda 90'lı yıllarm sonunda YÖK'ün baskısını  da yaşadım. Cumhuriyet'te yazdığım bir yazı nedeniyle neredeyse hakkımda soruşturma açılacaktı. Bu, ayrı bir söyleşi konusu olacak kadar uzun. Üniversitedeki suskunluğun belki  başka nedenleri de var ama asıl nedenin YÖK olduğunu düşünüyorum. Yeri  gelmişken suskunlukla ilgili size somut bir örnek vereyim. Ekim ayı başlarında, Diyanet İ şleri Başkanı  Saym  Bardakoğlu'nun bir açıklaması oldu. "Din  görevlimiz sadece namaz kıldıran memur değil. Sosyal hayata müdahale eden kanaat önderi olmalı" dedi. Ben bu sözü çok yadırgadım. Kendisini tamyoruz. Cumhuriyet değerlerini özümsemiş aydm ve saygm bir din bilgini. Kadrosunda görev yapan din görevlilerinin yapısım, dünyaya bakışım biliyor olmalı. Topluma önderlik yapacak kaç elemanı var? Saym Bardakoğlu öncelikle bu elemanlarmı eğitmeli. Ben geçmişte kendisini ziyaretimde bu konuda bir öneride bulunmuştum. Türkiye'nin birçok yerinde, dünya görüşü bakımından vatandaşın imamın önünde olduğunu bilmeyen mi var. Benim asıl şaşırdığım husus, bu açıklama karşısmda öğretmen yetiştiren kurumlardaki öğretim üyelerinin sessizliği. Milli eğitimin sessizliği. Öğretmenlerin sessizliği. Cumhuriyet, bu görevi din görevlilerine mi öğretmenlere mi verdi? Mustafa Kemal Atatürk'ün bu anlamda öğretmenlere verdiği görevi özetleyen cümleleri okul duvarlarında halen yazılı. Hasan Âli Yücel, Köy Enstitüsü projesi  öncesinde,  "Biz devrimci düşüncenin temsilcisini yetiştirip köylere göndermek isteriz" demişti. Köy Enstitüsü çıkışlılarm, eski öğretmen okulu çıkışlılarm topluma nasıl önderlik ettiğini, kanaat önderi olduğunu biliyoruz.  Hatta bu görev Cumhuriyet öncesinde bile öğretmenlerde değil miydi? Reşat Nuri'nin Çalıkuşu adlı eseri bu temayı işlemiyor mu? Eğitim  fakültelerinde 70 civarında dekammız, dört binin üzerinde öğretim elemammız, 180 bine yakm öğretmen adayı öğrencimiz var. Gazetelere baktım. Bu konuda tek bir yazıya bile rastlamadım. Suskunluğun en büyük kamtlarından biri bu değil mi?  YÖK'ün ve Cumhurbaşkanı 'nın rektör atamalarındaki tercihlerine ne diyorsunuz?  Biraz önce saydığım,  üniversitelerde yaşanan sorunlara eklememiz gereken önemli bir husus da rektör atamaları. Cumhuriyet Bilim Teknoloji ekinin 30 Temmuz 2010 tarihli sayısmda benim bu konuyu ele alan ayrmtılı bir yazım çıkmıştı. O yazımda, son üç  yıl yapılan atamalarm dökümünü vermiştim. Son üç yıllık dönemde, üniversitede yapılan seçimle belirlenip atanan rektör sayısı 35. Bunlardan yalnız  19'u ilk sırada seçilen aday durumunda. Yani  seçimlerde ilk sırayı alanlarm yarıya yakını atanmamış. Üniversitede yapılan seçim sonuçlarım hiçe sayan bu atamalarm üniversitelerde yol açtığı iklim maalesef  eğitim öğretime negatif olarak yansıyor. Hem Şaym Cumhurbaşkanı hem Saym YÖK Başkanı her  fırsatta bu sistemi eleştirirken böyle bir uygulama ile yüz yüze gelinmesi  şaşırtıcı değil mi? Geçen hafta  15 üniversitede yeni seçimler yapıldı. YÖK, perşembe günü yaptığı toplantıda yine en çok oy alan adayları geri sıralara taşıdı. Birinci dönemki rektörlük görevinde,  yaptıklarıyla başarısım kamtlamış, üniversitede yapılan seçimde en çok oyu alarak meslektaşlarmm da güvenini kazanmış olan aday yerine, ikinci hatta beşinci sıradaki aday ilk sıraya nasıl ve neden getirilir? Meslektaşlarımn beşte birinin bile oyunu alamayan bu kişiler o kurumda nasıl rektörlük yapar? Sinıdi yine son söz Saym Cumhurbaşkanı'mn. Su saat itibarıyla onun tercihini bilmiyoruz.  Sonucu hep birlikte  göreceğiz.  Rektör seçimleri bu kadar sorunluysa neden yasal bir çözüm bulunamadı?  Rektör seçimleri, Türk yükseköğretiminin  en önemli sorunları arasmda. Daha doğrusu 2547 Sayılı Yasa'nm  en sorunlu olanı belki de bu konu. Aslmda bundan kurtulmak için bu yaz önemli bir fırsat  ele geçmişti. İ stenseydi, Temmuz 2010'da yapılan referandumda bu konu hallolabilirdi. Siyasi iktidar bunu istemedi. m u C  M   B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear