22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 30 EK M 2010 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA DİZİ 13 Balbay (B): Nereden başlayalım? Özkan (Ö): Önce davayı enine boyuna konuşalım, tartışalım. Bugüne kadar hiç yapılmayanı yapalım... B: Haklısın... Dava, medyada olağanüstü beklentilerle, yakıştırmalarla başladı. Şimdi günlük haberlerin bir parçası olarak devam ediyor. Ö: Üç yıldır bu davayla Türkiye’yi aydınlığa kavuşturacağız diyorlardı. Herkes kendisine sorsun; aydınlığa mı karıştık karanlığa mı? Her şey daha mı karıştı, yoksa çözüldü mü? Demokrasi mi geldi korku mu? B: Açtığın konu başlı başına bir kitap olacak ölçekte. Ergenekon davalarına gelirsek, birinci ve ikinci davanın bu şekilde devam edemeyeceğini artık herkes gördü. Biz ikinci davanın gazeteci olarak tanığı ve sanığıyız. Ö: Gazeteci olarak başlık atmak zorunda kalsaydın, bu davada gelinen nokta için ne derdin? B: Birlikte düşünelim... Örneğin, görüldükçe uzayan dava, Ergenekon davası destanından daha zorlu, sanıktan toruna dava mirası, torunlarına miras olarak dava bırakacaklar... Ö: Ben de senden esinle söyleyeyim: Ergenekon her yere kondu... B: Ama kalkamadı... Ö: Bu davanın bitmesi mümkün değil, çünkü arkasındaki siyasi irade Türkiye ile işini bitirmedi daha... B: Bu noktadan devam edelim. Bu davanın içine her kesimden insan katıp, aydınlanmış aydınlanmamış her olayı koydular, yakın tarihi dava üzerinden yeniden yazmaya koyuldular. Hukuki süreç bir yana, davanın siyasal hedefi bu... Ö: Sadeleştirelim... Amaç, muhalifi susturmak, halkı korkutmak, bizim üzerimizden, bizim derimizi yüzerken Türkiye’ye yeni bir gömlek giydirmek. Salonu gözünün önüne getirsene, sol tarafta 2030 yaş arası terörist, suikastçı, katil, tetikçi denilen teğmenler ve polisler, geri kalanı 73 yaşında bir sendikacı, emekli albaylar, sen, ben, etçiler, emlakçılar. Davanın özü diye sorunca yargıç, savcı diyor ki darbe, generaller nerde? Onlar için dava açmaya gerek görmediler. evlana, “Hapisteler Ama” başlıklı şiirinde çağından çıkıp yüzyıllar sonrasına seslenmiş: “Diken içindeler,/ama gül gibiler./Hapisteler/ama şarap gibiler./Balçık içindeler,/ama gönül gibiler./Gece içindeler,/ama sabah gibiler.” Bu dizelerde kendimizi bulduk... Silivri salt duruşma günleri “haber” değeri taşımaya başladı. Burada bir de sürekli yaşam var. Bu yaşamın penceresini karşılıklı söyleşiyle topluma da bir ölçüde açalım istedik... Özgür günlerde buluşmak, kucaklaşmak özlemiyle... m S U N U Ş Üç yıldır süren Ergenekon davası bitirilmemek üzere açılmış B: Ben şimdi peşine takılıyorum. Kamuoyu yeterli bilgiye de sahip olmadığı için, ister istemez şöyle düşünüyor: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz”; vardır bir şeyi, “bunca iddianame hazırlandığına göre hepsi mi yalan, vardır vardır...” Hani Einstein’ın bir sözü var; bir önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zordur. Böyle bir önyargı oluşturuldu. Bunu pekiştirmek için müthiş bir medya operasyonu da başlatıldı... Ö: O korkunç... Ayrıca anlatalım... B: Haklısın, o başlı başına ayrı bir bölüm... Bu önyargıyı güçlendirmek için, geçmişte kimi suçlar işlemiş, cezasını çekmiş kişiler de aynı çuvala kondu. Ayıklamayı da biz sanıklara bıraktılar... Ö: Onu da başlı başına bölüm yapalım... B: Tamam... İşin bu yanı özellikle kamuoyunda davaya belli bir mesafe ile bakanlar açısından önemli. Bütün benzemezler bir araya getirilip iddianame şablonunda zorla aynı örgüt üyesi teröristler yapılmaya çalışılıyor. Zürafaya balıkla bir olup dağ başındaki kartala saldırmışsın diyorlar, solucana da gizli tanık ifadesi verdirip, olay sırasında kartalın üstünde uçmaktaydım dedirtiyorlar... Ö: İnanmayanı, olur mu öyle şey, o zaman gelin bizi de alın diyeni de içeri alıyorlar... İlhan Selçuk alınıyorsa beni de alırsınız dedim, olanlara bak... Ama en çarpıcı örnek Cumhuriyet’in başına gelenler... B: Bu yanını etraflıca aktaralım. Ergenekon’un yöneticisi olduğu iddia edilenlerin başında İlhan Selçuk var. İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetesini örgüt adına ele geçirmeye çalışmış. Bu sırada kendisi gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı. Yani kendine ait gazeteyi ele geçirmeye çalışmış. Ö: İnsanın, kendi cüzdanımdaki parayı çalmak istiyorum, demek istemesi gibi bir şey... B: Aynen öyle, dahası var... İlhan Selçuk, Turhan Selçuk’a talimat verip domuzlu karikatür çizdiriyor. Böylece örgüt elemanlarının tahrik olmasını sağlıyor. Tahrikin ardından örgüt gazeteye üç kez bomba atıyor. Polis yakalayamıyor. Cumhuriyet 5, 10, 11 Mayıs 2006 günleri bombalanıyor. Son eylemden 5 gün sonra da aynı kişiler Danıştay saldırısını gerçekleştiriyor. İlhan Selçuk faillerin yakalanması için yazı yazıyor; nereden bulalım bir ya da iki bombacıyı diyor... Savcıya göre bu, iddianamede İlhan Selçuk’un örgüt yöneticiliğine delil... Çünkü bomba atanların sayısını biliyor. Ben de o dönem Ankara Temsilcisi olarak, başyazar, gazetenin imtiyaz sahibi İlhan Selçuk’la yaptığım görüşmeler nedeniyle örgütün Ankara’daki görüşmelerini koordine eden üye yapılıyorum. Ö: Bu zürafanın öyküsünde eksiği ben tamamlayayım; biz seninle 10 yılda 4 kez telefonla görüşmüşüz, sen bana örgüt adına siyaseti ele geçireceğiz, parti kur demişsin. Ben de parti kurmuşum. İyi ama bütün bunlar 20062008’de olmuş, 2003 2004 darbe suçlamasıyla ne alakası var? Alakasız, uysa da uymasa da yapıyorlar. Torunlara miras bırakılacak dava Süreç ilerledikçe karmaşıklaşıyor B: Sözde örgütün iddianameye göre 2 silah lı eylemi var; biri Cumhuriyet’in bombalanması, öteki Danıştay cinayeti. Böyle bir cinayeti in sanım diyen hiç kimse onaylayamaz... Ö: Ben bu olayı iyi biliyorum. Araştırdım. İd dianame diyor ki; Atatürkçüler Atatürkçüleri öl dürdü. Danıştay alçaklığını işleyenlerin kesin leşmiş kararlarını dikkate almadan, bağlantı larını görmezden gelerek cinayete katılanları ser best bırakıyorlar. Bize de sizi Danıştay’daki Ata türkçüleri öldürten, Cumhuriyet’i bombalatan örgütün üyesi olmaktan tutuklu yargılayacağız diyorlar. Akit gazetesinin olaydan 2 hafta ön ce attığı manşeti, sanıkların itiraflarını gör mezden geliyorlar, bombaları nereden, nasıl, kimden aldığını, bütün yardımlara rağmen söyleyemeyen, saldırıdan mahkum olmuş bir giz li tanık itirafçının yalanlarına itibar ediyorlar. Bizi de bu vahşi cinayeti işleyen örgütün bir par çasıymışız gibi göstermeye çalışıyorlar. İşte benim deli gömleği giydirmeye çalışı yorlar dediğim bu... B: Danıştay cinayetini bu davaya bağlama ça balarını sen üç kitaplık “Ergenekon Kitaplığı” serisinin birincisinde ayrıntılarıyla yazdın. İşin içine silah, cinayet girince kim tedirgin olmaz, kim ürpermez? İşte bu davada böylesi olaylarla bizi aynı çuvala koyup boğmak isti yorlar. Dava ilerledikçe bütün bunlar ayrıştırılıp, doğ ruyanlış ayıklanacak yerde, davanın üstüne ye ni olaylar, komplolar, senaryolar, klasörler ek lenip her şey daha karmaşık hale getiriliyor. B: Darbe davanın özü dendi ama, iddia edilen dönemdeki yani 20032004 yıllarındaki başlıca sorumlular, böyle bir şey hissetmediklerini söylediler. Dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök’ün verdiği ifade, iddianamenin içinde; darbe iddialarına zemin olacak bir şey yaşanmadı diyor. Dönemin başbakanı Erdoğan, öyle bir algı hissetseydim gereğini yapardım diyor. Dönemin Amerikan Büyükelçisi Edelman, kimi iddialar geldi, belge dedikleri şey sahte çıktı, diyor. Ö: Bunları yapan örgüt nerede? B: Hah, zurnanın zırt dediği yer o... Savcı, biz aynı zamanda Ergenekon örgütüne üye olup darbe çalışmalarına katılanları yargılıyoruz diyor. Ben, piyasaya yeni çıkan Silivri Toplama KampıZulümhane kitabımda bu durumu ayrıntılarıyla işledim. İddia edilen “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü”nün varlığı kanıtlanabilmiş değil. Yani, devletin yıllarca terörle mücadele etmiş birimlerine göre, ortada böyle bir örgüt yok. Genelkurmay, MİT, Jandarma, Emniyet, davanın görüldüğü 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin istemi üzerine resmi yazılar gönderip, “Bizim arşivimizde böyle bir örgüt yer almıyor. Bizdeki bilgiler 16 Haziran 2007’de Ümraniye’de ele geçirilen el bombalarıyla ilgili soruşturma kapsamında hazırlanan iddianame ile sınırlıdır” dediler... Diyarbakır’da başlayan KCK davası “örgüt davası”nın nasıl bir şey olduğunu gösterdi. fadesi alınmadan tahliye Ö: Öyle bir yargılama ki bütün yöneticileri tutuksuz, lideri belirlenememiş, silahlı kanadının bütün yöneticileri mahkemece serbest bırakıldı. İddianamede darbeye delil gösterilen belgeleri bilgisayarında yazdığı iddia edilen ve tam 221 sayfada suçlanan albay, ifadesini vermeden tahliye edildi. Alevi ve Ermeni kanaat önderlerine suikast düzenleyecek iki timin lideri denilen teğmenler ve polisler ifade vermeden tahliye edildi, bu gruptan tutuklu sadece 3 kişi kaldı. Biri İbrahim Şahin, ki; suikast planları evinde el yazısı ile çıktı denildi, avukatı da arkasını imzaladı dediler... El yazısının ne İbrahim Şahin’e ne de davadaki sanıklardan herhangi birine ait olmadığını Adli Tıp belirledi. Avukatı da arama sırasında, böyle bir belge görmedim ve imzalamadım diye mahkeme heyetine söyledi. Savcılık, işte burada diyemiyor. Öyle bir dava ki; suikastçı, katil, tetikçi, mafya diye suçlananlar serbest kalıyor. Teğmenler Güneydoğu’da görevlerine başlıyor, polisler cumhurbaşkanı, başbakan korumalığı yapacak kadar hassas görevlerine geri dönüyor. Adları davada terörist. İki gazeteci, üç emekli, muslukçu, etçi, emlakçı asrın davasında tutuklu yargılanıyor. Akıl akıl gel peşime takıl... ADLARI DAVADA TERÖR ST AMA... AK T’ N MANŞET N VE T RAFLARI GÖRMÜYORLAR YARIN:SUKASTPLANLARINAMAHKEMEDENANMADI HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Nasıl Bir Cumhuriyet? CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Biz laikliğe takılıp kalıyoruz ama asıl elden giden sosyal hukuk devleti” demiş. Cumhuriyet Bayramı’nda yapılan bu açıklama hem doğru hem de bunca yıl sonra geldiğimiz yeri göstermesi bakımından acıklı. Bir süre önce yazdığım gibi, anayasanın bu önemli maddesi, “Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir” diyor ama bunların hiçbiri doğru değil. Bu madde değiştirilemez olsa da bir anlamı yok, çünkü Türkiye ne laik bir devlet, ne hukuk devleti, ne sosyal bir devlet ne de demokratik bir devlet. Bunların hepsi yıllardan beri yalnızca iktidarların sözde kullandığı kavramlar. Bizde iktidarın işine gelen düşünceleri söyleyenler demokrattır, işine gelmeyeni söyleyenler bir suç bulunup içeri tıkılır. İktidarın işine gelen kararları veren mahkemeler hukuku uygulamıştır, vermeyenler kötü niyetlidir, muhalefetin adamıdır, ülkenin önünü tıkamaktadır. İktidara yaranan çevreler için sosyal devlet çalışır, ötekiler kendi başlarının çaresine bakarlar. Laiklik ise yine iktidarın işine gelen çevreler için işine geldiği ölçüde geçerlidir. Bizim yıllardır tartıştığımız ama pek bir yol alamadığımız bu kavramlar değişen iktidarlarla aynen bu biçimde devam edip giderken, gerçekte halkın sorunları çözülemeden yerinde duruyor. Cebinizde paranız yoksa istediğiniz kadar devlet güvencesinde hastaneye gidin bakalım hastanıza nasıl bakılıyor. Cebinizde paranız yoksa dünyanın en haklı insanı olsanız bakalım mahkemelerden haklı çıkabiliyor musunuz?.. Cebinizde paranız yoksa bakalım çocuklarınız dünyanın en zeki çocukları olsa eğitimde iyi şartlardan yararlanabiliyor mu? Dünyanın en akıllı, en başarılı girişimcisi olsanız, birilerine yakın değilseniz, bir yerlerde adamınız yoksa, birilerine avanta kazandırmıyorsanız, aklınız bu işlere çalışmıyorsa bakalım gelişmiş bir ülkedeki müteşebbis gibi ilerleyebiliyor musunuz? Hiç kimseye yaranma ihtiyacı duymadan, yalan dolanla köşe kapmadan, onun bunun arkasına sığınarak bir yerlere gelmeden, amca, dayı, akraba, hemşeri, cemaat, dernek bağlantıları olmadan, kendinizi bile düşünmeden dürüstçe bu ülke için doğru fikirler üreten biri olsanız bakalım başınıza neler geliyor. Böyle bir ülkede demokrasi, insan hakları, fırsat eşitliği üzerine bitmek bilmez tartışmalar yapsanız ne olur, yapmasanız ne olur? O açılımı, bu açılımı toplantılarından ne sonuç çıkar? kursatbasar63@gmail.com Balbay sol elle yazmayı öğrendi Bugün Silivri’de tutukluluğunun 604. gününü dolduran Mustafa Balbay’ın, cezaevinde kaleme aldığı ve 10. gününde 15. baskıya ulaşan “Silivri Top lama Kampı: Zulümhane”nin sayfaları yaşanan bir zulmü ortaya koyuyor... Balbay, bilgisayar veya daktilo kullanmasına izin ve rilmediği için tüm yazılarını elle yazıyor. Mahkeme sa vunmaları, gazetedeki köşe yazıları, notları derken ce zaevinden Cumhuriyet Kitapları’na ulaşan son kita bı da Balbay’ın elinin ürünü!.. Hem sağ, hem sol eli nin ürünü!.. Balbay’ın çektiği eziyet, kitabın dizgisi için Cum huriyet Kitapları’na yolladığı yazılarla gün yüzüne çı kıyor. Sürekli yazı yaz maktan sağ eli yorulan Balbay, kitabını zaman zaman sol eliyle yaza rak tamamlayabili yor. Kitabın elyaz ması notları ince lendiğinde, kendisi ne acı veren sağ eli ile yazdığı bölümler okunmaz hale gelin ce, Balbay çareyi, sol eli ile yazmaya devam etmekte bulu yor. Kendi elyazısına hiç benzemeyen ve yazmayı yeni öğrenmiş bir ilkokul öğrencisinin yazısını andıran yazı, sağ eli “iş görür” hale gelince tekrar düzeliyor. Bu el yazıları Balbay’ın kitabını hangi koşullarda yazdığının tarihsel belgesi oluveriyor... Balbay kitabında bu duruma şöyle değiniyor: “Yalnızlaştırmaya benzer başka bir örnek bilgisa yar hakkıydı. Nâzım Hikmet’e 1940’larda o dönemin en ileri yazım olanağı olarak daktilo verilmiş. Bize verilmedi. Gerekçe şu: Hapishanede bilgisayar odası var. Bu olanak bir gün önceden dilekçe vererek ve oda uygunsa size sağlanıyor. Uygunluğun ölçüsü şu: Ay nı odada bir başka Ergenekon sanığı bulunamaz. Oda mesai saatlerinde; 9.3012.30, 13.3016.30 arası açık. Bu kitabı elle yazdım. Çalışırken elim yoruluyor du ama beynim ‘tam kıvamdayım, haydi devam et’ di yordu. Sonunda yavaş da olsa sol elimle de yazma ya başladım. Bu zulüm değil midir?” Bu zulmün el yazmalarını TÜYAP Kitap Fuarı’nın Cumhuriyet Kitapları Standı’nda bugünden itirbaren görebilirsiniz.. Ortada örgüt yok
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear