22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 18 EK M 2010 PAZARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çözülüş ve Asıl Çözüm BAYKAL’IN ardından CHP’yi yönetenler “türban sorunu”nda öyle bir iddia ortaya attılar ki, sonucun ne olacağını kimse çıkaramıyor. Tabii, benzetme yaparken ya da yazı renkli olsun diye bazı atasözlerini kullanırken özenle davranmalı. Ortaya atılan iddiaya elbette “delice” denemez, ama pek “akıllıca” olduğunu söylemek de kolay değil. Şundan belli ki, durup dururken ve kimse yeni bir çözüm önermemişken, CHP yönetimi “Sorunu biz çözeriz” der demez, iktidar canibinden herkes tartışmanın içine balıklama atlayıverdi. “Se Ha Pe çözemez” diyen Sayın Başbakan başta olmak üzere, bilumum yandaş medya ve hevesli gönüllüler hemen kolları sıvadılar. Türbanlarını bağlayıp ekranlara doluşan “mücahideler” de geri kalır mı? Hepsi baş bağlama savaşının “Nenehatunları” olarak hışımla ekranlara koşuştular. Oysa sıcak türban savaşımı hayli tavsamış, yasaklar da bütün yasaklarımız gibi yavaşça silinerek konu yaşamın akışına ve devletin sessiz bakışına terk edilmişti. Şimdi konu canlandığı ve kılıçlar çekildiği için, bir tek YÖK namesiyle yetinilmeyip “mevzuat” değişikliği istenmekte ve bu büyük insan hakkı zaferinin yasal ve anayasal güvencelerle pekiştirilmesi hedefleniyor. Yerel yönetimlerden başlayan çözülüş daha sonraki mevzuat değişimleriyle ilk ve ortaöğretime doğru genişletilerek İslam Cumhuriyeti’ne geçişin son köprülerini de kurmak üzere. Elbette “tesadüfen” ortaya çıkan bu ters tablo “devrimci” denen canibi de kızdıracak ve bu gevşeyişi durdurma inatlaşmaları başlayıp yasaklama tamtamları yeniden çalınmaya başlayacaktır. Ama, öylesi büyük yanlış olur. Tam tersine, “olan oldu” demek ve yeni genelgelerden, yasalardan, yüksek mahkeme kararlarından medet ummak yerine, çareyi bambaşka yerde aramak gerek. Zaten CHP yönetimi de atılan adımın yanlışlığını görerek işleri oluruna bırakmaya ve fora edilmiş yelkenleri indirip “ağır yol”la mesafe almaya karar vermişe benziyor. Başka bir deyişle, eskiden Batı dünyasının pek beğenip “özgürlükçü” bulduğu, “Kim ne isterse yapsın” diye özetlenebilecek “Osmanlıvari” bir edilgen tutuma yöneliş. Yeter mi? Daha doğrusu, Kemalist atılımları başarmış ve devrimler döneminde “özgürleştirici yasaklar”ı göze alabilmış bir partiye yakışır mı? Daha da doğru olan, sosyal yapıları bölge bölge değiştirecek, planlı ve özgün teknolojilere dayalı, kamu girişimciliğini de kapsayacak karma ekonomili bir kalkınma politikasıyla halkın önüne çıkmak ve türban düğümü gibi “teferruat”ı öyle ciddi silkinişlerin sosyal sonuçlarıyla çözmek değil midir? mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Osmanlı ve Cumhuriyet Sordu: Bir toplum, bir ulus, bir halk geçmişinden kopuk yaşayabilir mi? Anlamadım... Atatürk Cumhuriyeti diyorsunuz, 600 yıllık Osmanlı’yı siliyorsunuz, olur mu?.. Olmaz... Yüzüme şaşkınlıkla baktı: Ben seni başka türlü düşünüyorsun diye bilirdim. Yanlışın var... Nedir yanlışım? Osmanlı tarihine Cumhuriyet’ten sonra sahip çıkılmaya başlandı; 1923’ten öncesinde bu yoldaki çabalar yok denecek kadar az. Belki de sıfıra sıfır elde var sıfır... Nasıl olur?.. Bir insanın kültürüne, geçmişine, tarihine, yeraltı ve yerüstü hazinelerine, kentlerine, doğasına, denizlerine, göllerine, eski sanatlarına, neyi var neyi yoksa tümüne sahip çıkabilmesi için bilinçlenmesi birinci koşuldur. Aydınlanma çağına ulaşamayan bir toplum, geçmişine çok uzaktır. Matbaa Osmanlı’ya 250 yıl gecikmeyle girdi. Yazı devriminin 1928’de gerçekleştiğini biliyorsun. O yıla kadar basılan kitap sayısı 25 bindir. Bu kitapların da çoğu fasa fiso, saçma sapan, eğlencelik, içeriksizdir. Osmanlı’da üniversite yoktu. Üniversitesiz toplum beyinsiz insan gibidir; ne tarihini bilir ne de geleceğini düşünebilir. Osmanlı’nın okullarda öğrencilere belleteceği doğru dürüst bir tarih kitabı da yoktu; geçmişine söylencelerle yönelirdi. Osmanlı tarihine ilişkin ciddi çalışmalar Cumhuriyet’ten sonradır. Doğaldır bu. İslam ortaçağı Anadolu’da yırtılmadan, akıl inançtan, bilim dinden bağımsızlaşmadan hiçbir toplum geçmişine gerçek anlamda sahip çıkamaz. Düşündü: Ama Cumhuriyet devrimi Osmanlı’ya karşı değil mi? Elbette karşı; ama nasıl bir karşıtlık bu? Atatürk Batı emperyalizmine karşıydı, Batı uygarlığına değil... Bu eytişimin mantığını Osmanlı’ya dönük yaklaşımda da görebilirsin. Yalnız Osmanlı mı? Anadolu’da boy atmış bütün uygarlıklara Cumhuriyet sahip çıkıyor. Çünkü bu bilimselliğin gereğidir. Hiçbir ülke hurafelerle geçmişini değerlendiremez. Osmanlı’nın edebiyatı, mimarlığı, minyatürü, şiiri, anıtları, evleri, nakışları, musikisi; siyasada, sanatta, kültürde, bilimde nesi var nesi yoksa, ancak gerçek üniversitelerini kurmuş ve evrensel değer yargılarına oturtmuş bir toplumda değerlendirilebilir. Fransa Cumhuriyeti’nde 14. Louis’ye nasıl bakılıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’nde Kanuni Sultan Süleyman’a eşdeğerde, eşölçütte, eşanlamda bakılır. Bu bakış siyasal değil, bilimseldir. Peki, biz tarihimizi sevip yüceltmeyecek miyiz? Leonardo “Sevgi bilgiden doğar” demiş. İçi kof sözlerle, hamasi nutuklarla tarihe yaklaşmak, kendi kendimizi aldatmak demektir. Cumhuriyet tarihine yaklaşırken de aynı ölçü kullanılır; uygarlık tarihinde “Anadolu Aydınlanması”nın anlamı araştırılır. Bugünkü politika kavgalarının körlüğünde tarihi ötesinden berisinden çekiştirmeye kalkışmak, bir çorba tabağının derinliğinde geçmişe iskandil salmaktan başka bir şey değildir. Tarihe bakarken kılavuzumuz ne olacak? Bilim!.. Araştırma, inceleme, önyargısız yaklaşım, bilimsel sentez çabası!.. Bu, bir uygarlık sorunudur. Cumhuriyet devrimi bize bu fırsatı sağlıyor; üniversitelerimiz üniversite oldukça, fakültelerimizde Osmanlı tarihinin bütün zenginliklerine erişebiliriz. Yoksa geçmişimizin cahili kalırız... Cumhuriyet devrimi bizi geçmişimizden koparmıyor; geçmişimize bağlıyor. (5 Kasım 1998 tarihli yazısı) F ransa’da bir süredir so kaklarda peçeli çarşaf (bur ka) yasağı getiren yasa ta sarısı nedeniyle süregelen tartışmalara Fransız Ana yasa Mahkemesi son noktayı koydu ve yasayı anayasaya uygun buldu. İktidar partisinin, Sarkozy’nin, birtakım politik hesaplarla böyle bir yasa tasarısı hazırladığı biliniyordu. Kadınların tam örtünmesine karşı süren tartışmada, Sosyalist Parti ta rafsız oy kullanılmasından yanaydı. 14 Eylül’de senatoda yapılan tartış ma sırasında sosyalist senatör Robert Badinter’in konuşması üzerine, onu izleyen 50 kadar sosyalist senatör sa yesinde tasarı yasalaştı. Robert Badinter, 1981 yılında François Mitterrand cumhurbaşkanı seçildiğinde adalet bakanı olmuştu. Yıllarını ölüm cezasına karşı müca deleye vermiş bir kişi olarak da ada let bakanı olduğunda gerçekleştirdi ği ilk reform ölüm cezasının kaldı rılması olmuştu. Badinter, senatodaki konuşmasın da özetle şunları demekteydi: “Sözün özüne gelelim; neden bu yasa tasarısını onaylayacağım? Budala değilim, bu konuda aci len yaşama geçirme ihtiyacının as lında hükümetin politik art niyet lerine uyduğunu biliyorum. Ama bunları bir kenara bırakıyorum. …önümüzdeki gerçek, insan hakları konusunda çatışan iki fark lı bakış açısıdır ve Soğuk Savaş’tan beri en sert ideolojik mücadeleyi yaşamaktayız. …Uluslararası mercilerin önün de sürekli karşımıza çıkan şudur: Bir taraftan bütün demokratik devletler insan haklarının evren selliği ilkesini savunurken öte yan da başka devletler insan haklarının Allah tarafından verilmiş bir he diye olduğunu, insanı bu dünyada daha mutlu kılabilseler de, bu hak ların şeriat ışığında okunması ge rektiğini öne sürerler. Bu yönde taraf tutan önemli sa yıda yazılı metni sıralamak müm kündür. Örneğin İslam Konfe ransı Örgütü Dışişleri Bakanları Konseyi’nin 35. toplantısında İran İslam Cumhuriyeti’nin önerisi ile onaylanan son yönerge bu doktri ni açıkça dile getirir. Özellikle biz laikler için temel bir mücadele bu dur. Ölüm cezası ya da aynı İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Ba kanları Konseyi’nin 2004’te aldığı kadınların taşlanmasına (=recmi ne) değgin yönerge gibi temel so runlar söz konusu olduğunda bu çatışma, bütün anlamını gözler önüne serer. Konseyin yanıtı şöyle idi: Bu konu sizi ilgilendirmez. Avrupa Birliği, kendi insan hakları bakı şı ile bize İslam hukukunun ne ol ması gerektiği konusunda ders veremez. Ancak öylesi ilkeler vardır ki on lardan ödün verilemez. Bugün tar tıştığımız kadın erkek eşitliği temel ilkesi böyle bir özelliğe sahiptir. Onu gerçekleştirmek ve toplum larımızda ilerletmek için çabamız süreklidir. Ne ki bu ilkeye bugün meydan okunuyor. Meydan oku yanlar bunu, emin olun, bilerek ya pıyor; direncimizi ölçmek için ya pıyor. Böylesi bir ilkeden ödün vere meyiz, bir sembol, gösteri ya da gi yiniş tarzı pazarlığına giremeyiz. Bu başörtüsü nerede ve kim tara fından kullanılıyor? Talibanlar kadınları burka giymeye zorlu yor. Talibanlar iktidara gelir gel mez burka zorunlu kılınıyor. Be raberinde genç kızlar okullardan alınıyor. İşte burka böylesi bir or tamda tam anlamını alıyor. So kakta tam örtülü dolaşmanın öte sinde, bu giysi ile taşınmak, dile ge tirilmek, gösterilmek istenen sem bole bakmak gerekir. Tekrar edi yorum işin özü ödün veremeyece ğimiz, yol kenarında bırakamaya cağımız bir ilkedir. Sadece hatır latmak istiyorum: düşünce özgür lüğü insan hakları bildirgesinde ya zılıdır. O zamanlar, gariptir şu eklenmişti: Dini bile olsa düşünce özgürdür. Dini görüş özgür mü? Evet! İbadet özgür mü? Evet. La iklik herkese bu özgürlüğü sağlıyor. Sayın senatörler, kamu alanında tam örtünmeyi yasakladığınızda kimsenin ibadet hakkını elinden al mıyorsunuz. Burası engizisyon mahkemesi değil. Tersine, camiler kurarak, sempatimizi, dostane duy gularımızı dile getirerek herkesin ibadet hakkını destekliyoruz. Tam örtünmeyi kamu alanında yasak layarak, ibadet etmek isteyenleri engellemiyorsunuz, sadece en kök tenci, en fanatik kesimlerin dünya Fransa’daPeçeYasağıveAnayasaMahkemesi Taylan COŞKUN Öylesi ilkeler vardır ki onlardan ödün verilemez. Bugün tartıştığımız kadın erkek eşitliği temel ilkesi böyle bir özelliğe sahiptir. Onu gerçekleştirmek ve toplumlarımızda ilerletmek için çabamız süreklidir. Ne ki bu ilkeye bugün meydan okunuyor. Meydan okuyanlar bunu, emin olun, bilerek yapıyor; direncimizi ölçmek için yapıyor. görüşlerini herkesin önüne sermelerini reddediyorsunuz. Zira bu görüşe göre kadın lar toplumdan silinip hayaletleştirilmelidir. Biz bunu kabul ede meyiz. Buna hayır. İş te tartıştığımız yasa tasarısını bu neden lerle onaylıyorum.” Peki senatör Badin ter’in kabul oyu vere ceğini açıkladığı yasa ne getiriyor? Birinci madde “Ka muya açık alanlarda hiç kimse yüzünü sak layacak bir giysi taşı yamaz” derken 2. mad de kamuya açık alan kavramını, kamu yolla rı ile kamusal hizmet lerin gerçekleştirildiği yerler olarak tanımla yarak yasanın uygula ma alanını göstermiştir. Yasa istisnaları da dü zenlemektedir: Buna göre yüzü örten bir giy si yasal bir düzenleme nin gereği ya da sağlık, mesleki zorunluluk, spor ve sanat gibi gele neksel bir gösteri ya da şenlik nedeniyle giyili yorsa yasanın yasak kapsamı dışındadır. Ya sak eylemi işleyen ka dın için para cezası, onu böyle örtünmeye zorlayan kişi için ise bir yıl hapis ve 30.000 Avro para cezası ön görülüyor. Fransız Anayasa Mahkemesi’nin kararı senatör Robert Badin ter’in, senatodaki gö rüşmelerde yaptığı o çok önemli ve etkileyi ci konuşmayı taçlandı ran bir karar olmuştur. Mahkeme, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bil dirgesini, Fransız ana yasasının “yasaların kadının hukuk karşı sında erkekle eşitliği ni garanti eder” kura lını ve AİHM kararla rını, evrensel hukuk il kelerini ve de kamu gü venlik ve düzeni ilkesi ni temel alarak bu ya saklamaların anayasaya uygun olduğuna karar vermiştir. Fransız Anayasa Mahkemesi’nin bu ka rarı ve senatör Badin ter’in konuşmasında söyledikleri sanıyorum türban konusunda ül kemizde yürütülen dip siz kuyu tartışmaların da ışık tutacak, ders çı karılacak yararlı ör nekler olacaktır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear