23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PERİHAN ERGUN Eksik bilgi yanlış ve yakışıksız üsluba neden oluyor. Sevgili Uğur Mumcu’nun özdeyiş niteliğini kazanan “Bilgi sahibi olmadan fikir yürütmenin” sonuçlarını üzülerek yaşıyoruz. Bu nedenle geçmişimizi, özellikle de yakın tarihimizi bilmek zorundayız. 2009’un son gününde “Bir zamanlar maziye bak” başlığı altında bu konuya değinen Sayın Prof. Dr. Coşkun Özdemir’in söyleminin son bölümünü, bütünüyle katıldığım için tekrar dikkatlerinize sunuyorum: “Yakın tarihimizi çok iyi okumanız, öğrenmeniz lazım çocuklar. Onu size okullarda anlatmıyorlar; Kurtuluş Savaşı nasıl verildi, hangi koşullarda cumhuriyet devrimleri nasıl gerçekleştirildi, öğrenmiyorsunuz. Onun için bugünü değerlendiremiyorsunuz. Çağdaş değerlerden, aydınlanmadan, bağımsızlık ülküsünden uzak düşmüş, koltuk ve iktidar düşkünü politikacılar bu güzelim ülkeye ve onun halkına çok pahaya mal oldular ve olmakta devam ediyorlar. Bugün çok sözü edilen askeri darbeler bu politikalardan bağımsız değildir. Bu kâbustan, bu karanlıktan çıkmamız lazım, sizin kuşaklara büyük görev düşüyor.” Sayın hocamızı Kasım 2009’da sürdürmekte olduğu çok hayırlı bir işle ilgili olumsuz bir işlemle sıkıntıya soktular. Şöyle ki; 1978’de Türkiye Kas Hastalıkları Derneği, Coşkun Hocamızın öncülüğünde, çağdaş ülkelerde bu özürlülerle ilgili çalışmalar örnek alınarak kuruluyor. Derneğin baş amacı hastaları ticaret amacıyla kullanan şarlatanların ağından uzak tutmak. Çünkü; genetik yapıdan gelen bu rahatsızlığın tedavisi tıbben olası değil. Ancak eğitimle bazı melekeler geliştirilebiliyor. Nöroloji uzmanı olan hocamız, sıklıkla Batı’daki çalışmaları inceleyerek dernekten yardım isteyenlere uygulayıp onların mutluluğunu yetenekli kadrosuyla sağlamaya çalışıyor. Bu çalışmaları değerlendiren o günlerin Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Prof. Dr. Nurettin Sözen, Yeşilköy’de Milli Emlak’ten derneğe bir arsa tahsis ediyor. Bir hayırsever de bugünkü dernek binasını yaparak bağışta bulunuyor. Bu seminer çalışmaları öyle ki Oxford’dan üç kişilik ekibin de katkılarıyla devam ederken, 10 Kasım 2009’da Belediye Emlak Daire Başkanlığı’ndan aktin iptaliyle binanın boşaltılması tebliği geliyor. Araştırıldığında 2006 yılında kira bedelinin ödenmemesi sebep gösteriliyor. Burada peşinen belirtmeliyim ki Sayın Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş’ın -insan ve iyilikseverlik yanını bildiğim için- bu işlemden haberdar olmadığını düşünüyorum. Zor durumda olan kas hastalarına böyle bir kötülüğün yapılabileceğini içime sindiremiyor ve hemen Sayın Topbaş’ın bu yanlışı düzelteceğine, hastaların mağduriyetine neden olmayacağına kuvvetle inanıyorum. Geçen haftaki yazımda yer darlığı nedeniyle kısaca değindiğim Fener Rum Patriği Bartholomeos’un ABD’de CBS TV’deki söyleşisinde, kendilerini Kudüs kadar kutsal saydıkları Türkiye’de bazen çarmıha gerilmiş gibi hissettiklerinin tepkisini Lozan’da azınlıklara (Rum, Musevi, Ermeni) verilen hakların dış ülkelerde Cumhuriyet hükümetini kötülememek koşuluyla oluştuğuna değinmiştim. Biz vatandaşlarımızı ötekileştirmeyiz. Onlarla hep sevgi bağları içindeyiz. Bunun en canlı örneği, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün açtığı İstiklal Marşımızı okuma yarışında Merkez Rum Liseli küçük Marina’nın marşı içtenlik ve duyarlılıkla seslendirmesi onu birinci yaptı. Türk çocuklarından daha coşkuluydu. Çünkü okulunda aldığı Türkçe-kültür eğitimi Türk okullarından farksızdı. Azınlık -yabancı ve özel okullar- 625 sayılı yasaya uyarak eğitim verirler. Çalışmalarında kanun kapsamında il milli eğitim müdürlüklerince tayin edilen Türkçe-kültür branşlı öğretmen ve müdür yardımcıları asli yöneticilere yardımcı olur. Özel öğretim kurumlarını kapsayan 625 sayılı yasa dışında bir de Batı Trakya’daki soydaşlarımızın Türkçe eğitim yaptıkları okullarla Türkiye’deki azınlık okullarını içeren “Mütekabiliyet anlaşması” vardır. Bu nedenle iki taraf da öğrenci eksikliğiyle (örneğin; Ruhban Okulu binasındaki Heybeliada Rum Lisesi’nin yıllardır öğrencisi bulunmadığı, dolayısıyla eğitim çalışması da yapılmamasına karşın okul kapatılamaz. Bu nedenle Ruhban Okulu da İlahiyat Fakültesi’ne bağlı olarak eğitimine devam edebilir. Vaktiyle Ruhban Okulu’nun hangi nedenlerle kapatıldığını Sayın Patrik ve danışmalarından Av. Kezban Hatemi (Beni de iyi tanır) de bilmektedirler. Bu arada Sayın Patrik’ten bir ricam var. Kendimden hiç farklı görmediğim Burgazadalı Rum- Ortodoks kardeşlerimizin ibadet kurumlarından en önemlisi sayılan, Sait Faik Müzesi’nin karşısında, ona “Papaz Efendi” öyküsünü yazdıran, Gönüllü Caddesi’nde tarihi Aya Yani Kilisesi’ne lütfen bir papazla ilahi okuyucusu görevlendirsinler. 1999 depreminde gördüğü hasardan sonra özenli onarımıyla denizde vapurlar seyrederken turistlerin dikkatini çeken görüntüsüyle fotoğrafı en çok çekilen bu ibadethaneyi de tarihi değerince Papaz Okulu kadar önemsesinler… 2010’un, başta Silivri’de suçları belirtilmeksizin, insan hakları çiğnenerek yıllara varan sürelerde tutuklu kalanlar olmak üzere, tüm dostlara barış, refah ve aydınlık günlerle mutluluklar getirmesini diliyorum. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Tarihi İyi Okumalıyız HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com 5 OCAK 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Kıllı Faruk Yıldız: “Her yeni doğan bebeğin 5 bin dolar olan borcunu yedi yılda 10 bin dolara çıkartan Recep, aradaki bu parayı hangi tüyü bitmeden kıllananlara yedirdi!” Tanım Necati Cebe: “AKP’li Hüseyin Çelik, ‘Totaliter yapılarda tartışma olmaz, birileri emir verir diğerleri de yapar’ derken kendi partisini ne de güzel tanımlamış!” Kasaplık Ahmet Önen: “Markette ilaçtan sonra sıra merdiven altında teşhise ve kasapta ameliyata gelecektir!” Kozmik oda arama seferberliği sürüyor! POLİS müdürlüğünden bildirilmiştir: Civan padişahımızın serbülenti Bülent Arınç’a suikast planlarının yapıldığı Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki “kozmik oda”da Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi yargıç Kadir Kayan, altıncı aramayı başarıyla tamamlamıştır. Yargıç Kadir Kayan’ın, Ankara Adliyesi cümle kapısından Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı nizamiyesine gelinceye kadar otomobilinin önünden ve arkasından giden bazı taşıtlar durdurularak aranmış ve aşağıda listesi verilen şüpheli şahıslar ellerindeki malzemelerle birlikte derhal gözaltına alınmıştır: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan bir keman, bir trombon, iki flüt sanatçısı. Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan iki odacı. Yavrukuş Anaokulu’ndan 4- 6 yaş grubu arası sekiz öğrenci ve öğrenci servisi sorumlusu. Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesi’nde görevli biri stajyer dört doktor. Bir sivil, bir askeri su tesisatçısı. İki sivil, bir askeri kapı kolu gıcırdatıcısı (gıcırdatıcı konusunda ayrı bir soruşturma başlatılmıştır). Ankara Hali’nden alınmış bir kamyonet sebze ve meyve ile birlikte Çukurambar Yeni Mevsim Manavı’nda çalışan iki eleman. Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan bir ajan, bir ajan yardımcısı, bir şoför. Camiden çıkan 200 kişilik cenaze konvoyu ve mevta. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” GAZETELERDE yazdığına göre işadamı Kahraman Sadıkoğlu, 49 yıllığına kiraladığı Savarona yatını yüksek maliyeti nedeniyle devretmek istiyormuş; TOBB Savarona’ya talipmiş. Mustafa Saraç, yeni “tezgâh”ı yorumluyor: “Savarona’nın Sadıkoğlu ya da TOBB tarafından sahiplenilmesi arasında pek fark olmadığı söylenebilir, doğrudur. Ancak, bu olayı vahim kılan, Savarona’nın devredilmesinden çok daha öte, -amiyane tabirle- ‘sokağa düşürülmesi’dir. Mustafa Kemal Atatürk’ün hatıratının özel şahıslara satılması yeterince sevimsizdir; bu hatıratı bir ‘maliyet unsuru’ sayan yeni sahiplerinin ondan bir an önce ‘kurtulmaya’ çabalaması ise daha da mide bulandırıcıdır. Savarona’nın yıllar önce özelleştirilmesi yeterince büyük rezaletti. Bu değerli varlığa panik içinde yeniden ‘müşteri araması’ ve potansiyel alıcıların bir ‘kusurlu mal’ saydıkları Savarona’dan (belki de, fiyatı düşürme amacıyla) uzak durmaya çalışmaları, daha da büyük rezalet olmaktadır. İçinde küçük çaplı bir Mustafa Kemal Müzesi de barındıran tarihi geminin ‘haraç- mezat masası’na konma ve devir bedeli (hava parası) karşılığında muhtelif varlıklı yurttaşlarımız arasında elden ele dolaştırılma görüntüsü, en büyük skandaldır. Cumhuriyet’in kurucusuna resmi Cumhurbaşkanlığı Yatı olarak tahsis edilmiş bir tarihsel değer, yana yakıla alıcı arayan bir ‘kelepir’ ikinci el araba düzeyinde itibar görüyor ise, Savarona (sokaktan da öte) ‘ayağa’ düşürülmüş demektir. Milyarlarca liralık malvarlığına hükmeden dev şirketler küçücük bir yatı devralma konusunda hassas rantabilite hesapları ile ‘naz’ yapıyor, ağırdan alıyor ise. Ve nihayet ısrarlı ricalar üzerine TOBB Yönetim Kurulu -kerhen ve lütfen- bu ‘maliyet’i üstlendiğini açıklıyor (ancak üyelerden biri ‘fiyatını ticari bir bakışla hesaplayıp bir araştırma raporu hazırlayacağız’ diyor) ise, bu alışveriş, Cumhuriyet rejimi açısından yüz kızartıcı bir resim olmaktadır. Aslında, tüm limanlarını yabancılara peşkeş çekerek devretmiş bir ülkede (zaten yanaşacak kamu iskelesi bulamayacağından) Savarona’nın satılması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır!” Savarona SESSİZ SEDASIZ (!) Makineler tıkır tıkır. İnsanlar hatır hutur! YağmurDeniz GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM ‘Bizans/İstanbul’ Sergisinden Yanıt ve Yorumum... İki hafta önceki “Paris’te Skandal: Atatürk’e Resmi Ayıp” yazıma, Görgün Taner, Dr. Nazan Öl- çer ve Prof. Dr. Edhem Eldem imzalı bir yazı geldi. Bana yanıt vermekte tereddüt etmişler de, Cumhu- riyet okuruna saygıdan yollamışlar ve yazımda “her düşünceye açık” yaklaşımı bulamamışlar!.. Bu kişisel sataşmalara girmeyeceğim: Anlaşılan değerli imza sa- hipleri, durumdan duydukları rahatsızlığı bana fatu- ra etmeye kalkmışlar! Yanıttan içerikle ilgili bölümler ise şunlar: “... bahse konu olan sergi, sadece ve sadece İs- tanbul’u; onun uzun geçmişini bir sergi mekânının be- lirli sınırlarına uygulayarak anlatmayı hedeflemiştir. Her biri pek çok ayrı proje konusu olabilecek evreler sadece kentin gelişme ve geçirdiği değişimler çerçevesinde ele alınmıştır. Bilinmektedir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve işgale uğraması, İstanbul’a ciddi bir dar- be olmuş, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Ankara’nın başkent olması da kenti aynı yönde etkilemiştir. Kur- tuluş Savaşı sonrası kurulan Cumhuriyet yönetimi, ulu- sal projenin simgesi olarak gördüğü Ankara’yı geliş- tirmek için var gücüyle çalışırken, pek çok kaynak ye- ni başkent ve ihmale uğramış Anadolu’nun imarına yö- nelmiştir. Bu ise; saltanat ve kozmopolitlikle pek çok açıdan özdeşleştirilen İstanbul’u elbette ikinci planda bırakmıştır. 1929 yılından itibaren bütün dünyayı, bu arada Türkiye’yi de sarsan büyük ekonomik kriz ve onu izleyen 2. Dünya savaşı dönemi de İstanbul’un kal- kınmasını geciktirmiştir. 1914’te 900.000 civarında bu- lunan şehrin nüfusunun, 1927’de 700.000’e gerilemiş olduğunu, eski seviyesine ancak 1950’lerde ulaştığı- nı bize resmi kayıtlar söylemektedir... 1950’lerden iti- baren ise, bu eğilimin tersine döndüğünü; kırsal alan- dan İstanbul’a giderek artan bir göç yaşandığını ve nü- fusun hızlı bir şekilde arttığını görmekteyiz. Bunun ne- ticesinde de kentin çevresinde gecekondulaşma art- mış, şehir kontrolsüz nüfus artışı ile sağlıksız ve plan- sız bir büyüme evresine girmiş, adeta bir üçüncü dün- ya metropolü olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır... 1990’lardan itibaren ise şehrin kendi gelirlerine hâ- kim olmaya başladığı, küreselleşmeden nemalanma- sıyla birlikte daha kontrollü bir büyüme ve konsolidasyon dönemine girdiği ve imar ve toplu konut planlamala- rına pek çok kaynak ayrıldığı görülmektedir..... Bunla- rın bir kentin kuruluşu, gelişmesi, tarihi, barındırdığı uy- garlıklar ve dönüşmesinin konu olduğu bir sunuş ya- zısında konu edilmesinde de ne utanılacak ne de eleş- tirilecek bir husus olmaması gerekir. Kabaca özetle- diğimiz bu kurgu yokmuş gibi davranmak, sözü edilen bir imparatorluktan ulus devlete, çok uluslu bir gele- nekten tek ulusluluk kültürüne geçişin elbette sancılı bir süreç olduğunu, bir kent üzerinde de etkili olaca- ğını görmemek, tarihi gerçekleri göz ardı etmektir. Öte taraftan, “Bizans’tan İstanbul’a” sergisinin katalo- ğunda konularının uzmanı olan pek çok değerli bilim insanının İstanbul kentini çeşitli açılardan ele alan ma- kaleleri yer almıştır. Her bölümün başında ise, imzaya gerek duyulmayan kısa bir giriş yazısı yer almaktadır. Biz bu eşsiz kenti tüm tarihi zenginliği, geçmişi, dünü ve bugünü ile bu sergiye dürüstçe taşımaya gayret eder- ken, görevimizi layıkıyla yapmanın huzurunu yaşıyoruz.” Gerçekten insan ne diyebilir ki bu yanıta? Bu kadar yaptıklarından gururlu iseler, içleri zaten rahat etsin; çünkü bu Parlamento yapısından, yazım üzerine Sn. Necla Arat’ın ve Sn. Çetin Soysal’ın verdiği genso- ru ile ilgili başları pek ağrımaz. Çünkü AKP’nin “Ata- türk dönemi bu sergide az ve yanlış yer almış, getiri- leri yok sayılmış, çarpıtılmış” diye bir kaygısı olamaz! Sergiyi hazırlayan ekip, “günümüzün siyasi rüzgârını” o kadar iliklerine kadar yemiş ki, yaptığı tarihi gafın far- kında bile değil. Sadece şu sorularla yetineyim: 20 yıl ya da hatta 10 yıl önce, böyle bir katalogda Ata’ya böy- le bir saygısızlık yapılabilir miydi? Atatürk bu sergiyi gör- se ve o cümleleri okusa, bu ekipten gurur duyar mıy- dı? Bana gönderilen yanıttan, o imzasız aşağılama ya- zısını kimin yazdığını öğrenemedik, böyle “bir” yazar var mı, yoksa bu yanıtı yollayanlar o yazıya da imza ata- bilirler mi? Madem Cumhuriyet dönemini bu kadar pas geçecektiniz, neden sergiyi Osmanlı sonunda bitir- mediniz? Cumhuriyet dönemi hakkında o imzasız ve seviyesiz yazının adından, neden imzalı içerikli başka yazılar gelmiyor? Cumhuriyet İstanbulu’nun sizi ilgi- lendiren tek yanı, 1927 demografisi mi? Ve söyledik- lerinize gerçekten inanıp ikna oldunuz mu? Türk hal- kının vicdanı, o dönemi o şekilde mi geçiştirirdi? Emin olun, ben en çok kendi ülkemin en değerli sa- nat insanlarını bile bu duruma düşüren “ağır hava”ya isyan ediyorum... bedri.baykam@gmail.com www.bedribaykam.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Lehçe. 2/ Sahip olma, kazanma... Bağõşlama. 3/ Ba- şörtüsü olarak kul- lanõlan bir tür ipek- li dokuma... İtal- ya’da bir yanardağ. 3/ Sivri taşlarõn top- rak zemine dikine çakõlarak üzerine be- ton dökülmesiyle yapõlan dolgu. 5/ Olağanõ aşan bü- yüklüğü olan... Kolaylõkla kandõrõlabilen. 6/ İçi küflü bir peynir cinsi... Bir soru sözü. 7/ Manganez ele- mentinin simgesi... Bir kimsenin kõz kardeşinin ya da kadõn akrabalarõndan birinin kocasõ. 8/ Kõsa çiz- me... Anadolu halklarõnõn en eski ana tanrõçasõ. 9/ Yolcu evi... Süs için yapõl- mõş giysi kõvrõmõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlõ kapõkulu ocaklarõna asker ve saraya hizmetli ye- tiştirilmek üzere Hõristiyan gençlerin toplanmasõ usulü. 2/ Kaz Dağõ’nõn antik dönemlerdeki adõ... Ana motifin yine- lenmesinden oluşan canlõ ve hareketli bestelere verilen ad. 3/ Sara hastalõğõna verilen bir başka ad... Köpek. 4/ Tõp di- linde “anüsle ilgili” anlamõnda kullanõlan terim... Adana’nõn bir ilçesi. 5/ Lityum elementinin simgesi... Ağõr kokulu bir gaz. 6/ Uzun ve yorucu çalõşma... Osmanlõlar döneminde Roma kentine verilen ad. 7/ İçine sulu şeyler konulan kap... Sõğõrlarda görülen bulaşõcõ bir hastalõk. 8/ Bir şeye yalnõz bir noktada değen, ama onu kesmeyen çizgi, eğri ya da yü- zey. 9/ Bir nota... Tiyatroya uygulanan masal. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 P L A T F O R M R A K I R E İ S O T N Ü Z A P S E M A N E T A E R O Z Y O N G D İ Z A V E N E Ü T O P Y A A T R L A L H İ T S E A N O M İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Çizerimiz yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından çizgilerine bir süre ara vermiştir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear