Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
25 OCAK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 15
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
‘Seni Seviyorum’
Diyememek!
Bu toplumun kimi kesimleri çocuklarının gençliğe
“doğal geçişine” veya gençlerinin kız erkek
ilişkilerine olanak tanımıyor.
O kadar ki, bir insanın sahip olabileceği en büyük
değerlerden birine, onların sevmesine ve
sevilmesine hoşgörülü yaklaşmak bir yana, tersine
“yok edici” bir tutum sergiliyor. Yaygın bir
toplumsal hastalık boyutuna ulaşan bu durumun
irdelenmesi ve çözümü için çaba gösterilmesi
gerekiyor.
Her gün yeni bir örneğine tanık olunan ve
gencecik insanların yaşamla tanışmadan yok
edilmelerine götüren süreçlerin son günlerdeki iki
örneğinin üzerinde durulmalıdır.
Can Dündar’ın Şemdin Sakık ile Diyarbakır
Cezaevi’nde yaptığı görüşme birçok yönüyle çok
önemli gerçeklerin görülmesine olanak sağlıyor.
Bu çok önemli ve kapsamlı görüşmenin bir
bölümü var ki, üzerine şiirler, romanlar yazılacak;
besteler yapılacak, giderek sosyoloji derslerinde
okutulacak, bilimsel araştırmalar yapılacak kadar
yaşam dersi verir niteliktedir.
Uzun görüşmenin bir noktasında Sakık şöyle
diyor:
“Bir kızı sevdim, örgütten ayrıldım.”
Bu tümce “ölümden yaşama dönüşü” çok doğru
özetliyor. PKK’nin iki numaralı adamı, üstelik
kendisi gibi örgüt militanı olan bir kızı sevdiği için
“hain” ilan ediliyor. Sakık ve kız arkadaşı ölümü
zaten göze almış; onların ölüme giderken bile
birbirlerine “seni seviyorum” demelerine izin
verilmiyor.
Bırakalım Sakık’ın yaşadığı, “yaşayamadığı”
çocukluğunu ve gençliğini; ailesinin içinde ve
dışarıda olup bitenlerin, koşullarının kendisini nasıl
dağa attığını bir tarafa, amacına ulaşmak için
acımasızca öldüren ve bu yolda ölümü göze alan
Sakık, “seviyorum” diyor ve ölümden uzaklaşıyor,
yaşama dönüyor! Üstelik, “yıllarca nasıl ölüneceğini
anlattığım militanlara nasıl yaşayacaklarının dersini”
vermeye başlıyor; “sonra da... kendimi sevmeye
başladım, saçımı taradım, sakalımı kestim,
elbiselerime dikkat ettim…” diyor.
Sakık, sevgisinin bedelini hapisle ödüyor;
sevdiğinin kendisini “hain” saymasına aldırmadan
seviyor (Milliyet, 20 Ocak).
Sakık’tan “çok daha şanssız” binler, on binler var.
Aynı günlerde Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinin
Somkaya köyünde, beşinci sınıf öğrencisi, 12
yaşındaki Meryem Sökmen, derste, bir arkadaşına
“Seni seviyorum” diye bir not yazıyor. Basında
çıkan habere göre bu notu sınıf öğretmeni görüyor,
alıyor ve çocuğun korucu olan babasına veriyor.
Sonrasını biliyor olmalısınız. Meryem evine gidiyor;
“töre korkusundan” babasının Kalaşnikof’ tüfeğini
alıyor, başına dayıyor; ve üç kurşunla kendini
vuruyor. Ablası Necla’nın da 1997’de “aynı
nedenle” kendini astığı babası tarafından
açıklanıyor (Cumhuriyet 18 Ocak).
O yaştaki çocuğun, kalemi eline alıp “seni
seviyorum” diye yazdığı parmaklarını, daha sonra
kendini öldürecek tetiği çekmeye götüren süreç,
sözcüklerle betimlenemeyecek derecede
ürkütücüdür!
Bu nasıl karanlık ve acımasız toplumsal yapıdır ki
bir tomurcuğu koparırcasına, 12 yaşındaki bir
çocuğu “Seni seviyorum” demekten canına kıyacak
kadar korkutuyor?
Ya notu çocuğun babasına ileten öğretmene -
eğer yapmışsa- ne demeli? “Tanrının mesleği” diye
kutsanan öğretmenlik neden ve nasıl bu derece
kötüleşti? Öğretmen yetiştiren kurumlar,
öğretmenlerin meslek örgütleri ve sendikaları
nerede? Daha da olumsuzu, böyle bir sonucu
istemesi düşünülemeyeceğine göre bir öğretmen
çalıştığı köyün özelliklerinden bu kadar habersiz
olabilir mi?
Kim ne derse desin, Meryem artık sevemeyecek,
sevilemeyecek, türkü söyleyemeyecek, müzik
dinleyemeyecek, oyun oynayamayacak, çocuk
doğuramayacak, doğayı kucaklayamayacak;
doktor ya da öğretmen olamayacak. Peki,
Meryem’in gerçek katili kendisi mi?
Önce bu tür haberler, “üçüncü sayfa” haberi diye
geçiştirilmeyecek kadar önemsenmelidir; medyanın
bu konulara çok daha fazla eğilmesi, eğitici ve
eleştirel bir yaklaşımla toplumun bu iğrenç yönünü
irdelemesi gerekir.
Sonra üniversiteler -artık her ilde bir üniversite
var- bu konuyu bilimsel araştırmalarının “ilk
sırasına” yerleştirmeliler.
Şurası bir gerçektir ki, binlerce, belki milyonlarca
gencin “severek ve sevilerek büyümesini”
engelleyen, giderek onları “ölüme sürükleyen” bir
toplumsal yapı var. Böyle bir engelin cenderesinde
ezilen kişi için büyüyünce ne “olacağı” ya da
“yapacağı” sorusu anlamını tamamıyla yitiriyor.
Katil olmasıyla roman yazması arasında fark
kalmıyor. Toplumun hiçbir kesimi, bu duruma
duyarsız olamaz; seyirci kalamaz; kalmamalıdır!
yakupkepenek06@hotmail.com
Geçen hafta salı günü, Barack Hüseyin
Obama, başkanlığa başlayışının birinci
yıldönümünü kutlarken partisi, 1972’den bu
yana kalesi olan Massachusetts’te, Demokrat
Parti’nin simge isimlerinden Edward
Kennedy’nin ölümüyle boşalan senato
koltuğunu, adı sanı duyulmamış bir
Cumhuriyetçi adaya kaptırıyordu.
Demokrat Parti saflarında deprem yaratan
bu sonuç, ABD’nin siyasi sisteminin en temel
özelliklerine, bundan sonra olabileceklere
ilişkin ipuçları da sunuyordu.
Merkezden yönetme tuzağı
ABD’deki iki siyasi partili sistemin en temel
özelliği şöyle: Seçimleri kim kazanırsa
kazansın, Başkan Eisenhower’in görevi
bırakırken yaptığı ünlü uyarısında işaret ettiği
“askeri sınai kompleks”in, (buna günümüzde
Wall Street bankalarını, Medya kartellerini -
kültür endüstrisini- eklemek gerekiyor)
oligarşik/plütokratik “iktidar blokunun”
“programını” uygulamak durumunda kalıyor.
ABD, başkanlık, temsilciler meclisi, senato,
eyalet valileri seçimlerindeki adayların seçim
kampanyalarına yapılan mali katkılara bakınca,
oligarşinin/plütokrasinin içinde olduğunu
kolaylıkla düşünebileceğimiz iş çevrelerinin
aynı anda her iki partinin adaylarına da çok
büyük paralar verdiklerini görüyoruz. Savunma,
enerji sektörü ağırlıklı olarak öncelikle
Cumhuriyetçileri desteklerken, tüketici sektörü,
kültür endüstrisi, daha çok demokratları
destekliyor. Wall Street bankerlerinin her iki
partiyi desteklemekle birlikte, bir politika
değişikliği gerektiğinde Cumhuriyetçileri
(Reagan, George W. Bush), statükoyu
korumak, havayı yumuşatmak gerektiğinde de
Demokratları (Kennedy, Clinton, Obama)
destekledikleri söylenebilir.
Genelde toplumsal muhalefetin yükseldiği
dönemlerde, iktidara gelen Demokratların,
halkın taleplerine cevap vererek yönetimde
“istikrarsızlık” yaratmasını engelleyecek özel bir
işleyişten de söz etmek olanaklı.
Statükonun korunması gereken bir
konjonktürde, toplumsal muhalefeti, bir
“değişim” arzusunu temsil ederek seçimleri
kazanan Demokrat Parti adayı, daha Oval
Ofis’e girmeden önce, gerçekçi olması,
herkesi temsil etmesi, merkeze kayması
gerektiğini söyleyen bir koroyla karşılaşıyor.
Kültür endüstrisi, yeni başkana, “Partizanlık
yapma”, “Bu sözleri verdin ama, şimdi
muhafazakârların çizgisine yakınlaşman,
onların politikalarını da kapsaman
gerekiyor” demeye başlıyor. Yeni başkana, iki
parti olmasına karşın, aslında “merkez” olarak
tanımlanan tek bir politikanın varlığı
anımsatılıyor.
“Askeri-sanayi-medya-finans” kompleksinin
mali desteğiyle seçilmiş
bir başkanın da fazla
seçeneği
olmadığından,
demokrat partinin
halkın oyunu almak için
vaat ettiği reformlar
rafa kalkmaya başlıyor.
Örneğin, “sağlık
reformu” vaadi, J.F
Kennedy dahil tüm
demokrat parti başkan
adayları tarafından
gündeme getiriliyor,
ama hiçbir zaman oligarşinin engellerini
aşamıyor. Obama’nın da aşamayacağı,
Massachusetts seçimlerinde, senatoda,
muhafazakâr muhalefeti etkisiz bırakacak
çoğunluğu kaybetmesiyle belli oldu.
Düş kırıklığı, kafa karışıklığı
Geçen yıl boyunca, Wall Street Journal,
Washington Post, The Economist gibi yayınlar,
sözde liberal radyo, TV programcıları Obama’yı
“merkeze” çağırırken, Cumhuriyetçi Parti,
benzer bir baskı altında kalmadan hem
Demokrat Parti’ye yüklenmeye hem de giderek
daha sağa kayarak saldırganlaşmaya devam
etti.
Obama’nın bir yılının bilançosuna bakacak
olursak bu tuzağa düştüğünü, gerçekçi olursak
oyunu kurallarına göre oynadığını söyleyebiliriz.
Bu dönem boyunca Obama, partizanlık
yapmamak, birleştirici olmak adına “ben
demokratım” demekten bile kaçındı. Devraldığı
enkazın sorumlularını teşhir ederek, örneğin
“Bush resesyonu”, “Bush fiyaskosu”, “Bush’un
savaşı” gibisinden nitelemelerle sorumluluktan
kurtulmanın (bu sistemi ve oligarşinin
programını, -neoliberalizm, imparatorluk gibi-
eleştirmek anlamına geleceğinden)
getirebileceği olanaklardan yararlanamadı.
Halbuki bu sırada Cumhuriyetçi muhalefet
çıkardığı şamatayla, hem bir önceki dönem
yarattığı yıkımın üzerini örtüyor, hem krizin,
işsizliğin, hem bankacılara verilen ve toplumda
büyük nefret uyandıran mali yardımın
sorumluluğunu Obama’ya yüklüyordu. Böylece
de Cumhuriyetçiler,
Demokrat Parti’yi
destekledikten sonra
şimdi düş kırıklığına
uğrayan kesimlerle,
özellikle emekçi
tabakalarla, onların
ruh hallerinin, dini
bağnazlık, ırkçılık,
milliyetçilik, devlet
(sosyalizm) korkusu
gibi en geri
bileşenlerine
seslenerek diyalog
kurma, etkileme olanağı elde ediyorlardı.
Obama’nın seçim kampanyası boyunca
gündeminin başına aldığı evrensel sağlık
reformu projesini de, ilaç ve sigorta şirketlerinin
istekleri doğrultusunda sulandırırken iyice
anlaşılmaz bir hale getirmesi, krizde zaten
büyük bir güvensizlik içine düşen insanların
kafasını daha da karıştırdı. Cumhuriyetçiler de,
bu reform geçerse, “kim ölecek kim kalacak,
devlet karar verecek” gibisinden yalanlarla bu
güvensizliği korkuya çevirdiler.
‘Massachusetts’ ve sonrası
Massachusetts seçimlerinde Demokratlar
hem belirgin bir program sunamadılar hem de
bir taraftan “burası zaten bizim” anlayışıyla,
diğer taraftan Obama’nın bir yılının yarattığı
düş kırıklığının etkisiyle seçimlere asılmadılar.
Bu kesimde seçimlere katılma oranı
ortalamanın altında kaldı. Buna karşılık,
Cumhuriyetçilerin adayı, daha önce pek
kimsenin bilmediği, eski püskü bir ciple, bu
benim emektar arabam, her yere bununla
giderim havasıyla dolaşan biriydi; “gelin sağlık
reformunu gömelim” gibi tek, kolay anlaşılır bir
gündemle kampanya yapıyordu.
Cumhuriyetçiler, Obama’yı desteklemiş olan
işçi kesimlerinden dahi büyük oy alarak seçimi
kazandılar.
Massachusetts seçim sonuçlarının, “Obama”
ve Demokratlar için bir “kalk borusu” olduğu
konusunda hemen tüm siyasi yorumcular
anlaşıyor. Ama “kalkınca” ne yapması gerektiği
konusunda farklı yorumlar var. Bunları, ilk anda
üç alt başlıkta toplayabiliriz. Birincisi,
Massachusetts sonuçlarına aldırmadan, kimi
uzlaşmalarla sağlık reformunu geçirmeye
çalışmak. İkincisi, yanlış yaptım, geri
çekiyorum, daha sonra yeniden bakarız diyerek
vakit kazanmak, küçük adımlarla ilerlemek.
Üçüncüsü, parti içine dönüp, seçmenin
kızgınlığını (oligarşinin güvensizliğini) gidermek
için reform yanlılarını tasfiye etmek. Bunlar,
New York Times’tan David Borroks,
Washington Post’tan Michael Gearson’un
vurguladıkları gibi tatsız seçenekler. İkisinin de
(!) ikinci ve üçüncü seçenekler üzerinde
duruyor olmaları anlamlı.
Ancak ABD siyasetinde iki gelenek daha var.
Birincisi, seçmenin bir başka konudaki
kızgınlığına sahip çıkarak gündemi
değiştirmek. İkincisi, iç politika tıkanmaya
başlayınca, dış politikaya, oligarşinin uzun
dönemli programını, üstelik toplumsal destek
de bularak uygulayabilme olasılığının daha
yüksek olduğu alana kaçmak. 4 Ocak’ta çıkan
yazımda, ikinci sürecin çoktan başladığını
düşündüren gelişmelere değinmiştim.
Massachusetts seçim sonuçlarından iki gün
sonra Obama’nın bankerlere savaş açtığını
açıklaması, birinci gelenekten de yararlanmaya
karar verdiğini, ancak borsaların iki günde
yaklaşık yüzde 4 değer kaybetmesi, mali
sermayenin de direnmeye niyetli olduğunu
gösteriyor.
Birinci seçenekte, ABD’nin “yumuşak güçle”
iş yapma kapasitesi iyice zayıfladığından,
gelişmeler diğer büyük güçlerin tutumlarına
endekslenmiş durumda. İkincisindeyse, başarı,
oligarşi içindeki dengelere, banka sermayesinin
gücünün mali krizle ne kadar kırıldığına, halkın
sermayeye olan tepkilerini çeken bir
“paratoner” görevine atanıp atanmayacağına
bağlı kalacak. Gerçekten de, ABD iç
siyasetinde çok ilginç bir döneme giriyoruz...
‘Obamania’ Bir Yılda Bitti
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com
Sahte faturaya yeni çözüm
Ankara (AA)- Maliye Bakanlõğõ, sahte fatura
düzenleyen ve kullananlarõ “Merkezi Takip
Sistemi”yle izlemeye alõyor. Bütün illerde de
sahte faturayla mücadele ekipleri kuruluyor. Yeni
sistemde merkezde sahte fatura kütüğü
oluşturulacak ve naylon fatura düzenleyen,
kullanan ya da bunlarla ilişkisi olanlar tek bir
tuşla ekrana düşecek. Mükelleflere dönük
sahtecilik kriterleri de belirlenecek. Bu kriterler,
vergi karnesi, kod sisteminin yerini alacak grup
sistemi ve KDV iadesi kriterlerini de içinde
barõndõracak.
Sana dengeli besleyecek
Ekonomi Servisi - Sana ve TOÇEV, Milli
Eğitim Bakanlõğõ Sağlõk İşleri Dairesi
Başkanlõğõ’nõn desteğiyle “İyi Beslenmek, İyi
Gelecek” isimli bir sosyal sorumluluk projesi
başlattõ. 5 milyonu aşkõn çocuğun yetersiz
beslendiği Türkiye’de dengeli beslenmenin
önemine dikkat çekmeyi amaçlayan Sana, proje
için 1 milyon TL’lik fon ayõrdõ. Proje kapsamõnda
ailelere, bir yõl boyunca her ay kahvaltõlõk ve
temel besin öğeleri içeren gõda paketleri
dağõtõlacak.
Ekonomi Servisi - Türkiye’de
bankacõlõk sektöründe bu yõl 400’ün
üzerinde şube açõlacağõ tahmin edi-
lirken bunun sektör içinde genel
müdürlük kadrolarõndaki büyüme-
nin etkisiyle 10 bin kişinin üzerin-
de yeni istihdam sağlayacağõ dü-
şünülüyor.
Türkiye Bankalar Birliği’nin Ara-
lõk 2009 raporuna göre, geçen yõlõn
son çeyreği itibarõyla mevduat ban-
kalarõ ile kalkõnma ve yatõrõm ban-
kalarõnõn toplam şube sayõsõ, son bir
yõlda 246 adet, Temmuz-Eylül
2009 dönemine göre ise 141 adet ar-
tarak 9 bin 36’ya ulaştõ.
Son çeyrekte mevduat bankala-
rõnda banka başõna ortalama şube
sayõsõ 281 olarak gerçekleşti. Bu ra-
kam, kamusal sermayeli mevduat
bankalarõnda 843, özel sermayeli
mevduat bankalarõnda 399, ya-
bancõ sermayeli bankalarda ise
122 oldu.
Mevduat bankalarõ ile kalkõnma
ve yatõrõm bankalarõnda çalõşan sa-
yõsõ, son bir yõlda 805 kişi, Tem-
muz-Eylül 2009 dönemine göre
1642 kişi artarak 172 bin 403’e yük-
seldi.
Şekerbank Bireysel Bankacõlõk
Genel Müdür Yardõmcõsõ Abdur-
rahman Özciğer, konuya ilişkin
değerlendirmesinde, 2010 yõlõ içe-
risinde sektörde 400’ün üzerinde şu-
be açõlacağõnõ tahmin ettiklerini, bu-
nun da sektörde genel müdürlük
kadrolarõndaki büyüme etkisiyle
10 bin kişinin üzerinde yeni istih-
dam sağlanmasõ anlamõna gelece-
ğini söyledi.
Türkiye’de bankalar bu yõl
400’ün üzerinde şube açmayõ
planlõyor. Yeni şubelerle
birlekte yaklaşõk 10 bin
kişinin istihdam edilmesi
planlanõyor.
Şube sayıları
artacak
Bu yõl İş Bankasõ, yeni şube açõ-
lõşõ konusunda sektörde 2008’den
daha düşük seviyede olmakla bir-
likte 2009’un üzerinde bir perfor-
mans gösterileceği beklentisi ta-
şõrken 2010’da banka 60-70 şube
açmayõ planlõyor. Başta İstanbul ol-
mak üzere büyük şehirlerdeki var-
lõğõnõ güçlendirmek isteyen Halk-
bank, bu yõl en az 45-50 civarõnda
şube açmayõ düşünüyor. Türki-
ye’nin 70 ilinde 184 ilçede 256 şu-
beyle hizmet veren ve geçen yõl 6
yeni şube açan Şekerbank’õn ise
önümüzdeki 3 yõl içinde 300 şubeye
ulaşma hedefi var. Yapõ Kredi, bu
yõl 60 şube açmayõ ve 1000 kişiyi
işe almayõ planlõyor. Garanti Ban-
kasõ 2010’da 80 yeni şube açacak.
Finansbank’õn planlarõnda ise bu yõl
1500 çalõşanõ kendi bünyelerine da-
hil etme varken, Denizbank 25 şu-
be daha açmayõ öngörüyor.
İki yılda 50’yi aşkın
ülkealtkümeyeindi
Ekonomi Servisi - İstanbul Serbest
Muhasebeci Mali Müşavirler Odasõ’nõn
(İSMMMO), kredi derecelendirme
kuruluşlarõnõn son 5 yõllõk verilerinden
derlediği “Ülkelerin Kriz Karnesi” başlõklõ
değerlendirmesine göre, son 5 yõlda 13, son
2 yõlda 50’den fazla ülke, yatõrõmcõ açõsõndan
bir “alt küme”ye indi. Buna göre, 2004’te
yatõrõm yapõlabilir ülkeler arasõnda gösterilen
İrlanda, İtalya, San Marino, İzlanda,
Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya ve
Yunanistan gibi ülkelerin son kredi notlarõ
“yatırım riski büyük” düzeyine geriledi.
Japonya, İngiltere ve Rusya, uyarõlar
almasõna rağmen sahip olduklarõ AAA
notunu korumayõ başarõrken, 15 gelişmiş, 22
gelişmekte olan ülkenin notu 2004’te ne ise,
2009’da da aynõ kaldõ. Son 5 yõlda notunu en
çok arttõran ülke Slovakya olurken, bu ülkeyi
Polonya ve Malezya izledi.
Değerlendirmeye göre, son 5 yõlda
Türkiye’nin performansõnda ivme yukarõ
doğru iken, gelişmekte olan birçok ülkeye
göre Türkiye’nin kredi notu istenen seviyeye
çõkmadõ. Türkiye’nin yatõrõm yapõlabilir
seviyeye gelmesi için Fitch’ten tek not,
S&P’den de 3 not artõşõna ihtiyacõ var. Kredi
kuruluşlarõ Türkiye’ye verdikleri notun daha
yukarõya çõkmamasõnõn sebebini siyasi
istikrarsõzlõğa bağlõyor.
İSMMMO’DAN KRİZ KARNESİ
Valiliğin hedefi işçi çadırı
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) -
TEKEL işçilerinin başlattõğõ eylem, An-
kara’daki soğuk havaya karşõn bugün 42.
gününe girdi. Sivil toplum örgütleri ve
Ankaralõ yurttaşlarõn işçilere desteği her
geçen gün artõyor. Ankara Valiliği, “gö-
rüntü kirliliği” yarattõğõ nedeniyle işçi-
lerin kurduklarõ çadõrlarõn kaldõrõlmasõnõ
istiyor.
Türk-İş Genel Merkezi önünde branda-
lardan kendilerine çadõr yapan işçiler,
kurduklarõ sobalar ve yaktõklarõ ateşle
õsõnmaya çalõşõyor. İşçileri eylemlerinde
yalnõz bõrakmayan sivil toplum kuruluş-
larõ temsilcileri dün de gün boyu TEKEL
işçilerini ziyaret etti. Bazõ sivil toplum
örgütleri işçilere battaniye ve yiyecek da-
ğõttõ. Sabah saatlerinde işçilerin bulundu-
ğu çadõrlarõ gezen Tek Gõda-İş Sendikasõ
Genel Başkanõ Mustafa Türkel, Ankara
Valiliği tarafõndan Türk-İş ve Tek Gõda-
İş Sendikasõ’na, kurulan çadõrlarõn kaldõ-
rõlmasõ yönünde tebligat yapõldõğõnõ kay-
dederek, “Valilik, çevre, gürültü kirlili-
ği gibi nedenlerle buradaki çadırların
kaldırılmasını istedi. İşçilerimiz bura-
da anayasal haklarını kullanıyor. Bu iş
çözülene kadar buradayız. Onlar kal-
dırsın, biz daha iyisini yaparız. Valilik
‘çadõrlar kötü’ diyorsa, gelsinler daha
iyisini yapsınlar” diye konuştu.
Öte yandan Adana’da Ezilenlerin Sos-
yalist Partisi-Girişimi’nin TEKEL’e des-
tek açõklamasõnda, “Ekonomik krizin
yıkıcı etkisi sürerken, geleceği için mü-
cadele eden, başta TEKEL ve İstanbul
İtfaiyesi işçilerine halk desteğinin bü-
yük olduğunu bir kez daha duyuruyo-
ruz” denildi.
Pir Sultan Abdal Kültür
Derneği (PSAKD) İstanbul
Şubeleri, Ankara Valiliği’nin
42 gündür direnişte olan
TEKEL işçilerinin “çevreyi ve
esnafı rahatsız etmesini gerekçe
göstererek eylem yaptıkları
bölgeyi boşaltmak istemesi
kararını” protesto ederek,
“Herkesi TEKEL işçileriyle
dayanışmaya ve ortak
mücadeleye davet ediyoruz.
TEKEL işçilerinin yanındayız”
dediler. (Fotoğaraf: SİBEL
BAHÇETEPE)
Finansbank İnsan Kaynak-
larõndan Sorumlu Genel Mü-
dür Yardõmcõsõ Murat Bay-
burtluoğlu da bankanõn
2009’un 10 bin 108 çalõşan ve
461 şube ile kapattõğõnõ belir-
terek “Banka olarak ilke-
miz, öncelikle kendi çalışa-
nımıza yatırım yapmak. Bu-
nun yanı sıra genç ve kalite-
li işgücünün kurumumuza
ve sektöre kazandırılması
da oldukça önem taşıyor”
dedi.
Denizbank Yönetim Hiz-
metleri Grubu Genel Müdür
Yardõmcõsõ Tanju Kaya ise
bankacõlõk sektörünün gene-
linde bu yõl çok agresif
olmamakla birlikte
çalõşan sayõsõ ve şu-
beleşme anlamõnda
büyüme bekledikleri-
ni ifade etti. Kaya, bu
yõl 25 yeni şube daha aç-
mayõ planladõklarõnõ, bun-
larõn 12 adedinin tarõm
bankacõlõğõ ağõrlõklõ
çalõşan şube, diğer 13
adedinse öncelikle şu-
belerin bulunmadõğõ 7
ilde olmak üzere şehir
şubeleri olacağõnõ ak-
tardõ.
GENÇLER ÖNEM KAZANIYOR
İş Bankasõ 1000 kişi, Halkbank 1250 kişi, Yapõ Kredi 1000 ve Finansbank 1500 kişiyi işe almayõ planlõyor
Bankalardan 10 bin kişiye iş