26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Anı Yazmak mı? Nasıl olur kalmasın bir iz avucumuzda Nasıl yok olur her şey büsbütün silinerek. Demek vefasız zaman o demleri bir daha Geri getirmeyecek? Lamartine’in “Göl” şiirini okudum bir kez daha... Arayıp bularak okudum. Okumak istedim!.. Za- manın elinde bir oyuncak olmanın bilincini duy- duğumuz anlar olur, öyle bir andı işte!.. Anı yazmak moda mı oldu? Bakıyorum anı kitap- ları birbiri ardına çıkıyor. Yazarlar, sanatçılar, poli- tikacılar, hatta televoleciler!.. Geçen gün gazetede okudum, ünlü bir oyuncumuz, “Anılarımı yazıyorum, öyle gizli kapaklı değil, her şeyi açık açık, adıyla sanıyla belirterek... Kitap çıkar çıkmaz altı ay yurt- dışına kaçacağım...” demiş. Anı niye yazılır? Özel yaşamının öyküsünü kimler yazar, yazmalıdır? Toplum yaşamında, belirli alan- larda çaba harcamış, nice olaylara tanık olmuş, nice insanları yakından tanımış olanlar... Gelecek kuşaklara örnek alacakları bir şeyler bırakmak isteyenler... Victor Hugo’nun “Gördüklerim”, Halit Ziya’nın “Kırk Yıl”ı ilk aklıma gelenler. Bizde Muhsin Er- tuğrul’un, Mücap Ofluoğlu’nun, Vasfi Rıza’nın, Alev Sururi’nin tiyatro yaşamı anıları vb... Anı yazmak hem çok kolaydır, hem de çok zor- dur. Önce yazarın bir sorumluluk taşıması gerekir. Hem kendine, sonra da okurlarına, daha doğrusu gelecek kuşaklara karşı... Pek çok şey görmüş, pek çok insan tanımış, pek çok olayın tanığı olmuş- sunuzdur. Bunları bir dış gözlemci gibi anlatmasını bilenler sayılıdır. Kimi, kendisinin ne önemli, ne vazgeçilmez bir varlık olduğunu kanıtlamaya çalışır. Zaman zaman bana da “anılarını yazsana,” diyenler olmuştur. Hiçbir zaman toplumun belleğine kazandırılacak anılarım olduğunu düşünmedim. Bir yazar, bir gazeteci olarak belir- li olayları, kişileri çeşitli yazılarımda anlatmakla yetindim. O da, kişiliklere, özel yaşantılara girme- den! Hepimizin bir yaşantısı var. Kaç yıl yaşamış olsak da gördüklerimiz, bildiklerimiz var. Ama başkalarını ilgilendirir mi, başkalarına sunmaya değer mi diye düşünmek gerekir. Son zamanlarda anılarını yazanlar çoğaldı. Çoğunu okudum, okuyorum. Doğrusu ya bir şey kazandığımı söyleyemem! Kalkıyorlar kendilerini, ailelerini, yakınlarını anlatıyorlar. Oysa kimsenin bilmediği, tanımadığı yaşamların öykülenmesi okurlara ne kazandırır! Böyle anılar, roman niteliğiyle yazılsa belki bir değer taşır. O da güzel bir anlatımla yazılmışsa... “Gerçekten de her bireyin yaşamöyküsü ilginç bir serüvendir.” Ama etkileyici biçimde kâğıda dökülebilmişse... “Ben anılarımı yayımlayacağım, ünlü kişilerin gerçek yüzlerini bir bir açıklayacağım” diyenlerin or- taya koyacakları, bir çeşit televoledir! Yani dediko- du kitabı!.. Ali neymiş, ne yapmış, Veli kimi sevmiş, Ayşe kimle kaçmış, Fatma kimle kapanmış!.. Cin- sellik de işin içine girdi mi okuyucusu çok oluyor! “Benim anılarım yayımlanınca soluğu yurtdışında alacağım” diyen kişi gibi düşünenlerin yazdıkları bir sabun köpüğü gibi kısa sürede uçar gider... Anılarımızı, güncelerimizi kendimiz için yaz- malıyız. Gün gün, yıl yıl!.. Fransız şair Lamartine; sormuştu: Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin Hep başka sahillere doğru sürüklenen biz Zaman adlı denizde bir gün bir lahza için Demirleyemez miyiz? Bu soruya yine kendisi yanıt vermişti: İnsan için liman yok, sahil yok zaman için O geçer, biz göçeriz. PENCERE Uygarlar ile Barbarların Kısa Tarihi... Geçenlerde bir emekli elçimiz Cumhuriyet’e gel- di; hoşbeş, söyleşi, ülke sorunları derken iş Kıb- rıs’a dayanınca dedi ki: - Korkarım, Ada’da yine kan dökülecek bir or- tam oluşmasın!.. Düşündüm: Ada’da ilerde neler olur bilemem; ama, Kıbrıs yüzünden bizim medyada neredeyse kan dökü- lecek!.. Kavga müthiş!.. İki cepheye ayrılmışız; veryansın ediyoruz birbirimize... Kıbrıs davası mı?.. Boşversene sen!.. Avrupa kapılarını açtı mı, hiç kimseyi tutamaz- sın, öteden beri barbarlar, ne pahasına olursa ol- sun, kapağı uygarlar coğrafyasına atmak için ölü- mü bile göze almaktan çekinmezler... Türkiye’nin yüzde kaçı AB’ye girmek için can atı- yor... Ben diyeyim yüzde 70, siz deyin yüzde 90, belki de yüzde 100!.. Kırk yıllık şeriatçı bile kuy- ruğa girmiş, beklemiyor mu?.. Avrupa mı?.. Ohooo... Onlar uygar.. Biz barbar!.. Öteden beri yerküre bu iki sözcük üzerine ku- rulu düzenlerde yaşadı. Eski Yunanlılar kendilerinden olmayanları aşa- ğılamak için dudak bükerlerdi: - Barbar!.. Roma İmparatorluğu, sınırları dışında kalan tüm toplumlara “barbar” adını taktı. Ancak yer- kürede yaşayan bu iki dünya ilişki kurmadan da hayat süremezdi. Uygar, sırasında barbarı köle di- ye kullandı, sırasında asker... İnanılır gibi değil, ama, bir ara Hıristiyanlık barbarlara da kucağını açmaya çalıştı... İslam çıkınca, bu kez barbar “Hıristiyan Avru- pa”nın dışındakiler oldu. Peki, günümüzde ne var ne yok?.. Uygar kim?.. Barbar kim?.. Sorulur mu canım, “Avrupa Birliği” uygarlık üze- rine kuruluyor... Gezegenimizde her şey orda, bir küçük kıtada, avuç içi kadar bir yerde, bir vakitlerin Grek’i, Ro- ma’sı, kendi dışındaki dünyanın yargıcı olmuş, ah- kâm kesiyor!.. Avrupa kapılarını bir açsa, bütün dünya insanları doğdukları toprakları bırakıp uy- gar -ve de zengin- dünyaya sığışmak için birbir- lerini yiyecekler... Ama yağma yok!.. Uygarlar yerkürede avuç içi kadar yere sığışıp, barbarları sömürecek ki uygarlık olsun... Uygar sömürmese, bu kadar zenginleşemezdi; barbarlık uygarlığın sömürgelerini oluşturuyor; bar- barlar hem birbirlerini yiyorlar, hem de uygarların çiftliği olmayı yeğliyorlar... Barbar bir ara komünizmle kurtulmak istedi; ama, olmadı, tutmadı, güç yetmedi... ABD ile AB, barbarların tepesinde ve ensesin- de daha çok boza pişirecek!.. Kıbrıs’taki Türkler elbette AB’ye girmek isterler, hem de çuvallamasına... Sanki biz istemiyor muyuz?.. İnsanın insan olması için daha çok uzun yol var; barbarlar akıllanıp uygarları adam edinceye kadar bu yolda yürünecek... (22 Ocak 2003 tarihli yazısı) C em Karaca’nõn 70’lerin sonla- rõnda hitletmiş “Tamirci Çıra- ğı” şarkõsõ bugün de pek çoğu- muzun dudaklarõndan düşmü- yor... Sadece romanlarda yaşa- nabilen sõnõflar arasõ aşkõn gerçek hayattaki so- mut karşõlõğõnõ anlatõr bu şarkõ özet olarak... Varlõklõ kadõn, kendisini seven tamirci çõrağõna bakarak “Kim bu serseri?” der... Ve şarkõ, çõ- rağõn ağzõndan söylenen, dillerimizden düşü- remediğimiz şu son kõtayla tamamlanõr: “Ustam geldi sırtıma vurdu, unut dedi ro- manları... İşçisin sen, işçi kal, giy dedi tu- lumları..” İzmir Karşõyaka ilçesinin (ve belediyenin) bölünmesi üzerine işten çõkarõlan “276 Kent AŞ işçisinin 145 gündür yaşadığı dram” bun- dan hiç de farklõ değil... Tek fark, giymek is- temelerine karşõn, tulumlarõnõn üzerlerinden çõ- karõlmasõdõr!.. Pasaport İskelesi’nden Gündoğdu Meyda- nõ’na kadar, arnavutkaldõrõmõnda kaç tane taş vardõr?.. Eşrefpaşa Hastanesi’nin koridorlarõ kaç adõmdõr?.. Karşõyaka Çarşõ’da kaç tane so- kak lambasõ vardõr?.. Buca Mezarlõğõ kaç dönümdür? Belediye işçileri Bu sorularõn cevaplarõnõ kim verebilir? Hiç kuşkusuz belediye işçileri... Çünkü bütün bunlarõ tek tek ören onlardõr.. İzmir’i İzmir yapan iki şey vardõr... İlki, yo- sun kokan denizi ve denizden esen rüzgârõdõr. İkincisi ise, eski deyimle İzmir proletar- yasõdõr. Tütün tacirleri, gümrükçüler, ulus- lararasõ deniz taşõmacõlõk firmalarõ değil... İzmir’i İzmir yapan İzmirli işçilerdir. Onlar sokaklarõ süpürürler. Hastanelerin tuvaletlerini temizlerler. Belediye kreşinden mezarlõğa kadar her yerde onlarõn parmak izlerine rast- layabilirsiniz.. İşte bu işçilerden 276’sõ sor- gusuz sualsiz ve tam bir vefasõzlõk örneği ser- gilenerek işlerinden çõkarõlmõşlardõr.. Rakamlarõn dili soğuktur... Hayatõn yeşilli- ği, rakamlarõn gri rengiyle anlatõlamaz... Her bir Kent AŞ işçisinin dakika dakika, saat sa- at yaşadõğõ sõkõntõlarõ, biriken borçlarõnõ, okul- larõn açõldõğõ bir dönemde çocuklarõnõn ihti- yaçlarõnõ karşõlayamayõşlarõnõn verdiği ezik- liği, bõrakõn üç öğün yemeği, bir öğünü dahi çõkaramamanõn burukluğunu, bir sağlõk ku- ruluşuna gidemeyip hastalõğõ evde atlatmayõ, işsizliğin en korkunç duygusal çöküntülerini “276 çarpı 145 eşittir 40 bin 20 eziyet” di- ye geçiştiremeyiz.. Bunlarõ hiç düşündünüz mü?.. Çok değil, sa- dece 10 dakikanõzõ bir işçiye odaklayarak dü- şündünüz mü hiç ne yaşadõğõnõ, ne yaşayabi- leceğini?.. “Tok, açın halinden anlamaz” der atasö- zümüz.. Fakat biz yine de şansõmõzõ deneye- rek anlatmaya çalõşacağõz... “Tamirci Çırağı”nda bahsedilen “roman”, Kent AŞ işçisi için CHP’nin 2009 “yerel se- çim pusulası”ndan başka bir şey değildir özet olarak... Sendikasızlaştırma CHP 2009 “Yerel Seçim Pusulası”nõn “Yerel Yönetim Anlayışı ve Temel İlkele- ri” bölümü sayfa 13’te, sosyal demokrat be- lediyecilik anlayõşõnõ aktaran şöyle bir ara baş- lõk var: “Emeğe, örgütlenmeye, sendikal hak- lara saygılı belediyecilik: Sosyal demokra- sinin en temel değerleri olan ‘emeğe, alõn te- rine, çalõşma ve örgütlenme hakkõna saygõ il- keleri çerçevesinde personeli sendikasõzlaş- tõrmaya, düşük ücretle çalõştõrmaya ve özlük haklarõnõ ortadan kaldõrmaya dönük uygula- malara son verilmesi’ çalışanların sendikal örgütlenme hakkına saygılı yerel yönetim anlayışının yaygınlaştırılmasıdır.” Karşõyaka Belediyesi’ni kazanan ve hemen ardõndan 276 işçiyi “sorumluluk alanlarım daraldı, gelirim düştü” diyerek kapõya bõ- rakan fakat bir başka taşeronla anlaşõp 330 ye- ni işçiyi işe alan CHP’li Belediye Başkanõ’nõn bu ilkelerden “bağımsız olduğu” varsayõla- bilir mi?.. Oysa Karşõyaka Belediyesi’nin hemen ya- nõ başõndaki CHP’li Konak Belediyesi de iki- ye bölünerek Karabağlar Belediyesi kurulmuş ve seçim sonucunda her iki CHP’li belediye, Konak Belediyesi’nin şirketlerini de kapsa- yacak bir biçimde personeli kendi ihtiyaçlarõ çerçevesinde paylaştõrmõşlardõr. Bu da bir örnektir. CHP Yerel Seçim Pusulasõ’nõn yine 13. sayfasõnda “Yerel yönetimlerin ‘önce in- san’ anlayışıyla, keyfilikten uzak, kararlı ve dürüst yönetim ilkeleri”nden bahsedilmek- tedir. Anlaşõlan, Karşõyaka Belediye Başkanõ için “önce insan” sloganõ, “önce bazı in- sanlar” şeklinde algõlanmaktadõr. Ve hiç kuşku yok ki, CHP’nin bu ilkesel ve temel değerleri karşõsõnda Karşõyaka Beledi- yesi’nin uygulamalarõ sosyal demokrasinin te- mel değerlerinden köklü bir biçimde sapma- yõ ifade etmektedir. İnsanõ, insanca yaşamõ hedefine koyan, emeği temel değer sayan bir anlayõşõn 180 de- recelik bu dönüşü nasõl izah edilebilir?. Hatırlayalım... AKP hükümeti, yerel yönetim seçimleri ön- cesinde, seçimlerde siyasi avantaj yaratmak, muhalefet partilerini güçsüzleştirmek amacõyla belediyeleri böldü, kapattõ veya birleştirdi. Çõ- karõlan yasa sonucunda belediyelerde toplu iş sözleşmesi düzeni sarsõldõğõ gibi, özellikle be- lediye şirketlerinde çalõşan işçilerin geleceği- ne ilişkin belirsizlikler de yaratõldõ. Bölünme nedeniyle sorumluluk alanlarõ daralan ve ge- lirleri düşürülen belediyelerde ve bağlõ şir- ketlerde çalõşan işçiler işlerini kaybettiler ya da düşük ücretlerle çalõşmaya zorlandõlar. 20 yõldõr Karşõyaka halkõna hizmet veren be- lediye işçileri, işte bu bölünmeden ötürü (Karşõyaka ve Bayraklõ) ve 29 Mart seçimle- rinden önce her iki belediye başkanõnõn işçi- leri mağdur etmeyeceklerine dair söz verme- lerine rağmen kendi aralarõnda yaşanan hu- sumetten dolayõ 276 emekçi 145 gündür tam bir dram yaşamaktadõr. Bu süreçte Konfederasyonumuz ve Genel- İş Sendikamõz, başta Sayõn Genel Başkan ve Sayõn Genel Sekreter olmak üzere CHP Ge- nel Merkezi, CHP İzmir İl Başkanlõğõ, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanõ ile görüşerek so- runu anlatmaya ve çözmeye çalõştõk. Diyalog yolunu sürekli açõk tuttuk ve soruna diyalog ile çözüm aradõk. Sadece sorunun doğrudan muhatabõ olan Karşõyaka Belediyesi’nin sayõn başkanõ ile görüşemedik; sorun üzerine diya- log kuramadõk. Görüşme taleplerimiz kendi- si tarafõndan sürekli geri çevrildi. Kõsacasõ, “İşsizliği, yoksulluğu, yolsuzlu- ğu yeneceğiz!” sloganõyla işbaşõna gelen yö- neticiler, seçim zamanõnda oylarõnõ aldõklarõ işçileri “işsizler ordusuna” katmõş, çözüm ko- nusunda da bir adõm bile atamamõşlardõr. Çözüm yine biliyoruz ki işçi sõnõfõnõn mü- cadeleci geleneğinde yatmaktadõr. Bu bilince sahip, Karşõyaka Belediyesi ta- rafõndan 1 Mayõs’ta işten çõkarõlan Kent AŞ iş- çileri Ankara yürüyüşünü başlattõlar. Yaşadõklarõ yoksulluk ve açlõğa karşõn, “iş- ten atılan Kent AŞ işçileri sadece işlerine dönmek için yürümeyeceklerdi”... İşte bu nedenle AKP hükümetinin yarattõ- ğõ ekonomik kriz ve işçilerin çalõşma ve ya- şam koşullarõnõ olumsuz etkileyen yasal dü- zenleme ve uygulamalara karşõ da yürüyerek Türkiye işçi sõnõfõnõn, belediye işçilerinin ve belediye hizmetlerinde taşeron şirketlerde çalõşan tüm işçilerin sesi olarak 650 km’lik bir uzun yürüyüşe çõkma kararõ aldõlar. ‘İşçisin Sen, İşsiz Kal!’ Süleyman ÇELEBİ DİSK Genel Başkanõ “İşsizliği, yoksulluğu, yolsuzluğu yeneceğiz!” sloganõyla işbaşõna gelen yöneticiler, seçim zamanõnda oylarõnõ aldõklarõ işçileri “işsizler ordusuna” katmõş, çözüm konusunda da bir adõm bile atamamõşlardõr. Çözüm yine biliyoruz ki işçi sõnõfõnõn mücadeleci geleneğinde yatmaktadõr. SAYFA CUMHURİYET 24 EYLÜL 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Aden Körfezi’nde Korsanlõk A slõnda son iki yõl- dõr uluslararasõ de- nizciliğin günde- mine yeniden önemle yer- leşen konu yani korsanlõk, bütün Doğu Afrika kõyõlarõ açõklarõnda değişik koor- dinatlarda yer alõyor. Geç- mişi antik çağlara kadar geri giden ve bugün ulus- lararasõ sularda süregelen bu eylemi IMB (Interna- tional Maritime Bure- au) “Bir gemiye, hırsız- lık ya da güç kullanarak suç işlemek amacı ile zorla girmek” şeklinde tanõmlõyor. Bilindiği gibi özellikle Güney Anadolu kõyõlarõmõzdaki zengin ve bakõmlõ kentler (Iasos, Myndos, Knidos, Side, Phaselis, Olympos gibi) ancak Roma’nõn İmpara- tor Augustus döneminde çõkarõlan özel kanun ve yaptõrõmlarõn sonucunda uzun bir süre için o yöre- lerde bu riski önleyebil- miştir Aden Körfezi’nden transit geçen ya da Ümit Burnu’nu geçerek Uzak- doğu rotalarõnda yollarõna devam eden gemilere ya- põlan silahlõ saldõrõlar özel- likle son birkaç ay içinde oldukça sõklaştõ. Sadece 2008 yõlõ içinde gemilere 140 şiddet kullanõmõ giri- şiminden 39’unda bu tür olaylar gemiye saldõrgan- lar tarafõndan el konul- masõ ile sonuçlanmõştõ. Son aylar içinde Türk bayraklõ gemilerin de bu tür saldõrõlara uğradõklarõ basõnõmõza yansõmõş ka- muoyunu endişe ile meş- gul etmiştir. Ancak bu arada konu ile ilgili kurumlarõmõz ola- rak gerek Denizcilik Müs- teşarlığı ve gerekse Deniz Ticaret Odası’nõn deniz- cilik endüstrisinde çalõ- şanlara, başta armatör ol- mak üzere mesajlar sirkü- le ederek bilgi vermesi ve önlemler konusundaki fay- dalõ girişimlerini de mem- nuniyetle karşõlõyoruz. Uluslararasõ kurumla- rõn konu ile ilgili davra- nõşlarõna destek ve para- lellik özelliğindeki bu gi- rişimlerin başõnda Deniz Kuvvetlerimizin bölgeye gönderdiği iki savaş ge- misi gerçekten etkileyici bir görevi üstlenmişler- dir. Bölgeden geçecek ge- milerle ilgili olarak ABD, AB ve NATO’nun ilgili görev, güç ve gruplarõ ke- za konunun yakõn takipçisi durumundalar. OCIMF’- nun (Oil Companies In- ternational Marine Fo- rum) ilgili çevrelere ulaş- tõrdõğõ bilgilendirmelerde özellikle bu tür saldõrõlar öncesi için önlemler ve riskler açõkça belirtilerek uyarõlarda bulunulmakta- dõr. Son 200 yõlõn uluslar- arasõ dünya denizcilik çev- relerindeki en önemli ya- yõn organlarõndan Llyod List’in kendisi de bir de- nizci ve dostum olan ün- lü yazarlarõndan biri, o ironik üslubu ile tarihi bin yõllar öncesine uzanan korsanlõktan söz ederken her biri usta gemici, çe- kirdekten yetişme denizci ve aslõnda açõk deniz ba- lõkçõsõ Somalili korsanla- rõn, günümüzdeki bu tür eylemlerinden önce daha da karanlõk yasadõşõ işler içindeki kişilerden oluş- tuklarõnõ belirterek, onla- rõ Avrupa ülkelerinin per- sonel yetersizliğinden do- natõlamayan balõkçõ filo- larõnõn geçici bir dönem için de olsa bu gemilerde kullanõlma yollarõnõ ara- manõn da bir yol olduğu- na değinerek “Elinde ro- ket silahı ile gemiye tır- manıp güverteye çıkmış bir korsanla orada tar- tışamazsınız...” diyor. Kõ- sacasõ, şiddete karşõ bir tür caydõrõrcõ politikaya işaret ediyor. Ünleri deniz edebiyatõ ve sinema dün- yasõna yansõmõş ve yer- leşmiş korsan kaptanlar- dan Kidd ve Morgan’dan söz ediyor. Kendilerine bölgelerin- deki korsanlõğõ durdur- mak üzere yönetimlerden görev bile verildiğine de- ğiniyor. Antik çağlar Akde- niz’indeki sadece ticaret gemileri için değil bütün kõyõ kentlerinin de yüz- yõllar boyu korkulu rüya- sõ olmuş korsanlõk, sade- ce her korsanõ tek tek yok etmekle değil daha çok belirlenmiş ve uygulan- mõş devlet politikalarõ ile önlenebilmiştir. Konunun çeşitli sigorta kuruluşlarõ- na, hukukçulara, yasalara da olasõ yansõmalarõ bağ- lamõnda örneğin korsan saldõrõsõna uğramõş gemi- ler için olayõn avarya (*) kapsamõna alõnmasõ ge- rektiğini savunanlar da var. Özetle denilebilir ki ge- mileri donatan denizcile- re gerekli önlemlerin alõn- masõ konusunda bazõ özel eğitimlerin derhal başla- tõlmasõna girişilirken her şeyi göze alarak elinde silah güverteye tõrmana- bilmiş korsanõ, o noktaya getiren nedenleri ortadan kaldõracak çareleri ara- mak uluslararasõ nitelik- teki çalõşmalarõn da ko- nusu olmalõdõr diye düşü- nüyoruz. (*)Avarya: Bir geminin sefer süresi içinde karşõ- laştõğõ tehlike ve tehlikeler nedeni ile gemi ve/veya yükün uğradõğõ zararlarõn önlenmesi amacõ ile gemi ve/veya yükün bilerek za- rara sokulmasõndan do- ğan durum sonucunda oluşan zararlarõn taraf- larca paylaşõlmasõ olayõ. Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear