26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 18 TEMMUZ 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Zehir Yasağı A nayasanõn 131. ve 2547 sayõlõ Yükseköğretim Ya- sasõ’nõn 6. maddeleri uya- rõnca, Yükseköğretim Ku- rulu (YÖK) üyeleri üç ay- rõ kontenjandan seçilmektedir. Cum- hurbaşkanõ’nõn doğrudan seçip atadõğõ yedi üye, Bakanlar Kurulu ve Üniver- sitelerarasõ Kurul’ca seçilip Cumhur- başkanõ’nca atanan yedişer üye, ki top- lam 21 üye, 4 yõl süre ile YÖK’te görev yapmaktadõr. Uluslararasõ bilim insanõ Prof. Dr. Celal Şengör’ün atamasõ ya- põlmadõğõ için, YÖK yaklaşõk bir buçuk yõldõr 20 üyeyle görev yapmakta, daha da önemlisi Üniversitelerarasõ Kurul YÖK’te bir eksik sayõyla temsil edil- mektedir. Devletin, siyasetin ve üniversitelerin temsil edildiği farklõ kontenjanlardan üye seçilmesinin amacõ, yükseköğretim ko- nularõna farklõ mantõk, bilgi birikimi, yo- rum tarzõ ve dünya görüşüyle yaklaşa- cak üyelerin, daha sağlõklõ, önyargõsõz ve tarafsõz biçimde sonuca varmalarõnõn sağlanmasõdõr. Böylece, konulara yak- laşõmda denge kurulmasõ hedeflenmiş- tir. Ne var ki, Aralõk 2007’den başlaya- rak yapõlan başkan ve üye atamalarõ ile bu dengenin bozulduğunu söylemek, ya- nõltõcõ olmayacaktõr. Çünkü YÖK’e, son bir buçuk yõldõr, “siyasal iktidar yandaşı” olduğu herkesçe bilinen, “ik- tidardaki partinin milletvekili adayı” olmuş ya da “türbana özgürlük bildi- risine” imza atmõş kişiler seçilip atan- mõştõr. Bu uygulama, YÖK’ü çok kõsa sürede bir anayasal kurum olmaktan çõ- karmõş, iktidardaki siyasal partinin or- ganõ durumuna getirmiştir. Siyasal amaçlı Anayasanõn 130. maddesinde, üni- versitelerin, çağdaş eğitim-öğretim esas- larõna dayanan bir düzen içinde, ülkenin gereksinimine uygun insan gücü yetiş- tirmek amacõyla kurulacağõ ve kuruluş- larõnda yurt düzeyine dengeli yayõlma- sõnõn gözetileceği belirtilmiştir. 131. maddede ise YÖK’ün asõl görevinin, yükseköğretimin planlanmasõ, düzen- lenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi ol- duğu vurgulanmõştõr. Bu anayasal ku- rallara karşõn, bir planlama ve bilimsel çalõşma yapõlmadan, üniversitelerin, akademisyenlerin ve ilgili çevrelerin görüşü alõnmadan, hõzla ve çok sayõda üniversite kurulmasõna izin verilmesinin, siyasal amaç dõşõnda gerekçesini anla- mak kolay değildir. Üstelik, üniversite- lerin kurulmasõna izin verilirken yeter- li öğretim elemanõ, altyapõ ve kaynak bu- lunup bulunmadõğõna bakõlmamasõ; va- kõf üniversitelerinin hemen tümünün büyük kentlerde açõlmasõnda sakõnca gö- rülmemesi, yapõlan saptamanõn doğru- luğunu kanõtlamaktadõr. Sonra da, yine bilimsel gerekçelere dayanõlmadan üni- versitelerin bölünmesi gündeme getiri- lebilmekte ve kabul görmektedir. Yerel seçim döneminde öğrenci kontenjanla- rõndaki olağandõşõ artõş da not edilmesi gereken bir başka konudur. Üniversitelerde türbanõn serbest bõ- rakõlmasõnõ amaçlayan anayasa deği- şikliğinden hemen sonra, genel kurul top- lantõsõndaki uyarõlara karşõn, yasal dü- zenleme bile beklenilmeden, YÖK yö- netimince üniversitelere gönderilen bir genelgeyle sonuca gitmeye çalõşõlmasõ, bir hukuk devletinde asla kabul edilemez durum yaratmõştõr. Bir başka genelge, si- yasal iktidara karşõ görüş sergileyen meslek odalarõ ile ilgili olarak üniver- sitelere gönderilmiştir. Genelgede, mes- lek odalarõ yönetim ve denetiminde gö- rev alacak öğretim elemanlarõnõn izin al- masõ gerektiği vurgulanmõştõr. Yetki dõşõ gönderilen bu genelgelerin, idari yar- gõ tarafõndan yürürlüklerinin durdurul- masõ ders verici niteliktedir. ‘Blok Oy’ yöntemi “Yetkisiz” kabul kervanõna YÖK Genel Kurulu da katõlmõş; toplantõ ye- ter sayõsõ bulunmamasõna karşõn bir yö- netmelik değişikliğini kabul edebilmiş- tir. 2547 sayõlõ yasanõn 6. maddesine gö- re YÖK Genel Kurulu’nun toplantõ ye- tersayõsõ 14’tür. 11 Haziran günü yapõ- lan toplantõda, görüşülen bir konuya tep- ki olarak toplantõyõ terk etmemizle, Ge- nel Kurul’da 12 üye kalmasõna karşõn gö- rüşmeler sürdürülüp yönetmelik deği- şikliği kabul edilmiştir. Önemle vurgu- lamak gerekir ki, artõk konular Genel Ku- rul toplantõsõndan önce kararlaştõrõl- makta, kurallar gereği gündeme alõnõp “blok oy” yöntemiyle, esasen kabul edil- miş konulara hukuksallõk kazandõrõl- maktadõr. Uygulama o boyuta vardõrõl- mõştõr ki, Sayõn Başkan Genel Kurul yet- kisinde olan konularda önceden, sanki kurulca kabul edilmiş gibi basõna açõk- lama yapabilmektedir. Çalõşma Yönet- meliği’ne, toplantõ mantõğõna ve genel kabul görmüş toplantõ geleneğine aykõ- rõ olarak, gündem eki raporlarõn ve di- ğer metinlerin önceden üyelere dağõtõl- mayarak, toplantõ sõrasõnda tartõşmaya açõlmasõ, bir yandan konularõn Genel Ku- rul toplantõsõndan önce kararlaştõrõldõ- ğõnõn bir başka örneğini oluşturmakta, öte yandan da konularõn yeterince olgun- laştõrõlamamasõna neden olmaktadõr. Karşıt görüşleri sindirme Rektör seçimleri üzerinde durulmasõ gereken bir başka konudur. Bu seçim- lerde, “bilimsel yeterlilik”, “dene- yim”, “üniversitelerin tercihi” yerine, “türbana özgürlük bildirisine imza koyma”, “siyasal yandaşlık”, “ilahi- yatçı özellik” gibi ölçütlerin ağõrlõk kazanmasõ kaygõ vericidir. Amaç, üni- versiteleri “yandaş” kurumlar duru- muna getirmek, “hoşgörü” ve “gör- mezden gelme” yöntemiyle üniversi- telerde türban yasağõnõ kaldõrmak ve kar- şõt görüşleri sindirmektir. Anayasal ku- rallara, Anayasa Mahkemesi, Danõş- tay, Yargõtay ve AİHM kararlarõna kar- şõn, üniversitelerde türbana hoşgörü göstermek büyük hukuksal sorumlulu- ğu da birlikte getirecektir. Karşõt gö- rüşlerin sindirilmesi konusunda başarõ- lõ olunduğu ise, kendilerini doğrudan il- gilendiren konularda bile bilim insan- larõnõn suskun kalmasõndan anlaşõl- maktadõr. Ayrõca, atanan rektörlerle oluşturulan yönetimlerin, laik Cumhuriyetçi öğretim üyelerinden “öç” alma ve ideolojik yandaşlarõnõ ödüllendirme gruplarõna nasõl dönüştükleri, bize ve basõna ulaşan bilgilerden, ibretle izlenmektedir. Anayasal kurumlarõn uyum içinde çalõşmasõ bahanesiyle sergilenen “tes- limiyetçilik”, “baskılara boyun eğme” ve “talimatla çalışma” hiçbir biçimde kabul edilemez ve YÖK’ün anayasal ko- numuyla bağdaştõrõlamaz. Bunun son ör- neği, Sabancõ, Okan ve Işõk üniversite- lerinin genel kurallara aykõrõ uygula- malarõnõn, “yaygınlaştırmak” baha- nesiyle yasallaştõrõlmasõnda yaşanmõştõr ve ne yazõktõr ki, bu kararda Sabancõ Üni- versitesi yetkililerinin baskõlarõ etkili ol- muştur. YÖK’te yaşanan çok önemli iki olum- suz gelişme de, imam hatip okullarõnõ bi- tirenlere tüm yükseköğretim program- larõna girebilmeleri yolunun açõlmasõ ve ilahiyat fakültelerinde yaşananlardõr. Her iki konuda alõnan kararlarõ Öğretim Birliği Yasasõ, dolayõsõyla çağdaş ve la- ik eğitim anayasal ilkesiyle bağdaştõrmak olanaksõzdõr. İmam hatiplilerin önünün açõlmasõ için yükseköğretime giriş sõnav sistemi değiştirilirken, meslek liseleri de perdeleme amacõyla kullanõlmaktadõr. Meslek lisesini bitirenler, imam hatip- lilerle aynõ fõrsat eşitliğine sahip değil- dirler. Çünkü, meslek liselerinde, imam hatiplerden farklõ olarak temel kültür dersleri yeterince verilmemekte ve bu li- seleri bitiren çocuklarõmõzõn, aynõ sõ- navlarda imam hatipliler ve genel lise- lilerle yarõşmasõ olanaksõz bulunmakta- dõr. Üstelik, meslek lisesini bitirenlere tüm programlara girebilme hakkõnõn verilmesi, mesleki ortaöğretimi anlam- sõz kõlmakta, genel lise mezunlarõ yö- nünden haksõzlõk yaratmakta, ülkenin ni- telikli mesleki insan gücü ihtiyacõnõ karşõlama yönünden kamu yararõ ile bağdaşmamaktadõr. YÖK Genel Kurulu ve Yürütme Ku- rulu’nca alõnan kararlarla, ilahiyat eği- timinde olağan dõşõ gelişmeler yaşan- maktadõr. Çünkü, bu kararlarla; ilahiyat fakültelerinde ikinci öğretim yaygõn- laştõrõlmõş, hiçbir dönemde olmadõğõ kadar yüksek oranda öğrenci konten- janlarõnda artõş yapõlmõş, Arapça hazõr- lõk sõnõflarõ kurulmuş ve ilahiyat ön li- sans mezunlarõna, Diyanet İşleri Baş- kanlõğõ dõşõnda, tüm kamu kurum ve ku- ruluşlarõnda çalõşma olanağõ sağlan- mõştõr. Sonuç olarak YÖK’te yaşanan geliş- meler, yükseköğretimin kalitesinin düş- mesine neden olmakta, çağdaş laik eği- tim ilkesine uygun düşmemektedir. Bu gelişmelerden, ülke ve yükseköğretim yönünden kaygõ duymamak olanaksõz- dõr. Ne yazõk ki, yapõlan uyarõlar da ön- yargõlõ yaklaşõmlar yüzünden etkili ola- mamaktadõr. YÖK’te Neler Oluyor?.. Bülent SERİM / Eski Yök Üyesi YÖK Genel Kurulu ve Yürütme Kurulu’nca alõnan kararlarla, ilahiyat eğitiminde olağan dõşõ gelişmeler yaşanmaktadõr. Çünkü, bu kararlarla ilahiyat fakültelerinde ikinci öğretim yaygõnlaştõrõlmõş, hiçbir dönemde olmadõğõ kadar yüksek oranda öğrenci kontenjanlarõnda artõş yapõlmõş, Arapça hazõrlõk sõnõflarõ kurulmuş ve ilahiyat ön lisans mezunlarõna, Diyanet İşleri Başkanlõğõ dõşõnda, tüm kamu kurum ve kuruluşlarõnda çalõşma olanağõ sağlanmõştõr. “Sanat doğaya eklenmiş insandır.” Francis Bacon Sanatçõ, iz bõrakan ve bir başkalõğõ olan donanõmlõ insan demektir. Bir ulus ne denli sanatla barõşõk olursa, geleceği de o denli aydõnlõk olur. Güneş evreni, sa- nat insan ruhunu aydõnlatõr. Sanat, uzun soluklu bir süreçtir. Sanatçõ özgürdür. Kimseden buyruk al- maz. Bu sürece damga vuran sanatçõ da elbette uzun yõllar unutulmaz. Yunus Emre, Karacaoğlan, Ömer Hayyam, Namık Kemal ve ötekiler unutuldu mu?.. Sanatçõ, diğer insanlara göre üstünlü- ğü olan kimsedir. Kafasõnda yeni bir ev- ren kurar. Onu tanõmak oldukça güçtür. Sanatçõ, kutup yõldõzõ gibidir. O topluma yol gösterir. Hep iyinin ve güzelin ya- nõnda olur. Doğaya ve toplumun insan- larõna sevgiyle yaklaşõr. İnsan olmak ve insanõ sevmek olan hümanizmi öğretir. Aşağõdaki özgün fõkra (anekdot) ya da Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi Gün- leri, bu gerçeği olanca açõklõğõ ya da net- liğiyle ortaya koymaktadõr. Dünden bugüne sanatçõyõ koruyan ya da onun yanõnda olan yöneticiler oldu- ğunca, ne yazõk ki sanatçõyõ ezmekten mutlu olanlarõ da olmuştur. Buyurunuz özgün fõkrayõ okuyalõm ve yargõya va- ralõm: Koğuş arkadaşlarõnõ okumaya yaz- maya yönlendiren Nâzõm, aynõ zaman- da cezaevi yönetimine de yardõm et- mektedir. Cezaevi denetimine Adalet Ba- kanlõğõ’ndan bir müfettiş gelir. Birkaç gün denetim yaptõktan sonra cezaevi mü- dürüne: - Nâzõm Hikmet buradaymõş, çağõrõn da görelim, nasõl biridir, der. Nâzõm’õ odaya getirirler. Müdür kol- tuğuna iyice kurulan müfettiş, ünlü şai- ri tepeden tõrnağa süzer ve konuşur : - Demek Nâzõm Hikmet sizsiniz, der. Nâzõm’a oturmasõ için yer göster- mez. Kõsa bir konuşma sonrasõ, “Gide- bilirsiniz”, der. Nâzõm tam kapõdan çõ- karken durur ve müfettişe dönüp sorar. - Ömer Hayyam adõnõ duydunuz mu, diye sorar. Müfettiş hemen atõlõr: - Kim duymaz Hayyam’õ... Nâzõm: - Hayyam zamanõnda İran hükümda- rõ kimdi, diye sorar. Müfettiş şaşõrõr! Nâzõm konuşmasõnõ sürdürür: “Gö- rüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıl- lar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı’nı ve si- zi kimse anımsamayacak” der ve gider. Müfettiş yaptõğõ yanlõşõ anlar. Nâ- zõm’õ geri çağõrõr ama şair koğuşunun yo- lunu tutmuştur... Sahi, o dönemin Ada- let Bakanõ kimdi?.. Sanatçõ Unutulmaz... Muhsin DURUCAN / Eğitimci yazar CUMHURİYETİN uygar Türkiye’sinde insanlık tarihinin en güzel, en doğru, en akılcı, en sağlıklı, en haklı, en hayırlı yasağı yarın uygulanmaya başlıyor: Kapalı yer- lerde artık sigara tüttürmek yasak. Yani zehirlenmek, başkalarını zehirle- mek, temiz havayı kirletmek, insanları ra- hatsız etmek, ilkellik görüntüsü vermek, ira- desizlik sergilemek, kendini korumakta âciz kalarak bile bile ömrünü kısaltmak, ardında üzüntülü insanlar bırakmak.. hepsi bu yasağın içine giriyor. Yasağın delinmesi yüzünden biçilecek ceza, kısacık bir ihlalin bile yol açtığı top- lam sağlık zararlarının maliyeti yanında yi- ne de bir hiçtir. Böyle bir yasağa kim karşı çıkabilir? Elbette en başta zehir üretip satmak- la para kazanan sigara imalatçısı büyük şir- ketler. Onlar, zaten yıllar öncesinde kıya- meti kopardılar. Kendilerini bir zamanlar koruyan, ödedikleri vergilerle büyük işler gören, dünyanın her köşesinde reklam edi- len ünlü markalarıyla sanayilerinin ve dev- letlerinin kudretini sergileyen, ama son- radan hidayete eren Amerikalı politikacı- lara karşı kampanyalar düzenlediler, rek- lamcıları ve lobby’leri seferber ettiler, öz- gürlük ve bireycilik adına davalar açtılar. Ama başaramadılar. Sağduyu ve insa- nın sağlık içgüdüsü galip geldi, yasak iyi- den iyiye yerleşti. Şimdi oralarda buna kar- şı çıkmak kimsenin aklından geçmiyor. Oysa başka türlü çevre kirliliğine, küresel ısınmayı arttıran sanayi kollarına konan ya- saklara karşı hâlâ direnenler, bunları del- meye kalkışanlar var. ABD Kyoto Söz- leşmesi’ni kabullenmekte ayak sürüyor. Çünkü o yasakların hiçbiri sigara yasa- ğı kadar hayat kurtarıcı ve insan se- vindirici değil. Öbür zehirlenişlerin ve ze- hirleyişlerin hiçbiri nikotin zehiri kadar ar- dında bunca özlem, üzüntü ve beyhude acı bırakmadı. Sigara yüzünden giden baba- lar, analar, kardeşler, arkadaşlar. Olanca birikimlerine, bilgilerine, yetiş- mişliklerine karşın. Bir iki yüzyıl önceki Batı’nın emperya- lizmi koskoca Çin’i afyonla uyutup sö- mürürken, uyutulanların hiç değilse bir özürleri vardı: Bilgisizlik ve bilinçsizlik. Ni- kotin kurbanlarının böyle bir özürleri de ol- madı. O zaman, gelişmiş denen ülkelerin böy- le bir yasağı koymakta bu kadar gecikmiş olmaları tuhaf değil mi? Ayrıca, o gelişmişliğin çok uzak ol- mayan bir geçmişte sigara içiyor olma- nın, sigara içerken fiyakalı resim çektir- menin ya da film çevirmenin marifet sa- nıldığını, üniversite kantinlerinde sigara tüttürmeye başlayan genç öğrencilerin kendilerini “özgürleşmiş” saydıklarını düşünürseniz. mumtazsoysal@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear