26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 8 HAZİRAN 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL 27 Mayõs ve 1961 Anayasasõ 14 Mayõs 1950’de seçimi Demokrat Parti’nin kazanmasõyla birlikte, Demokrat Partili “egemenler”, Türkiye’nin uygar- lõğa ve aydõnlõğa dönük yüzünü, Atatürk ve uygarlõk düşmanõ “toprak ağalarının, şeyhlerin, şıhların, destek ve yönlen- dirmesiyle” ortaçağ karanlõğõna çevirdiler. Milletin “dişinden tırnağından” artõrdõklarõ birikimlerle yapõlan fabrikalar, kuruluşlar, Demokrat Parti yandaşlarõna “ar- palık” olarak sunuldu. Devletin denetimi altõndaki ekonomi yerini, “liberalizm ya da serbest piyasa” denilen ve öğretide “bırakınız yapsın- lar, bırakınız geçsinler” söylemiyle tanõmlanan devlet de- netimini dõşlayan sisteme bõraktõ. Ülke çõkarlarõna sõrt çeviren, özellikle Demokrat Parti ve yan- daşlarõnõn çõkarlarõna dönük yasalar Meclis’ten bir bir çõkarõldõ. Artõk, Demokrat Parti’nin, ocak, bucak ve parti üyelerinin “em- rindeki” devrin bürokratlarõnõn katkõlarõyla “makine yağları” zey- tinyağõ gibi gösterilerek yurtdõşõna alkõşlarla uğurlandõ. Kişisel, çõkarlara dönük “mirasyedi ekonomisi” ülkeyi eli- ne geçirdi. İç ve dõş kredi musluklarõ, Demokrat Parti yandaşõ iş çev- relerine sorumsuzca açõldõ. Yardõm ve hibe olarak gönderilen, 2. Dünya Savaşõ artõğõ “son kullanma tarihi çoktan geçmiş”, yiyecek ve içecekler hiçbir ye- re uğramadan mezeci vitrinlerinde yerlerini aldõlar.. Savaş hurdalarõ, “askeri yardım” adõ altõnda Türkiye’ye gön- derildi. Anayasanõn öngördüğü “vergi ödevini” yerine getirmek yeri- ne “tefecilik” kurumlarõna “avuç” açõldõ. Dõş borcu olmayan, “kendi kendine yeten” Türkiye “ele güne” muhtaç duruma dü- şürüldü. Dõş yardõm görünümündeki krediler, bir tüketim ekonomisi ya- rattõ. Yardõm, kredi ve hibelerin görünmeyen ipleri, “örümcek ağı gibi” yurdu yavaş yavaş sarmaya başladõ. Bunun sonucu da çok uzun yõllar dõş para karşõsõnda gücünü koruyan “Türk Lirası” hõz- la değer yitirmeye başladõğõ için, Türk lirasõ sõk sõk “devalüe” edil- di.. Böylece kapõsõnõ “kapitülasyonlara” kapamõş olan Türkiye’de, bu kez kapõlar, “devalüasyonlara” açõlõyordu. “Tefecilik” kõskacõndaki bir ülkede ekonominin sağlõklõ olmasõ beklenemezdi. Bu “mirasyedi ekonomisinin” getirdiği sorunlarõn giderek artmasõ üzerine aydõn çevreler ile Atatürk ilkelerinden ödün vermeyen “bir kısım basın” ile Demokrat Parti’nin “kara cüppeliler” olarak gördüğü saygõn üniversite öğretim üyeleri de öğrencileri ile birlikte yönetime karşõ çõkõp direndiler. Bu direnişin sonucu 27 Mayõs 1960 Devrimi gerçekleştirildi. Bir yõl sonra da dünyanõn uygar anayasalarõndan biri olan, “1961 Anayasası”, halk oylamasõ ile onaylandõ. Toplumsal, içerikli ve ileriye dönük bu anayasanõn getirdiği özgürlükleri kullanan eski kadrolar, bu kez kabuk değiştirmiş olarak ve Adalet Partisi adõ altõnda, yeniden yö- netimde etken oldular. Bu kez, Adalet Partisi yönetimindeki Tür- kiye “ortaçağa doğru” hõz kesmeden yoluna devam etti. Büyük ozan Fazıl Hüsnü Dağlarca o dönemi ne güzel an- latõr. Dışardan Gazel Siz Siz Ali Bey, Veli Beyefendi busunuz, Gelecekler önünde suçlusunuz. Yöneteceksiniz de ulaşacak ha, Çağdaş Uygarlõğa ulusunuz. (…) Uyur itleri, inekleri, ayõlarõ, Bütün aydõnlarõ uykusuz. (…) Böyle giderse biline hep. Mustafa Kemal’le bile yokuz. De, yüreğin nice yanarsa yansõn, Efendilerin yüreği buz. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 8 Haziran Bunalımın Bunalımı Bunalıma karşı “teşvik”lerde sosyal devletten nefret ettikleri bir kez daha açığa çıktı. Varsayım belli: Özel sektör teşvik edilir, o da hem bunalımı, hem de işsizliği giderir!? Hikâye aynı, çare aynı: Bunalım, neoliberalizmin bunalımı. Bunalım, bunalımcı yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılırken halk bunalmaya devam edecek. Hikâyeyi sonunu bile bile sürdürmelerinin bir nedeni var elbette. Bağımsız Sosyal Bilimciler’in son yayımladığı “Türkiye’de ve Dünyada Ekonomik Bunalım, 2008-2009” kitabından okuyalım: “Neoliberal politikaların yarattığı tahribat ve tahakküm, artan ölçüde, sadece emekçilerin değil yoksulların da yeniden üretimini sağlayan mekanizmaların çeşitlenmesine bağlı olarak, toplumun dokusunu değiştirmektedir. Yoksulluğun ve eşitsizliğin derinleşmesi, güvencesizliğin artması emekçilerin ve yoksulların acil, ferahlatıcı uygulamalara olan ihtiyacını ve bağımlılığını artırmıştır. Açıkçası ‘yurttaş’ olma bilinci ‘uyruk’ ve ‘tâbi’ olmanın onursuzluğuyla ikame edilmeye çalışılmaktır. Bu kitlelerin politik tercihlerinin yönlendirilmesinde bu ihtiyaç ve bağımlılıktan yararlanarak, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarından belediyelere, farklı aygıtları fütursuzca kullanarak, parti-devlet özdeşliğine yönelmiş bir siyasal iktidar söz konusudur. Bir yandan, devletin partileşmesi gibi, neoliberal düzenleyici devlet anlayışına aykırı bir eğilim sergilenirken, öte yandan Dünya Bankası patentli sosyal yardım mekanizmalarının devreye sokulması ile toplumsal ve siyasal destek elde etme girişimleri sürdürülmektedir. Daha vahimi, gerçekten muhtaç olana yardım edilen modern bir sosyal yardım mekanizmasının oluşturulması gerekçesiyle, il ve ilçe düzeyinde, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları bünyesinde oluşturulan yardıma muhtaç kişilere ait ayrıntılı bilgilerin, siyasal bir denetim, hatta gerektiğinde bir cezalandırma mekanizması olarak kullanılması olasılığıdır. Söz konusu olan sadece, burjuvazinin sınıf iktidarını sürdürmesinde, farklı tarihsel bağlam ve koşullarda işlevsel olduğu bilinen, hamilik ilişkilerinin yeni bir boyut kazanarak kurumsallaşması değildir. Demokratik bir rejim görüntüsü altında, 12 Eylül’den miras otoriter devlet biçiminin, toplumun demokratik haklarını kullanmasını engelleyen şekilde güçlendirilerek sürdürülmesidir.” Toplum, boşuna ıvır zıvırla uğraştırılmıyor... Aydos Vakfı, Çankırı Vali- liği’nin içki yasağının piknik- lere ve şenliklere değin uzan- dığını köşemiz aracılığıyla duyurmuştu. Çankırı Valiliği gazetemize bir açıklama ya- pıp “Özbek köyünde içki ara- ması yapıldığı ve içki içilme- sinin güvenlik güçlerince en- gellendiğinin asılsız olduğu- nu” iddia etti. Çankırı Valisi isterse, Ay- dos Vakfı o gün çekilmiş fo- toğraf ve videoları kendisine gönderebilir, olaylara tanık olanları dinletebilir. Vali Bey de, haberin asılsız olup ol- madığını gözleriyle görmüş, kulakları ile duymuş olur! Onlara inanmazsa, içki ya- sağına ilişkin kendi yayımla- dığı metni şenlikte okuyan ve benzer açıklamalar yapan Şabanözü Kaymakamı ile karakol komutanından da bilgi alabilir... Edepsiz yazı Çankırı Valisi’ne Adalet ve Kalkınma Parti- si’nin kısaltılmış okunuşu AKP’dir. Bu memlekette AKP’ye, AKP denir. Hâkimlik sorusu Yargıçlık sınavı. Aday, her sorunun yanıtını biliyor, ama ne yazık ki cemaatçi değil. Son bir soru geliyor: “Roketi kim buldu?” İstenmeyen adaylara hep böyle sorular geliyormuş. Gazetemiz yazarı Gürhan Uç- kan’ın kişiliğini, düşüncelerini ve yapıtlarını gelecek kuşaklara aktar- mak amacıyla Dil Derneği ile İsveç ADD’nin üniversite gençleri arasında düzenlediği öykü yarışmasının ilkini “Güvercin Adam” adlı öyküsüyle Anadolu Üniversitesi Sinema Bölü- mü öğrencisi Göral Erinç Yılmaz ka- zandı. Yazarlığa doğru koşuya çıkmış olan Göral Erinç Yılmaz’ın bir deği- nisi dikkatimizi çekti: “Üniversiteye gelip, beni sürekli ki- tap okuyan anlaşılmaz bir yaratık olarak görmeyen insanlarla tanışana kadar, oldukça yalnız bir çocukluk ve gençlik geçirdiğimi de söyleyebilirim.” Çocukluğu ve ergenliği okuyarak geçmiş. Okumadan yazılamayacağını kanıtlayan bir gençlik dönemi yani: “Ne kadar çok okuduysam, o ka- dar çok yazdım. Başkalarına anlata- madıklarımı kendime anlattım. Sıkıl- dığım derslerde bile, sıranın altında kitap okur ya da defterimin kenarına bir şeyler çiziktirirdim. Yazamadığım zamanlar benim için, uyanıkken gördüğüm bitmek bilmez kâbuslar gibi. Sanki kelimeler par- maklarımın ucunda birikiyor ve ben onları bir şekilde yakalamazsam bu- nun sonucu bir felaket olabilir! Bazen, özellikle çok yoğun yazmaya başla- dığım zamanlarda, kafamın içinde sü- rekli kelimeler dönüyor, yaşadığım her anı zihnimdeki kelimeleri yakalayıp bir araya getirerek tanımlıyorum, rüya- larımda kelimeler yankılanıyor, hatta rüyamdaki hareketi bir de kelimeler- le anlatıyorum ve bu çok korkutucu! Ama beni ‘ben’ yapan şey kelimeler. Yazanların yaşamadığına dair efsa- nelere rağmen ve başkalarının yaşa- mak dediği şeye karşılık, benim ya- şamım yazmak. Vücudumun eyle- minin yerine, zihnimin ve kalbimin ey- lemini koyuyorum.” Göral Eniç Yılmaz’ın yazma serü- veninde öyküsü bol, yolu açık olsun. Uçkan Ödülü’nün yazarı HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Anadil Bugün pazar. Güneşli, sıcak bir gün, uzun uyu- ma günü. Öğlene doğru dışarı çıktım, yakındaki fırından taze simit alıp döndüm. Henüz temposuna alışamadığım pazartesi yazımı yazacağım, çay ve simit eşliğinde. Aklıma bir şey gelmiyor, daha doğ- rusu birçok şey geliyor da kuyrukları birbirine do- lanmış, içlerinden birini çekip alamıyorum. Bir an, biraz önce fırının önündeki o anlamadı- ğım dildeki konuşma kulaklarıma gelir gibi oldu. İki delikanlıydılar, fırının vitrinindeki pidelere ba- karak bir şeyler tartışıyorlardı, fakat sanırım tar- tıştıkları konunun pidelerle bir ilgisi yoktu. Bir sü- re sonra uzaklaştılar. Onlar uzaklaşırken, fırının ya- nındaki tekel bayiinin kapısının önünde, alçak bir taburede oturan yaşlıca adam arkalarından söy- lendi; “Bari doğru dürüst konuşabilseler”, dedi. Merak ettim, sordum. Kürtçe konuşuyormuş de- likanlılar, ama konuştukları dilin dilbilgisi kuralla- rından haberleri yokmuş. “Nasıl olsunlar” dedim adama, öyle ya Kürtçe okulda öğrenilen bir dil de- ğildi ki. Ana babaları nasıl konuşuyorlarsa çocuklar da öyle öğrenip öyle konuşuyorlardı. İstanbul’a bir süreliğine konuk geldiğini söyleyen yaşlıca adam bana hak verir gibi oldu. Devlet televizyonu TRT, bir süredir 6. kanalın- dan Kürtçe yayın yapıyor. Günde 24 saat yayın ya- pan kanalın potansiyel hedef kitlesi için bir çekim merkezi olabilmesi amacıyla programlarına en az TRT’nin Türkçe yayınlarına gösterdiği kadar özen göstermesi gerekiyor. TRT 6, salt eğlence, şarkı, türkü ve doğa bel- geseli kanalı olarak kalmak istemiyor, eğitici bir işlev de yüklenmek istiyorsa her şeyden önce di- le önem vermesi gerekmiyor mu? Bu ülkede milyonlarca yurttaşımızın anadilleri Kürtçe, fakat dillerini kurallı olarak öğrenemiyor- lar, ana babalarından nasıl öğrenmişlerse o ka- darıyla yetinmek zorunda kalıyorlar. O düzeyde Kürtçe ne edebiyat ne de bilim için yeterli olabi- liyor. Bugün Kürt kökenli yurttaşlarımızın geneli ta- rafından konuşulan Kürtçe TRT 6’yı anlayabile- cekleri düzeyde bile değil. Öte yandan yalnızca TRT 6’nın değil, Kürtçe ya- yın yapmak üzere kurulacak özel kanalların, Kürtçe yazılı basının da o dili kurallı olarak öğ- renmiş insanlara, spikerlere, moderatörlere, ha- bercilere, yazarlara gereksinimi var. Tüm bunlar Kürtçenin, anadilde eğitimin devletin örgün okul programına alınmasını, üniversitelerde öğrenile- cek/öğretilecek bir bilim dili olarak benimsenmesini zorunlu kılıyor. Türkiye çokkültürlü bir ülkedir. Bu ülkede, bu ül- kenin yurttaşlarının anadili olan, -unutulmakta olan- ları da dahil- her dil Türkiye’nin bir zenginliğidir. Bu zenginliğin ortaya çıkartılması, ortak kültürü- müze katkıları açısından önünün açılması resmi dilimiz olan Türkçenin önemini azaltır mı? Buna inanmak için ortada hiçbir somut neden yoktur. Türkiye gibi üniter bir devlet olan, öyle de kal- mak zorunda olan bir ülkede ortak/resmi dil olan Türkçenin altındaki her dil, o dili konuşan her grubun kültürel varlığının motoru olarak ortak kül- türümüzün gelişmesini hızlandıracak bir öğedir. Türkiye’de farklı anadillerin varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Bu gerçeğin yok sayılması toplumu böler, kabulü ise birleştirir. Anayasa değişiklikle- rinin yeniden gündeme getirildiği bu günlerde Türk- çe dışındaki anadiller sorunu da ayrıntılı olarak ele alınmalıdır. Gönlümüz birleşmeden, birlikten ya- naysa tabii. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Yaptõğõ işin gerektirdiği ni- telikleri taşõ- mayan kimse. 2/ Çaydanlõk, demlik,ibrik gibi kaplarõn içi delik uzan- tõsõ... Duyu or- ganlarõnõn dõş- tan algõladõğõ bir nesnenin bilince yansõyan ben- zeri. 3/ Yağda kõ- zartõlarak üzerine şerbet ya da şeker dökülen bir hamur tatlõsõ. 4/ Asya’da bir õrmak... Motorlu taşõtlarda direksiyon ile tekerlek arasõn- daki bağlantõyõ sağ- layan mil. 5/ Pasta hamuru... Küçük su kanalõ... Lityum elementinin simgesi. 6/ Üstü kapalõ olarak anlatma... Kürkü değerli yõrtõcõ bir hayvan. 7/ Avrupalõlarõn Çin devlet memurlarõna verdikleri ad. 8/ Fas’õn pla- ka imi... Havaalanlarõnda bulunan ve çevredeki uçuşlarõ denetlemeye yarayan sistem. 9/ Kimi Türk topluluklarõnda ve İran’da kullanõlan bir soy- luluk sanõ... Yankõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bilginin saklanmasõ, işlenmesi, denetlenme- si,yeniden kullanõlmasõ ve iletilmesine ilişkin ko- nularõ ele alan bilim dalõ. 2/ En küçük izci kuru- luşu... Tatlõ, tuzlu, ekşi ve acõ tatlar dõşõnda ka- lan beşinci tat. 3/ Kilime benzer, renkli ve mo- tifli uzun yolluk... Bir kabilenin bölündüğü iki ve daha çok parçadan her biri. 4/ Bilgiçlik taslayan kimse. 5/ Budizm’de ruhun ulaştõğõ en yüksek mertebeye verilen ad. 6/ Eski dilde kõlõç... “Gö- zümüze --- toprak/ Dolmadan bir dem sürelim” (Karacaoğlan). 7/ Çõkar yol, çare... Söyleyiş özelliği. 8/ Yararlanõlan uygun koşul. 9/ Kabu- ğu ayõklanmamõş pirinç... Romanya’nõn plaka imi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K O M P L İ M A N A T E L T E L A L A T S İ T İ L A R B A B A İ K E B A N A A C U R L A Ç E K E K H A L A C A R T U R A K E Ç İ S A Ğ A N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear