Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K
onumuzun ya-
şadõğõmõz gün-
lerde olup bi-
tenlerin güncelliğini ta-
şõdõğõ söylenemez ama
ülkemizde en azõndan
düşünülmesi gereken-
lerin bir sõralamasõ ya-
põlsa başlõktaki konu-
nun o gündemde yer
almasõnõ çok isterdim.
Her yazõmõzda ve ko-
nuşmamõzda yinelediği-
miz gibi “denizcilik” işi-
nin temel özelliği “ulus-
lararası” olmasõdõr.
Denizcilikte uluslar-
arasõ ölçülerde işler
yapmõş, başarõlarõ tari-
hin o kocaman fotoğra-
fõnda bunlarla birlikte
yerini almõş ülkelerde
yüzyõllarõn, hatta bin
yõllarõn içinden geçe-
rek bugünlere ulaşmõş
ünlü limanlarõn hepsin-
de bir denizci ve işada-
mõ olarak defalarca bu-
lunmuşumdur.
Limanlar aslõnda bir
ülkenin cümle kapõlarõ,
türlü mal dolaşõmlarõnõn
en stratejik, hatta ülke
güvenliğinin kilit nok-
talarõdõr.
Mal, gerçek değerini
ulaştõrõlmasõ gereken
noktaya vardõğõnda bu-
lur. Limanlar ticari de-
ğerlerin olduğu gibi
kültürel değerlerin de
birbiri ile sürekli iç içe
bulunduğu yerlerdir.
Kültür birikimi
Nitekim uluslararasõ
denizciliğin tarihinde
başardõklarõ, yarattõk-
larõ ve insanlõğa katkõ-
larõ ile yer almõş ülke-
lerin coğrafyasõnda “li-
manlar” dediğimiz
noktalarda mutlaka ün-
lü deniz müzeleri bulu-
nur. Bu müzelerde de-
nizcilikteki evrimin, ta-
rihin ve bin yõllar için-
de birikmiş kültürün
somut kalõntõlarõnõn na-
sõl üzerlerine titrenerek
ve bilimden payõnõ al-
mõş bir mekân içinde
nice özveri ve duyarlõ-
lõkla saklandõğõnõ gö-
rürsünüz.
Denizcilik denilen,
artõk teknoloji ve bi-
limle birlikte hõzla ge-
lişen bu önemli alan
bütün ülkelerde iki te-
mel bölümde oluşmuş
ve gelişmiştir: Bir, ül-
kenin güvenlik güçleri
içinde yerini alan do-
nanma/navy savaş ge-
mileri, eğitim kurumla-
rõ ve diğer unsurlarõ.
İki, ülkenin ekono-
misi ile bütünleşmesi
gerektiği için oluşan ti-
caret gemileri, eğitim,
limanlar, yükleme bo-
şaltma, ulaşõm sistem-
leri ile bağlantõlarõ vs.
gibi tamamlayõcõ ku-
rumlarõ ile ticaret filo-
su/merchant navy.
Her ikisinde de oluş-
tuğu kadar bir kültür
birikiminin saklandõğõ,
sergilendiği yerler, mü-
zeler olagelmiştir.
Fransa, Japonya, İn-
giltere, Almanya, İtalya,
İspanya, Portekiz gibi
denizcilik isminin asla-
rõ, öncüleri olmuş ülke-
lerin limanlarõnda bir-
den fazla ünlü deniz
müzeleri, gezip gör-
mekle bitmeyecek ka-
dar büyük, yüzyõllarõ
kapsayan unutulmaz
sergilerdir.
Bürokratik
engeller
Geçenlerde, birkaç yõl
öğretim görevlisi olarak
çalõştõğõm ve mensubu
olduğum bir eğitim oca-
ğõ olarak her şeyi ile sü-
rekli ilgilendiğim İTÜ
Denizcilik Fakülte-
si’nde yeni dekan Sayõn
Prof. Dr. Nil Güler’e
yaptõğõm bir nezaket zi-
yaretinde okulumu an-
latõlmaz duygular, he-
yecan ve duygusallõkla
birlikte suskun bir hü-
zün içinde gezip dolaş-
tõm.
Hocalarõ, gözleri õşõl
õşõl genç doçentleri, öğ-
retim görevlilerini din-
ledim. Benim o hiç din-
meyen eski gözağrõm
“Deniz Ticaret Müze-
si” konusu yeniden
gündeme geldi.
Onlarõ çok iyi anlõ-
yordum. Onlar daha li-
se çağlarõndayken ben
bu konu ile uğraşmõş,
ne yazõk ki önüme dağ
gibi dikilen bürokratik
engeller, daha da açõk-
çasõ yokluklar karşõ-
sõnda bu projeyi gönlü-
mün en hüzünlü derin-
liklerine gömmüştüm.
Ama o çalõşkan, üret-
ken, samimi, heyecanlõ
akademisyenlerin çağ-
rõsõnõ beklermişçesine
proje yeniden gelip
gündemimdeki yerini
aldõ.
Her bağlamda ve her
yerde sözünü ettiğimiz
“deniz kültürü” deni-
len değerler sisteminin
gereği şekilde saklan-
dõğõ, dahasõ değerine
değer kattõğõ, bu konu-
da oluşan heyecan ve il-
ginin gelecek kuşaklara
uzandõğõ yerlerdir mü-
zeler.
Denizcilikten söz
açõldõ mõ hepsi bir baş-
ka yaklaşõmla nutuklar
konferanslar vermek-
ten ve “üç tarafı de-
nizlerle çevrili ülke-
mizde” teranesini tek-
rarlayõp durmaktan baş-
ka bir gayretleri olma-
yanlarõmõz dahil, tüm
armatörlerimizin, DTO,
denizcilikle ilgili sivil
toplum örgütlerinin, Os-
manlõ’dan kalma ama
özelleştirme denilen
rüzgârla yok edilen o
her biri efsane devlet
kuruluşlarõndan ne kõ-
rõntõ kaldõysa sahip çõk-
manõn bu konuyu cid-
diye alarak, bilimsellik
ve tarih bilinci temel
olmak üzere benimse-
menin zamanõdõr.
Elimizde ne kaldõysa
toplamanõn, İstanbul’u
İstanbul yapan o büyü-
leyici güzellik, o efsane
sarõ baca, o beyaz deniz
kuşlarõna Şehir Hatlarõ
gemilerine sahip çõk-
manõn zamanõdõr şimdi.
Gelin hep birlikte bir
müze kuralõm; Deniz
Ticaret Müzesi. 1884’te
fermanõ şahane ile ku-
rulan “Ticaret-i Bahri-
ye Mekteb-i Âli”sinin
bu günlere uzantõsõ Tuz-
la’daki İTÜ Denizcilik
Fakültesi’nin o güzel
alanõnda yapalõm bunu.
Türkiye Deniz Ti-
caret Müzesi/Turkish
Merchant Navy Mu-
seum.
‘Biz de varız’
diyelim
Görmüş geçirmiş
Anadolu kõyõlarõndaki
yaşõ bin yõllarla söyle-
nen antik limanlarõn bu-
gün yerini almõş Trab-
zon, Sinop, Samsun, İs-
tanbul, İzmir, Mersin’e
öncülük etsin. Haydi
kalkõn. Vira demir, de-
niz kültürümüze kol ka-
nat gerelim. Çağdaş de-
niz gücü donanmamõz,
ticari hacmi uluslarara-
sõ istatistiklerde gittik-
çe yükselen deniz tica-
ret filomuz ile deniz-
lerde “Biz de varız”
diyelim.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 6 MAYIS 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Kuzeyden
Doğacak Güneş
ALPER FAİK GENÇ, Kıbrıs Türk Gençlik Teşkila-
tı’nda, TMT’de, Nacak gazetesinde, TRT, Bayrak ve
Londra Türk radyolarında, KKTC’nin basın temsilci-
liğinde, Denktaş’ın yanında çalışmış bir eski “mü-
cahit”tir. Geçenlerde, Türkçe olarak İngiltere’de ya-
yımlanan Avrupa gazetesinin 30 Nisan tarihli sayısında
“Türkiye İçin Can Kurban ama…” başlığıyla çıkan ya-
zısı yine çok ateşliydi. Düşüncesi, özetle şu: Kıbrıs
Türkleri, geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye için
gereken her şeyi yapmaya yine hazırdırlar ama, “iç-
lerinde sakladıkları” o Türkiye, “Talât’a köstek değil
destek olacağız” diyen bir Erdoğan’ın ya da seçim
kazanmış Eroğlu’na “neredeyse tehditle” seslene-
rek Talât’ı destekleyeceğini söyleyen bir Gül’ün
Türkiye’si olamaz.
Faik Genç, bilen bilir, 1974 çıkarması üzerine iyi-
ce azıp Türk semtlerine çullanan Enosis’ci Rumlara
karşı Larnaka’yı savunanlardandır. 2002’de çıkan “Gü-
neşin Kuzeyden Doğduğu Gün” adlı kitapçığında o
kritik günler boyunca anavatandan beklenen ışıkla yü-
reklerin nasıl ısındığını anlatır. Öyle duygulandığı için-
dir ki, “Kıbrıs’ı gözü gibi savunan diplomatlarına mon-
şer diyen”, “Kıbrıs için kan dökmüş Mehmetçiğin pa-
şalarını hapse atan”, Denktaş’ı “uzlaşmaz, inatçı bir
siyasi” sayan Türkiye’yi tanımakta güçlük çeker.
Artık, Kıbrıs’ı yabana bırakmak istemeyen Türkle-
rin anavatana duydukları güveni tazelemenin, da-
vayı sağlam bir temele oturtmanın, dosta düşmana
Türkiye’yi saydırmanın zamanı gelmiştir. Hukukun içi-
ne edilerek üyeliğine alındığı AB’ye sırtını dayayıp ma-
saya oturan Hıristofias’ı ortaklığa ikna etmekle, bir
Yunanlının başkanlığındaki Lüksemburg Divanı’ndan
çıkan Orams kararına boyun eğmekle, Washington’da
ABD’den destek dilenmekle başarılabilecek bir iş de-
ğildir bu. Bırakın ayrı ayrı bağımsız iki devletli bir çö-
zümü, konfederasyon, hatta doğru dürüst bir fede-
rasyon kurmanın bile temel koşulu “egemen eşitlik”tir.
Egemen iki devlet olacak ki, onlar egemenliklerinin
bir bölümünü federal ortaklığa devredebilsinler; ya-
hut egemenliklerini saklı tutarak “devletler- arası bir
antlaşmayla” bazı yetkiler için konfederasyon kura-
bilsinler, bunlar da olmuyorsa birbirini tanıyan iki dev-
let olarak barış içinde yan yana yaşamaya karar ve-
rebilsinler. Tanınma, kaçınılmaz koşul olmuştur.
Dolayısıyla, son seçimin ardından Kuzey Kıbrıs’ta
ortaya çıkan yeni tablo, sorunu geçerli ve sürekli
bir çözüme ulaştırmak için kaçırılmaması gereken bir
fırsat yaratmış sayılır. Türkiye, kuzeyden sıcak bir gü-
neş gibi doğacak radikal bir çözüm planıyla Lefko-
şa’daki görüşmecinin masaya oturmasını sağlaya-
madığı sürece, Ankara’da en iyi kadroları bile başa
geçirse dünyanın hiçbir köşesinde asla saygınlık ka-
zanamayacaktır.
Hem çok haklı hem de çok güçlü olduğu Kıbrıs da-
vasını kazanmayı bile becerememiş bir devlete kim-
se devlet demez.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Sara Nöbeti
Gibi...
Politika bir bakıma yüzeyseldir; siyaseti anla-
mak için tarihsel ve toplumsal nedenlerini ve kö-
kenlerini bilmek gerekir...
Bugün Türkiye kişinin dudağını uçuklatacak bir
hastalığı, rezilliği, hezimeti, çöküşü yaşıyor...
Peki, anlamı nedir bu kıyametin?..
Her zaman altını çizdiğim gibi, bugünkü Tür-
kiye’yi anlamak için, önce bir kavramı tarihsel kö-
kenleriyle kavramak gerekir...
Nedir o kavram?..
Aydınlanma..
Bu kavramı dışlayan bir yaklaşım, yaşadığımız
olayların yüzeysel kavgasını ve dedikodularını yan-
sıtmak cüceliğini aşamaz...
Hıristiyan Avrupa’da ilk Aydınlanma tohumla-
rı Luther’le topluma serpildi...
Kanı revan içinde yaşandı Aydınlanma...
Batı’da siyaset, kilisenin egemenliğinden kur-
tulup laikliğe kavuşulduğu zaman, demokrasi de
toplumun yaşamında benimsenmeye başladı...
21’inci yüzyıldayız...
Tüm İslam dünyasında tek laik Cumhuriyet Tür-
kiye...
Cami tüm Müslümanlık coğrafyasında politikaya
egemen...
Şimdi anayasasını Kemalist devrimle laiklik te-
meline oturtan Türkiye’de dinci-İslamcı bir kar-
şıdevrimin siyasal kavgası yaşanıyor...
Olaylara, RTE’ye, MHP’ye, AKP’ye, Gül’e,
CHP’ye, askere, Ergenekon’a, teröre vesaireye
bu açıdan yaklaşamayan her yorum siyasetteki
yüzeysel kavganın keşmekeşini yansıtacaktır...
Cumhuriyet gazetesinin ötekilerden farkı da bu-
dur...
Aydınlanma’yı telaffuz edemeyen, laikliğin,
demokrasinin ‘olmazsa olmazı’ olduğunu vurgu-
layamayan her yaklaşım, şu gereksiz soruyu gün-
deme getirecektir:
- Ne oluyoruz?..
Ne olduğumuz bellidir...
Aydınlanma kavgasını çok partili rejim ortamında
yürütmeye çalışan Türkiye’de, iktidar, Amerika-
Bush desteğiyle AKP’nin eline geçmiştir...
MİT..
Jandarma..
Polis..
Yargı..
Ve asker üzerine yürütülen kavganın belli bir sü-
rede dinci devleti yaratmak için verildiğini gör-
meden yapılacak her siyasal yorum, yüzeyselli-
ği yansıtan şaşkın politikanın değerini ya da de-
ğersizliğini içerir...
Ergenekon davasına Mehmet Barlas köşe-
sinde Estergon adını taktı...
Estergon tertibi, ‘dincilik-İslamcılık’ siyasetini
devletin anayasasına işlemek için büyük bir mü-
cadele veren AKP iktidarının bilinçli marifetidir...
Kavga ya da politikanın kökeni, içeriği, amacı,
anlamı bir başka türlü anlaşılamaz...
Biz, Avrupa’nın geçmiş yüzyıllarda yaşadığı kav-
ganın güncelliği içindeyiz...
Bu kavgaya malzeme olsun diye Estergon ter-
tibi 100.000 sayfalık bir malzemeyi piyasaya sür-
dü...
Çoğunlukla telefon konuşmaları ve dedikodu-
lar...
Medya her gün gizli dinlemelerin gayri ciddi ve
kuşkulu içeriklerini ‘reyting’ için topluma pazar-
lıyor...
Bugün Türkiye’de ahlak, ölçü, etik, ciddiyet, na-
mus, kişi güvenliği rafa kaldırılmıştır; çöküş,
hastalık, hezimet, sara nöbeti gibi yaşanıyor...
Bakalım bu ortamda yürüyegelen kavganın so-
nuçları ne olacak?..
İ
nsanlar çoğu kez olmasõ gerekeni değil,
istediklerini görmeyi yeğlerler nedense.
Belki de böylesi daha kolay ve roman-
tik olduğu içindir… 6 Mayõs 1972’de
gece saat 03.00’te Ankara Merkez Ka-
palõ Cezaevi’nde asõlarak idam edilen üç
devrimci gençlik önderi Deniz Gezmiş, Hü-
seyin İnan, Yusuf Aslan’õn efsaneleşmiş ki-
şilikleri için de bugün böylesi bir yaklaşõm-
dõr söz konusu olan. Onlara ilişkin gündeme
gelen her konuda birlikte adõ anõlan bu üç bi-
linçli ve yürekli insanõn kimliğine damgasõ-
nõ vuran asõl özellikleri, kendilerini işçi ve
emekçilerin kurtuluşuna adamõş olmalarõdõr.
Kõsa yaşamlarõna sõğmayacak denli büyük
işler yapmalarõ ve yaptõklarõyla anõtlaşmala-
rõnõn altõnda yatan gerçeği, her üçünün de bi-
linçli, kararlõ ve tutarlõ birer sosyalist olma-
larõyla ancak açõklayabiliriz. Ve her üçü de,
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO)
kurmadan önce, 60’lõ yõllar Türkiyesi’nin sõ-
nõf savaşõmõna politik damgasõnõ vurmuş
Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) birer üyesidir.
Deniz Gezmiş anõlan partinin İstanbul Üsküdar
ilçesi, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan ise An-
kara Çankaya ilçesinde üyesidirler.
Nitekim, onlarõn bilimsel sosyalist kimlik-
lerini vurgulayan asõl betimlemeyi yine onlarõn
idam sehpalarõnda dile getirdikleri son söz-
lerinde buluyoruz.
Tutanaktan çıkarıldı
Deniz 6 Mayõs gecesi 01.25’te idam seh-
pasõna çõkan ilk devrim şehidimizdi ve son ne-
fesinde haykõrarak şunlarõ söylemişti: “Ya-
şasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Mark-
sizm-Leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt
halklarının kardeşliği. Yaşasın işçiler, köy-
lüler. Kahrolsun emperyalizm.”
Sesi öylesine gür çõkmõştõ ki, sõralarõnõ
bekleyen iki idam mahkûmu Yusuf Aslan ve
Hüseyin İnan hücrelerinde bu sesi duymuş-
tu. Ancak gerek Deniz’in, gerekse Yusuf’un
idam sehpasõndaki son sözleri tam olarak in-
faz tutanaklarõna geçirilmedi. Sözlerinin için-
de suç unsuru bulunduğu gerekçesiyle De-
niz’in son sözlerinden 16 sözcük, Yusuf’tan
ise 26 sözcük mahkeme başkanõ Ali Elverdi
tarafõndan tutanaktan çõkarõldõ. Daha sonra
avukatlarõndan Halit Çelenk anõlarõnda bu
gerçeği yazacaktõ.
Deniz’den sonra idam sehpasõna gece
02.25’te Yusuf Aslan getirilmişti. Onun da son
sözleri oldukça anlamlõydõ: “Ben ülkemin ba-
ğımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şe-
refimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi
asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz.
Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Ame-
rika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın dev-
rimciler. Kahrolsun faşizm.”
Son olarak gece 03.00’te Hüseyin İnan idam
sehpasõna çõkarõlmõş, adeta bir vasiyet niteli-
ğindeki şu sözleriyle yaşamõnõ noktalamõştõ:
“Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkı-
mın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaş-
tım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşı-
dım. Bundan sonra bu bayrağı Türk hal-
kına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler,
köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun
faşizm.”
Bu üç iletide de açõkça görüleceği gibi or-
tak vurgu bağõmsõzlõktõr. Üçü de sosyalist ol-
malarõna karşõn önlerine koyduklarõ ana he-
def, bağõmsõzlõk ve demokrasiydi. Çünkü, bu-
gün birçok aydõn ve düşünürümüzün çarpõt-
tõğõ gibi bağõmsõzlõk ve demokrasi istemleri
sosyalizmle çelişen konular değil, tersine
birbirini tamamlayan zincirin birer halkala-
rõdõr. Ve Türkiye gibi emperyalizmin dolay-
lõ ve doğrudan sömürüsü altõnda olan her ül-
kede bağõmsõzlõğõ izlencesine alan her sosyalist
kişi, grup ya da parti, aynõ zamanda bir yurt-
severdir. Savaşõm, bu niteliğinden dolayõ tek
bir sõnõfa dayanmak yerine daha geniş bir cep-
hede verilmek zorundadõr.
Bu nedenle yaşamlarõnda olduğu gibi son
nefeslerinde de yaşasõn işçiler, köylüler ve hat-
ta daha geniş bir anlatõmla “halkımız” be-
timlemesini bilinçli olarak seçmişlerdi. İnfaz
sorumlularõ halkõmõz sözcüğüne tepki göste-
rerek bunun yerine millet sözcüğünü tuta-
naklara geçirmek isteseler de avukatlarõn
müdahalesi üzerine bu istemlerinden vaz-
geçmişlerdir.
Bugün içinde yaşadõğõmõz Türkiye ve dün-
ya konjonktüründe 68’in değerleri, savaşõm
gelenek ve istemleri acaba halen geçerliliği-
ni koruyor mu, sorusuna yanõt arayarak ya-
zõmõzõ noktalamaya çalõşalõm.
60’lõ yõllarõn gençlik devinmeleri ve sol si-
yasal savaşõmõ, ağõrlõklõ olarak “Tam ba-
ğımsız ve gerçekten demokratik Türkiye”
ekseninde yürüyordu. Bu istemlerle yola çõ-
kanlara çeşitli baskõlar uygulanõyor, işken-
celer yapõlõyor, dağ başlarõnda, sokak orta-
larõnda, idam sehpalarõnda gençlerimiz öl-
dürülüyordu.
Tarihi kirletemezsiniz
Bugün Türkiye geçmişe değin daha bağõmlõ,
uluslararasõ finans kuruluşlarõnõn ve karanlõk
odaklarõn fink attõğõ bir ülke konumunda.
Ülke çõkarlarõnõ savunmak, bağõmsõzlõktan
söz açmak işbirlikçi çõkar gruplarõnõn ve on-
larõn paralõ sözcülerinin alay konusu olmak-
ta. Dahasõ, bu düşünce ve görüşte olanlara kar-
şõ bir zulüm makinesi çalõştõrõlmaktadõr.
Emperyalizmin gizli servisleriyle iç içe gir-
miş kimi odaklarca ve medya kuruluşlarõn-
ca namuslu, yurtsever, devrimci insan avõna
çõkõlmaktadõr. Ne acõdõr ki geçmişte birlikte
savaşõm verdiği eski solcu yeni sağcõlar ta-
rafõndan Deniz’lere bile dil uzatõlmaktadõr.
Hem de solculuğun yerine satõlmõşlõğõ ko-
yarak kirlenmiş dünyalarõna ortak aramak-
tadõrlar.
Her şeyi kirletebilirsiniz efendiler, ama
tarihi kirletemezsiniz. Sizleri utancõnõzla ta-
rihin hakemliğine bõrakõyoruz.
Deniz Gezmiş’lerden Günümüze Değişen Ne?
Sönmez TARGAN
Ne acõdõr ki geçmişte birlikte savaşõm verdiği eski solcu yeni sağcõlar
tarafõndan Deniz’lere bile dil uzatõlmaktadõr. Hem de solculuğun yerine
satõlmõşlõğõ koyarak kirlenmiş dünyalarõna ortak aramaktadõrlar.
Her şeyi kirletebilirsiniz efendiler, ama tarihi kirletemezsiniz. Sizleri
utancõnõzla tarihin hakemliğine bõrakõyoruz.
Deniz Ticaret Müzeleri
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar