28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 MAYIS 2009 PAZAR 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Gönlümün Yarısı... GİRNE- Sevgili, Üç gündür Kıbrıs’tayız bir grup arkadaş eşlerimizle birlikte. Kıbrıs’ta, 25 yıl önce hep beraber olduğumuz yerde olmamayı kutluyoruz. İlk kez 27 yıl önce tutuklanmış olan Barış Derne- ği tutukluları, bizi canla başla savunan avukatlarımızın bazılarıyla birlikte, en son tutuklunun tahliye olma- sının 23. yılını kutluyoruz. Tabii içerde birlikte olanların bir kısmı artık aramızda değiller. Kimisi son tutuklu çıkmadan önce öldü, ki- mi tahliyeden hemen sonra, kimi birkaç yıl daha da- yandı. Sağ olanlar içinde, hepimizde apayrı bir yeri olan Reha İsvan artık evden pek çıkmadığı için geleme- di. Kimileri iş, güç, randevular yüzünden gelemediler. Burada hepimize ait olan bir organizasyon ayıbı var. Çünkü gelecek yıllar yine eski günleri anacağız ama, artık yaşlarımız gereği hep bazı fireler vererek yapacağız bunu. Demek ki, bir dahaki yılın organizasyonunu aylar önceden yapıp, kimseye mazeret bırakmayarak, tam kadro hazır olmalıyız. Belki de en iyi çare, çağrıyı savcıya yaptırmak, o zaman tam kadro hazır bulunmamak gibi bir durum olmuyor. Yaşlı hapishane kaçkınlarının buluşması da, bir hoş oluyor, biraz da buruk... Burukluk yalnız yaşımızdan ve de aramızda ol- mayanların hüznünden kaynaklanmıyor. Ama çoğu arkadaşım gibi, benim de gönlümün ya- rısı içerde. Kıbrıs’a gidince kaçınılmaz olarak o ko- nuda çok mürekkep dökmüş, çok çaba harcamış, Kıbrıs Tanıtma ve Dayanışma Derneği’nin başkan- lığını uzun süre yürütmüş, Erol Manisalı Hoca ge- liyor aklıma. Manisalı’nın bana hocalığı üniversite sıralarından değil, zaten benim öğretmenim olmaya yaşı da el- vermez, sanırım benden bir ya da iki yaş küçük ol- malı. Ama o bana kitaplarıyla, yazılarıyla, nice ho- camdan çok daha fazla hocalık etti.. tıpkı aynı kür- süden olup, çok yakında kaybettiğimiz değerli Tür- kel Minibaş gibi... Biz üç gündür hasret gideriyoruz Dom Otel’de, ora- yı burayı geziyoruz. Bir araya gelince, esaret günle- rini daha çok hatırladığımız için özgürlüğümüzün an- lamını daha iyi anlıyor, tadını da çok daha çıkarıyo- ruz. Sonra birden aklıma geldi.. biz bu grup hiçbir za- man özgür olarak bu kadar çok gün bir arada bu- lunmadık. İlk kez kendi özgür irademizle, istediğimiz gibi dav- ranarak bu kadar süre bir aradayız. Bugün pazar, düşünüyorum Erol Manisalı ve diğer arkadaşlar acaba bugün Silivri’de ne yapıyorlardır di- ye... Sonra gülüyorum, hapishanenin pazarı mı olurmuş.. Orada ziyaret günleri, avukat günleri ve duruşma gün- leri fark eder sadece... Bu üç gün içinde gelemeyen arkadaşları andık. On- lardan biri de, Alp Selek. Alp’in işi başından aşkın, kızı artık bütün Türkiye’nin tanıdığı Pınar yeni bir hukuk savaşına girişti, Alp de yanı başında onunla birlikte. Pınar’ın davası yalnız onun ya da Selek ailesinin de- ğil, bütün Türkiye’nin özgürlük davası, o aklanmadan ve tam özgürlüğüne kavuşmadan hiç kimsenin ger- çekten özgür olması mümkün değil ülkemde. Ne tuhaf, biz bir geçiş döneminin tutuklularıydık. Yapılan haksızlıklar, başvurulan hukuksuzluklar hep bu gerekçeye bağlanır, hep bu nedenle açıklanırdı. Doğrusu ya, sonra da yıllarca biz de bu nedene bağladık olan biteni. Ama artık biliyoruz ki, geçiş dönemi diye bir şey kalmadı, demokrasi denen dönemle cunta denen dö- nem aynı kimileri için, örneğin Erol Manisalı için... Hapishaneyi tanıyanlar bilirler.. insanlar tahliye olur- ken, gönlünün yarısını içerde bırakır. Aklı geride ka- lanlara takılır zaman zaman. Ama zaman her şeyi iyi- leştirir, siler götürür. Ama sonra, yeni bir olay olduğunda eski anılar can- lanır, eski görüntüler geri gelir, gönlünüzün yarısı yi- ne onların yanına döner. Bugün pazar.. güzel bir bahar günü Kıbrıs’ta Gir- ne’deyim, özgür.. ama gönlümün yarısı Erol Mani- salı’nın yanında tutsak... asirmen@cumhuriyet.com.tr Adana ve Mersin’de bir yõlda üç yüzü aşkõn çocuk gözaltõna alõndõ, işkence gördü, tutuklandõ Erkenbüyüyençocuklar BERAT GÜNÇIKAN Adana Adliyesi, 7. Ağõr Ceza Mahkemesi duruşma salonu önü. Duvara asõlõ, o gün görülecek duruşmalarõn listesinde yaklaşõk on isim var, beşinin suç hanesinde “örgüt” yazõyor. Yargõlana- caklardan üçü tutuklu, üçü tu- tuksuz altõ kişi uluslararasõ sözleşmelere göre çocuk. Yaşlarõ 14 ile 17 arasõnda değişiyor. Aileler mahkeme kapõsõnõn önünde, tutuklu ço- cuklar aşağõda nezarethanede. İlk kez duruşmaya çõka- cak olanlar tedirgin, avukat- larõna sorular yağdõrõyor. Ya- nõtlar “mahkemecilik” oyu- nunda veriliyor. Hayali bir duruşma sahnesi yaratõlõyor, avukat çocuklara duruşmada nasõl davranacaklarõnõn pro- vasõnõ yaptõrõyor. Sadece Adana ve Mer- sin’de 2008 Şubat’õndan bu- güne 300’ü aşkõn çocuk tu- tuklandõ, şu anda üçü kõz 51 çocuk cezaevinde. Peki, kim bu çocuklar? Adana ve Mer- sin’de görüştüğümüz avu- katlarõn anlattõklarõnõ, tahliye olmuş, duruşmalarõnõn sonu- cunu bekleyen iki çocuk ile tutuklu çocuklarõn aileleri doğruluyor. Çocuklarõn he- men hepsi, 1990’lõ yõllarõn ilk çeyreğinde korucu olmayõ reddettikleri için köyleri ya- kõlan ve sürülen ailelerin ço- cuklarõ. Yine hemen hemen hepsi şimdi bulunduklarõ kentlerde doğsalar da geçm- işleri yoksulluk ve yoksunluk olarak peşlerini bõrakmõyor. Mersin’de, daha sonra pro- vokasyon olduğu belgelenen bayrak yakma olayõndan son- ra artan milliyetçi saldõrõlar da çocuklarda doğal bir refleks yaratõyor: Beni burada iste- miyorlar! Anmalarda, cena- zelerde, protestolarda ya da kutlamalarda polise, panzere taş atan, otomobil yakan, mo- lotofkokteyli ve slogan atan- lar da işte bu çocuklar… Okuma isteğini yitirdi Hemen hemen hepsi oku- yor ve çalõşõyor. Ağustos 1994 doğumlu F.Ö’nün sor- gulama tutanağõnda, “işyeri” adresi olarak verilen adres “Alsancak Lions İlköğretim Okulu No: 335”. Firaz yak- laşõk iki aydõr cezaevinde. Avukat olmayõ düşlerken po- lis panzerine taş attõğõ ge- rekçesiyle on yõla yakõn ceza alabilir. Y. A, ise 17 yaşõnda ve üç ay, on gündür ceza- evinde. Y., Adnan Özçelik Anadolu Lisesi’ni 15. ola- rak kazanmõş, ama kimliği ve 1 Mayõs’ta gözaltõna alõnma- sõ nedeniyle okulda baskõ görmüş, MHP’li öğrenciler tarafõndan dövülmüş. Baba- sõ Ahmet Akgül oğlunun burs sõnavõnõ da kazandõğõnõ, baskõlarõ bertaraf edemeyin- ce, aklõnda “neden” soru- suyla, kaydõnõ devlet okuluna aldõrdõğõnõ, bu arada okuma isteğini yitirdiğini söylüyor. Tedavi göremiyor Ş.Ö, sedef hastasõ ama üç aydõr tedavi göremiyor, çün- kü o da Pozantõ Cezaevi’nde. Meslek lisesinin kaportacõlõk bölümünde okuyor, bir ka- portacõda da çalõşõyordu. An- nesi Fadile Özbay, ilk kez duruşma salonunda görmüş oğlunu, kafasõndaki şişlikle- ri, ayağõnõ sürüyerek yürü- mesini. Cezaevindeki ilk gö- rüşte ise ağlayarak anlatmõş yaşadõklarõnõ, nasõl dövdük- lerini, kafasõna nasõl vurduk- larõnõ. Ş. 16 yaşõnda. O da taş atmaktan suçlanõyor, ama an- nesi amcasõndan dönerken gözaltõna alõndõğõnõ, polisin yerde bulduğu bir eldiveni eli- ne zorla giydirdiğini ve diğer eylemciler arasõna kattõğõnõ söylüyor. Yüzü aşkõn çocuğun ilk sorgulamasõnda bulunan avu- kat Cemşit Tabak’õn tespiti, çocuklarõn örgütü bilmediği, slogan ve taş atmayõ bir oyun olarak gördükleri… Bu ne- denle verilen cezalarõn ağõr- lõğõnõ anlamakta zorlanõyor. Fadile Özbay (soldaki resimde) oğlunu ilk kez duruşmada görmüş. Avukat Tabak (sağda) cezaların ağırlığından yakınıyor. Y.K. ANLATIYOR ‘Suçum Gündem gazetesi satmaktı’ Adõm Y.K. 16 yaşõn- dayõm Mersin’de yaşõyo- rum. Ailem Şõrnaklõ. Kö- yümüz yakõldõğõ için daha ben doğmadan buraya gel- mişler. Ben, 2008’in 29 Mart’õnda gözaltõna alõn- dõm. Terörle Mücadele’ye götürüldüm, dövüldüm, hakarete uğradõm. Adli Tõp’a gittik, polisler “bu siyasi” deyince bir de doktor vurdu. Suçum Gündem, Demokrasi gibi gazeteler satmaktõ. Beni şubede üç dört gün daha beklettiler, her yeni gele- ni benimle aynõ dosyaya kattõlar. Sonunda mahke- meye çõkarõldõk ve tutuk- landõm. Pozantõ Ceza- evi’ne götürüldüğümde çõrõlçõplak soyuldum. El- lerime on beşer kez pi- mapen copla vuruldu. Sonra da morarmasõn di- ye suya tuttular. Sonradan öğrendim ki bu her gelene yapõlan bir uygulamaymõş. Ceza- evinde de dayak ve küfür vardõ, sayõmda gelir, pat küt vururlardõ. Gece 12’de gelip aramõzdan bi- rini “karanlık oda”ya götürüyorlardõ. Gardi- yanlar benim de burnumu ve parmağõmõ kõrdõlar. Asker kulesine taş at- makla suçlayõp bir arka- daşõmõn üzerine sõcak su döktüler, oysa kule bi- zim koğuşumuza çok, ama çok uzaktõ. ‘6 kişilik koğuşta 12 kişi kalıyorduk’ Koğuşlar altõ kişilikti ama biz 12 kişi kalõyor- duk. Avlu sabahtan akşa- ma açõktõ, bazõ arkadaşlar volta atardõ ama ben vol- ta atmayõ sevmedim. Boncuk işi yaptõm, bi- leklik, cüzdan, çerçeve… Bilekliğe kelepçe ve kuş desenleri işledim. Ailemiz idareye para yatõrõr, biz de o paradan alõşveriş ya- pardõk, bir top kek, bir bağ boncuk iki liraydõ. Yemeklerimiz güzeldi, sabah kahvaltõda peynir, yumurta, reçel, bal, zey- tin vardõ, öğlen ve ak- şamlarõ genellikle bar- bunya ve pilav çõkõyordu. Yemeklerimizde et vardõ, ama sadece kemiği. Kü- tüphaneden kitap alõyor, okuyorduk. En son, yazarõ kim bilmiyorum, Kürt- ler’e başlamõştõm, çok ka- lõndõ, bitiremedim. Kü- tüphanede açõk saçõk ki- taplar da vardõ ama ben hiç okumadõm. Diğer ko- ğuştaki arkadaşlarla du- vardan duvara, kanali- zasyondan kanalizasyo- na haberleşiyorduk. Ba- zen yazdõğõmõz mektubu sabuna sarõp öteki avluya atõyorduk. Haftada bir gün, bir saat spor yapõyor, futbol ya da voleybol oy- nuyorduk. Duruşmaya gi- derken yediden dokuza kapõ altõnda bekletiliyor, adliyede de nezarethane- de tutuluyorduk. İki kişi- lik yerde sekiz-on kişiyi bekletiyorlardõ. ‘İtip kakıyorlardı’ Duruşmayõ beklerken cezaevinden yanõmõzda götürdüğümüz ekmek, domatesleri yiyorduk… Mahkemeye gidiş ve dö- nüşte ellerimizi kelepçe- liyor, iteleyip kakalõyor- lardõ. Davam sürüyor, al- tõ yõl, üç ay istiyorlar. Bakalõm ne olacak? İçer- deyken pek bir şeyi özle- medim, ama dõşarõda en çok gardiyanlarla dalga geçmeyi özledim. Sa- yõmda gardiyan dik dur diyordu, ben bile bile ken- dimi gevşetiyordum. O tokat atõyordu, ben eğili- yordum, tokadõ arkadaki arkadaşõma geliyordu. Ar- kadaşõm kõzmõyordu, biz hiç kavga etmiyorduk, çünkü kardeş gibiydik. Görüşlerde ailemizle Kürtçe konuşmamõz ya- saktõ, konuştuğumuz an, telefon kesiliyordu. Ben konuşuyordum, onlar ke- siyordu... V.Ç. ANLATIYOR ‘Küfredip dövdüler’ Adõm V.Ç, 15 yaşõndayõm. Adana’da yaşõyorum. İki kez gözaltõna alõndõm. İlkinde taş at- makla suçlandõm. Polis yolda durdurup önce sõrtõma baktõ, son- ra kalbimi dinledi, terli değildim ama kalbim çok çarpõyor diye taş attõğõma karar verdiler. İkincisinde sabah evden alõp, Terörle Mücadele’ye götürdü- ler. Bu sefer kundakçõlõkla suç- ladõlar. Daha evimizin önünde, çamura yatõrõp dövmeye başla- dõlar. Şubede fotoğraflar gösterip tanõyõp tanõmadõğõmõ sordular, tanõmadõğõmõ söyleyince yine dövdüler, küfürler ettiler, “terö- rün piçi” dediler. Sabah yediden gece üçe kadar şubede kaldõktan sonra Adli Tõp’a götürdüler. Yolda dövdüğümüzü söylersen, geri döner daha fazla döveriz dediler. Polisler de mua- yene odasõna girdi, ben karnõmõ açtõm, morluklar vardõ ama dok- tor görmezden geldi. Mahkeme- de salõverildim, ama hakkõmda 37 yõl istiyorlar. Boş yere 37 yõl yatmak iste- miyorum. Onlarõn beni suçladõ- ğõ tarihte ben orada bile değildim. Salõverilince okuluma döndüm, arkadaşlarõm, öğretmenlerim es- kisi gibi davranõyor, ama polis pe- şimi bõrakmõyor. Suçlarõ daha çok taş ve slogan atmaktõ. Yaşlarõ 14 ile 17 arasõndaydõ. Halen üçü kõz 51 çocuk cezaevinde, kimisi 37 yõldan yargõlanõyor. Doğan, ‘fasıl’a ev sahipliği yaptı İstanbul Haber Servisi - Ye- ni Şafak gazetesi yazarõ Feh- mi Koru tarafõndan yaklaşõk iki yõldõr her ay İstanbul’da gerçekleştirilen ve iş ve medya dünyasõndan önde gelen “mu- hafazakâr” isimlerin katõldõğõ “fasıl gecesi” önceki gün Do- ğan Holding Yönetim Kurulu Başkanõ Aydın Doğan’õn ev sahipliğinde İstanbul Hilton Oteli’nde gerçekleştirildi. İste- yene içki servisinin de yapõldõ- ğõ geceye Doğan Yayõn Gru- bu’ndan Milliyet Gazetesi Ge- nel Yayõn Yönetmeni Sedat Ergin, Milliyet gazetesi yazar- larõ Derya Sazak, Taha Ak- yol ve Hürriyet gazetesi yazar- larõ Ahmet Hakan ve Fatih Çekirge katõldõ. Geceye katõ- lan bazõ isimler şunlar: Hüsa- mettin Özkan, Mehmet Barlas, Nazlı Ilıcak, Necati Kurmel, Alaaddin Kaya, Ahmet Ha- kan, Yusuf Ziya Cömert, Hasan Bülent Kahraman, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Mehmet Ali Ilıcak, Taylan Bilgel, İskender Pala, Sezen Cumhur Önal, Elif Çakır, Sela- hattin Sadıkoğlu, Vahap Munyar, Celal Toprak, Aziz Torun, Erhan Çelik, Mehmet Kamış, Mukkades Akça, Ömer Erdem, Öz- lem Topal, Metin Yurdagül, Mehmet Müez- zinoğlu, Mithat Eresin, Adil Gür.”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear