26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 NİSAN 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Rol TÜRK dış politikasına ilişkin olarak içte ve dışta söylenip yazılanlarda insanı bezdiren, hatta kızdı- ran bir şey var: Türkiye’ye rol biçmek. İçte ve dışta hep vurgulanan, ülkenin “stratejik ko- numu”dur. Sık sık “köprü” sözü kullanılarak. Vurgu, bir ilkokul öğrencisinin bile anlayıp anla- tabileceği kadar basit: Bu ülke Avrupa ile Asya, Ba- tı ile Doğu arasında bir bağlantı ya da geçit yeridir. Sanki, Büyük İskender zamanındayız ve Batı’dan kalkıp Doğu’yu fethe gidenler, iki tekerlekli tek at- lı savaş arabalarıyla yine buradan geçeceklerdir, hiç- bir yere konmadan bir okyanustan öbürüne uçabi- len uçaklar devrinde değilmişiz gibi. Sanki Haçlılar dönemini yaşamaktayız ve inançlarını Batı’dan Doğu’ya taşıyıp kutsal yerlere gitmek isteyenler Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçerek gitmek zorunda- dırlar. Elektronik iletişim çağında değilmişiz gibi. Başkalarının kendi hesaplarına ya da niyetlerine uygun olarak biçtikleri eskimiş rolleri benimse- mek ya da o hesaplar ya da niyetlere uygun rolle- re soyunan bir dış politika izlemek yerine, sözü edi- len stratejik konumu kendi amaçlarımız için değer- lendirmek daha doğru olmaz mı? Öyle bir coğrafi konumu var ki Türkiye’nin, bu konum başkalarına köprü hizmeti vererek değil, ülkenin kendi öz çıkarları için merkez olarak kullanıldığı zaman iyi değerlen- dirilmeye çok daha elverişli olabiliyor. AKP iktidarı, büyük ölçüde Davutoğlu’nun düşün- celerinden etkilenerek, başlangıçta “stratejik” de- nen konumu bu yolda değerlendirmek ister gibi dav- ranacakmış izlenimini yaratmıştı. Zamanla, strate- jik konuma ilişkin olarak içte ve dışta alışılmış o es- ki düşünce tekrarlandıkça, iktidarın da değerlen- dirmesi değişti ve başkalarının hesaplarıyla niyet- leri ağır basmaya başladı. Obama’nın seçimin üzerinden fazla vakit geçir- meden Türkiye’ye gelmek istemesi, bu dönüşü da- ha da hızlandırmıştır. Sanıldı ki, o da Bush gibi, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları için Türkiye’den hiz- met beklemektedir ve bu beklenti dolayısıyla Tür- kiye’nin duyarlı olduğu konularda Ankara’ca iste- nenleri yapmaktan çekinmeyecektir. Ermeni soykırımı konusunda yaşanan fiyasko, yani Obama’nın pek de değişik olmayan sözlerle o konudaki düşünce- lerini aynen tekrarlamış olması, apar topar oluştu- rulan bir geceyarısı bildirisinin hiçbir işe yaramadığını göstermiş oldu. İşe yaramak şöyle dursun, tam tersine Türkiye’nin izleyebileceği bölgesel politikalara aykırı bir sonuç doğurmuştur. Ankara, yeni Başkan’ın istekleri doğrultunda ve onun “soykırım” inancını değiştire- ceğini umarak, Erivan’la uzlaşma çabasına kendisini kaptırmış, bu yüzden Azerbaycan’la dostluğu teh- likeye sokmuş, üstelik merkezinde durduğu bölge- de bile ABD’nin istediği rolü üstlenen “yapışık müt- tefik” görüntüsünü bir kez daha vermiştir. PENCERE Hilmi Özkök’e Köfte Ekmek... Köfte ekmek sever misiniz?.. Bizim toplumun göreneksel öğle yemeğidir... Gazetelerin yazdıklarına bakılırsa Ergenekon savcıları İzmir’e köfte ekmek yemeye gitmiş- ler... Kiminle?.. E. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’le... Allah muhabbetlerini arttırsın... Ne var ki bu arada Hilmi Özkök de Erge- nekon sorgulamasında tanık olarak ifade vermiş... Hem köfte ekmek... Hem savcıya ifade... Peki, bu köfte ekmek yemekli ifade ne an- lam taşıyor?.. Olay bir kez usule aykırı... Açıkça vurgulamak gerekirse laubaliliğin tam kendisini dile getiriyor... Sonra ifadeye gölge düşürüyor.. Çünkü öğle yemeğinde köfte ekmekle alı- nan ifade, savcılarla tanık arasında özel bir ya- kınlığın sergilenmesidir... Kimi E. orgeneralin sabahın köründe evini polise bastıran Savcı Zekeriya Öz’ün E. Or- general Hilmi Özkök ile bu muhabbetini kim, nasıl yorumlayacak?.. Ergenekon savcılığı, TSK’ye dönük tutu- munda bu ayrımcılığı nasıl açıklayacak?.. Amaç nedir?.. Gazetelerde çok yinelenen söylentiye göre, 2004 yılında, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök komutasındaki kimi üst rütbeli subay- lar darbe yapmak istemişler... Gazeteciler geçen yıl bu iddiaları E. Genel- kurmay Başkanı’na sordukları zaman şu ya- nıtı almışlardı: “- ... bu olaylarla ilgili olarak, ne vardır de- rim, ne yoktur derim; ne teyit ederim, ne tek- zip ederim...” Öğle yemeğinde köfte ekmek iyi gider; ama, böyle tanıklık olamaz... Darbe girişimi ya vardır, ya yoktur... Var olduğu zaman da komutan Hilmi Özkök bu girişimi yapanlar hakkında yasal gerekle- ri yerine getirmediği için tanık olamaz... Sanık olur... A macõmõz bu iki başkanõ karşõ karşõya koymak, karşõlaştõrmak olamaz. Bu bizi aşar, ama.. Türkiye’ye bakõş açõlarõ bağla- mõnda bir değerlendirmeye hak- kõmõz olabilir diye düşünüyorum. Bush’un ül- kemizi nereye getirdiğini ve “Ilımlı İs- lam”õn kucağõna attõğõnõ söylemeye gerek yok. Ilõmlõ İslamõn sõnõrlarõnõ belirlemek olanaklõ mõ bilmiyorum. O kadar çok çekiş- tirilmeye uygun bir tanõm ki.. Dahasõ, Tür- kiye’nin böyle bir tanõma sokulmasõna ge- reksinimi mi vardõ acaba? Yoksa Türkiye Müslüman bir ülke değil miydi? Türkiye Müs- lüman bir ülkedir ama, devlet yapõsõ laik bir cumhuriyet; Türk toplumu da laik bir top- lumdur. Çevremizdeki, adõ cumhuriyet olan birçok ülkeden ve özellikle İslam ülkesinden farklõ olarak hem cumhuriyetçidir hem de la- iktir. Ülkenin bugünkü konumunda iktidar- daki siyasal parti çağdaşlõk ve laikliği kendi ölçütlerine göre yorumlar ve uygulamaya kal- karsa -ki kalkõyor- ve muhalefet partilerini de kendi doğrultusuna çekerse -ki çekiyor- Tür- kiye kõsa sürede laikliği tümden silerek dev- letiyle, toplumuyla İslam toplumuna; yöne- timi de dine bağlõ teokratik bir siyasal dizgeye dönüşür. Korktuğumuzu günbegün yaşõyoruz. Diyarbakır’daki manzara Bugün, dün, -belki yarõn- televizyonlara yansõyan birtakõm görüntüler içimizi yakõyor. Çarşõ, pazar demeden uluorta tarikat göste- rileri yapan halk kalabalõklarõ söylediklerimin kanõtõdõr. Diyarbakõr’daki manzara da böyle bir manzaraydõ. Duygusal bağlarõmõn varlõ- ğõnõ yadsõyamam. Herkeste olabilir. Atalarõ- mõn toprağõ, doğup büyüdüğüm Diyarbakõr… Caddeleri, sokaklarõ, hanlarõ, pazarlarõ çağ- daşlõk, laiklik ve dostluk kokan; Ankara, İs- tanbul’la bilim ve kültürde yarõşacak düzey- de çok boyutlu insanlar yetiştirmiş ve Müs- lümanlõkta da çoğu yere taş çõkartacak olan memleketimdeki o manzara neyin gösterge- sidir acaba? Ne kadar ilginç değil mi.. sözüm ona laik ve Atatürkçü olduğunu iddia eden siyasal par- tiler, sivil toplum örgütleri, demokratik kit- le örgütleri, sendikalar, üniversiteler, kõsacasõ ülkenin iç dinamikleri, İslama kaymakta olan ülkelerinin haklarõnõ gerektiği biçimde savunamõyor ve umudumuzu Amerikan baş- kanõnõn ülkemizi ziyaretine ve sözlerine bağ- lõyoruz. Ülkenin bu çaresizliği, Sevr’i red- detmiş, Lozan’õ emperyalist güçlere dayatmõş ve kabul ettirmiş ve laikliği, kadõn haklarõnõ çoğu Batõ ülkesinden önce benimsemiş ve ül- kesinde yaşama geçirmiş atalarõmõzõn ölüm- süz adlarõna haksõzlõk sayõlmaz mõ? Obama’nın sözleri Başkan Obama’nõn, Türkiye’nin laik ve cumhuriyetçi olduğunu söylemesi çok önem- lidir mutlaka. Bunu, inandõğõ için mi söyle- diği, yoksa beklentilerine (Afganistan, Irak, Kõbrõs vd.) karşõ mõ söylediği de çok önem- lidir. Ama böyle bir söylemin çoğunluğu elin- de tutan iktidardaki partinin hoşuna gitme- yeceğini ve başta Cumhurbaşkanõ olmak üzere tümünün suratõnõ düşüreceğini elbette biliyordur. Bu bağlamda Obama’nõn sözle- rini, Amerikan’nõn dõş siyasasõnda, özellik- le Ortadoğu ve Türkiye’ye bakan yüzünde, te- mel değişikliklere gideceğine işaret olarak yo- rumlamak olanaklõ. Obama’nõn ülkemizi ziyaretinde Müslüman ülkelere yapacağõ söylenilmiş ve yapmõş ol- duğu konuşmasõnda Türkiye’nin laik bir ül- ke olduğu ve bundan hiçbir şekilde ödün ver- memesi gerektiği yönünde bir iletisi de ol- muştur. Çağdaş olunmak isteniyorsa mutla- ka Türkiye’nin Müslüman ülkelerce örnek alõnmasõ gereğine de, üstü kapalõ da olsa, işa- ret edilmiş olmasõ kimilerinde “Ilımlı İslam” söyleminin bundan böyle gündeme gelme- yeceğine ilişkin bir kanõ uyandõrmõştõr. Bu iş bitmiştir diyenleri görüyor gibiyim.. ama ben öyle demiyorum. Asõl iş bundan son- ra başlõyor. Obama’nõn bu bağlamda bir ko- nuşmasõ Ortadoğu için de çok önemlidir. Or- tadoğu sorununun temelinde bağnaz düşün- cenin, öngörüsüzlüğün, bilimsellikten ve çağdaşlõktan uzak görüşlerin ürünleri yat- maktadõr. Ortadoğu’yu bu keşmekeşten kurtarmak an- cak çağdaş ve laik düşünenlerin işidir. Bunu şovenist, katõ milliyetçi duygularla, ayrõmcõ siyasalar ve dinci yaklaşõmlarla çözümlemek olanaklõ değildir. Onun için Obama’nõn tüm İslam dünyasõna -yalnõz İslam dünyasõna da değil, Yahudi dünyasõna da, dahasõ, tüm dünyaya- seslenerek laik olmalarõnõ söylemesi çok önemlidir. Obama’nõn bu yaklaşõmõ Va- tikan’õ gücendirebilir ama.. Obama’dan bek- lenen de buydu dünyanõn barõşçõl bir dünya olabilmesi için. Obama’nõn böylesi bir söylemi, kim ne der- se desin, Türkiye’yi içeride ve dõşarõda Ba- tõ’dan uzaklaştõrmak isteyen herkese karşõ Tür- kiye’nin elinde önemli bir tutamak olabilir.. ama Türkiye bunu iyi kullanabilirse. Türki- ye için bu iyi bir fõrsattõr aynõ zamanda. “Fır- sat”lara kalmõş olmamõzdan ötürü utanç du- yuyorum ama.. bizi fõrsatlarõn eline bakma- ya itenler daha çok utanmalõ. Bu fõrsatõ da Batõ’dan uzaklaşarak değil, Batõ’ya yaklaşarak kullanmalõdõr. Obama’nõn ülkemizi ziyaretini tümden Türkiye’yi Ba- tõ’dan koparmak ve Müslüman ülkelerin ba- şõna koymak için yapacağõnõ söyleyenler de vardõ. Ama öyle olmadõ. Ancak bunun böy- le olmayacağõ anlamõna gelmez. Buna karar verecek olan Türk toplumunun kendisi olmalõdõr. Burada iş bize düşmekte- dir. Bizim işimiz zor. Ne ki işin bize düşmesi gerekir zaten. Başkalarõ bizim için karar alacağõna kendi istencimizle ülkemizin ya- rarõna olacak kararlar vermemiz kaçõnõl- mazdõr. Ulusalcõlõğõn, milliyetçiliğin, bağõm- sõzlõğõn gereği de budur. Ama gelin görün ki bu kararõ kim alacak ve ülkede dengeli bir dõş siyasayõ kim yürütecek?.. İktidar mõ, muhalefet mi? Elli yõldan bu yana Türk dõş siyasasõna baktõğõmõzda bunu göremiyoruz. İki ay süren seçim kampanyasõnda da göremedik. Ancak bilinçsiz, her sözü alkõşlayan ve kötü yöne- timlere değil, kendi sõnõfõndan olan insanlara kin ve nefret kusan kalabalõklar gördük. Son söz: Yazõmõn başlõğõndaki sorunun ya- nõtõ benim açõmdan şöyle olmalõdõr: Ne Bush ne Obama: Türkiye Türkiye Türkiye. Ne ki “bıçak sırtında”ki ülkemin Oba- ma’nõn yaratmak istediği bu yeni siyasal ko- şullarda kendine gelip doğru karar vermesi gerekiyor artõk. Bush mu, Obama mõ?.. Prof. Dr. Necdet ADABAĞ Ne Bush ne Obama: Türkiye Türkiye Türkiye. Ne ki “bõçak sõrtõnda”ki ülkemin Obama’nõn yaratmak istediği bu yeni siyasal koşullarda kendine gelip doğru karar vermesi gerekiyor artõk. B alenin terminolojik tarihinde Fransa’da doğan, İtalya’da ge- lişen ve İngiltere’de pro- fesyonel olan bir sanat di- ye geçer. Aslõnda dünyaya mal olmasõnõn, akõllarda kalmasõnõn beş asõrlõk bir geçmişiyle Rusya’nõn bu sanatta büyük payõ var- dõr. Rejimlerin ve baskõla- rõn aksine şõmartõlõp el üs- tünde tutulan, imtiyazlar sayesinde burjuvai bir ya- şantõnõn uzantõsõnõn kül- türel zenginliği dünyada en sevilen klasik müzik bes- tecilerinin de ilham kay- nağõ olmuştur. Bu ekol (vagonova) be- raberinde insanlara güzel- likler dolu bir sahne düze- ni ve disiplin, bunun itici gücüyle dünyada şiirsel kültür oluşturmuştur. Na- sõl ki beyin hacmindeki büyümeye paralel olarak insanõn gelişme aşamasõnõn başladõğõ, yani dört ayak üzerinde dolaşan (Prima- tin) arka ayaklarõ üzerine kalkarak ön ayaklarõnõ el şeklinde kullanmasõ sonu- cunda bu devrim niteliği insanlõğa çok şey kazan- dõrdõysa, Atatürk dev- rimlerinin ve uygarlõk yo- lundaki önemli parçasõ olan sanat ve kültürümü- zün iki ayağõ üstünde sağ- lam durmasõ, dünya malõ olan sanat ve kültürün gü- zel taraflarõnõ yaşatma ve tek yürek olma prensiple- ri de hâlâ devam edebili- yor. Türkiye’nin coğrafi ko- numu ne kadar stratejik risk taşõrsa taşõsõn, kom- şularda olan sanatsal ve kültürel farklõlõklar ve bu- nun getirdiği olumsuz ko- şullar bizi bölgemizde ne kadar yalnõz bõrakõrsa bõ- raksõn, zamanõmõzdaki kõ- sõtlamalar ve engelleme- lere rağmen Cumhuriyetin çağdaş ve medeni olma yolundaki vasiyetleriyle kuvvet bulup yolumuza devam edebiliyoruz. İşte İstanbul Uluslar- arasõ Bale Yarõşmasõ, işte Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü’nün faa- liyete geçmesi, işte Anka- ra Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün da- ha özerk hale gelmesini sağlayacak olan ve seneler evvel düşünülen Ankara Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü’nün kurulma- sõ ve bu kurumun enerjik ve daha aktif hale getiril- mesi. Ve de Ankara Cumhur- başkanlõğõ Senfoni Orkes- trasõ salonunun restore edi- lip şimdilik daha medeni ve dinlenebilir hale geti- rilmesi. Bir iki senede bu yapõlanma ve gayretli tu- tumda Ankara Devlet Ope- ra ve Balesi Genel Mü- dürlüğü’nün büyük gayre- ti var; bu olanlardan top- lum olarak gurur duyma- mamõz mümkün değil. Ko- numuz İstanbul Uluslar- arasõ Bale Yarõşmasõ ol- masõna rağmen, onun pa- ralelindeki moral yükselten sanatsal olaylardan da bah- setmek istedim. İstanbul Uluslararasõ Ba- le Yarõşmasõ sadece Tür- kiye için değil dünyadaki görsel sanatlar açõsõndan da sõra dõşõ bir mega olayõdõr. Böyle sanat olaylarõnõn ev sahipliğini uzun zaman kültür ve sanat ağõrlõğõ kalburüstü toplumlar ya- pabiliyor. Paris, Roma, Helsinki, Moskova, Londra ve Ja- ponya, Almanya, Ameri- ka’nõn çeşitli metropolle- rinde senelerce yapõlan bu tip bale yarõşmalarõ, şehrin ismi ile anõlõr. Türk balesi program, repertuvar ve dansçõ kalitesi yönünden ve bilhassa Ankara Devlet Opera ve Balesi, seneler evvel evrensel bir kurum haline gelmiştir; yurtdõşõ- na gitme fõrsatõ bulduğu zamanlar gösterdiği per- formansla da şaşõrtacak başarõlara imza atmõştõr. Türkiye’nin bu duruma gelmesi doğasal bir olay- dõr, hiçbir güç asõrlardõr bu topraklar üzerindeki kültür birikiminin bir parçasõ olan dans tutkusunu bu insanlar üzerinden atamamõştõr ve unutturamamõştõr. Onun içindir ki bu zenginlik za- manõmõza kadar aynõ duy- gular aynõ müzik ve ri- timlerle bozulmadan gele- bilmiştir. Bu dans etme ruhunu realite ve eylem ha- line getiren ve temellerini atan, İngiltere, Kanada ve Türk balesinin kurucusu Dame Ninettede Valo- is’tir. Türkiye’deki bu zen- gin mirasõ ve dans ruhunu öven ve ortaya atan ve onu dünya sahnelerine çõ- karan, madamõn Anadolu insanõna olan güvenidir. Bazõ konumlarda doyum- suz ve hasõmsõz bir şekil- de merdivenleri üçer beşer basamak atlayarak çõka- rõz; bu absürd hal Türk balesi için geçerli değildir. Altmõş senenin sağlam te- melleri üzerine oturtulan Türk balesi medeni ve çağ- daş olma yolunda çalõş- malarõ ile insanlarõmõza bir sentez oluşturmuştur; bu doğrultuda hedeflerin bilincine varmak, bu üslup ve bu tarzla yaşamak bir kültürlülüktür. Bu yazdõklarõmõn biri- kimi ve bu olaylarõn kop- ma noktasõ jenerik güzel- likteki İstanbul Uluslar- arasõ Bale Yarõşmasõ’dõr. 2008 Eylül ayõnda Anka- ra’da yapõlan DVD seç- melerinde 54 yarõşmacõ arasõndan 36 yarõşmacõ fi- nalist olmuştu. TV’de naklen verilen yarõşmada 15 - 19 yaş ara- sõ küçükler kategorisinde Türkiye, Amerika, Japon- ya, Kazakistan, Bulgaris- tan, İsviçre ve İtalya’dan 19 yarõşmacõ katõlmõş; 19 - 26 yaşlarõ arasõnda- ki büyükler kategorisinde ise Türkiye, Güney Kore, Kazakistan, Rusya, Mol- dova, Polonya, İspanya, Sõrbistan’dan 17 yarõşma- cõ ön sõralarda yer almak için mücadele etmiştir. İstanbul Uluslararasõ Ba- le Yarõşmasõ’nõn 2010 ta- rihindeki İstanbul Avrupa Kültür Başkenti etkinlik- lerindkeki programda bir ilk olmasõ önemli bir sanat olayõdõr. Bu yarõşmanõn 2008 Eylül ayõnda ve iki sene evvel yapõlmasõ, 8 ay gibi kõsa bir zamanda hazõrlanõp çok başarõlõ bir performansla hatasõz uy- gulanmasõ, genel müdür- lüğe ve ekibine 2010’daki yarõşmaya büyük tecrübe kazandõrmõştõr. Bu yarõş- manõn yõldõzõ Ankara Ha- cettepe Üniversitesi Dev- let Konservatuvarõ’nda öğ- renci olan 1990 doğumlu Kadir Okurer, en büyük ödül olan grad prix’yi ala- rak bir sürpriz yapmamõş, uluslararasõ yarõşmalarda- ki Türk dansçõlarõnõn her zamanki başarõlarõna bir imza daha atmõştõr. Bir dansçõ olarak hayret ettiğim ve gurur duydu- ğum bir şey de, Anka- ra’da konservatuvar bale imtihanlarõna giren iki ve- ya üç erkek dansçõnõn bi- ri veya ikisinin doğru dü- rüst ilimsel ve bilimsel eğitim almadan böyle ulus- lararasõ yarõşmalara dam- gasõnõ vurmasõ. İnanõyorum ki, bu müt- hiş İstanbul’un 2010 Av- rupa Kültür Başkenti olma çalõşmalarõnda ve büyük tanõtõm fõrsatõnda Türk ba- lesi bu sanat ve kültür ağõrlõklõ şölende en iyi ha- zõrlanmõş ekip olacaktõr. İstanbul Uluslararasõ Bale Yarõşmasõ Oğuz ÖZLEM Ankara Devlet Bale Sanatçõsõ mumtazsoysal@gmail.com BAĞIŞLANAN HER ORGAN KURTARILAN BİR HAYATTIR 0 212 557 70 70 / PBX
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear