24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Temkinli Adalet Silivri Duruşma Salonun’dasınız. Çok şükür izleyici sıralarındasınız. 108 sanıklı dava çok şükür mesai saati tanımıyor. “Temkin”li devletimizin “cevri cefa içinde harap olan sanıkları” ifade veriyor: “Mikrofon”da yazarımız Dr. Gürbüz Çapan: “PKK adlı kanlı örgütün üyesi olduklarını açıkça ilan eden ama kesinlikle terörist olmaktan pişmanlık duymadıklarını beyan eden üniformalı kişilerin ayağında mahkeme kuruluyor. Ve en ufak bir delil aramasına gidilmeden hepsi serbest bırakılıyor. Bizler ise sadece telefon konuşma kayıtları delil gösterilerek ‘terör örgütü üyesi şüphelisi’ olarak hapiste yatıyoruz. Teröristler serbest, terör şüphelileri ise 1 yıldır, 1.5 yıldır tutuklu! Bu ne tür adalet?” “Adalet”in amacı “devleti korumak.” Malum, adalet mülkün temeli. Mülk demek devlet demek. Ama devleti koruma işi biraz abartılınca, “hükümeti korumak” diye bir işgüzarlık gündeme geliyor. İddianamedeki o garip suçun adı da zaten “hükümeti yıkmak!” Yine de buna da kızmamak gerek. Belki de “samimi itiraf” saymak gerek! Hükümeti yıkmak, yıkmaya çalışmak suç ise tüm muhalif milletvekilleri için de sanık dosyası hazırlamak gerek. Örneğin tüm Cumhuriyet yazarları gibi, bu satırların naçiz yazarı bağımsız bir milletvekili sıfatıyla da, yazarak konuşarak bu hükümeti yıkmak için yıllardır naçizane gayret sarf ediyor. Şimdilik bir netice alınmış değil. Bu gecikmede Ergenekon’un fahri savcısı RTE dahil, sayın savcıların “temkin”li tutumlarının... On binlerce sayfalık iddianameyle sağlanan “cevri cefası” altyapısının elbette büyük payı var. Genç okurlar için Silivri Duruşma Salonu’nda sergilenen “temkin”in “dikkat, özen, tedbir”; “cevr”in ise “eza, ceza” anlamına geldiğini belirterek... Cemal Reşit Rey Salonu’na yatay geçiş yapalım. İnci Çayırlı, gönüllere şifa, dertlilere deva sesiyle ve anılarla bezeyerek özel konserde şarkılar söylüyor. Genç kız iken İstanbul Radyosu’nda bir prova sırasında oturduğu yüksek sandalyeden ayağı kayıp düşerken uzatılan eli tutmak yerine, bir yerleri görünmesin diye eteklerinin üstüne kapandığını anlatıyor. İnci Hanım’ın gizli yerlerini görme fırsatını kaçıran koro şefi ise düş kırıklığını Vecdi Seyhun’un buselik bestesiyle ve zarafetle dile getiriyor: “Cevrin harap etti beni... Temkinin öldürdü beni...” Bu şarkının sözleri, Ergenekon için devletin sergilediği adalet, 108 sanığın feryadına da denk düşüyor. Gürbüz Çapan o kadar haklı ki: “Bizler örgüte üye olma şüphesi iddiasıyla aylardır hapisteyiz. PKK’nin asli üyeleri ise mahkeme kararıyla serbest.” O buselik beste, keşke PKK Mobil Mahkemesi kararından sonra yeniden düzenlense... Daha da buselik hale gelecektir: “Adaletin cevri harap etti beni... Devletin temkini öldürdü beni...” Evet... Adaletimiz öylesine ve öldüresiye temkinli.. Ki Kandil’den örgüt üniformasıyla inene Uludağ’dan kayakçı kılığıyla inmiş sporcu muamelesi yapıyor... Bu iktidara muhalefet yapana ise bir telefon konuşması kaydına dayanarak “şüpheli” sıfatı takıyor; sorgusuz sualsiz 1-1.5 yıldır hapiste tutuyor. Adaletin cevri harap ediyor.. Temkini ise öldürüyor.. MERİÇ VELİDEDEOĞLU Cumhuriyetimizin 86. yılını dün bitirdik. Gerçekten de “bitire bitire” yürüyoruz. Bugün sizlere, 1942 ile 1992 yılları arasında, tam 50 yıl Cumhuriyet’te yazmış olan Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun 29 Ekim günlerindeki kutlama yazılarından kimi bölümleri aktarmak istedim. İlk kutlama, Cumhuriyet’te yazmaya başladığından beş ay sonra; Cumhuriyet henüz 19 yaşındadır, yani tam 67 yıl önce. ? Diyor ki: “Cumhuriyet ilan edileli tam 19 yıl oldu. Bugün Türk halkı bir ‘tek kişinin’ artık köhnemiş bir iktidar sandalyesine oturuşu gününü değil, kendi gününü, kendi hâkimiyetini, kendi hürriyetini kutluyor.” (Bugün de tek kişi yok mu?) ? Ertesi yıl 1943’te, 66 yıl önce: “Hukuka bağlı olan bir devlette, devleti idare edenlerin, yani hükümet çarkını döndüren idarenin keyfi hareketine set çekilmiştir.” (Bugün set yıkılmıştır.) ? 64 yıl önce Cumhuriyet 22 yaşındadır: “Bu mutlu günü yaşarken, Cumhuriyet prensiplerini tasallutlardan korumak, bunların dejenere olmasına meydan vermemek üzerinde de milletçe düşünmeli, milletçe titremeliyiz.” (Demek daha 1945’te tam savunmaya geçilmiş!) ? 47 yıl önce Cumhuriyet 39. yılını kutlamaktadır: “Atatürkçülüğü bir balmumu sanan kimseler onu kendi istedikleri kalıba sokabilmek çabasındadırlar.” (Atatürkçülük bugün artık yadsınıp yok sayılmıyor mu? Batı ile AB ile birlikte...) Sürdürelim: “Esefle görüyoruz ki, biz altınlarını kasada saklayan adamın yaptığını bile yapamadık; devrimler kasasına gangsterlerin musallat olmasına ve onları kıyısından köşesinden kemirmesine göz yumduk: Atatürk ocakları olan Halkevlerini kapadık. Milletin topyekûn fikrî kalkınmasını sağlayacak olan Köy Enstitülerini yıktık. Kadını yeniden köle yaptık. Medreseleri hortlattık. Ne yazık ki, bütün bunlara karşı siyasi yönden hiçbir tepki gelmiyor. Halbuki gerçek Atatürkçü müesseseler ve gerçek Atatürkçü kişiler azınlıkta, çok azınlıkta da olsalar, bunlara karşı koyanlardır. 1962” (Bugün de böyle değil mi?) ? 1963’te Cumhuriyet’in 40. yılında: “Atatürk’ten sonra biz aydınlar ve politikacılar ne yaptık? Onun ideal ve prensiplerine sadık kaldık mı? İnkilâp binasını tamamladık mı? Türk halkının büyük çoğunluğuna, insan olarak yaşama ve hakkını koruyabilmenin ilk ve temel şartı olan okuma, yazma öğretebildik mi? Onu hurafelerden kurtarıp müspet bilime, kısaca aydınlığa kavuşturduk mu? Sömürücülerinin elinden kurtarıp refaha ulaştırdık mı? Hiç değilse ona insanca yaşamak için asgarî ve standart bir refah seviyesi sağlayabildik mi? Türk anasını kölelikten kurtarabildik mi? Tam kırk yıl sonra insanın kendi kendine bu sualleri sorması çok hazin oluyor.” (Peki, bugün 86 yıl sonra nasıl oluyor?) ? 1969’da Cumhuriyet’in 46. yılında: “Anayasamızın özel mülkiyet hakkını düzenleyen 36. maddesinin son fıkrası: ‘Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz’ dediği halde, bugün Türkiyemiz, toplum yararına aykırı olarak kullanılan mülkiyet haklarının örnekleri ile doludur. Anayasanın 37 ve 38. maddeleri ‘Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çifçiye toprak sağlamayı’ devlete, bir ödev olarak yüklediği halde, memlekette henüz bir toprak reformu yasası çıkarılmamıştır.” (Bilmem ne dersiniz?) ? Ertesi yıl 1970’te Cumhuriyet’in 47. yılında: “Çıkarlarından ve ihtiraslarından başka hiçbir şeye inanmayan tutucu güçlerin ve kişilerin bu güzelim ve başarılı devrimi nasıl şaşırtıp yolundan saptırarak çok kısa zamanda bir karşı devrim yaratmayı başarabilmeleri, devrimci kişilerin, devrim ilkeleri konusunda, tıpkı Atatürk gibi, titiz, kıskanç, yürekli, özverili ve taviz düşmanı olmaları gerektiğini unutmaları değil mi?” (86 yıl sonra bugün bu unutkanlık derinleşerek sürüyor...) ? Bakın ne diyor Velidedeoğlu 1972’de yani Cumhuriyet’in 49. yılında: “Bu mutlu bayramı kutlarken ruhlarımızda, Atatürk dönemindeki coşkuyu, Atatürk dönemindeki sarsılmaz inancı, Atatürk dönemindeki Türklük gururunu, bağsız koşulsuz bağımsızlık ülküsünü, yeniden duymalı, yeniden yaşamalı ve yaşatmalıyız.” (86 yıl sonra o “sarsılmaz inancı” bugün de duymalıyız, duyurmalıyız!) Burada keselim; 50 yıl, yarımyüzyıl bir savaşım vermiş Velidedeoğlu. Peki, bu boşuna mı olmuş? Kuşkusuz hayır; O da belirtiyor bunu: “... Atatürkçüler azınlıkta, çok azınlıkta da olsalar sürdüreceklerdir” savaşımı. ‘O’ Günlerden Bugünlere m.velidedeoglu@hotmail.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 30 Ekim OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com 30 EKİM 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Deniz Feneri soruşturması: İmzalar ıslatıldı, kuruması bekleniyor! Muhbir Mustafa Pınar: “İktidarın son ihbarcısı, önceki gibi acemi değil; gönderdiği ‘darbe planı’nın iyi anlaşılması için mektup da yazmış!” Servis Aydın Türkaydın: “Kuru bir imzayı ıslatmak dört buçuk ay sürmüş, yalaka medyaya servis için de, açılım fiyaskosu beklenmiş.” Sulu Hamza Saykan: “Şu hale bakın; yalaka medyadaki ihbar piyasası, ıslak imzalı belgeden geçilmiyor. Bu işi de iyice sulandırdılar!” YağmurDeniz Körpe hukukçulara taze fikirler! AKP-FG koalisyonu olarak dağdan gelen teröristlere özgürlük ver, terörist muamelesi yaptığın yurtseverleri ise toplama kampına hapset! Böylesine akıl ve mantık dışı bir olay karşısında Ahmet Önen, başka bir “mantık”tan yola çıkarak şöyle diyor: “Konuya ‘hiçbir suçlu doğruyu söylemez’ mantığıyla bakılarak; ‘terör örgütü üyesi değilim’ diyen yurtsever gazeteci Mustafa Balbay ve diğer yurtsever aydınlar, aylardır Silivri’deki toplama kampında tutuluyor. Şimdi anladınız mı bölücü ve ayrılıkçı örgüt üyesi teröristlerin elini kolunu sallayarak Silopi’de sınırdan törenle geçip, aramıza karışmasının nedenini? Sınıra kadar ayaklarına getirilen hükümetin özel savcılarına ve devletin hâkimlerine onlar ne demişti; ‘Biz terör örgütü üyeliğimizi inkâr etmiyoruz ve bundan pişmanlık duymuyoruz’ demişti. Yargıçlarımız da anlaşılan o ki, ‘hiçbir suçlu doğru söylemez’ mantığıyla yargılama yaparak, onların doğru söylemediğine(!), aslında onların örgüt üyesi olmadığına, bir zamanlar olsa bile bundan şimdi pişmanlık duyduklarına kanaat getirip, onların masumiyeti doğrultusunda karar verdiler. Hukuk fakültesi bitirme tezi hazırlayacak olan yarınlarımızın güvencesi, körpe hukukçulara duyurulur!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” AKP-FG koalisyonunun ABD’nin güdümünde başlatıp “mola” aldığı “açılımlar” konusunda Ankara’daki dostumuz Mustafa Yıldırım “Hangi milli sınır” sorusunu gündeme getiriyor: “Açılım için general, Kürt toprak ağasının, köyler ağasının elini öpmeye kalkıyor ama adam öleli çok olmuş. Generaller, birden susuyor; onların yerine Milli Güvenlik Kurulu bildirisi konuşuyor: Açılıma devam! Uyuyanlar uyanmak üzere, derken birden konu değişiyor: Türkleri, Türklerin devletini ırklara kıyan caniler, katiller olarak ilan edenlerle tokalaşıyor. Azerbaycan bayrakları yerlerde sürünüyor. PKK uzlaşması unutuluyor, derken durup dururken sınır kapıları açılıyor. Kime? Yıllardır Türkiye topraklarında gözü olan; böyle olduğu için de PKK’ye yardım ve yataklık eden Suriye’ye. Tüm melanetlerine karşın, bir kerecik bile geri adım atmayan, Turgut Özal ve gerisince sırtı sıvazlanan Suriye yönetimi istedi diye sınır, vizesiz yolgeçen hanına çevriliyor. Ses yok! Amanoslara çıkan Kürt teröristler de unutuluyor; Hatay’ı içine alan Suriye haritaları da. Belki uyuyanlar şimdi uyanır, derken Irak sınırına PKK yürüyüşü başlıyor. PKK, askeri kılıklarıyla, bir Kürt ordusu görüntüsüyle, sınırı geçiyor; zafer şarkıları eşliğinde, içerdeki örgütü ERNK ile birleşiyor ve Diyarbakır’da gövde gösteriyor. En baştaki susuyor, ikinci baştaki de! Meclis’te grubu bulunan muhalefet partileri yüksek perdeden söylenince en baştaki, sınırı geçenlere ‘ölçüsüz davranılmasından kaçınılması’ tavsiyesinde bulunuyor. İkinci baştaki, ‘şovmenlik hoş olmadı’ diyor. Anlaşılır gibi değil, ‘Sınırın delinmesi için anlaşmayı kim yaptı’ sorusu boşlukta kalıyor. PKK’yi devletlerarası savaş hukukuna göre, bir savaşın bir yanındaki ordu kimliğinde Türkiye içine alan kim, sorusu da boşlukta çınlıyor. Ermeni protokolünden beri susan, sınır delinirken sessiz kalan general ile yönetimdeki generaller de gösterilerin ‘kabul edilemeyeceğini’ demokrasi sözcüğünü de ekleyerek açıklıyor. Dikkat, sınır törenlerle delinmiş, üniformalı PKK’liler göstere göstere sınırı geçmiş; ama generaller dahil en baştakiler, yalnızca ve yalnızca gösterilerden yakınıyorlar! Milli sınırlar koruma kollama görevi kapsamındaymış; terorizmle sonuna dek savaşılacakmış! Adaletmiş! Hukukmuş! Güvenlikmiş! Ulusal devletmiş. Ulusal egemenlikmiş! Haydi, oradan!” Milli Sınır! SESSİZ SEDASIZ (!) HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Türk halk mü- ziğindeki ayaklar- dan biri. 2/ Oyun- da cezalõ çocuk... İyi yaşamak için gerekli her şey. 3/ Arap abecesiyle yazõlan bir yazõ tü- rü. 4/ Uğur getir- diğine inanõlan mitolojik kuş... Sözcük türetmek ya da sözcüğün görevini belirtmek için kullanõlan biçim verici ses. 5/ Ya- ratõlmõş olan bütün can- lõlar... Başkasõnõn istek- lerine, amaçlarõna alet olan kimse. 6/ Mekanik enerjiyi elektrik enerji- sine dönüştüren aygõt... Bir gõda maddesi. 7/ Bir tembih sözü... Herkesin ve her şeyin üstünde olan; yüce. 8/ Bir nota... Elma, armut, ayva gibi meyvelerin yenmeyen iç bölümü. 9/ Uzun tütün çubuklarõ kullanõldõğõ dönemlerde odanõn ortasõna yerleştirilen kül çanağõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yaşayõşõ ve davranõşõ düzensiz olan. 2/ Nine... İyi- lik, ihsan. 3/ Fesleğen gibi ince ince nakõşlarõ olan. 4/ Saadet, mutluluk... İlave. 5/ Kuran’da bir sure... Ateş ya da kõzgõn bir şeyi tutmaya yarayan metal araç. 6/ “Ha- san İzzettin ---”: Yazarõmõz... Mõsõr’õn plaka imi. 7/ Av- rupa Para Enstitüsü’nün kõsa yazõlõşõ... “Baharda coşarsa bu --- toprak / Vücuda getirir her türlü yaprak” (Âşõk Veysel). 8/ Renyum elementinin simgesi... Mõsõr koçanõ. 9/ Basõmevlerinde dizilmiş harfleri iyice yerleştirmek için üzerlerine vurmaya yarar takoz. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A N Z A K L A R N A A T U D O N A F R İ K A M O F İ K A N T A T A L A U D İ N E R E T İ N A O R T İ L O A V A N K E S Ö R O D A K Z I R K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear