Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
PERİHAN ERGUN
Bir Halk Filozofu saydığım
büyükanacığım her 10
Kasım’da Atatürk’e indirdiği
hatimi gönderirken
“Sonbaharla ilkbahar ölüm
mevsimidir. Özellikle ekimle
kasımda, çoğunlukla
yaprakların sararıp düşerek
toprağa karışması gibi
sevdiklerimiz de ahrete göçer”
diyerek fatihasını ölenlerin
hepsine okurdu. Çocukluk ve
gençlik yıllarımda bu sözleri
pek önemsemezdim.. giderek
bu gerçeği kabullendim.
Geçen yazımda 6 Ekim’in
anılarıyla Sevgili Bahriye
Üçok’la Behice Boran’ı acıyla
anmıştım. Sonbahar,
acımasızlığını nefes
aldırmadan sürdürüyor.
Hemen 10 Ekim’de
akciğerlerine musallat olan
kanseri hiç önemsemeden
işlerini aralıksız, dört elle
sarılarak sürdüren gazetemizin
titiz Yazı İşleri Müdürü Sayın
Mehmet Sucu’yu sonsuza
gönderdiğimizi acıyla
öğrendik. Ecelin, olgunluğa
ulaştığı, gazeteciliğin ustası 49
yaşın en verimli çağında bu
acımasız vuruşuna isyan
ederken, O’nun sakin, efendi
tavırlı, nezaketle selam verişi
gözümün önüne gelince
sabretmemiz, sakinleşmemiz
gerektiğini düşündüm. Birlikte
çalıştığı yakın arkadaşlarıyla
gazetedeki dostlarının
üzüntülerini Sayın eşi Canan
Hanım’la biricik yavrusu oğlu
Fırat’ın yanan yüreklerine
serinletici sabırlar diledim.
Yerinin doldurulması zor olan
Sucu, kesinlikle orada da
nurlar içindedir.
Ertesi gün 11 Ekim Pazar
sabahı, ilk sıfatı ‘Büyük
Sinema Yönetmeni’ olan Halit
Refiğ’i yitirdik. Oysa çok kısa
süre önce hastanede
olduğunu öğrendiğimde O’nun
hastalığını yeneceğine
inanarak yazmış, kendisine
şifalar dilemiştim;
Burgazada’da karşı
komşumdurlar.
Eşi Gülperi Hanım’la
telefonla haberleşmemizde
“İyileşiyor” demesine çok
sevinmiştim. Halit Refiğ
sadece usta bir yönetmen
değil, büyük bir düşün adamı
ve vatansever bir kişiydi.
Yıllardır yarattığı büyük
yapıtlarında bunu hep
kanıtladı.
Ayrıca; HaberTürk’te
Balçiçek Pamir’in “Söz
Sende” saatindeki
konukluğunda hiç
çekinmeden, “Benim
kendilerine öğünçle saygı
duyduğum gazeteci, sanatçı,
ilim adamı, parti başkanı
yurttaşlarım suçlarının ne
olduğunu bilmeden
‘Darbecilik’!.? suçlamalarıyla
Silivri’de tutuklulukla
cezalandırılmışlarken, ben bu
içime sinmeyen uygulamada,
karşınızda onlardan ayrı,
dışarıda özgürce konuşmaktan
utanç duyuyor ve ‘beni de alın
diyorum’ diye seslenmişti. Bu
dileği, şimdi sonsuzlukta
beraber olduğu büyük düşün
adamı H. Refiğ gibi yürekli,
edebiyatımızın yüz akı
Demirtaş Ceyhun da Silivri
Mahkemesi önünde
tutuklamalara tepkilerini
gösterenlere sözcülük yaptığı
gün açıkça seslendirmişti.
O’nun içtenlikli deyişini, Ulusal
TV’de her sabah Halil Nebiler,
yüklendiği yayında “BENİ de
ALIN” kampanyasında,
Atatürk’ten emanet aldıkları
laik Cumhuriyeti sonsuza dek
korumaya ant içen milyonlara
varan yurtsever vatandaş,
adlarını ve hatta adreslerini de
vererek “Beni de Alın” diye
yüreklice haykırıyor. Böylece
Halit Refiğ’in yalnız olmadığını,
O’nunla aynı duyguları
taşıdıklarını kanıtlıyorlar.
Gene geçen yıl 10 Ekim’de
Ağa Han ödüllü, Akyaka’nın
kendine özgü mimarı, sevgili
eşi, can yoldaşı arkeolog
Halet Çambel’in Osmaniye
yükseltisinde Türkiye’de ilk
kez oluşturduğu Kastabala
Açık Hava Müzesi’nin
koruyucu, aydınlık çatısının da
mimarı olan Nail Çakırhan da
sonsuzluğa yürümüştü. O,
Nâzım Hikmet’in de
mahpusluk, fikir ve şiir
yoldaşıydı. Birlikte yarattıkları
1+1= Bir şiirleri tarifsiz, tadına
doyulmaz dizeleriyle
yaradılıştan şairliklerinin
örneklerindendir.
10 Ekim 1971’de bir değerli
kaybımız da Dr. Hikmet
Kıvılcımlı’ydı. Kıvılcımlı
Yugoslavya göçmeni olarak
ailesiyle çocukken
Kuşadası’na yerleşmiş.
İzmir’le çevresinin işgalinde
bıçkın delikanlı olarak aynı
benim büyükanam, küçük
dayım ve anam gibi İzmir’den
ayrılıp Hasköy’de Yörük Ali
Efe’nin yanında ve
himayesinde Kuvayi Milliye
saflarında yer aldı. 1925’ten
sonra da Nâzım ve
yandaşlarıyla birlikte Komünist
Partili oldu. Yaşam boyu
halkın hak savunucusu ve
öğreticisiydi. Hep suçlanıp
mahkûm edildi. 12 Martçılarca
da tutuklanacağını öğrenince,
Tito’nun himayesinde
Belgrat’a sığındı ve orada
öldü.
Yaprak dökümü, 15 Ekim
2008’de “Türkçem benim ses
bayrağım” diyen abide şairimiz
Fazıl Hüsnü Dağlarca’ yı da
rüzgârına kattı.
Ben de eşimi 1971’in 21
Ekim’inde genç denecek
yaşta, 46’sında kaybettim.
Yetmedi.. 1963’ün 12
Kasım’ında henüz 56
yaşındaydı; (10 Kasım’da
komaya girerken) “Çok şükür
Atatürk’le aynı günde beraber
oluyoruz” demişti.. hakkını
ödeyemediğim anacığımı
yitirdim.
Hepsi de ışıklar içinde
yatsınlar.
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN
HARBİ SEMİH POROY
20 Ekim
OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com
Ekimle Kasımda
Dökülen Yapraklar...
HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com
BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com
20 EKİM 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA
15
Nezle
Ahmet Önen:
“Obama’nın 29
Ekim’de ABD’ye
davet ettiği Recep’in
Cumhuriyet
Bayramı’ndan
yırtmak için nezle
olmasına gerek
kalmadı!”
Eşit
Yaşar Şengel:
“Rakının vergisini
viskinin vergisine
eşitlerken Mehmet’in
maaşını da John’un
maaşına eşitlesene!”
Demagoji
Necati Cebe:
“Recep, İsrail’i
kastederek,
‘Zalimin yanında
olmayız’ demiş.
İsrail’in arkasındaki
baş zalimin emir eri
demagoji yapıyor!”
29 Ekim Çalışma Ziyareti Bayramı!
ABD ve Büyük Ortadoğu Projesi
Başkanı Obama’nın, bizim Recep’i
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş
yıldönümünde Washington’da
“çalışma ziyareti”ne çağırması ne
anlama geliyor? Hilmi Taşkın’ın
yorumu:
“12 Eylül darbesinden bugüne
siyasal süreci dikkatle incelersek,
ülkemizdeki siyasal iktidarların
belirlenmesinde Washington etkisini
kolayca görürüz.
2002 seçimleri öncesi Recep’in
Beyaz Saray ziyareti ve konuşulanlar
sırdır. Ancak o konuşma ve anlaşma
AKP’yi iktidara taşımıştır. O güç,
AKP’yi iktidarda tutmaya da devam
etmektedir! Son günlerin moda
sözcüğü olan ‘açılım’ telkinleri de o
güçten gelmiştir.
İsteyen Obama’nın TBMM
konuşmasını dikkatlice okusun ve o
konuşma sonrası atılan adımlara da
nesnel değerlendirmeler yapsın.
Bakmayın siz iktidar çevrelerinden
ve o çevrelerin medyadaki
kalemşorlarının köşelerde ve
ekranlarda söylediklerine. Onlar
toplumu küresel gücün istediği
şekilde yönlendirmeye çabalıyorlar;
çok kanallı tekseslilik ile toplum
mühendisliği yapıyorlar! Büyük
Ortadoğu Projesi trenine bindirilmiş
ülkemiz, bildik istasyona doğru
sürükleniyor. O istasyonun adı
Sevr’dir ve birtakım ‘istasyon şefleri’
bu işte görev almaktadırlar. Bu
arada Washington ile İmralı
arasındaki ilişkiler de iyi
anlaşılmalıdır!”
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in
günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar,
sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist
değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi
çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra
Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü
Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler;
benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
GEÇEN Cumartesi akşamı, saat 22.30 suları.
Çankaya’daki AKP’li “kırmızı telefon”u çevirip
Washington’daki ABD’liyi arıyor ve Türkiye’nin
“açılım” yaptığı Karabağ konusu ile “açılım”
yapacağı Kıbrıs konusunda “yardım” istiyor. Ertesi
gün yani pazar sabahı bu telefon görüşmesi
Hürriyet gazetesinin sürmanşetinden Fatih Çekirge
imzasıyla yayımlanıyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse Fatih’in yaptığı
büyük bir gazetecilik başarısıdır. Kendisi de bunun
farkında olmalı ki Çankaya’daki AKP’linin
Washington’daki ABD’li ile yaptığı telefon
muhabbetini yazarken “Ankara’nın derin
kulislerinden süzdüğüm diyalog” diyor.
Saat 22.30’da başlayan telefon görüşmesinde
neler konuşulduğunu, gazetenin birkaç saat sonraki
şehir baskısına yetiştirecek kadar kısa sürede hem
de siyasetin derin kulislere inerek süzüp öğrenmek
öyle her gazetecinin harcı değildir.
Yine doğrusunu söylemek gerekirse, gazetecilik
açısından bu işin birkaç yolu vardır... Bunlardan ilk
akla geleni; Fatih son yıllarda dijital habercilikle
ilgilendiği için hükümetin telekulak düzeni gibi bir
dinleme ağını Çankaya Köşkü’ne yerleştirmiş
olabilir. Ama bu işin sonunun casusluğa kadar
uzanacağı ve ayrıca Fatih’in Çankaya’daki AKP’li ile
yakınlığı da düşünülürse böyle bir olasılık söz
konusu olamaz. Yakınlıktan yola çıkarsak;
Çankaya’daki AKP’li Çankaya Camisi’nde Fatih’le
yatsı namazını kıldıktan sonra Washington’daki
ABD’liyi telefonla aramış olabilir. Fakat bu durumda
da cami cemaati veya köşk personeli telefon
görüşmesine tanık olacağı için Fatih’in derin
kulislere dalması gibi bir duruma gerek
kalmayacaktır. O halde geriye bir tek olasılık
kalıyor: Çankaya’daki AKP’linin Washington’daki
ABD’li ile yaptığı telefon görüşmesi Çankaya’dan
özel olarak servis edilmiştir.
Bunun adı ise gazetecilik değil, Çankaya’daki
AKP’linin resmen sözcülüğünü yapmaktır! Çünkü
günümüzde gazeteciler kullanılarak topluma
hazmetme ve hazmettirme talimleri
uygulanmaktadır. ABD’nin güdümündeki AKP-FG
iktidarının Kafkasya’da “kardeş vatan”
Azerbaycan’ı Ermenilere satması gibi Doğu
Akdeniz’de “yavru vatan” Kıbrıs’ı Yunanistan’a
satmasının altyapısı hazırlanmaktadır. Sırada
görünen köy “Kürdistan” vardır. Türkiye’de
gazetecilik mesleğinin acilen yeniden tanımlanması
gerekmektedir!
Gazetecilik
SESSİZ SEDASIZ (!)
Polis, Kanal 7’de
ne arıyor?
Ahırkapı
Feneri’nin
inşaat ruhsatını!
YağmurDeniz
GÖRÜŞ
BEDRİ BAYKAM
Bienali Eleştirmek
Yasak mı?
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Yağ, kireç, ken-
dirden yapõlan ve
su borularõnõ birbi-
rine tutturmaya ya-
rayan macun. 2/ Ek-
vator bölgelerinde
yetişen bir meyve
ağacõ... Kadõnlarõn
omuzlarõnõ örtmek
için kullandõklarõ
geniş atkõ. 3/ Eski
bir uzunluk ölçü-
sü... Ucu yanõk
odun. 4/ Şarkõ, türkü... Ti-
bet sõğõrõ... İskambilde bir
kâğõt. 5/ Osmanlõ devle-
tinde 1868’de yürürlüğe
giren medeni yasa. 6/
Lamba... Aldatma işi, hi-
le. 7/ Soğurma, emme... İs-
lam dünyasõnõn kutsal hac
kenti. 8/ “Gösteriş, kaba-
dayõlõk” anlamõnda argo
sözcük. 9/ Henüz olgun-
laşmamõş ekşi üzüm... Bir gösterme sõfatõ.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Bir bilgisayarõn komutlarõ yerine getirmesi ve verileri
işlemesi için gerekli olan bütün programlar. 2/ Bir tür ya-
banmersini... Franz Kafka’nõn bir romanõ. 3/ Eski Yunan
mimarlõğõnõn üç biçeminden biri... Afrika’da bir ülke. 4/
İyilik, ihsan... Rutenyum elementinin simgesi. 5/ Arjan-
tin’in plaka imi... Reşat Nuri Güntekin’in bir romanõ. 6/
Düzenli olarak ekim yapõlan arazi. 7/ Eski dilde gözyaşõ...
Antalya’nõn bir ilçesi. 8/ Başkalarõnõn sõrtõndan geçinen kim-
se. 9/ Eliaçõk, cömert.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
A R A P K I Z I
L E Ş A S İ S T
B A K A L H I R
A Y A L A M A İ
R A L M A F İ Ş
D E Ş A R N İ
A S A T A M A N
K A L T A B A N
F A O A Y Ç A
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
11. İstanbul Bienali yine kentin kültürel hayatının
çekim noktasını oluşturdu bu sonbahar. Sonuçta
herhangi bir sosyal buluşmada “Bienali gezdin mi”
sorusuna cevap verirken buna “hayır” demek, biraz
“hor görülmeyi” beraberinde getireceği için, bu
etkinliği zor da olsa gezmeye çalıştı birçok
sanatsever.
Bundan 5 sene önce, küratörlük (tek seçici!)
sistemini eleştirmek için bir sergimizde AKM’ye 41
canlı koyun getirmiştim. Sanatçılara sorduğum
soru şuydu: Bunlar gibi, çobana muhtaç bir koyun
mu olmak istersiniz, yoksa bağımsız bir sanatçı
mı?” Olay ciddi polemik yaratmıştı. Bu sefer ise,
İstanbul Bienali’ni Hırvatistanlı WHW üyesi dört
kadın küratör düzenlemiş olduğu için bu “ekip işi”
sayesinde, tek başına kimse öne çıkmadan olay
kotarılabildi. Konu başlığı “İnsan Neyle Yaşar?”
olan bu büyük buluşma, genellikle Balkanlar,
Kafkasya ve (eski) Doğu Avrupa’nın yaşadığı
geçmiş veya taze travmalara yoğunlaşan bir sergi
olmuş. İstanbul’un “zamansızlık” krizlerinin
ortasında, tek bir yere gitmek bile özveri isterken,
biri büyük (Antrepo) diğerleri küçük (Tütün Deposu
ve Feriköy eski Rum Okulu) üç mekâna yayılan
bienali gezmek iyice zorlaşmış.
Zamanla yarışan mütevazı insanlar, 40 ülkeden
gelen 70 sanatçının işlerini hızla gezmek
durumunda kalıyorlar. Çok az sayıda izleyici 15 ya
da 30 dakikalık videoları baştan sona izlemeye
girişebildi. Asılı diğer “iş”lerin önünden de
genellikle yavaş yavaş yürüyerek geçiliyor. Bu
arada gördükleri “sanat eserleri”nden de, samimi
olarak genelde çok etkilendiklerini sanmıyorum.
Çünkü dünyada artık “Bienal sanatı” diye
adlandırılabilecek olgu, belirli “kod”lara uymak
durumunda olan, fazla sürpriz taşımayan,
küratörlerin disiplin anlayışı ile “terbiye edilmiş
aslan misali steril bir sanat” görünümünde.
Bu kodlar çerçevesinde, büyütülen HER fotoğraf,
videosu çekilen HER düz konuşma ya da sokak,
geniş bir projeksiyonla bir bienal duvarında belirdiği
anda çok havalı duruyor. Bunların önünden resmi
geçit yapan halk ise, bu parçalanmış hatta
kristalize, hatta atomistik bilgi-estetik ve kavram
sağanağından nasibini alırken, anlayamadığı şeyler
varsa -yanlış anladıkları hariç, genellikle çoğu-
üzerindeki medya bombardımanının etkisiyle suçu
mütevazı bir şekilde kendi üstlenip, “kendi
çıplaklığımı ele vermeyeyim” diyerek, ziyaret turları
hasbelkader sona erebilirse, “beğendiğini”
söyleyerek işin içinden sıyrılabiliyor.
Peki, Türkiye’ye bienal ne getiriyor? Bienal genel
olarak, Türk sanat ortamı ile pek ilişkide değil ve
bienale hep “dışarıdan” bakılıyor. Bienal, ünlü Türk
sanatçılarından uzak durduğu gibi, genç kuşağın
“yerleşmeye başlamış” kesimini bile “teğet”
geçiyor! Ama şöyle yan faydaları var: Halk sanatla
ilgileniyor ve o günlerde sanat ortamında herkes
galerisinde özel bir şeyler gösterip duruyor.
Bienalin ilk üç gününe yayılan partilerde, “önemli”
ziyaretçilerle tanışmayı becerenler, onları kendi
ortamlarına hasbelkader çekip “Avrupa’ya bir şans
bileti” almış oluyorlar!
Üretilen politik eserler, (1987’de “siyaset ve sanat
karıştırılır mı” diye bienalde beni ayıplayanlar vardı!)
yani neredeyse şimdilerde hepsi, “ulusalcı” ve
“Kemalist” olmamak kaydıyla sergilerde
bulunabilirler. Hele Erkan Özgen’inki gibi, “Ne
Mutlu Türküm Diyene” deyişini aşağılıyorsa, özel
vurguyu hak ederler. Bienalde ana tema, Doğu
Avrupa’nın içindeki Sovyet baskısını ruhtan
atabilme sendromlarına dönüşmüş. Bunun
ötesinde mesela Doa Aly’nin “Harika Yürüyüşlü
Kız”ının o nefis melodiyle uyumunu ve oyuncunun
zarif, seksi ve yumuşak geçişlerini beğenirseniz,
hemen kaçın, çünkü “out” olursunuz. Çünkü
günümüz, her anlama gelebilecek simgeler
eşliğinde, beyin oyunlarıyla farklı okumalar
tetikleyip, sanata “benzeyen” düz bienal sanatı
üretmek, estetik aramak değil!
Sorun şu: Ortada, içeriksiz haber-övgü yazıları
dışında, olayı kuşbakışı siyasi, sosyal ve kültürel
olarak sorgulayan “eleştirmen” yok. Biri hariç. O
da çeyrek asır önceden çıkıp geldi: Emin Çetin
Girgin’in önemli ve özgür bienal eleştirilerini
okuyun. http://emincetingirgin.blogspot.com/
Son not: Feriköy Rum Okulu’nu gezerken, “çok
çekici” bulduğum bir işe tam “giriyordum” ki,
kolumdan çekip durdurdular. Meğer orası, bekçi
dairesinin kapısıymış...
bedri.baykam@gmail.com
www.bedribaykam.com
Tiryakilerin sigaraya ödedikleri her lira başta kendilerine, sonra ailelerine,
çocuklarına, çevrelerine; zehir, hastalık ve ölüm olarak geri dönmektedir.
TİRYAKİLER, DAHA NE KADAR KENDİNİZİ VE ÇEVRENİZDEKİLERİ
ZEHİRLEMEK, HATTA ÖLDÜRMEK İÇİN PARA HARACAYACAKSINIZ.
En kısa zamanda sigarayla ilişkinizi bitirin, yoksa o sizi bitirecek.
Türkiye Sigarayla Savaş Derneği
0212 425 97 22- 599 17 84 www.ssder.org.tr