24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 28 OCAK 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bir Portre ÜLKENİN siyaset sahnesinden zaman zaman sessizce çekilen isimsiz kahramanların portresi- dir bu. İlle de bir ad gerekiyorsa, dün partilerden birinin merkez yönetiminden başka âleme göçen Mehmet Akçakayalı diyelim, örneğin. Giderken, onların ne adları geçer televizyon ha- berlerinde, ne de resimleri çıkar gazetelerde. Alışıl- mış kahramanlıklardan değildir onlarınki. Oysa davranışlarındaki soyluluğun ve saklı öz- verinin anlatılması gerekir. Anlatılmazsa, özellik- le ders alması gereken genç kuşaklara aktarıl- mazsa bütün bunlar, çok yazık olur. Çünkü, sa- yıları gitgide azalmaktadır; anıtları dikilmediği için verebilecekleri dersler de onlarla birlikte çe- kip gidiyor. Adlarını gençliklerinde duyurmamışlardır onlar. Politikanın hırsı yoktur genlerinde. Daha doğrusu çocukluklarından başlayarak uğraşmak zorunda kaldıkları güçlükler, geçim zorlukları ve aile durumları sonradan da böyle bir siyasal hırs edinmelerine fırsat vermemiştir. Genellikle, sıradan, harcıâlem mesleklere gire- rek atılırlar yaşam savaşımına. Düşük maaşlı memurdurlar, zamanla olsa olsa dairelerden bi- rinin müdürlüğüne yükselirler; sözleşmeli tekni- kerdirler, küçük bir onarım servisinin yöneticisi olur- lar, muhasebecilikle işe başlayıp malî müşavirliğe geçmişlerdir; çocukken heveslendikleri öğret- menliğe girip belki de bir lisede öğrenci yetiştir- menin gururunu tatmışlardır. Alçakgönüllülükle yaptıkları bütün bu işlerde sar- sılmaz bir görev sorumluluğu edindikleri için, on- ların emekliliği başkalarınınkine benzemez; köşele- rine çekilip bir şey yapmadan duramazlar. Türkiye sorunsuz bir ülke olsaydı, Cumhuriyet ipucu kolay bulunmaz çapraşık tehlikelerin teh- didi altına düşmeseydi, onlar da birçokları gibi ar- ka bahçelerinde çiçek yetiştirmekle, fesleğen ekmekle ya da kahvede iskambil oynamakla va- kit geçirebilirlerdi. Ama içlerindeki görev güdüsü onları ülkenin ve cumhuriyetin yazgısıyla ilgilen- meye, o yolda bir şeyler yapmaya itmiştir. Üste- lik, bütün yaşamları boyunca bu yazgının eninde sonunda siyaset denen iktidar kavgasının so- nuçlarına bağlı olduğunu yakından görmüşler, is- ter istemez o sonuçların etkisini yaşamışlardır. On- lar için, “bir şeyler yapmak”, artık geçmişte bazen yaptıkları gibi dernekçilikle, sendikacılıkla oyala- nıp sivil toplumculuk oynamak değildir; siyasete girmekten başka çareleri kalmamıştır. O andan başlayarak, geç katıldıkları o dünya- nın içinde girdisini çıktısını, dolabını hilesini bil- medikleri bir yarışın fedakâr erleri ya da yorulmaz amazonlarıdırlar. Haram yemeyen, mevki hırsı bes- lemeyen. Bir gün, geldikleri gibi sessiz giderler. Madal- yasız, bando mızıkasız. Gönüllerde doldurulmaz boşluklar bırakarak. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE İddianameye Göre TSK PKK’ye Silah Veriyor.. Bu köşede dün yayımlanan yazımızın başlığı neydi?.. “ETÖ ile PKK...” PKK’yi biliyorsunuz, ETÖ’nün açılımı şöyle: Ergenekon Terör Örgütü... Ergenekon yargılamasının 40’ıncı duruşmasında Doğu Perinçek’in sorgulaması başladı... Gürültü patırtı arasında belki çoğu kişinin gö- zünden kaçmıştır diye Perinçek’in savunmasın- dan bir küçük kesiti bugün sizlere sunmak isti- yorum... “İddianamenin 277, 278 ve devamıyla 1525’in- ci sayfalarında savcılar Türk Silahlı Kuvvetleri su- baylarının Doğu Perinçek’in ‘organizesi ve refe- ransıyla’ Barzani ve Talabani’ye 24 bin silah ver- diklerini, bu silahların 6 bininin yine Türk subay- ları tarafından PKK’ye teslim edildiğini yazmışlar...” Kanıt?.. “Tuncay Güney’in açıklaması”.. (Mülakat, sayfa 39 ve devamı, s. 111 vd.) Peki, Doğu Perinçek savcıların bu iddiasına kar- şı kendisini nasıl savunmuş?.. Aynen aktarıyorum: “Bu konularda uzman olan İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı E. General Servet Cömert ile yaptığımız hesaba göre 24 bin silah 120 ton ağır- lığındadır ve (...) en az 12 TIR’la götürülebilmek- te, TIR’ların büyüklüğüne göre bu konvoy 20 TIR’a kadar çıkmaktadır; konvoyun boyu 1.5-2 kilo- metredir.” Perinçek savunmasını sürdürüyor: “Sayın Mahkeme, Düşünebiliyor musunuz, Tuncay Güney’e göre, Türk subaylarının marifetiyle (...) 2 km. boyunda 20 TIR’lık bir konvoyla Irak’ın kuzeyine silah götürüyor!!! ........................... Genelkurmay Başkanlığı avukatımız Hüseyin Gökçearslan’ın başvurusu üzerine, 20 Mayıs 2008 günlü yazısıyla bu haince suçlamanın ‘tamamen asılsız ve mesnetsiz’ olduğunu bildirmiştir! ‘Ge- nelkurmay Başkanı namına’ imzalanan bu ‘yazı’ Adli Müşavirlik 3050-37-08. O.Ö. 90017316 sa- yısını taşımaktadır. Bu Genelkurmay Başkanlığı yazısını mahke- menize bir kez daha sunuyorum.” Ne var ki iş bu noktada bitmiyor... Perinçek’in savunmasını okumayı sürdürelim... “Evet, bir kez daha! Çünkü iddianame yazılmadan önce bu resmi ya- zı Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e verilmişti. Da- hası Tuncay Güney, Kuzey Irak’a silah konusun- da yalan söylediğini televizyonlardan bangır ban- gır defalarca söyledi. (Saygı Öztürk, Belgelerle Ergenekon, sayfa 60 vd.) Ancak Zekeriya Öz ‘Genelkurmay Başkanı na- mına’ yazılan yazıya iltifat etmemiş, Tuncay Güney’in ‘yalan söyledim’ beyanını da samimi bulmamış, 2001 yılındaki alçakça ve haince yalanını iddiana- mesine inatla ve ısrarla döne döne yazmıştır.” Doğu Perinçek’in savunması bu ve buna ben- zer örneklerin çoğaltılmasıyla sürüyor... Ancak Ergenekon tertibinde TSK’ye kurulan bü- yük tuzak artık ortalığa dökülmüştür... ETÖ ve PKK... TSK’de yuvalanmış ETÖ görevli Türk subayları aracılığıyla ve özellikle PKK’yi silahlandırıyormuş... ETÖ, terörü sürdürmek için PKK terörünü besliyormuş... Neden?.. Darbe ortamı oluşsun diye... Ancak bu iddianın 2450 sayfalık bir iddianame- nin omurgasına dönüşmesi ve yargının bu tertibe alet edilebilmesi, Türkiye’nin ne büyük bir tehlike altında bulunduğunu da gösteriyor ve sergiliyor.. Türk ordusunun PKK’yi silahlandırdığı iddiası- na anayasaya göre üçüncü kuvvet olan yargı na- sıl alet edilebilir?.. S avaş demek, “düşman” diye belleneni, ne yapõp edip etkisiz hale getirmek demektir. Bunun için de her yola başvurulur: Öl- dürmek, yaralamak, bombala- mak, yakõp-yõkmak vb... Bunlarõn hepsi, sa- vaş ortamõnda doğal sayõlan yöntemlerdir. Bu yöntemlere ve sonuçlarõna bakarak “Canım savaşın da hukuku mu olur- muş?” diyenler, ilk bakõşta haklõ görüne- bilir. Ama konuya hukuk açõsõndan bakõlõnca, farklõ bir değerlendirme yapõlõr: Hukuk, in- sanlarõn bireysel ve toplumsal yaşamlarõnõ düzenlemeyi amaçlayan kurallardan oluşan bir bütündür. İstesek de istemesek de, in- sanlõk tarihinin bir parçasõ olarak yüzyõl- lardõr varlõğõnõ sürdüren bir olgu olan savaşa hukukun ilgisiz kalmasõ beklenemez. Hukukun bu konudaki düzenlemeleri iki temel amacõ gerçekleştirmeye yönelik ol- muştur: Birincisi, savaşõ önleyecek kural- lar konulmasõ; ikincisi ise, savaş sõrasõnda uyulmasõ gereken bazõ kurallarõn oluştu- rulmasõ. TBMM’nin 1921’de dünyaya verdiği ders: ‘Savaş’ değil ‘vatan müdafaası!’ Burada, bir olguyu övünç duyarak anõm- samamõz gerekir: Birinci Türkiye Millet Meclisi’nce, 1921 yõlõnda yapõlan anaya- sada TBMM’nin yetkileri sõralanõrken “savaş” değil, “vatan müdafaası ilanı” deyimi kullanõlmõştõr. 1920 yõllarõnõn yok- sul Ankara’sõnda toplanan, rahmetli Ho- camõz Tarık Z. Tunaya’nõn deyimiyle bu “Kahraman Meclis” M. Kemal Pa- şa’nõn başkanlõğõnda dünyaya, böylece, bir hukuk dersi vermiş oluyordu. TBMM, savaşõ ancak, Türk ulusunun varlõğõnõ or- tadan kaldõrmaya kalkõşan ve yurdu işgal eden yabancõ güçlere karşõ “vatan mü- dafaası” amacõyla başvurulacak bir yön- tem olarak kabul etmişti. Savaşõn, hukuk dõşõ sayõlmasõ konusun- da bazõ başka girişimler de görülmüştür ama bu ilke, Birleşmiş Milletler Anayasasõ ile 1948 yõlõnda “evrensel” düzeyde kabul edil- miştir. BM Anayasasõ, uluslararasõ uyuş- mazlõklarõn çözümü için kuvvet kullanõl- masõnõ (giderek bu yolda tehdide başvu- rulmasõnõ) yasaklamaktadõr; bu yasak ancak “meşru savunma” halinde ortadan kalkar. BM’nin kurulmasõndan bu yana bir “üçün- cü” Dünya Savaşõ çõkmõş değilse de, irili ufaklõ savaşlar sürüp gidiyor. Savaşõ bütü- nüyle ortadan kaldõrma amacõna ulaşmak şimdilik olanaksõz göründüğüne göre, sa- vaş sõrasõnda uyulmasõ gereken kurallarõn önemi artmaktadõr. Savaşta ‘suç’ sayılan eylemler Savaşta uyulmasõ gereken birtakõm ku- rallarõn varlõğõ, çok eski tarihlerden beri bi- linmektedir. Ancak, yapõlagelişe (teamüle) dayanan bu kurallarõn “insancıl” amaçlõ ol- duğu pek söylenemez. Örneğin, tutsak (esir) alõnanlarõn öldürülmemesinde, karşõ taraftan kurtulmalõk (fidye) istenmesi; esir- lerin köle (forsa) olarak kullanõlmasõ gibi amaçlarõn da rolü vardõr. 1899 ve 1907 yõllarõnda Lahey’de topla- nan konferanslarda, savaşta uyulmasõ ge- reken kurallar ilk kez geniş kapsamlõ ulus- lararasõ sözleşmelere konu olmuştur. Bu alanda kurulan ve “savaş suçu” işledikle- ri savõyla Nazi Almanyasõ’nõn ve Japon- ya’nõn üst düzey sorumlularõnõ yargõlayan ve cezalandõran ilk mahkemeler 1945 yõ- lõnda Nürnberg’de ve 1946 yõlõ başõnda, Tokyo’da kurulmuştur. Ancak, sanõklarõn “suçlu” olduklarõ ko- nusundaki yaygõn ve haklõ inanca karşõn, ga- lip devletlerin oluşturduğu bu askeri mah- kemeleri hukuk açõsõndan savunmak ola- naklõ değildir. Başlõca eleştiri konusu, bu mahkemele- rin, zaman içinde “suç sayılan eylem- ler”den sonra kurulmuş olmasõdõr. Bu- nunla birlikte, savaş sõrasõnda bile başvu- rulmamasõ gereken eylemler olduğu, bun- larõn “savaş suçu” oluşturduğu açõkça ka- bul edilmiştir. Bu mahkemeler, daha son- ra kurulacak eski Yugoslavya ve Ruanda Sa- vaş Suçlarõ Mahkemelerine temel oluştur- muşlardõr. 1949 yõlõnda kabul edilen Cenevre Söz- leşmeleri ile kara ve deniz savaşlarõnda ya- ralõ ve hastalarla, savaş tutsaklarõ ile ve si- vil kişilerin korunmasõyla ilgili kurallar ge- tirilmiştir. Günümüzde bu alanda en büyük başarõ, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin” (Di- vanının) kurulmasõdõr. Mahkemenin ku- rulmasõnõ sağlamak üzere, 1998 yõlõnda im- zalanan Roma Sözleşmesi, 100’den fazla devletçe onaylanmõş ve mahkeme fiilen oluşturulmuştur. Ancak, başlangõçta bu gi- rişime destek veren ABD’nin daha sonra gö- rüş değiştirmesi ve sözleşmeyi engelleme- ye çalõşmasõ güçlükler yaratmõştõr. Uluslararasõ Adalet Divanõ 1996 yõlõnda verdiği bir danõşma görüşüyle, nükleer si- lahlarõn kullanõmõnõn “yasadışı” sayõlma- sõ gerektiğini bildirmiştir. Ancak, nükleer bir savaştan sonra sağ kalanlarõn içine dü- şeceği olağanüstü büyüklükteki çevre fe- laketleri karşõsõnda, bu silahlarõn kullanõl- masõndan sorumlu olanlarõ yargõlayacak bir mahkemenin oluşturulmasõ bir hayaldir. Bu da, insanlõk açõsõndan traji-komik bir du- rumdur. Türkiye’nin durumu Savaş suçu işledikleri savõyla kişileri yargõlayacak Uluslararasõ Ceza Mahke- mesi’nin yetkisi, yargõlanacak kişiler ba- kõmõndan da, yer bakõmõndan da taraf dev- letlerle sõnõrlõdõr. Örneğin, son haftalarda Gazze’de “savaş suçu” sayõlan eylemlerde bulunduğu ko- nusunda ciddi savlar öne sürülen İsrail ve Irak’taki işgal eylemleri nedeniyle ABD as- keri ve sivil yetkililerinin bu mahkemede yargõlanmalarõ, bu devletlerin sözleşmeye taraf olmamalarõ nedeniyle olanaksõzdõr. Türkiye, Roma Konferansõ’ndaki oyla- mada, terör suçlarõnõn kapsam dõşõ kalma- sõ nedeniyle olumlu oy kullanmadõğõ söz- leşmeyi onaylamadõ. Ama anayasadaki “Vatandaş, suç sebebiyle yabancı ülke- ye verilemez” hükmüne, 2004 yõlõnda “Uluslararası Ceza Divanı’na taraf ol- manın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere” ibaresi eklendi. Bu değişik- lik, ciddi bir incelemenin sonucu gibi de- ğil de, gereksiz ve özensiz bir tutumun so- nucu gibi görünüyor. Özensizlik, anlatõma da yansõmõş: “Ulus- lararası Ceza Divanı’na taraf olmak” de- yimi pek anlamlõ değil. İlgili “Sözleşmeye” taraf olmak denilmeliydi. Kaldõ ki Türkiye, sözleşmeye 2004 yõlõnda da günümüzde de taraf olmuş değildir; dolayõsõyla, bir Türk’ün Uluslararasõ Ceza Mahkemesi’nde yargõ- lanmak üzere “verilmesi” söz konusu de- ğildir. Ancak, ciddi savlar varsa, “savaş suçu” oluşturan eylemlerle ilgili olarak Türk mahkemeleri kendi iç hukumuz uyarõnca, elbette yargõlama yapar. ‘Savaş Hukuku’ ve ‘Savaş Suçlarõ’ Prof. Dr. Rona AYBAY Türkiye, Roma Konferansõ’ndaki oylamada, terör suçlarõnõn kapsam dõşõ kalmasõ nedeniyle olumlu oy kullanmadõğõ sözleşmeyi onaylamadõ. Ama anayasadaki “Vatandaş, suç sebebiyle yabancõ ülkeye verilemez” hükmüne, 2004 yõlõnda “Uluslararasõ Ceza Divanõ’na taraf olmanõn gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere” ibaresi eklendi. Ergenekon ve Kafka Prof. Dr. Ayhan ULUBELEN Türkiye Bilimler Akademisi Üyesi 2 001 yõlõnda yaptõğõ konuşmalarõ ya da be- yanlarõ hemen hemen bütün TV’lerimizde veri- lince ve akabinde devlet TV’mizin 2. kanalõ bu ki- şinin 2009 yõlõ hezeyanla- rõnõ yayõmlayõp Türk hal- kõnõ aptal yerine koyunca, aklõma Kafka’nõn “Du- ruşma”sõ geldi. Kitaplõğõmõzda aradõm ve 1960 yõlõnda Andre Gi- de-J.L. Barrault tarafõn- dan oyunlaştõrõlmõş bir nüshasõnõ buldum. Sanõ- rõm Kafka’nõn Duruş- ma’sõnõ bilmeyen yoktur okuryazarlar arasõnda. Bir sabah Kafka’nõn evine iki polis gelir ve onu tutukla- yacaklarõnõ söyler, neden der Kafka, sebebini söyle- yemeyiz derler, biz emir kuluyuz, ama tutuklanma- nõzõ isteyenler inceden in- ceye araştõrõr derler, sor- guya çekilecektir, ama ne zaman ve kimler tarafõndan bir türlü bilinemez. Mübaşir, siz bilmezsi- niz, burada sorguya çekilen adam ağzõyla kuş tutsa, hâ- kim bildiğinden şaşmaz der. Koridorlarda bekle- yen yõğõnla tutuklu vardõr, hepsi de sorgularõnõn bir an önce olmasõ için kõvranõr durur, her şeyi bilen bir da- nõşma memuru vardõr, ay- rõca kibardõr bu memur. Tutuklanma nedeni çok önemlidir ama ne olduğu hiç anlaşõlamaz. Sonunda yargõç karşõsõ- na çõkar Kafka ama o deh- şetengiz suç hâlâ belli de- ğildir. Etraftaki herkes mahkemenin bir çeşit ada- mõdõr ve sonunda Kafka’yõ bõçaklayarak öldürür iki cellat. Tõpkõ o mahzun ba- kõşlõ koca siyah gözlü adam gibi. Tuncay Güney’in TV’deki konuşmasõna za- man zaman kulak verirken Kafka’nõn çaresizliği sardõ beni. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’yle ve 70 milyon vatandaşla birileri oyun mu oynuyordu? Kim- di bu kişi, nasõl olur da Mil- li İstihbarat’õn başõ gibi, ve hatta ondan ileri dere- cede Türkiye’nin insan- larõ, yazarlarõ, askerleri, es- ki bürokratlarõ ve daha pek çok kişisi hakkõnda böyle konuşabilirdi? Ergene- kon’un sayõn savcõsõ nasõl olurdu da bu kişiye davanõn gidişi ile ilgili 37 soru so- rup cevap beklerdi? Tüm Türkiye olarak sihirli bir âlemin kâbusu içine mi girdik, aklõ başõnda olmasõ gerekli bazõ basõn kuru- luşlarõ, bazõ yazarlar Kaf- ka’yõ kitapta idama götü- ren şahitlerin rolüne mi bü- ründüler, nedir, gerçekten nedir, kimdir bu Tuncay Güney ve kimler tüm ül- keyi itibarsõzlaştõrmak pa- hasõna bu adamõ kullanõ- yor? Kendimizi, halkõmõzõ böylesine küçültmenin ki- me nasõl bir yarar sağladõ- ğõnõ anlamak olanaksõz. Bu kişinin bilgileri çok önemli ise acilen Türki- ye’ye davet edilmeli ve sorguya alõnmalõ yargõç- larõmõz tarafõndan. Eğer getirilmesi olanaksõzsa, o zaman bu kişinin tüm ifa- deleri kayõtlardan çõkarõl- malõ. Sõrf bu kişinin sözleri ile gözaltõna alõnanlar var- sa ve haklarõnda başkaca delil yoksa derhal özgür- lükleri iade edilmeli. Er- genekon’un ne olduğu hal- kõmõza açõkça anlatõlmalõ, bu bir çete mi, bir ayak- lanma örgütü mü, bir hõr- sõzlõk soruşturmasõ mõ, bir nüfuz ticareti mi, bir yan- daş kayõrmacõlõğõ mõ, bir hükümet karşõtlõğõ mõ?.. Her ne ise artõk tam olarak bilmek isteriz. Bir an önce tüm kişile- rin suçlarõnõn neler olduğu net olarak ortaya konulup, bu söylenti ortamõna bir son verilmesinin ülkemize büyük yararõ olacaktõr.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear