28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Toplum Paranoyaklaşıyor Tanõmlanamaz görkemdeki tö- renle 20 Ocak’ta ABD’yi yönet- meye başlayan Obama gerçekten bir “değişim”in başkanõ mõdõr? Merakõmõ gidermek için Ata- türk’ten sonra en güvendiğim dünya lideri Fidel Castro’ya baş- vurdum. Kasõm (2008) ayõnda şunu yazmõş: “Birçok kişi imparatorluğun başının değişmesiyle impara- torluğun daha hoşgörülü ve da- ha az kavgacı olacağını söylü- yor. Akıllı bir insanın iyi niyet- lerinin, yüzyılların çıkarlarını ve bencilliğini değiştireceğine inan- mak saflık olur...” Fidel, ABD seçimlerinden ön- ce de yine Obama için “zeki ve Cumhuriyetçi başkan adayı McCain’den daha az savaş kış- kırtıcısı” demiş ve eklemişti: “Ancak Amerikan ırkçılığı, De- mokratları Beyaz Saray’dan uzak tutacaktır...” (AA-17 Kasõm 2008) Şimdi Demo- kratlar Beyaz Sa- ray’dalar; Sev- gili Mustafa Balbay da “Obama siyah, ama saray be- yaz” deme- di mi? Yeni “siyahi” sa- kiniyle bir- likte sarayõn rengi de hiç değilse “melez”leşebilir mi? ‘Tarihsel konuşma’sı Obama’nõn, göreve başlarken yaptõğõ konuşmasõna Fidel’in “ta- rihsel uyarı”larõ õşõğõnda bak- mak, özellikle “biz”im için daha bir anlam kazanõyor... Örneğin, kimilerini “ağlatan” sözleri arasõnda diyor ki: “Ata- larımız tarafından başlatılan fedakârlıkların izinden yürü- düğümüzün farkındayım; on- ların ideallerinden güç alarak ilerlemeye devam ediyoruz...” En büyük fedakârlõklarõn “Kı- zılderili soyunu kurutarak ko- ca kıtaya egemen olan ‘kov- boy’ atalarca gösterildiğini; en ‘değişmez’ ideallerin de ‘dünyada sömürgeciliğin emperyalist jan- darmalõğõ’nı üstlenmek” oldu- ğunu bilmeyen var mõ? Buna rağmen Obama için ne- redeyse “Keşke bizim liderleri- miz de böyle olsaydı” diyenler az değil! Oysa aynõ sözleri “biz”den bi- ri söylese; “fedakâr”lõk olarak Kurtuluş Savaşõmõzõ, idealler ola- rak da bağõmsõzlõğa ve “Yurtta barış dünyada barış” ilkemize bağlõlõğõmõzõ anõmsatsa, “vay ulu- salcı!” diye savcõlara ihbar bile edilebilirler! Hayranlõk duyulan konuşmada sanki “itiraf” denebilecek şu söz- ler de var: “Özellikle bazılarının açgözlülüğü ve doymazlığı so- nucunda geldiğimiz durumdan çıkabilmek için, çok ciddi ka- rarlar alma noktasındayız...” İnsan düşünüyor; acaba Obama, İznik Gölü kõyõsõndaki 1. sõnõf ta- rõm alanõna “yargımızla inatla- şarak” kurulan ABD’li Cargill fabrikasõnõ mõ kastediyor? Huku- ka aykõrõ işgalin güvenceye bağ- lanmasõ için özel yasa bile çõkar- tõldõ; şimdi de aynõ yerde “geniş- lemek” istiyor... Obama’nõn “açgözlü”lere çat- masõnõ alkõşlayanlarõmõzõn, Car- gill’i kayõran siyasilerimizi de var güçleriyle alkõşlamasõ nasõl ta- nõmlanabilir? Toprak ve fabrika ABD’nin yeni başkanõ “top- rağımızı ekmeli, fabrikalarımı- zın çarklarını çalış- tırmalıyız...” diye- rek şunlarõ ekli- yor: “Piyasanın gerektirdikleri- ni boş verin. Pi- yasa sadece z e n g i n olanların yanında olursa, sürdü- rülebi- lirlik- t e n bahsedilemez.” Bunlara da “helal sana” di- yenlerimiz, tarõm topraklarõmõzõ ekip biçmek yerine rant tesisleri- ne ve TOKİ’nin pazarlama site- lerine arsa yapan; fabrikalarõ ço- ğaltmak yerine de durmadan alõş- veriş merkezleri ve rezidanslarla “kalkınma”yõ(!) hedefleyenlere nasõl da sevdalõlar? Hele şu TV’lerdeki ekonomi sa- atlerinde günde beş vakit “varsa yoksa piyasa” diye tutturanlarõ- mõz, Obama’nõn “piyasaya boş verin” sözüne acaba ne diyorlar; duyan varsa anlatõversin... Küba devriminden bu yana 10 ABD Başkanõ görmesine rağ- men 50 yõldõr hiçbirisiyle “gö- rüşmeyen” Castro, bu kez Oba- ma’yla buluşabileceklerini söy- lemiş. Kutlama yazõsõnda diyor ki: “Dürüstlüğünden şüphe duy- muyorum; ancak yanıtlaması gereken çok soru var. Örneğin müsrif ve tüketici bir sistem çevreyi koruyabilir mi?..” (22 Ocak 2009) Biz de temel sorumuzu yine Fi- del’den esinlenerek yöneltelim: “Yüzyılların çıkarları ve ben- cilliği değişmeden, dünyamız yaşanabilir bir cennete dönü- şebilir mi?..” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Obama İçin ‘Fidel’le... HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 28 Ocak 28 OCAK 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Utanç Abidin Kumbasar: “Yurtseverler tutuklandıkça, dışarıda olmaktan daha çok utanıyorum!” Maaşlar M. Ali Kılınç: “Obama’nın maaşları dondurma kararına Türkiye’deki işbirlikçiler de dahil mi?” Usul Tırt Avni Kurtuldu: “Sahte hahama ‘sayın’ diyen TRT, emekli generaller ne zaman ‘kelle’ diyecek!” Ertan Somunkıran: “Türkiye usulca ve usulen bir yerlere sürükleniyor!” Ali Bayramoğlu’nun ağzındaki baklalar Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mithat Erenus ve Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Hasan Batırel, acil serviste yaşanan olumsuzluklarla ilgili işlem başlatıldığını açıkladı. İşlemin sonucunu bekliyoruz! İKTİDAR yandaşı medyada görevli elemanlardan Ali Bayramoğlu, Ergenekon dalgaları için “Bu dava ve soruşturma rayından çıkmadıkça, askerin özerk ve sorumsuz konumuna ilişkin sınırlayıcı sonuçlar üretecektir” diye buyurmuş. Emekli Tümgeneral Naci Beştepe, “Beyefendi, davanın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı açıldığını ne güzel itiraf etmiş” diyerek Ali’nin ağzındaki baklaları çıkarmasına yardımcı oluyor: “Ergenekon Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı açılmıştır ve dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendisi Ergenekon’dur. Bu ülkede asker başıbozuktur; kimseye karşı sorumlu değildir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde AKP’ye ve dinci zihniyete karşı olan herkes içeri alınmalıdır. Bütün usulsüzlük iddialarına kulak tıkanıp soruşturmalara aynı yöntem ve şekilde devam edilmelidir. Mutlaka Türk Silahlı Kuvvetleri’nden birileri cezalandırılmalı ve böylece görevdekiler sindirilerek hükümete tam biat sağlanmalıdır!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” YEREL seçimde dananın kuyruğunun İstanbul ve Ankara’da kopacağı anlaşılıyor. Seçim rüşveti, iktidar tehdidi, seçmen sayısında anormal artış, oy sayımında bilgisayar hilesi gibi unsurlar bir şekilde aşılırsa Ankara’daki Türk-İslam ve İstanbul’daki İslam dukalığının yıkılması sosyal demokratlar için hiç bu kadar yakın olmamıştı. Hele İstanbul! Ortaya koyduğu belgelerle hırsızların ve uğursuzların korkulu rüyası haline gelen CHP adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 yıldır İstanbul’un üstüne çöreklenen İslamcıların uykularını fena halde kaçırdığı belli oluyor. İslamcı iktidarın yandaşı ve yalakası medyada hemen, Kılıçdaroğlu’nun belediyecilikten anlamadığı propagandası yürütülmeye başlandı. Yalakalara sormak gerek; “büyük belediyeci” Recep Tayyip’in “büyük başkan” olmadan önce belediyecilik deneyimi neydi? Belediye kuruluşlarından birinde yani elektrik ve otobüs işletmesinin futbol takımında top koşturmak mı? Çalıştığı sucuk imalathanesine belediye zabıtaları baskın yaparsa diye ortalığa çekidüzen vermek mi? Üsküdar’daki kaçak dairesi yıkılmasın diye belediye memurlarına şirin görünmek mi? İstanbul’da belediye başkanlığı koltuğunu cami minberi sanıp kendine imamlık payesi verdikten sonra yaptığı “büyük belediyecilik” neydi? Siirt’e siyasi propaganda için gidip halkın arasına kin ve nefret tohumları ekecek şiir okumak mı? Amerikalı diplomatlarla belediye koridorlarında siyasi hesaplar yapmak mı? CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbullu değilmiş! Recep Tayyip Rizeli değil mi? Recep Tayyip’in İstanbul’a belediye başkanı yaptığı Kadir Topbaş, Artvin’in köklü ailelerinden bir muhallebici değil mi? Türkiye’nin en büyük kurumlarından biri olan ve İslamcı iktidarın altında ezildiği Sosyal Sigortalar Kurumu’nu yıllarca başarıyla yönetmiş, devlet terbiyesi almış, geçmişi tertemiz ve günümüzde temiz siyasetin sembolü olmuş Kemal Kılıçdaroğlu belediyecilikten hiç anlamaz ama panikteki iktidar yalakalarına göre sucuk imalatçısı veya muhallebici çok iyi anlar! İstanbul’u yağmalayanlarda korku dağları sarmış! Kılıçdaroğlu SESSİZ SEDASIZ (!) Orhan Duru’nun ölümü! Dupduru bir adam gitti... YağmurDeniz Marmara Tıp BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Hatay yöresine özgü, kõyma ve so- ğanla yapõlan bir bö- rek... Eski dilde su. 2/ Kişinin öz benli- ği... Bir kimsenin ya da bir yerin gü- venliğini sağlamak- la görevli kimse. 3/ Küçük doğranmõş patates, patlõcan, bi- ber gibi sebzeleri kõzartõp üzerine sos dökerek hazõrlanan bir tür meze. 4/ Süs bitkisi olarak kullanõlan bir palmiye. 5/ “İsimler” anlamõnda eski sözcük... Şenliklerde cad- delere kurulan süslü kemer. 6/ Müzikte, bir tam seslik aralõğõn bir kesirini oluş- turan çok küçük aralõk... Uluslararasõ Güreş Fede- rasyonu’nun simgesi. 7/ İki ayrõ ülke parasõnõn birbiriyle değiştirilmesi. 8/ Kenar sü- sü... Aileyle ilgili olan. 9/ Olağanõ aşan büyüklüğü olan... Tavlada “üç” sayõsõ... Yiyecek bulamayan, yoksul kimse. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dövülmüş buğday ve etle yapõlan bir yemek... Bir no- ta. 2/ Mert, kalender ve babacan kimse... Köstebek. 3/ Okul- larda öğrencilerin bilgisini anlamak için yapõlan küçük sõ- nav. 4/ Güzel kokulu bir tür kavun. 5/ Güney Amerika’da yaşayan kemirgen bir hayvan... Bir müzik parçasõnõn, din- leyicilerin isteği üzerine bir kez daha çalõnmasõ. 6/ Büyük balõklarõ tutmakta kullanõlan, ucu iğneli kurşun parçasõ... Ağ şeklindeki örgü. 7/ Hiçbir üretici çalõşmada bulunma- dan, yalnõzca mülkünün geliriyle yaşayan kimse. 8/ Bir no- ta... Bir ilimiz. 9/ Güney Amerika’da yaşayan ve yünü do- kumacõlõkta kullanõlan bir hayvan... Dolma yapmak için ha- zõrlanan karõşõm. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Y A L I N K A T A V A R E N A M K K A V S A R A L O T A T L T A S O R A J U R Ş İ Z O F R E N İ I R B A Z S M İ H E N G İ R S E R İ R E Ş 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yıllar önce güney Portekiz’de, Algavre’de 68’li gençlik arkadaşım José de Sousa ile Sarges kı- yılarında dolaşırken, o bir an durmuş, bana, “Bi- liyor musun” demişti, “çok değil, daha on yıl ön- ce böyle ıssız yerlerde bile insanlar birbirleriyle yük- sek sesle konuşmaktan çekinirlerdi.” Sonra da yü- zümdeki anlamaz ifadeyi görünce, “Salazar, 42 yıllık diktatörlüğünü halkın bir yarısını, öbür yarı- sını gizli servise jurnallemek üzere muhbirleştire- rek sürdürmeyi başarmıştı, eşler bile birbirlerini ih- bar eder olmuşlardı” diye ekleyerek bir açıklama yapma gereksinimi duymuştu. İki gün önce Kadıköy-Karaköy vapurunda tanık olduğum görüntüler bende José’den dinlediğim diktatörlük Portekiz’ini çağrıştırmıştı. İnsanlar şa- kalaşmıyorlar, gülmüyorlar, birbirleriyle konuş- muyorlar, fısıldaşır gibi konuşan birkaç kişi de ko- nuşurken, konuştukları başkaları tarafından an- laşılmasın diye elleriyle ağızlarını kapatıyorlardı. Çoğumuz, dinleniriz korkusuyla telefonlaş- maktan korkar olmuştuk. Çünkü çok sayıda in- sanın telefonlarının dinlendiği, dinlenen telefon ko- nuşmalarının dökümünün yapılıp bir gün kulla- nılmak üzere bir yerlerde saklandığı bir gerçekti. “Hukukun üstünlüğü”nden gereğinden çok söz edildiği ülkemizde bir suç olasılığı durumunda sa- nık olduğu düşünülen kişi, hakkındaki “suç delil- leri” toplanmadan gözaltına alınmakta hatta tu- tuklanmakta, delillerin toplanma aşamasına da- ha sonra geçilmektedir. Delilleri karartabileceği ge- rekçesiyle sanık haftalarca, aylarca tutuklu kal- makta, delil yetersizliğinden serbest bırakıldığın- da ise özgürlüğünden yoksun geçirdiği günler, haf- talar, aylar yanına kâr kalmaktadır. Bunun adı “yar- gısız infaz”dır; evrensel hukuk anlayışıyla da, in- san haklarıyla da bağdaşabilir bir yanı yoktur. Ergenekon davası bu duruma somut bir örnektir. Davanın silahlı-bombalı çeteci yanına aklı ba- şında hiçbir insanın itirazı yoktur; dava hızla so- nuçlandırılmalı, suçlular hak ettikleri cezalara çarptırılmalıdır. Davanın bu yanının genişletilip de- rinleştirilmesine de itiraz edilmemektedir, tam ter- sine 6 Eylül 1955 günü Atatürk’ün Selanik’teki evi- ne bomba atılmasından bu yana gerçekleştirilen tüm “derin devlet operasyonları” açıklığa kavuş- turulmalı, devlet içindeki yerine bakılmaksızın her suçlu cezasını çekmelidir. Ne var ki Ergenekon, bu amaçla açılmış bir da- va izlenimi vermemektedir. Davanın, silahlı-bombalı oldukları savlanan sa- nıkları dışında kalan tutuklularının aleyhindeki de- liller, çok büyük ölçüde telefon kayıtlarına dayan- maktadır. İddianame dikkatle okunduğunda kulla- nılan telefon kayıtlarının çoğunlukla kırpılmış gö- rüşme kesitleri olduğu görülmektedir. Sanığın yap- tığı söylenen konuşma kayıtları kendisinde olma- dığı gibi ne zaman olduğu çoğu zaman bilinmeyen, eskilerde kalmış bir telefon görüşmesini anımsaması da kolay değildir. Dolayısıyla bu tür kayıtlar sanık- ların aleyhine olarak her türlü manipülasyona açık- tır. İlk dinleyenden başlayarak bu kayıtlar üzerinde kolayca oynanabilir, başı sonu kesilerek amaca uy- gun olarak ortadan alınmış tek bir cümle bile sıra- sında “önemli” bir delile dönüştürebilir. Dolayısıyla Ergenekon davası yargıcının bile te- lefonlarının dinlenme olasılığını hesaba kattığı bu “dehşet” ortamında toplumun paranoyaklaşma- sı doğaldır. Yaratılan bu ortamda kimin başına ne zaman ne geleceği bilinmemektedir. Herkes herkese kuş- kuyla bakmakta, insanlar suskunlaşmaktadır. Hiç kuşku yok ki suskun toplumlar otoriterleş- me eğilimindeki siyasi yapılanmalar açısından ar- zulanan, öyle olması çeşitli çaba ve önemlerle des- teklenen “işe yarar”, “kullanımı kolay” bir malze- medir. Öte yandan toplumun suskunlaşmasının bir sü- reç olduğunun, bu sürecin diyalektik gelişme için- de mutlaka bir patlamayla sonuçlanacağının da bilinmesi gerekir. Dileriz, bilmesi gerekenler bir an önce bilirler, öğ- renirler. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear