28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Medyanın Kir Saçma Yöntemleri.. Zat-ı muhteremin adı, Tanıl Bora. Ciddi gazeteler- de kendisine saha açılıyor. Ülkemizin saygın kanalla- rından NTV’de geçen hafta bir sabah vakti, Ruşen Ça- kır ve Mirgün Cabas kendisini çağırmışlar, beyefen- dinin Ergenekon gündemi etrafında filizlenen fikirleriyle halkımızı besliyorlar. Tanıl Bey münasip bir ortam bul- muş, coştukça coşuyor.. Duyduğumuz geleneksel giz- li anti-Kemalist/liberal bilgiç sataşmalar içinde bir cüm- le, sigortamı tam attırdı: Eskiden milliyetçilerle ulusalcılar arasında ayrımlar varmış da, artık o farklar da yok ol- muş, ulusalcılar artık ırkçılık ve Türkçü aşırı milliyetçilikle, kin ortamı yaratmaktan çekinmiyorlarmış… İnsan bu kadar desteksiz atarken biraz utanır. Kim ırkçılıkla kavga ortamı yaratmış? Vural Savaş mı? Nec- la Arat mı? Yekta Güngör Özden mi? Ümit Zileli mi? Ben mi? Kim? Ya da ulusalcı oyları toplayan ana par- tilerden hangisi bu gericiliklere tenezzül etmiş? İki ta- ne aşırı sağcı derneğin çirkin sloganlarını, bu ülkede kendini adam yerine koyan hangi insan bu ortamda toptan “ulusalcı”lara fatura edebilir?Açtım telefonu, NTV’nin en yetkili isimlerinden ve iyi niyetine güven- diğim Sn. Cem Aydın’a bunları açıkladım. Şimdi Mir- gün Cabas’ın beni veya başka bir ulusal yazarı bulup, bu sorumsuz cümleleri dengeleyecek söylemi cesa- retle yayımlamasını bekliyorum… Ama ben bu satır- ları kaleme alırken aynı programda Ruşen Çakır, yi- ne Star gazetesi yöneticisi Mustafa Karaalioğlu’nu konuk ediyordu! Hem de aynı doğrultuda Ergenekon yorumlarıyla. Kendisi Bora’yı bile aşabilmek için, Si- vas olaylarını Ergenekon’a bağlayan imaları (!!!) orta yere koyuverdi! Daha ne denebilir ki? Tabii bu beyefendilere sormak lazım “Acaba siz, ırk- çılık derken, İsrail’in Gazze katliamları nedeniyle bu ül- kede ve dünyada Musevilere kin kusan ve bunu kâğı- da ve sloganlara dökmekten çekinmeyen şeriatçıları mı kastediyorsunuz” diye? Hemen kaçacak delik araya- bilirler. Çünkü onlar, malum gazete ve televizyonlar- da kutsal ittifak içinde oldukları ılımlı İslamcılarla flört ederek, onları “demokratik”, ulusalcıları “ırkçı-şiddet yanlısı anti-demokratik” göstermekle görevlidirler. O insanlarda parmak ucu kadar haysiyet olsa, Ra- hip Santoro ve Dink cinayetlerinin, tam tersine, yıl- lardır bizlerin tam karşıtımızda yer alan ve şeriatçı- faşist kozadan beslendiklerini kabul ederler. Ama ne var ki bu makalede bir kere daha deşifre ettiğimiz ma- lum “2. Cumhuriyetçi-İslamcı” ittifakı onları köreltmiştir. Kimi alçaklar hâlâ bu cinayetleri ima düzeyinde bıra- kıyorlar ama.. kimi alçaklar da Hrant Dink cinayetini, malum faşist dinci yapılanmalardan söküp, tılsımlı ke- limeler “milliyetçilik” ve “Ergenekon” üstünden ulu- salcılara ulaştırmaya gayret ediyorlar. Bir gazeteden diğerine, bir kanaldan öbürüne koşturarak bu ortamı canlı tutarlar ve “Ergenekon” öcüsü ile oluşturulan ca- dı avına uygun bir rüzgâr estirilir. Sapkın gazetenin te- ki, “ETÖ” adı altında bir terör örgütünden PKK gibi söz ederken, Atatürkçüler, kimi aşırı sağcılar ve kimliği be- lirsiz kişilerle aynı sepette “götürülürlerken”, tüm bu ince ayar taktiklerinin özel önemleri vardır. Bu saye- de öğreniyoruz ki halkın yüzde “61.7”si Ergenekon di- ye bir örgütün varlığına inanmış! Medyamızın objek- tifliği, oportünizmi ve otosansürü, işte bu liberal be- yin tutsaklıklarına paralel at koşturan, malum çıkar iliş- kileri etrafındaki mayınlı bölgelerde yürüyüşe çıkmış- tır… Bu gerekçelerin merceği altında, programa kim- lerin çağırılacağı, kimlere sütun verilip verilmeyeceği şekillenir. Avrasya TV’ye yapılan çirkin baskın, soğuk bir habercilikle geçiştirilir. “Nasıl olsa bizlere kadar gel- meye cüret etmezler” diyerek, “Bana dokunmayan yı- lan bin yıl yaşasın” cümlesine geçerlilik kazandırılır. Hiç- bir “empati” kurulmaya çalışılmadan, bu operasyon, sanki olası bir terör yuvasına yapılmış bir üslupla ge- çiştirilir. İşin kılıfı da “tarafsız” (yani ne kokar ne bula- şır!) haberciliktir. “Tetikçi medya” içinde, yüzü kızar- madan yeni tutuklanacak yazar jurnalciliğine soyunan zavallılar grubuna dahil olmayan medyacılar, bu pa- sif-utangaç-renksiz kimliklerle durumlarını idare etme yoluna gitmişlerdir. Bu arkadaşlar, sokağa hiç çıkıyorlar mı bilmiyorum, ama yankılanan sesler kulağımda çın- lıyor: “Susma, sustukça, sıra sana gelecek!” bedri.baykam@gmail.com Faks: 0212 227 34 65 MAHİR ERGUN Şu günlerde Nâzım Hik- met’in yüz yedinci doğum gü- nü kutlanıyor. Peki kimdi Nâzım Hikmet? Ulu bir çınar, ilahi var- lık, şiirimizin ikonası! Vatan- daşlığı geri verilsin! İşin aslı Nâzım Hikmet, ha- yatını ilahlara, ikonlara isyana adamış, şiiri elitlerin elinden alarak, halklaştırmayı bir görev olarak sahiplenmiş bir devrim- cidir, bir put kırıcıdır. Ona göre şiir, emekçi halkın kurtuluş mü- cadelesinde bir kavga aracıdır. Onun ilham perisi omuzlarında demir putrelleri kanat gibi taşı- yan bir işçidir. “Tâb’ı şâirane- likten” kurtulmak ister Nâzım. Asım Bezirci şöyle diyor: “N. Hikmet, şiiri metafizik soyutla- malar, köhnemiş imgeler ve şai- rane benzetmelerden temizle- meye, çağdaş sanayi hayatının sesleri ve sözleriyle, gerekleri ve gerçekleriyle yoğurmaya yönel- miştir.” Peki Nâzım’ın büyük savaşını başlattığı günlerden seksen yıl sonra şiirimizin durumu ne- dir? Bugün aruzun yerini ağdalı imgeler almıştır ve şiir büyük öl- çüde buna bakarak değerlen- dirilir olmuştur. Şiir, mantığın ürünü olmaktan vazgeçerek “incelikli yüreklerin” ürünü ol- duğu günlere dönmüştür ve in- celikli yüreklere hitap etmek- tedir. Oysa ne diyordu Maya- kovski: “Bilirim / Hoşlanmazsınız boş laftan, / Kütük yontarsınız kan ter içinde Fakat / Bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: / Kütükten kafaları yontarız biz de.” Ancak dediğimiz gibi, Türki- ye’de şiir kütük kafaları yont- maktan vazgeçmiş, yontul- muş biblolarla uğraşa geri dönmüştür. Bugün şiirler değerlendirilir- ken, yalnızca güzel deyişler ihtiva edip etmediğine bakıl- maktadır. Oysa şiir böyle de- ğerlendirilmez. Şiir amacına hizmet edip etmediğine baka- rak değerlendirilir. Hasan Hü- seyin Korkmazgil şiirle ilgili şöyle diyor: “biliyorum / matarada su / tor- bada ekmek / ve kemerde kur- şun değil şiir / ama yine de matarasında su / torbasında ekmek / ve kemerinde kurşun kalmamışları / ayakta tutabilir” O halde Korkmazgil’in şiiri salt bir söz sanatı olarak de- ğerlendirilemez. Gelgelelim bu- gün, Nâzım’lar, Enver Gök- çe’ler, Korkmazgil’ler tarafından Türk edebiyatına kanla ve acıy- la yazılan anlayış sessizce yok edilerek şiir yine amber kokulu mermer salonlara çekilmektedir. İşin garibi tüm bunlar Nâ- zım’ın adını dillerden düşürme- den yapılmaktadır. Ama nasıl bir dilden düşürmeme bu: Nâzım ilahlaştırılmış, bir zamanlar Hâ- mit’in oturduğu yer kendisine takdim edilmiştir. Şiirleri müze- lik eserler haline getirilmiştir ve bu müzelik eserler, yoksul hal- kın emeğiyle spekülasyon ya- parak sermaye kazanmış bir banka tarafından basılarak “za- rarsızlaştırılmıştır”. Elitizmle po- lemikleri de tarihin tozlu sayfa- larına kaldırılmıştır. Yeni yazılan şiirlere olan etkileriyse bizzat ‘toplumcu’ şairler tarafından köreltilmektedir. Genç şairlere Nâzım’dan et- kilenmemeleri telkin edilmek- tedir. Çünkü Nâzım öylesine büyük bir güneşmiş ki yanında hiçbir yıldızın parlamasına izin vermezmiş. Böylece Nâzım yaşamın gerçekliğinden ko- parılarak, hayatı boyunca uğ- raştığı, halkın şiirini yaratmak amacından uzak tutulur ve sessizce parıldamak üzere uzaya gönderilir. Oysa nasıl ki Nâzım Maya- kovski’den, Homeros’tan, Pir Sultan’dan etkilenmişse ve A. Kadir’i, Enver Gökçe’yi etkile- mişse biz de Nâzım’dan etki- lenmeliyiz. Nâzım’ı putlaştır- mak, erişilmez hale getirmek, onu öldürmektir. Her şey bir yana, gün gelir ba- zı şiirlerin yeniden yazılması gerekir. Yunus Emre on üçün- cü yüzyılda şöyle diyor: “ Gitti beyler mürveti/Bin- mişler birer atı / Yediği yoksul eti / İçtiği kan olısar.” Bunun üzerinden yedi asır dolanıyor, yedi asır sonra Enver Gökçe şöyle diyor: “Ah / Len / Ah / Onlar / Yok- sul / Eti / Yerler / Ve / İçtikleri / Kandır” Aynı şekilde Nâzım “Meşin Kaplı Kitap”ta, Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadim”ini bir anlamda tekrar yazmıştır. Eğer bu dize- ler kavganın şanlı bayrağında yerini almışsa, bu tekrarlar ye- rinde demektir. Nâzım Hikmet, “Sanat gibi, gerçeğe de devrimci bir gözle bakar. Bu bakıştır ki, o günler- de şiirimizi saran melankolik, edilgin havayı dağıtır, dinamik, etken bir havayla donatır onu.” Asım Bezirci’nin sözünü etti- ği bu hava bugün tekrar şiirimizi sarmıştır. Ve bu hava içerisinde Nâzım anılıyor; eğer Nâzım anı- lacaksa, bu ona tapılarak değil, mücadelesi devam ettirilerek yapılmalıdır. Ancak görünen odur ki 12 Ey- lül’den sonra sosyalizmi “aşan” aydınlarımız gibi, toplumcu şa- irlerimiz de toplumcu gerçek- çiliği Nâzım’ın mezarına göm- meye niyetliler. Bizden de top- lumcu şiirin ruhuna fatiha oku- mayı bekliyorlar. “Nâzım Hikmet ve Seçme Şi- irleri”; Asım Bezirci; a yayınları; İstanbul, 1975; s. 97, Vladimir Mayakovski, “Şair İşçidir”, çev. Ataol Behramoğlu; “Türk Halk ve Dünya Edebiyatından Başkaldı- rı Şiirleri Antolojisi”; Nihat Beh- ram, Alfa Yayınları, 2001; s. 331 “Karagün Dostu”, Hasan Hü- seyin Korkmazgil; “Oğlak”, Bil- gi Yayınları “Onlar Yoksul Eti Yerler”, En- ver Gökçe, “Yaşamı Bütün Şiir- leri”, AYKO, Ankara 1983 “Nâzım Hikmet ve Seçme Şi- irleri”; Asım Bezirci; a yayınları; İstanbul, 1975; s. 96 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 27 Ocak Nâzım’ı Putlaştırmak HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com 27 OCAK 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Çığ gerçeği: Hatayı Tanrı affeder, doğa affetmez! ÖDP Faruk Yıldız: “F tipi siyasetin sol kanadını Ufuk Uras yönetimindeki Özgürlük ve Dayanışma Partisi mi oluşturuyor!” Mızrak Kemal Öncü: “Çuvala sığmayan mızrak bir yerlerine batınca, yandaş medya Ergenekon’un Amerikan tezgâhı olduğunu yazmaya başladı!” Ciddi Gülfatma Carlık: “Ali Babacan’a göre Türkiye, AB sürecini ciddiye alıyormuş. AB, Türkiye’yi ciddiye alıyor mu!” YağmurDeniz Dr. Mithat Erenus ve Dr. Hasan Batırel BEYİN damarı tıkandığı için gece yarısı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisine kaldırılan 86 yaşındaki hastanın 22 saat boyunca sedyede yatırılmasının ardından hastanenin acil servisinin “acil ölüm servisi”ne dönüşmekte olduğuna ilişkin görüşler giderek çoğalıyor. Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde görevli bir kişi anlatıyor: “Yakınlarımın bazı beklenmedik sağlık sorunları nedeniyle mensubu olduğum üniversitenin tıp fakültesi hastanesinin acil servisine pek çok kez gitmek durumunda kaldım. Her gidişimde orada uzman doktor bulunduğu izlenimi edinemedim. Acil serviste hep, tıp fakültesi öğrencilerini veya yeni mezun çok genç doktorları gördüm. Gençlerin hastalara yaklaşımları olumsuz olmamakla birlikte yeterince deneyimli olmadıkları, hareket tarzlarından ve sürekli başkalarına danışarak çalışmalarından belli oluyordu.” Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mithat Erenus ve Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Hasan Batırel... Hipokrat yemini etmiş hekimler olarak hastanede neden nöbetçi uzman doktor bulunmadığına ilişkin söyleyebileceğiniz bir şeyler varsa; biz buradayız, bekleriz! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” GLADYO denilen yasadışı örgütlenmenin Türkiye’ye NATO ile birlikte geldiğini söylüyor Bülent Esinoğlu ve şöyle diyor: “Gladyo, ABD tarafından devletin içine yuvalandırılmış bir yapıdır. Ancak, kumanda merkezi Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde değildir. Tam tersine, milli devleti emperyalistler adına denetleyen bir örgütlenmedir. Aslında Gladyo’nun işlevini anlamak, NATO’nun işlevini anlamaktan geçmektedir. Önce şunu hatırlatmak gerekir; savunma ve saldırı her zaman birbirini tamamlar. NATO aslında gizli bir saldırı örgütüdür. İttifak yaptığı devlete içerden saldırır. NATO uzun yıllar, ülkemizde savunma örgütü alarak anlaşıldı ya da öyle anlatıldı. NATO’nun Soğuk Savaşı sürdürebilmesi için ülkelerin yönetimlerinin denetim altına alması gerekiyordu. Başlangıçta pasif saldırı ve örgütlenme olarak kurulan bu denetim kısa zamanda operasyonlar yapan bir kabiliyete ulaştı. ABD’nin stratejik hedefine ulaşabilmesi için, Batı Avrupa’yı ve Avrupa’nın güneydoğu kanadını denetim altına alması hayati önemdeydi. NATO’ya üye olmak isteyen ülkeler, komünizme karşı bir devlet örgütlenmesi oluşturmak zorundaydı. Hani şimdi şu AB’ye üye olmak için AB direktiflerine uymak gerektiği gibi! Gladyo’yu ‘Özel Harp Dairesi’ ve ‘Özel Kuvvetler Komutanlığı’ ile özdeşleştirmek yanlıştır. Çünkü Gladyo, bir rejimin, bir devlet ve hükümet sisteminin adıdır. Artık, emperyalist- kapitalist sistem rekabet halindeki çok sayıdaki sermayedarın hâkim olduğu kapitalizm değildir. Tekelleşme mafyalaşmaya dönüşmüştür. Onun için buna ‘Gladyo-mafya-tarikat’ rejimi diyoruz. Ekonomideki mafyalaşma, siyasetteki mafyalaşmayı da getirdi. Tekelleşme, kendi kurallarını ulus devletin kurallarına hâkim kılmak için mafyalaşarak var oldu. Demokrasi, parlamento, çok parti, özgürlükler dar bir çetenin diktasını perdeleyen malzemelere dönüştü. İşte bu mafya ortaçağın karanlığında kalmış ne kadar kurum ve kuruluş varsa onları diriltti. Bunlar hâkimiyet sisteminin araçları olarak kullanılmaktadır. Bu sebepten tarikatlar toplumu hızla sarmaktadır. ‘Gladyo-mafya-tarikat’ rejiminin özünü mafya belirler. Yani üçlünün hâkim birimi mafyadır. Sözde sivil toplum örgütleri birer tarikat örgütlenmesidir ve komutası mafyaya aittir. Gladyo’nun bu hâkimiyet sistemi ABD merkezlidir ve ülkelerde çok dar kliklerin iktidarı ellerinde toplamaları sayesinde işler.” Gladyo SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Basit, derin- liği olmayan, üstünkörü. 2/ İşsiz, aylak... Şöhret. 3/ Ka- mõştan yapõl- mõş, iki kulplu meyve sepeti. 4/ Borsada bel- li miktardaki hisse senedini belirtmekte kullanõlan iş- lem birimi... 1875- 1964 yõllarõ arasõnda yaşayan ünlü Meksi- kalõ duvar ressamõ. 5/ Atlas Okyanu- su’nda Portekiz’e ait takõmada... Kumaş üzerine yapõlan bir tür işleme. 6/ Ger- çeklerle olan ilişki- lerin büyük ölçüde azalmasõ, duygu ve davranõş alanlarõnda önemli bo- zulmalarõn ortaya çõkmasõ ile beliren ruh hastalõğõ. 7/ Şarkõ, türkü... Baryum elementinin simgesi. 8/ Bir parça üzerine paralel çizgiler çizmek için kullanõ- lan alet. 9/ Osmanlõ padişahlarõnõn makam koltuk- larõna verilen ad... Hayat arkadaşõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir sorunu ele alõş, ona bakõş biçimi. 2/ Tuzağa dü- şürülen şey... Eski Mõsõr’da ölülerin koruyucusu olan tanrõ. 3/ Süt şekeri... Asaf Halet Çelebi’nin bir şiir ki- tabõ. 4/ Karakter... Briçte iki manştan oluşan bölüm. 5/ Türk müziğinde bir makam... “ --- ömür biter bir uzun sonbahar olur” (Yahya Kemal). 6/ Büyük ün ka- zanmõş sinema ya da müzik sanatçõsõ... Yunanistan’õn plaka imi. 7/ Ağrõ kesimi. 8/ Telli ve mõzrapla çalõnan Azeri çalgõsõ... Hububat tozu... Bir nota. 9/ Gerçek ve karmaşõk sayõlarõn dikdörtgen biçiminde tablosu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Z İ G G U R A T E D E Ş A L A K R A L L İ A R A D G A A Z A R Ü Ç E T E K M A Ş E L E K S A F T R R İ Z E A E S İ N L Ö K Ö Z Ü T G E R İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear