28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 24 OCAK 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 24 Ocak SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Obama ‘Sezarlaşırken’ Başkanlık yarışındaki Obama ve Başkan Obama.. farklı “olgular”. “Aday” Obama, New Orleans kiliselerinin “gospel müzisyenlerini” çağrıştırıyordu… Vücut dili, seçim kürsülerinde kullandığı sözler ve sözcüklerin ötesinde; sadece “blues” ve caz şarkı- cılarında rastlanan Tanrı vergisi bir tempo, ritim ve to- na sahipti Başkanlık koşusundaki Obama. Siyaset are- nasına çıkmış bir Ray Charles gibiydi… Dünyayı efsunlayan benzersiz “karizmasının” te- melinde bu kimya vardı. Başkanlık töreni konuşmasında başka bir Obama izledik. Ray Charles’vari adam gitmiş, yerine haşmetli bir Sezar gelmiş… Capitol Hill önünden Beyaz Saray’a uzanan yollar ve meydanları dolduran insan selini selamlayan bir Si- yah Sezar izledik salı günkü törenlerde… “Ne bekliyordun? Başka ne olacaktı?” diyeceksiniz… Metamorfoz ani oldu Başka ne olacaktı da.. bu “metamorfoz” da biraz fazla ani oldu. İmkânsız düşlerin peşine düşen bir “Siyah Orfe” bek- lerken, dakika bir gol bir; üslup, ton, söylem itibarıy- la “tarihin ilk Siyah Sezar’ıyla” burun buruna geldik. Yalnız ekran başındakilerin değil, kutup soğuğunu göze alarak Washington’a akan kalabalığın heyeca- nında da, -“inauguration speech”- Başkanlık konuş- masının ardından bariz bir düşüş oldu. “O-ba-ma, O-ba-ma...” diye yeri göğü inleten çığ- lıklarda -TV ekranlarına yansıyan- bir duraksama, gev- şeme, garip bir boşluk, tereddüt hissedildi. “Yenilik, değişim, ezilmişlerin zaferi, sol/liberal söy- lemler” adına herkesin kendi hesabına bambaşka bek- lentiler yüklediği “Obama mitosu” ile bu ilk “gerçek saati” karşılaşmasında, farklı biçimler ve farklı ne- denlerle bir “kopukluk” ve “boşluk” doğdu. Tarih yazan “kara derili ilk ABD Başkanının” beni “boşluğa” bırakan cümleleri şunlar oldu örneğin: “Müslüman dünyasıyla, karşılıklı çıkar ve karşılıklı say- gıya dayanan yeni bir yol arıyoruz. Nifak tohumları ek- meye çalışan, toplumlarının sorunlarından Batı’ yı so- rumlu tutan liderlere sesleniyoruz: Halkınızın sizi ne- yi yıkacağınız değil, neyi inşa edebileceğiniz üzerin- den değerlendireceğini bilin. İktidara yolsuzluk ve al- datmaca, muhalefetin susturulmasıyla sarılanlara sesleniyoruz: tarihin yanlış safında olduğunuzu, ancak yumruğunuzu açarsanız, elimizi sizlere de uzatacağı- mızı bilin…” “Ne münasebetsiz ve kibirli (patronizing!) bir ton bu böyle?” diye düşünmekten kendimi alamadım.. Gazze’nin dumanları tüterken… Gazze bombalarının dumanı tüterken daha, şimdi, şu sırada, bu zamanlamayla, söylenecek laf mı bu? Bir. “Uygarlık camiası” içinde ayrı kategoride ele alınan “Müslüman dünyası” retoriği, biteviye böyle sürüp gi- decek mi? Bush dönemi “uygarlık çatışması” şablonundan -öz itibarıyla- ne farkı var neticede bunun? İki. Müslüman dünyası -salt “din” faktörüyle şekillenen- “monolitik” bir bloktan mı ibaret? “Uygar dünya içinden İslam ümmetine seslenen bir ABD Başkanıyla mı karşı karşıyayız?” başka deyişle... Nihayet şu “karşılıklı saygı” meselesi... “Karşılıklı saygı” bağlamında akla gelen ilk koşul “karşılıklı çıkar” mı olmalı? “Saygı/çıkar” denklemi böylesine nüanssız ve doğ- rudan bir “önşartla” tek nefeste telaffuz edilecekse, ha Bush, ha Obama.. olmuş. “Müslüman dünyası” adı- na ne fark edecek ki? Üç. Obama’nın “Müslüman dünyasına” yaptığı bu ba- sit, “toptancı çağrı”; bu gezegenin dışında yaşayan başka bir gezegenin -yekmili “rogue/failed state” (hay- dut/çökmüş devlet) vatandaşı- insanlarına sesleniş gibi geldi. Ve talihli bir başlangıç oluşturmadı. “El Cezire”de konuşmanın içeriğini hemen o anının tazeliğiyle değerlendiren Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert Fisk nitekim; “Bu, İslamcılara ‘Siz geçmişin adamlarısınız!’ demek adına verilmiş bir vaazdır!” di- yerek yorumladı. “Müslüman dünyası=İslamcı=siyasi İslam” kav- ramlarındaki tüm farkları yok eden bu “vaaz” karşılı- ğında Fisk; Obama’nın Başkan sıfatıyla ilk konuş- masında Ortadoğu sorununa dair tek söz sarf etme- miş olmasını büyük bir zaaf olarak nitelendirdi... Müslüman dünyasının neresinden, hangi köşesin- den bakarsanız bakın, “yeni yol” arayışında olduğu- nu iddia eden bir Başkan için sorunlu bir söylem bu. nilgun@cumhuriyet.com.tr Sayın Muhbir 12 Mart faşizminden kalan bir deyimdir “sayın muhbir vatandaş.” O günlerde, sayın muhbirlerin muhbirlik yapması için çağrılar yapılırdı sık sık. Şimdi yöntem değişti. Muhbirler yerine muhabir ve yazarlar kullanılıyor. Muhbir muhabirler yazıyor, insanlar içeri tıkılıyor! Yazar Burhan Günel, muhbirleri de anlattığı bir 12 Mart romanı yazmaya başlamış. Diyor ki: “Rabelais, Gargantua’nın önsözünün bir yerinde şöyle der: ‘Papazı papaz eden cüppe değildir, kimi keşiş kılığına girer ama içinde keşiş olmaz, kimi İspanyol şalına bürünür, ama hiç de İspanyol yüreği olmaz.’ Şimdiii... Devletin arabalarına binip, kimi birörnek giysilere bürünüp kasım kasım kasılan, kendini ülkenin, hatta dünyanın sahibi sanan içi boş portakal sandıklarını düşünüyorum da... Hele, 1971’in 12 Mart ortamında resmi arabasıyla her sabah önümden geçen kara gözlüklü bir boş çuval vardı ki hiç unutmam. O arabadan inip üzerindeki giysiyi çıkarmak zorunda kaldığında, soyadına bakarak duvarlara ‘TÜKÜRÜN’ diye yazmışlardı. Şimdi, Kenan’ın yaptıkları da unutulup insan haklarından, hukuktan, yargı bağımsızlığından bilmem daha nelerden söz ediliyor. Haa, hukuk herkese gerekirmiş günün birinde, değil mi? Günaydın! Kenan Bey, Etlik taraflarında şu sıralar, bir de onun demecini alsalar hukuk ve adil yargılama konusunda... Ne diyordu? Asmayalım da, besleyelim mi?..” Adına darbe yaptıklarının işine gelmeyenleri astılar. Beslediklerine gelince... Ensemizde boza pişirmekle meşguller. Hukuk Yıldızı Eski İstanbul Barosu Baş- kanı Orhan Apaydın, 12 Ey- lül karabasanında, DİSK da- vasının önde gelen avukat- larındandı. DİSK davası so- ruşturmasını yürüten döne- min İstanbul Sıkıyönetim Ko- mutanlığı Askeri Savcısı Sü- leyman Takkeci, bir süre sonra Barış Derneği davası- nı da açmış ve bu dava kap- samında Orhan Apaydın’ı tu- tuklatmıştı. Apaydın, uzun süre yattığı cezaevinde kansere yaka- lanmıştı. Cezaevinden çık- tıktan sonra tedavi için yurt- dışına çıkma isteği, döne- min ANAP hükümetince ge- ri çevrilmiş, pasaport alama- yan Apaydın, hukuk müca- delesini aralıksız sürdürür- ken aramızdan ayrılmıştı. Geçen zaman içinde, Apaydın’ı yurtdışına gönder- meyen ANAP tarihe karıştı. Savcı Süleyman Takkeci’nin adı deseniz, belleklerden si- lindi gitti, tek bir anan yok. Orhan Apaydın ise bir son- suz hukuk yıldızı. Orada, he- pimizin üstünde parlıyor. Mumcu’nun İzi Uğur Mumcu’nun “Bomba Da- vası” adlı kitabı, ABD’ci 12 Mart darbesi döneminde, başta emek- li Kurmay Yarbay Talat Turhan ol- mak üzere, aralarında generalle- rin de yer aldığı çok sayıda subay ile sivilin “yapılacak bir askeri ih- tilal amacıyla, soygun ve bomba- lı saldırılar düzenlemek ve Boğaz köprüsünü havaya uçurmak” gibi savlarla yargılanması sürecini an- latır. Uğur Mumcu aynı kitapta, “Ta- lat Turhan’ın savunması, hem id- dianameyi eleştirir hem de ‘jako- ben’ ya da ‘İttihatçı’ yol ve yön- temleri savunan görüş için bir özeleştiri niteliğindedir” yorumu- nu yapar ve ekler: “Bu yüzden, yıllarca ‘İttihatçı’ ya da ‘jakoben’ geleneği savunan bir kurmay subayın olayları de- ğerlendirmesi ve gerek kendi yan- daşlarını bir ‘özeleştiri’ süzgecin- den geçirmesi çok yararlı olmuş- tur. Talat Turhan’ın bu eleştiri ve özeleştirileri bugün ve yarın için derslerle doludur. Askeri müdahalelerin bir daha olmamasını istiyorsak, bu müda- halelerin öncesi ve sonrasını ve bu müdahalelere yön veren insanla- rın bu süreç içinde ne yaptıkları- nı, hangi rüzgâra kapıldıklarını bil- mek gerekir. Bu bilinirse olayların neden ve sonuçları daha net görülür, kuru- lan tuzaklar daha açık seçik bi- çimde ortaya çıkar.” Uğur Mumcu’nun kitaplarını açın okuyun. Irak’tan Kıbrıs’a, Susurluk’tan gladyoya bugün ne- yi tartışıyorsak, onların ipuçları ile doludur. Çünkü Uğur Mumcu; yeri dol- durulmaz, eşi benzeri bulunmaz bir gazetecidir. Unutulmaz ustamızı, bir 24 Ocak’ta daha, sevgiyle ve büyük bir özlemle anıyoruz. Birol Başaran, ODTÜ mezunu. Bilişim sektöründe yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Birçok şirkette danışmanlık yapmış. Türkiye İş Bankası’nda çalıştığı yıllarda, bankamatik kartlarının Türkiye’de üretilmesini sağlayan ekibin içinde yer almış. Çevresinde dürüst bir işadamı olarak tanınıyor. Atatürkçü Düşünce Derneği Kadıköy Şubesi’nde başkanlık yapmış. Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği Genel Sekreteri. 2000 yılından bu yana da CHP Kadıköy ilçe örgütü üyesi. Başaran, Ergenekon soruşturması nedeniyle temmuz başından bu yana tutuklu olarak Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yatıyor. Hakkında henüz bir iddianame yok. Başaran, adına açtığı kişisel bilgisunar sitesinde “Sıfır suç, sıfır delil olmasına rağmen 7 aydır tutukluyum” diyor: “Tutuklanıncaya kadar hukuk nedir bilmezdim. Hapiste vakit bol olunca anayasayı, Türk Ceza Kanunu’nu (TCK) ve Ceza Muhakemeleri Kanunu’nu (CMK) okudum. Tutuklanmak gerçekten son tedbir. Şüphenin ötesinde somut delil olması gerekiyor. Benim telefonlarımı dinlemişler. Bana Zohar kim diye soruyorlar. Şenol kim diye soruyorlar. Zohar BMC Software’nin Türkiye’ye bakan müdürü. Şenol kardeşim. Böyle sorular sorup beni tutukladılar. Hiçbir siyasi içerikli telefon görüşmem de yok. Özetle Ergenekon davasında bahane olabilecek bile hiçbir delil yok. Sadece dizüstü bilgisayarım ve cep telefonum var diye tutuklanmış oldum. İşte tüm bunları görüp yaşayınca insan gerçekten üzülüyor.” Bir Tutuklunun Portresi Doğanın Kazanmasına İzin Vermezsek Kaybetmeye Devam Edeceğiz! SADIK ÇELİK, İnsanın doğayı tahrip et- mesinin sonucu, her yeni günde küresel ekolojik kriz ile ilgili farklı, başka başka ha- berlerle karşılaşıyoruz. Ne kadar önlem alınmaya çalı- şılsa da, ne kadar toplantılar ne kadar konferanslar yapı- lıp protokoller imzalansa da çözüme ulaşılamıyor. Bilim adamları uyarıyor, mevcut anlayış ve tutum sürdürülürse, önümüzdeki on yıl içerisinde Kuzey Kut- bu’ndaki buzulların eriyece- ği (Nitekim, Independent’da çıkan bir habere göre, ABD ulusal buz ve kar veri mer- kezi, Kuzey Buz Denizi’nde geri dönüşü olmayan buzsuz yazların sanıldığından da ya- kın zamanda gerçekleşece- ğini açıkladı), tatlı su kay- nakları için savaşların çıka- cağı, gıda kaynaklı isyanlar, küresel ısınma kaynaklı top- lu göçler olabileceği, küresel ısınma sonucu mevsimlerin dengelerinin bozulacağı, kış- ların kış olmaktan çıkacağı, doğanın ahenginin bozula- cağı ve daha başka başka haberler… Küresel ısınma nedeniy- le, Batı’nın ünlü tarihi kent- lerinin fare istilasına uğradı- ğı, bunun sonucunda da ta- rihte kalan veba kırımına benzer salgın hastalıklarla karşı karşıya kalınacağı gö- zükmekte.. daha şimdiden çocuklar arasında çok yay- gınlaşan astım rahatsızlık- larının nedeni olarak da ke- di büyüklüğündeki fareler gösterilmektedir. Kentlerin içme sularına kimyasalların karıştığı, içerisinde ağır me- tallerin, arseniğin, cıvanın bulunduğu, yapılan labora- tuar incelemelerinde sap- tandığı bilinmektedir. Bun- ların da sağlığımızı nasıl teh- dit ettiğini siz düşünün... Yine, denizlerden çıkan balıkların siyanürlü olduğu, ağır metal kalıntıları taşıdık- ları başka bir acı gerçek. İçerisinde yaşadığımız plas- tik, saten boyalı evlerimizin, bize radon gazlı zehir solut- tuğunu biliyor muyuz? İşin il- ginç yanı, bunlar yaşamımı- zı tehdit edenlerden sadece birkaçı ve bütün bunlara se- bep olan da, gerçekleştiren de yine biz insanlar, yani Nasrettin Hoca’nın dediği gibi bindiğimiz dalı maalesef kesmişiz. Peki, neden böyle.. ne- den önlemler etkisiz, yeter- siz kalıyor? Yoksa küresel ekolojik kriz çok daha derin, çok daha köklü, çok daha yapısal nedenlere, çözüm- süzlüklere mi dayanıyor; yok- sa aşırı, aç gözlü tüketimle damgalanmış ve nihai ama- cı sınırsız kâr sağlamak olan şu anki neo-liberal dünya düzeninden kaynaklanıyor olabilir mi? Bu görüş dün- yada gittikçe daha çok ta- raftar topluyor. Aşırı tüketi- min önüne geçilmesi, neo-li- beral kapitalist düzenin de- ğiştirilmesi, ya da doğa ile uyumlu işleyebilecek yapısal değişikliklerin gerçekleştiril- mesiyle küresel krizlere ça- re bulunabileceğini düşü- nen birçok grup, sivil toplum örgütü ve platformlar oluşu- yor. Daha adaletli, daha eşit- likçi dünya düzeninin kurul- ması için, dünyanın Sanayi Devrimi öncesi doğal ya- şam ruhuna kavuşması ve tazelenmesi için, güçlenme- si için, ruhlarımızı ve belle- ğimizi hipnotik trans halinden kurtararak, gerçeklerle yüz- leşilerek, çözümsüzlükleri çözüme mutlaka kavuştu- rarak ancak yaşamımızı sür- dürmemiz olanaklı olacaktır. Aksi takdirde, var olan kö- tülükleri, tehditleri, cevabını veremediğimiz sorunların varlığıyla uyutarak ya da unutmaya çalışarak, çocuk- larımızın geleceği aydınlık olmayacaktır. Doğanın dengesi içinde gerçekleşen her olayın bir nedeni vardır. Doğa düze- nine insanoğlu tarafından yapılan her müdahale doğal döngünün bozulması, ya bir ormanın, ya bir canlı türünün, ya da başka bir doğal haya- tın yok olmasıdır. Küresel krizlere karşı daha fazla özelleştirme, daha çok piyasalaştırmayla çözüm bu- lunamayacağını haykıranlar; temiz su, hava ve toprağın insan hakkı olduğunu ve ti- carileştirilemeyeceğini, bu gibi doğal kaynakların piya- sa anlayışının insafına terk edilemeyeceğini krizi yara- tanlara çözüm olarak sun- maktadırlar. Her türlü ilişkide olduğu gi- bi, doğayla insanoğlunun ilişkisinde de kazan-kazan dengesi bozulduğunda, bir tarafın kâr etme, çıkar sağ- lama hırsı baskın çıktığında sonuçta kazanan kimse ol- muyorsa.. neo-liberal, kapi- talist düzenin aktörleri, tıpkı kendi kazanırken işçisinin kaybetmesine aldırış etme- dikleri için nasıl uzun vade- de sadık işçisini kaybediyor ya da verimsizleştiriyorsa, aynı anlayışla kendisine hiç- bir zaman sadakatsizlik et- meyen doğayı da küstürdü- ğünün, verimsizleştirdiğinin ve körelttiğinin farkında ol- malı artık. Sınırsız kâr anlayışını ve tü- ketimi her şeyin üzerinde tutanların, sadece ve sade- ce kendi kazancını, çıkarını düşünenlerin sürdürülebilir hayatları olmayacaktır. Bu- gün doğanın kazanmasına hâlâ izin vermezlerse, yarın doğa da onların yaşamasına kesinlikle izin vermeyecektir. BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ “Nar bülbü- lü” de denilen ötücü bir kuş. 2/ Ayakkabõ kalõbõ- nõn çapõ... Mi- marlõkta “sahõn” anlamõnda kulla- nõlan sözcük. 3/ Telefon sözü... Bir şeyden kalan kötü iz. 4/ Anka- ra yöresine özgü bir halk oyunu... İran’õn plaka imi. 5/ Doğalgazõn önemli bir bileşeni olan gaz... So- ğanlõ bir süs bitkisi. 6/ Kalsiyum elementinin simgesi... Tanrõ buy- ruklarõnõ yerine getir- me. 7/ Üzeri kõrmõzõ parafinle kaplanan bir cins peynir... Endonez- ya’nõn plaka imi. 8/ Çamsakõzõnõn damõtõlmasõyla elde edilen reçine. 9/ Yapõlmasõna izin verilmeyen şey... Numaranõn kõsa yazõlõşõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kanatlarõnõn üstü ve boynu kõrmõzõ renkli küçük bir kuş. 2/ Nabokov’un, filme de aktarõlmõş ünlü romanõ... Rey. 3/ On iki düzine... Bir göz rengi. 4/ Bir gõda maddesi... Datça Yarõmadasõ’ndaki ünlü antik kent. 5/ Titreme, titreyiş... Ege Bölgesi’nin en büyük gölü. 6/ Gazetecilikte haber kaçõrmak. 7/ Kars yakõnlarõndaki ünlü eskiçağ kenti... Şöhret. 8/ İzmir’in Dikili ilçesinde bir kaplõca. 9/ Rize yöre- sinde dokunan çamaşõrlõk ince bez. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C E N D E R E A E F E T E K E L N E S N E Ü R E D N A K A R A T E T E K C İ N R E A C I O M E K Ü R İ A S İ E R A N O S N A L E T M İ N E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear