26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 OCAK 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Emekliler PENCERE Tırlatık Değil Görevli... Tuncay Güney’i artık tanımayan yok... Bir yıldız gibi parladı... Doğrusu ya bugünkü toplumumuza da, politi- kamıza da, iktidarımıza da, medyamıza da yakı- şıyor... Devletin TRT’si de Güney’i alladı pulladı, yağ- ladı balladı, baş köşeye oturttu... Çok iyi oldu... Ergenekon tertibinde bütün olan bitenleri rast- lantısal sananların aklına turp sıkmakta say- makla bitmez yararlar var... Herkesin yazıp çizdiği gibi Ergenekon soruş- turmasında hareket noktası Tuncay Güney’in ifa- deleridir... Daha önce bu ifadeler çeşitli kitaplarda ya- yımlandı, gizli kapaklı bir yanı yoktu; ama, vak- ta ki TRT’de görsel olarak Türkiye’ye sunuldu; Gü- ney’in zamazingo filminde adı geçenler, suçla- nanlar, iftira çamuruna bulananlar, haklı olarak tepki gösterdiler: - Hokkabazlık.. - Kepazelik.. - Rezalet.. - Cinnet.. Vesaire... Bu tür vurgulamaları bir yana bırakarak sormalı: “Görevli” Tuncay Güney’in söyledikleri hangi man- tığa dayanıyor?.. Denebilir ki: - Sap ile saman birbirine karışmış, ne gerçek var, ne de mantık var; aslı astarı olmayan suçla- malarla uçuk iddialardan oluşan bir çorba... Bu yaklaşım doğrudur... Ancak bir önemli noktanın altı çizilmeli... Bugün Ergenekon konusunda ahkâm kesen kaç kişi mahkemeye sunulan 2 bin 450 sayfalık id- dianameyi okumuştur?.. Tümünü okumaya da hacet yok, bu iddiana- meye bir göz atıldığı zaman görülecektir ki geçerli mantık Tuncay Güney’in ifadelerinde egemen- leşen keşmekeşin ‘aynısının tıpkısı’dır... Peki, bu bir rastlantı mıdır?.. Yoksa özellikle saptanmış, kurgulanmış, bir amaç doğrultusunda kullanılmış daha doğrusu kullandırılmış özel bir yöntem midir?.. Bugün Türkiye allak bullak... ? İktidar hem Tuncay Güney’in yanında... ? (Ki bu nedenle Kanada’daki kaçak hahamı TRT’de tezgâhlıyor...) ? İktidar hem de Ergenekon tertibinin yanında... “Milli egemenlik” yerine “iktidarı”, laik asker ye- rine dinci polisi “ikame” etmek isteyen dış kökenli plan uygulanıyor... Bu planlamaya demokrasi kılıfını geçirmek için gösterilen büyük çaba dış destekli... Tuncay Güney TRT’de bu amaçla ağırlandı, al- landı pullandı, pazarlandı... “Hokkabaz” değil Güney... Bir planın militanı olarak görevini yapıyor... Önce Amerika’ya, sonra Kanada’ya postu sermiş rahatça yatıyor... R ecep Tayyip Erdoğan Er- zurum’da. Söylev verece- ği kürsünün önünde, altõ yedi yaşlarõnda bir çocuk. Babasõ da Erdoğan’õn ar- kasõnda. Çocuk, kendinden geçmiş, Necip Fazıl’õn kendisine ezberletil- miş “Sakarya Türküsü” adlõ şiirini okuyor. Masum çocuk, ne okuduğunu bilmiyor, ama kendinden geçmiş, eği- lip bükülüyor, güleç bir yüzle, sesini yõ- ğõnlara duyurmak için büyük çaba gös- teriyor. Bu durumun, çocuk eğitimin- deki yanlõşlarõnõ tartõşmayacağõm. Ama- cõm, başbakanõn kafasõnõn ardõndakini sergilemek. Recep Tayyip, Fazõl Hüs- nü’yü bilmez ama Necip Fazõl’õ çok iyi bilir. Sakarya Türküsü, 1949 yõlõnda ya- zõlmõştõ. Gerici çevrelerde, “büyük şi- ir” diye ün buldu. Kaynağõnda, Necip Fazõl’õn kötü şiirlerinden biridir. Önem- senmesi, Sarõyer Barajõ’nõn yapõldõğõ günlerde, Sakarya imgelemiyle, Ata- türk’e ve Cumhuriyete saldõrmaktõ. Necip Fazõl için, tam sõrasõydõ. CHP’den atõlmõş, Demokrat Parti’de yer arõyordu. Ola ki, bir yerden millet- vekilliğine aday gösterilirdi! Olmadõ. Necip Fazõl, Atatürk öldükten sonra, Büyük Doğu Marşõ’nõ yazmõş, XXI. yüzyõlda bile uluslaşamamõş Arap halk- larõnõ “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!” olarak nitelemişti. (Bkz. Necip Fazõl, Çile, s. 278, altõncõ baskõ, 1977 İstanbul) Uluslaşamamõş Arap halkla- rõ, o yõllarda, İngiliz, Fransõz ve İtalyan sömürgecilerinin sömürgeleriydi. Bugün de sömürgecilerin askeri işgali altõnda birçoğu. Atatürk devrimi ile uluslaşma sürecine girmiş olan Türk halkõ, Necip Fazõl’õn şiirinde tarihsel yanlõşlõğa kurban gitmiştir: “Rabbim is- terse, sular büklüm büklüm burulur / Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vu- rulur. / Eyvah! Eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük? / Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..” (Necip Fazõl, agy, s. 280). Mustafa Kemal’in başkomutan olarak kazandõ- ğõ Sakarya Meydan Savaşõ’ndan sonra, Necip Fazõl çok üzülmüş! O zaman on altõ yaşõnda da olsa, bu utkunun tadõnõ çõkarõp övünememiş belli ki? “Vicdan azabına eş, kayna, kayna Sakarya / Öz yurdunda ga- ripsin, öz vatanında parya!” (Necip Fazõl, agy, s. 280). Recep Tayyip Er- doğan, işte bu dizeleri hayranlõkla izledi, çocuğu coşkuyla kutladõ. Mustafa Ke- mal’in eşsiz utkusu, kişisel olarak önemli sayõlmayabilir, ama Sakarya Sa- vaşlarõ, ulusumuzun kurtuluşunda en önemli dönemeçtir. Kuşkusuz, Erdoğan, bu tarihsel dö- nemecin ayõrdõnda değil. Ayõrdõnda olsa, o çocuğa o şiiri okutmaz, sonra da coşkuyla kutlamazdõ. Belli ki, kafasõnõn arkasõnda, Mustafa Kemal’e ve Cum- huriyete karşõ bir şeyler var: Nasõl ol- sa, devlet de kuracakmõş! Recep Tayyip Erdoğan, siyasa alanõna çõktõğõ günden bu yana, Cumhuriyetle hesaplaşõyor. Çok da dirençli. Ya o Cumhuriyeti yiyecek ya Cumhuriyet onu! Bu savaş açõk seçik yapõlõyor. Ne ki, ikinci fotoğraf beni ürkütüyor. Bu fo- toğraf, CHP Genel Başkanõ Deniz Baykal’õ, çarşaflõlara CHP’nin rozeti- ni -küçük gül demektir ama- takarken gösteriyor. Bu fotoğraf, beni karadeli- ğe götürüyor. Arkasõnda ne var? Doğrusu bilmi- yorum. Çözümlemeye çalõşõyorum bu fotoğrafõ: Çarşaflı hanımın yakasına takılan altı ok rozeti, çarşafla birlikte, karanlık bir döşeğe mi gömülüyor? Deniz Baykal, üç oy için -o da belli de- ğil ya- “çader-i şeb” (gece örtüsü) ile, Atatürk devrimini karanlõğa mõ göm- mek istiyor? Çarşaflõlarõ, türbanlõlarõ ve takkelilerle cüppelileri belediye başkanõ ya da meclis üyesi yapmak istiyorsa, önce, kendi içindeki çelişkiyi çözmeli. Hem türbanla ilgili anayasa değişikliğini, laikliği yok etmek için, hukuku arkadan dolanmak olarak niteleyip Anayasa Mahkemesi’ne götüreceksin, hem kõlõk kõyafetle ilgili devrim yasasõnõ hiçe sa- yõp çarşaflõlarla türbanlõlara “altıok”u takacaksõn! Bu çelişkiyi çözmelidir kesinlikle. Bir şey daha, hiçbir tarikat ehli, aslõ varken sahtesine oy vermez, ama sandõk başõna dek sizi kullanõr. Bu yolla, devrimci yõğõnlarõ, sizden uzak- laştõrõr. Sorun bu. Deniz Baykal’a şunu açõk seçik be- lirtmeyi gerekli görüyorum: Laikliği özümsemeyi bırak, kavramamışsın bile. Dinsel öz, “insan özü”ne indir- genemez. İnsan özü, toplumsal ilişkiler bütünüdür. Bu sözlerimi anlayabili- yorsa, bir daha düşünmelidir: “Tarih- sel akıştan kopmak çok tehlikeli- dir.” Bundan yüz yõl önceki özdekçi- liğin (materyalizm) temel amacõ “sivil toplum”du, yani demokratik dayanõş- ma örgütleri... Çağdaş özdekçiliğin ereği, toplum- salcõlaşmõş (sosyalleşmiş) insandõr. Atatürk’ün kurduğu partinin tepe nok- tasõnda duran kimse, dinin, tarihin, fel- sefenin ve bütün öteki tüm kurumla- rõn ve kuramlarõn derindeki gücünün, “eleştiri değil, devrim” olduğunu bil- melidir. Kafasõnõn arkasõndaki ne? Bil- mek isteriz. Kafalarõnõn Arkasõnda Aynõ Düşün mü Var? Vecihi TİMUROĞLU Çağdaş özdekçiliğin ereği, toplumsalcõlaşmõş (sosyalleşmiş) insandõr. Atatürk’ün kurduğu partinin tepe noktasõnda duran kimse, dinin, tarihin, felsefenin ve bütün öteki tüm kurumlarõn ve kuramlarõn derindeki gücünün, “eleştiri değil, devrim” olduğunu bilmelidir.TELEVİZYON ekranlarını günlerdir meşgul eden bir “mü- nasebetsiz” konuşma “saye- sinde” nihayet o da güncelleş- tirildi: Emekli Orgeneral İsma- il Hakkı Karadayı, bir dönemin Genelkurmay Başkanı. Meğer “Encümen-i Dâniş” denen buluşmalarda konuşur- ken gizli bir terör örgütünün çe- kirdeğini oluşturmaktaymış. “Dâniş”, eski dilde bilgi de- mek. Daha doğrusu, deneyim- lerle, yaşanarak edinilen bilgi. “Encümen” de komisyon kav- ramının eski adı. Sayın Kara- dayı, bunun nasıl bir şey oldu- ğunu Milliyet gazetesine şöyle anlatıyor: “1850 yılından beri var olan bir gelenek. Üst düzeyde görev yapmış insanların bir ara- ya gelip ülke meselelerini ko- nuştukları sohbet toplantıları. Bu geleneği biz de sürdürüyoruz. On beş günde bir, bir araya ge- lip konuşuyoruz. Sonra, yapılan tespitleri, varılan sonuçları yazılı hale getirip cumhurbaşkanına, başbakana gönderiyoruz. Bel- ki ülkeye bir hizmeti olur diye.” Ardından, o toplantılara katı- lanlardan örnek olarak bazı ad- lar sıralıyor. Öyle adlar ki, eski Meclis başkanlarından bakan- lara, emekli orgenerallerden büyükelçilere, profesörlerden genel müdürlere kadar her meslekten kişiler var. Uzun yıl- lar kamu hizmetinde bulunmuş değerli insanlar. Kasaba kahvelerinden şık kulüplere ve mahfillere va- rıncaya dek yan yana gelmiş her düzeyde emeklilerin ko- nuşmalarına kulak misafiri ol- muş herkes bilir ki, onların ko- nuları kendi yaşamlarından ve deneyimlerinden çıkarılmış derslerle doludur. Hele yük- sek mevkilerden geçerek gel- mişlerse, gelecek kuşaklar için canlı birer anıt gibidirler. Saygı gösterilmesi, ama ay- nı zamanda her zaman bir şey- ler öğrenilmesi gereken soh- betlerdir bunlar. Öyle olduğu içindir ki, bazı mesleklerde ve kuruluşlarda bu fırsatları ku- rumsallaştırma yoluna gidil- miştir. Örneğin, dünyadaki ün- lü üniversitelerin “emeritüs” profesörleri vardır; emeklilik yaşını geçmiş de olsalar aka- demik çevrede tutulurlar; yeni yetişenlerin onlara danışarak iyi gelişmeleri, bilgi çeşmele- rinde susuzluk gidermeleri sağ- lanır, bizim Harp Akademileri de emekliye ayrılmış yüksek ko- mutanlara kucak açmıştır, ye- tişen kurmayların onlardaki de- neyimden yararlanmaları istenir. Bu açıdan bakınca, aynı yön- temin emekli büyükelçiler ba- kımından Dışişleri Bakanlığı’nca izlenmemiş olması bizim bü- rokrasimizin eksiklerinden bi- ridir. Bereket, emekli büyükel- çiler düşünce üretmek üzere özel olanaklarla meydana ge- tirilen merkez ya da vakıf ku- ruluşlarında ve üniversiteler- de kamu hizmeti vermeyi sür- dürürler. Zaten kamu hizmeti öyle bir kavram ki, onu içtenlikle ve inançla seçmiş olanların bütün hücrelerine işler, bir tür- lü terk edilmez, vazgeçilmez. Onların sohbetlerinden kötü bir şeyler çıkabileceğini dü- şünmek bile yanlıştır. mumtazsoysal@gmail.com Kimleri Nasõl Seçiyoruz? B ir ülkede, devletin kuruluşunun temel dayanaklarõnõ oluş- turan ve anayasasõnda de- ğiştirilemez maddeler ola- rak yer alan laiklik, demo- kratiklik, sosyallik, halkõ ve toprağõyla bölünmezlik (üniterlik), çağdaşlõk, hu- kuka dayalõlõk gibi temel il- keler sorgulanõyor ve bu ilkeleri savunanlar, devleti yönetmekle yükümlü olan iktidarlar tarafõndan suçla- nõyorsa, ortada tehlikeli bir terslik var demektir. Böyle bir durumda bu ilkeleri ya- ni devleti savunanlarõ de- ğil de iktidarlarõ sorgulamak gerekmez mi? İktidarlarõ sorgulamak ise ancak hu- kukun aydõnlõğõ altõnda ve bilinçlenmiş toplumlarca mümkün olabilir. Bir devletin yuttaşlarõ- nõn hangi düzeyde, hangi koşullar altõnda, hangi ola- naklara ve ne gibi güven- celere sahip olarak yaşaya- cağõ, o devletin kuruluş il- kelerinde ve temel yasa- sõnda belirlenmiştir. Bunlar uygulanamõyor- sa; yurttaşlar bezginlik ve geçim sõkõntõsõ içine düşü- yorlarsa, toplumda ikilik yaratõlõyorsa, insanlar ge- leceklerini güvenli görmü- yorlarsa, burada kusurlu olan devlet değil, onu ge- rektiği gibi yönetemeyen iktidarlardõr. Yaptõğõmõz yanlõşlõk, ba- şõmõz sõkõştõkça, dara düş- tükçe, hemen devleti suç- lamaktõr. Oysa bizi üzen, bi- zi sõkõntõya düşüren devlet değildir. Devlet, iç ve dõş tehlike- lere karşõ bizi koruyan güç- tür. Devlet, dosta düşmana karşõ başõmõz dik alnõmõz ak, gönenç içinde, onurlu bir biçimde (utanmadan, kimseye el açmadan, ezik- lik duymadan) yaşamamõ- zõn güvencesidir. Devlet, çağa uygun ya- şayabilmemiz için bütün koşullarõ anayasasõnda sõ- ralamõştõr. Bunlarõ doğru uygulamak iktidarlara düş- mektedir. Aksi durumlarda, sor- gulanacaksa ve değiştirile- cekse, soyut bir kavram olan devlet değil, devleti yönetemeyen iktidarlar sor- gulanmalõ ve değiştirilme- lidir. Devletin yapõsõnõ de- ğiştirmeye kalkõşmak zaten suçtur. O halde yapõlacak iş, seçimler yoluyla iktidarla- rõ değiştirmektir. Dengiz TOPRAK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear