28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 OCAK 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Özen AŞIRILIĞI seven bir halk olduğumuz hemen belli oluyor. Her durumda, her olayda, her sözde, her yazı- da. Aşırılık, ister istemez özensizliği getirir. Bir işi olabildiğince iyi, güzel, beğenilir biçimde yapa- bilmek, dikkat, zaman ve sabır ister. En çok da soğukkanlılık. Duygular aklın önüne geçip aklın gerektirdiği özeni gereksiz kılmışsa, aşırı davra- nışların ve yanlışların kapısı açılmış demektir. Son örnek, diplomasiden: Başbakan İsrail-Fi- listin kapışmasında arabuluculuk ya da ya- tıştırıcılık rolüne soyunmak istiyor, ama sözlerin- de bu soyunuşun gerektirdiği dengeli üslubu tut- turamayınca başarılı olamıyor. Duygularından ve inançlarından gelen tepkiye egemen olamayış mı? Deneyimsizlik mi? Taraf tutmayışın iç politika- da işe yaramayışı mı? Yoksa, kimilerinin içte ve dışta iddia ettiği gibi, sanki İsrail’in niyetini biliyormuş da açıklayama- mış veya önleyememiş olmanın kızgınlığı mı? Özensizliğin daha nelere yol açabileceğini kes- tirmek çok güçtür. Ö zensizliğin sonuçları iç politikadaki kutup- laşmalarda da görülüyor. Aşırı cumhuriyetçiliğimiz ve Kemalist cumhuri- yeti heyecanla seviyor olmamız bizleri duygusal- lığa sürükledikçe, karşılaştığımız durumlarda iz- lenecek yöntemlere özenle eğilmek ikinci plana itilip büyük mitingler ve sık Anıtkabir ziyaretleri yeterli gibi geliyor kimimize. Kaç kişi olursak olalım. Belediyecilikteki özensizliklerin kentleri ne denli çirkinleştirdiğini, mimarlığın ve hele peyzaj mimarlığındaki yanlışların ne gibi çirkin- liklere vardığını ayrıca belirtmeye gerek var mı? Ama, hiç kuşkusuz, özensizliğin en vahim so- nuçları hukuk alanındadır. Örneğin yargının so- ruşturma, sorgulama, gözaltına alma, tutuklama, yargılama aşamalarında gereken özen gösteril- meyince, hukukun özünü oluşturması gereken insana saygı ikinci plana itilip hoyratlık hemen öne çıkabilmekte. Hele şiddete yönelik suçlar ile düşünceye, inanca, siyasal tercihlere dayalı tu- tumları suç sayıp hepsini birden aynı kefeye koy- ma kolaylığına gitmek özensizliğin dik âlâsı ola- biliyor. PENCERE Ergenekon ve Kriz... Ergenekon tertibi tüm gazetelerde birinci say- fayı rehin almış konumda... Ancak dün bir gazetenin birinci sayfasında üç dört satırlık bir başka haber vardı... Başlık: “Sanayi dibe vurdu.” “İmalatta aralıktaki kapasite kullanımı 2007’nin aynı ayına göre 16.4 puan azaldı; yani 5 tezgâh- tan 2’si çalışmadı.” RTE haklıymış... Ergenekon sayesinde küresel kriz bize teğet ge- çiyor... Peki, Ergenekon ne?.. Gazetelere bakarsanız, hele soruşturmada bombalar, silahlar faslı da başladıktan sonra, bil- mece, buldurmaca, dil üstünde kaydırmaca... Ergenekon soruşturmalarında hukuk ve yasa- lar öylesine çiğneniyor ki en yüksek ve büyük iki adalet kurumu suskunluklarını bozmak zorunda kaldılar... 1) Türkiye Barolar Birliği... 2) YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği...) Düşünün ki Türkiye’nin yargıçlarını, savcılarını ve avukatlarını kapsayan iki yargı örgütü, Erge- nekon soruşturmalarını hukuk ve yasaya saygı- lı olmaya çağırıyorlar... Peki, konuşacak bir başka bir şey kalıyor mu?.. Ne var ki siyaset ve medya iki cepheye ayrıl- mış durumda, her iki kesimde de kıyametler ko- puyor... Oysa uzun lafa gerek yok... Ergenekon soruşturmalarının ne olduğu ya da ne olacağı ilk iddianameden bellidir.. İlk iddianame, artık herkesin bildiği gibi, 2450 sayfadır; çoğu kişi için okunması olanaksızdır; ama, ben bugün üç beş satır aktararak iddiana- meyi merak edenlere tanıtmak istiyorum... İlk iddianame İlhan Selçuk için müebbet ha- pis istiyor... Hangi nedenle?.. İddianamenin 1793’üncü sayfasından aynen ak- tarıyorum: a) “Cumhuriyet gazetesine 3 kez bomba atılması nedeniyle, ruhsatsız patlayıcı madde bulundurmak ve taşımak, korku ve panik yaratacak şekilde pat- layıcı madde kullanma ve mala (Cumhuriyet’e) za- rar vermek” nedeniyle... b) “Danıştay saldırısında görevinin başında katledilen yargı şehidi Mustafa Yücel Özbilgin’in tasarlayarak öldürülmesi, mağdurlar Mustafa Birden, Ayla Gönenç, Ayfer Özdemir ve Ahmet Çobanoğlu’nun tasarlayarak öldürülmesi” ne- deniyle... İddianame işte bu... Cumhuriyet’i bombalatan ben... Danıştay şehidi Mustafa Yücel’i öldürten ben... 2450 sayfalık iddianameden beş on satır, ne- yin ne olduğunu göstermeye yeter... Ama, tam bu dönemde bir de dünya krizi Tür- kiye’nin başına çökmüş öyle mi?.. Sen krize bakma.. Ergenekon’a bak... “G lok” marka silahtan “onur- sal” bir başsavcõ, dinamit lokumundan eski bir YÖK Başkanõ, “Uzi”den bir “milli güvenlik” komutanõ çõkarmayõ de- neyen, başaramayõnca “gözdağı” mõ “göz- altı” mõ olduğu anlaşõlamayan bir hukuk kar- maşasõ içinde “yolu şaşırtılmış bir kamu vicdanı” oluşturmayõ zorlayan hukuk man- tõğõnõn kõskacõndaki Türkiye, bir rejim de- ğişikliğinin alacakaranlõğõndadõr. Meclis Anayasa Komisyonu Başkanõ ve üstelik bir anayasa profesörü olan AKP milletvekili, son “gözdağı” ve “gözaltı”la- rõn dayandõğõ hukuk mantõğõnõ çok net şekilde açõklamõştõr: “Türkiye’de kimse artık ba- na dokunulmaz diyemeyecek!” (8.1.2009 tarihli Cumhuriyet, Hürriyet, Vatan gazete- leri). Bu ifade, soruşturmalarda “nesnel” hu- kukun değil, “korku duygusu”nun egemen kõlõnmaya çalõşõldõğõnõn, “Ergenekon sav- cısı” olduğunu iddia eden Başbakan’õn en ya- kõnõndaki ağõzdan ikrarõdõr. “Cumhuri- yet”le özdeşleşmiş ünlü isimleri “silah” ve “çete”lerle özdeş kõlmaya çalõşan bir savcõ mantõğõnõn hâkim tarafõndan reddedilmesi bu yüzdendir. Bugün 80 bin camisinde günde 5 kez ezan okunup 5 vakit namaz kõlõnan Türki- ye’de, “Bu ülkede Müslüman çoğunluk mağdurdur” diyen bir anlayõş, demokratik yoldan iktidar olmuştur (Dõşişleri Bakanõ Ali Babacan, 28.5.2008 tarihli Cumhuriyet ve Hürriyet gazeteleri). İşte Türkiye’nin yöne- tim yapõsõ bu “mağduriyet” tezi üzerine ye- niden yapõlandõrõlmakta, kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri yerine getirmede bu “mağdur Müslüman” ob- sesyonu (takõntõsõ) belirleyici olmaktadõr. Bu nedenle Türkiye’de idarenin kuruluş ve işleyişinin bu iktidarla birlikte “laiklik” ve “kanunilik” ekseninden kaydõrõlõp hõzla “zahidlik” ve “zühdilik” (vecitli dini zih- niyet) eksenine oturtulmakta olduğunu kim- se yadsõyamaz. Sonuçta devlet otoritesi “di- kotomi” bir bölünmeye uğramõş, bir yanda “laiklik”, “demokratiklik”, “kanunilik”, “objektiflik” gibi “anayasal terminoloji”ye dayalõ “anayasal devlet” düzeni, diğer yan- da “sırrın salatı”, “kalbin selameti”, “ku- lun hidayeti” gibi “Hocafendi terminolo- jisi”ne dayalõ, Sayõn Kılıçdaroğlu’nun de- yimiyle “F” tipi örgütlenmiş devlet düzeni atbaşõ gider olmuştur. İşte bugün Türkiye’de “anayasal devlet” çarkõ ile “yürütme”nin (Türkiye’de idare- nin) dişlileri birbirine değmiyor, bu yüzden dişliler gõcõrdõyorsa, nedeni bu bölünmedir. anayasal devleti savunma, anayasal Cum- huriyeti koruyup kollama dõşõnda hiçbir sa- kõncalõ(!) eylemin içinde olmayan insanlara, Cumhuriyetin “kimse”si olmaktan başka hiç- bir işi görev bilmemiş Yargõtay Onursal Cum- huriyet Başsavcõsõ’na hukuk adõna gözdağõ verilmek isteniyorsa nedeni bu F tipi örgüt- lenmedir. Kafalarõnda önceden var olan “teolojik” ve “teokratik” kavram çerçeve- sine sõkõştõrmõş olduklarõ bu F tipi “öznel” devletle, laik ve “nesnel” anayasal devlet ara- sõndaki bu dikotomik bölünme, ülkemizde bugün yasama, yürütme ve yargõ alanõnda kendini gösteren çatõşkõlarõ, çelişkileri çö- zümlemede “anahtar” kavramdõr. Hiç kimse, gereksiz bir sürü ayrõntõyõ, il- gisiz kavramlarõ, analizleri devreye sokarak bu gerçeği saptõrmamalõ, bu gerçeğin gözden kaçmasõna neden olmamalõdõr. Bu nedenle “F” tipi yapõlanmadan kay- naklanan ve tarihin belli bir döneminde o top- lumun bilim, siyaset, hukuk, ahlak, sanat ve dünya görüşü gibi altyapõ kurumlarõnõ etki- leyebilecek nitelikteki köklü değişimler, “mahalle baskısı” ya da “ötekileştirme” gi- bi dar kavram kalõplarõ içine sõkõştõrõlamaz. Bu, “mağdur” maskesi ve “masum” kisvesi ile demokrasiye sõzmõş “teokratik” bir fa- şizmdir. Faşizm yalnõz şoven, yalnõz nasyonalist, yalnõz õrkçõ, yalnõz militarist değildir. Fa- şizmin bir de “teokratik” (dine dönük) yü- zü vardõr. Faşizm bir ülkeye yalnõz “iç sa- vaş”la ya da “hükümet darbesi” ile gelmez. Faşizm, demokrasinin yumuşak karnõnõ ok- şayarak da bir ülkeye çöreklenebilir. Al- manya’da, İtalya’da faşizme alkõşlar arasõnda gidilmiştir. Ne yazõk ki ülkemizde de sonu teokratik faşizme varacak demokrasi yoluna alkõşlar içinde taş döşenmekte olduğunu ibretle iz- lemekteyiz. “Dünyevi” olan, yerini adõm adõm “kutsal”a bõrakmakta, “Cumhuriyet bilinci”nin özü olan “yurttaşlık”, yerini gi- derek “dindaş”lõğa bõrakmaktadõr. Bu yüz- dendir ki adõ “soygun”la özdeşleşmiş do- ğalgaza kurban verilen 7 gencin ölümü kar- şõsõnda iktidar, yandaş belediye ve yandaş di- ğer tüm ilgililer susmuştur. Çünkü onlarõn gö- zünde 7 gencimiz F tipi yapõlandõrõlan dev- letin “dindaş”õ değil, anayasal devletin “yurttaşı”dõr. Bu yüzden susmuşlardõr. Şark kurnazlõğõ susar. Çünkü konuşma bir so- rumluluk yüklenmeyi gerektirir. Yaşanan bu süreçte ülkenin namuslu in- sanlarõna, aydõnlarõna, bilim adamlarõna, si- yasetçilerine, bürokratlarõna düşen görev, F tipi yapõlandõrõlan devlet olgusundan kay- naklanan bu manevi baskõ, sindirme ve göz- dağlarõ karşõsõnda eskilerin “afifane mela- met” dedikleri “mahcub kınama”yõ bir ya- na bõrakmak, “kral çıplak” diyebilen bir “açıklık” ve “arıklık” içinde olabilmektir. Çünkü bu baskõ uluorta söylendiği gibi “mahalle baskısı” değil, anayasa dõşõ bir güç olarak örgütlenen F tipi devlet baskõsõdõr. Bu yaşanan “mikro faşizm” değil, “mak- ro faşizm”dir. Bu baskõ, bu sindirme “öte- kileştirme” değil, kendine “benzeştirme”, kendiyle “aynileştirme”dir. Görünen odur ki, birbiriyle uzlaşmaz temeller üzerinde yük- selen “anayasal devlet”le “F tipi devlet” bir süre birlikte yaşayacak, F tipi güçlendikçe anayasal devletin yerini alacak, bir süre sonra devlet “Hocafendi”nin elinde, “ana- yasa” bizim elimizde, bakakalõnacaktõr. Tõpkõ uyandõğõnda elinde “İncil”i bulup, top- raklarõnõ beyaz adama kaptõran Kenyalõ gi- bi! Türkiye, bir rejim değişikliğinin alaca- karanlõğõndadõr. “İnsan, kararlarını ve se- çimlerini durumların alacakaranlığında vermek zorundadır” der, Danimarkalõ fi- lozof Kierkegaard. Şafak söktüğünde geç kalmõş olmamak için! Teokratik Faşizm... İbrahim TÜRKEŞ Hukukçu, Felsefeci Yaşanan bu süreçte ülkenin namuslu insanlarõna, aydõnlarõna, bilim adamlarõna, siyasetçilerine, bürokratlarõna düşen görev, F tipi yapõlandõrõlan devlet olgusundan kaynaklanan bu manevi baskõ, sindirme ve gözdağlarõ karşõsõnda eskilerin “afifane melamet” dedikleri “mahcub kõnama”yõ bir yana bõrakmak, “kral çõplak” diyebilen bir “açõklõk” ve “arõklõk” içinde olabilmektir. D oludizgin bir süreç ya- şõyoruz. Hem dünyada, hem de ülkemizde, do- lu dizgin bir gidiş… Küresel- leşme, çatõr çutur, mali dedik- leri krizle birlikte yeni açlar, ye- ni yoksullar yaratarak, göçtü gi- der. ABD’nin başõna oturacak olan merak ediliyor, ama beni hiç de ilgilendirmiyor; çünkü, arkasõndaki büyük güçlere ba- karõm ben: Savaş sanayi gibi dev bir ekonomik gücün deste- ğiyle seçilen, ne barõş getirir dünyaya ne de huzur. Getirme- yeceğini de Filistin’de, Gaz- ze’de göstermeye başladõ za- ten… Her şeyini sattõlar memleke- timin, sularõ da satõlacak ya- kõnda. ABD, Gladyosu ile, õlõm- lõ İslamcõlarõyla, satõlõk neoli- beral kalemleriyle, hõrsõzõ ve ar- sõzõyla iktidarda. Türk Kurtuluş Savaşõ şehit ve gazilerinin ke- mikleri sõzlõyor, dedem rüyala- rõmõ işgal ediyor… Bakmayõn siz, öyle Nâ- zım’dan şiir okuyup ağlayan- lara… Bakmayõn siz, ona tekrar va- tandaşlõk veren kararlara… Filistin’de, Ortadoğu’da kan ve gözyaşõ, çocuklarõn gözün- deki korku son bulur, biter mi? 1800’lerin başlarõnda bu serü- venin yolu, o zaman Osman- lõ’nõn Kuveyt kaymakamõ olan, şimdiki kralõn büyük dedesi zata İngilizlerin verdiği rüş- vetle başlamõştõ. Birinci Dünya Savaşõ’nda yine İngiliz para ve mermileriyle kendi gele- ceklerine ihanet eden şeyhler, soytarõlarla devam etti. Bakõn, sõnõrlarõ masa başõnda cetvelle çizilmiş Ortadoğu coğrafyasõna: ABD ve İngiltere’nin uşağõ ol- mayan kaç kral, kaç devlet baş- kanõ var? Ortadoğu insanõ bu asalaklarõ, bu hainleri sõrtõn- dan atamadõğõ müddetçe, ço- cuklarõnõn gözünden korku ve yaş kaybolmayacak, morglar parçalanmõş ve yanmõş çocuk cesetleriyle dolup taşmaya de- vam edecektir. Adõna ister “Ilımlı İslam”, is- ter “Büyük Ortadoğu Proje- si” deyin, ABD ve İngiltere mahreçli plan ve projeler tari- hin çöplüğüne atõlmadan, iş- birlikçileri hak ettikleri cezayõ almadan, kan durmaz, durma- yacak… Batõ, emperyalist bir şehvet- le, Haçlõ seferlerinden bugüne ne kadar insanlõk dõşõ, doyum- suz hõrsõ varsa, tamamõnõ inat- la sürdürüyor. Bizzat aklõ ba- şõnda Yahudilerin õrkçõlõk ve fa- şistlikle suçladõğõ İsrail devle- ti, koçbaşõdõr. İsrail’in Gaz- ze’de yaptõklarõyla, ABD’nin iş- galin başõndan bugüne Irak’ta veya Afganistan’da yaptõklarõ arasõnda ne fark var? İstiklal demek, emperyaliz- min oyunlarõnõ bozmak, parça- lamak demektir. 1920’lerde biz- lerin, Türklerin başarõp sonra sürdürmekte kararsõzlõğa düş- tüğü tam bağõmsõzlõk ülküsü yeniden bu coğrafyanõn ortak ka- rarõ ve iradesi olmadan, ne PKK terörü, ne Irak’taki vahşet, ne Fi- listin’deki fosfor bombalarõyla soykõrõm denemeleri son bu- lur! Nâzõm’õ da, istiklal inan- cõnõ da, emperyalizme karşõ gi- derek bilenen maşeri şuuru da elleri, vicdanlarõ, ruhlarõ, iman- larõ kirli olanlar anlayamazlar, lekeleyemezler, kullanamaz- lar… Hâlâ ruhumuzu õsõtõyor, bilincimizi aydõnlatõyorsun Hik- met’in oğlu… Seni kendi dilinde okumak, anlamak ne büyük zenginlik, ne büyük keyif, ne büyük şeref.. Nâzõm, İstiklal ve Filistin... Arif EKİM mumtazsoysal@gmail.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear