23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Mapushane çeşmesiyandanakõyor CMYB C M Y B 5 AĞUSTOS 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Vakit adlı mevkute- nin fiilleri ve failleri ört- bas etmekteki hünerini artık herkes biliyor. Tarsus’taki Hizbullah militanlarını perdeledikleri de, gaze- telerinin binasına atılan Kalaşnikof’un sahiplerini gizledikleri de aşikâr! Şim- di manipülasyon sırası bir dönem militan yetiştirilen kaçak Kuran kurs- larıyla ilgili! Konya’daki faciada da as- lında failler belli: 28 Şubat sürecinde kontrol altına alınan kaçak Kuran kurslarına verilen cezayı 2005 yılında 3 yıldan bir yıla düşüren AKP!.. Gü- neydoğu’dan Trakya’ya kadar Nak- şilerin, Süleymancıların, Nurcuların kaçak yurtlarına göz yuman siyasal- laşmış AKP bürokrasisi! Denetimden kaçırılmış köhne binalarda 18 çocu- ğun ölümünü kaderciliğe sığdırarak ar- ka bahçelerini korumaya çalışan bağ- nazlar! Yani Vakit’in son iki gündür öne sürdüğü gibi, “Facianın sorumlusu İp- ragaz” değil!.. Üstelik gerçek failleri es- ki AKP milletvekili Tayyar Altıkulaç da dünkü Hürriyet’e şöyle açıklamıştı: “Konya’daki olayı duyunca yüreğim cız etti. O dönem izinsiz faaliyetlerin ol- duğunu zaten biliyordum. Yeni TCK yürürlüğe girmeden bazı maddelerin- de değişiklik yapılması hasıl oldu. Ya- sadışı eğitim kurumları maddesi de de- ğiştirilmek istendi. Bu değişiklikle bu faaliyetlerin önüne geçilmez hale ge- leceği endişemi paylaşarak arkadaş- larımı uyardım, dinlemediler. Ağırlaş- tırılmış cezayı kaldırdılar.” Yalnız Altıkulaç değil, Hürriyet’in es- ki dinci yazarı da, “Ey gafil Müslüman. Sen zannediyor musun ki, kaçak Ku- ran kursu açan o adamlar, salt Kuran öğretmek gibi kutlu bir işe soyun- muşlardır. Sen Süleymancı denilen grubun kaç liderinin milletvekilliği kap- tığını biliyor musun? Köylü kızlarının cesetlerinin üzerinden yürütülen bu kir- li güç mücadelesine neden destek ve- recekmişim ki” diyerek faillerin tarifi- ne katkı sunmuştu. AKP iktidarı mürit yetiştiren tarikat ve cemaatleri oy deposu olarak gö- rüyor. Bu yüzden son 6 yıldır bu grupların yurt ve kurs adı altında ka- çak olarak faaliyete soktuğu dene- timsiz ve sağlıksız binalara müfettiş- ler de korkudan uğrayamıyor. Ölüm- ler sürüyor! Vakit’in rejim düşmanı ol- duğu belli de, küçük kız çocuklarının gerçek katillerini gizlemek Müslü- manlığa sığıyor mu? Melih Gökçek’in oğ- lu Osman, babasının siyasette etkinliğini de kullanarak iki yıldır öne çık- maya çalışıyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yayın organına dönüşen bir televizyon kanalının, küçük Gök- çek’in adaylığına zemin hazırlamak için aylarca Çankaya Belediyesi’ni yıpratmaya yönelik yayın yaptığı bili- niyor! Osman Gökçek’in Çankaya be- lediye başkanlığına aday adayı oldu- ğunu geçen yıl Star gazetesi yazmış- tı. Star, 14 Temmuz 2007’de, Gök- çek’le bir röportaj yaparak siyaset hedefini duyurmuş, ancak çok önem- li bilgileri okurlarından gizlemişti! 2009 Martı’nda yapılacak seçimler yakla- şınca Gökçek yeniden sahneye çıktı. 31 Temmuz tarihli Milliyet gazetesi de Gökçek’in tanıtımlara yabancı diplo- matlardan başladığını yazdı. Ancak bu gazete de, Çankaya gibi çağdaş bir ilçeye başkan olmayı hayal eden Os- man Gökçek’in geçmişini yazmadı! Gazeteport internet sitesi dün gaze- telerin bu boşluğunu doldurdu ve 25 yaşındaki Gökçek’in sabıkasını ha- berleştirdi: “Osman Gökçek ve kardeşi Ahmet, 2005 yılında trafikte yol verme yüzün- den gazeteci Sirer Doğan ve çocuk- larını dövüp yaraladıkları gerekçesiyle 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılandı. Osman Gökçek, elindeki kılıç benzeri bıçağı sallayıp ruhsatlı tabanca ile ha- vaya ateş ettiği için 17 ay hapse mah- kûm edildi. Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesi cezayı 10 bin 200 YTL ad- li para cezasına çevirdi. Gökçek’in olayda kullandığı ‘Ejderha başlı ve yı- lan motifli 27.5 santimetre uzunlu- ğundaki’ kılıcın, 6136 sayılı Ateşli Si- lahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanun’a aykırı ve ‘vahim nitelikli’ olduğu belir- lendi. Ahmet Gökçek’in 12 aylık ceza- sı da 7 bin 200 YTL adli para cezası- na çevrildi.” Baba Gökçek’in çocuklara futbol to- pu dağıtmasını göklere çıkaran med- yamız bu dosyayı niye gizledi acaba? Hani kalem kılıçtan keskindi? “Ne ilginç benzerlik değil mi? Hı- ristiyanlığın ilk yıllarında; Bi- zans’ın şiddetinden kaçan Hıristi- yanlar, mağaraların içlerine gizlenip oralarda kilise kurmak zorunda kalmışlardı! Söylemek istediğimiz şudur: O tarihlerde azınlık olan Hı- ristiyanlar, nasıl dağlara kaçmış ve oralarda kilise kurmak zorunda kalmışlarsa, benzeri bir durum; bugünün Türkiye’sinde, Müslü- manlar için geçerlidir! Müslüman- lar, özellikle 28 Şubat kararlarının uygulandığı 10 yıllık süreçte; yasaklara çoğu zaman ‘ka- çak’larla direnmek zorunda kalmıştır!” Hasan Karakaya, Vakit “Tarikatların denetimindeki ka- çak Kuran kurslarında, uy- garlığa kapalı nesiller yetiştiri- liyor. Buralarda yoksul aile ço- cuklarına Cumhuriyet düşmanlığı aşılanıyor. Atatürk’ü değil Hu- meyni’yi seven, akla değil, hura- felere inanan nesiller yaratılıyor. İs- lamiyetin güzellikleri değil, hurafe- lere dayalı fanatik öğretiler kazını- yor beyinlerine. Bütün bunlar ne ya- zık ki hep dinimiz adına yapılıyor. AKP tarikatları istediği kadar koru- maya çalışsın, sorunu görmezden gelsin. İktidar ne yaparsa yapsın, bu düpedüz bir cinayettir.” Tufan Türenç, Hürriyet e-posta: mfarac cumhuriyet.com.tr MED CEZİR MEHMET FARAÇ Vakit’te Patlayan Tüpgaz! Mehmet Gündem’i kamuoyu Mil- liyet gazetesinde 2004 yılında, 22 gün boyunca yayımladığı Fethullah Gülen röportajıyla tanıdı. Daha son- ra Yeni Şafak gazetesine geçen Gün- dem orada Gülen’le ilgili methiyeler yazmaya devam ediyor. Hatta zaman zaman ABD’ye gidip hocasına bağlı- lığını yineliyor! Pazar günkü Yeni Şa- fak’ta işte bu bağlılığı anlatan bir ya- zısı vardı. Gündem Pensilvanya’ya git- miş ve AKP’nin kapatılma davasının karar aşamasını Gülen’le birlikte te- levizyondan izlemiş. Köşesinin büyük bölümünü Gülen’in evinin atmosferi- ne ayıran Gündem, “Burada dünya değil Türkiye merak ediliyor. Gülen dünyayı Türkiye’nin etrafında bir yere koyuyor. Merkezde Türkiye var. Tür- kiye’nin kendine gelmesi, kendi dina- mikleriyle yol alması sürecinde ‘gö- nüllüler hareketinden’ çok şey bekli- yor” diye yazmıştı. Gündem, “Gülen Türkiye’de” ara başlığı altında ise şöyle demişti: “Gülen burada fiziki bir gurbet ya- şasa da fikri ve ruhi gurbeti hiç tat- mamış. Zaten o yaşadığı mekânı ken- dine benzetmiş, mekân da onun elin- de ‘Türkiyeli’ olmuş. ‘Gülen Türkiye’de yaşıyor’ desem hilafı vaki beyanda bu- lunmuş olmam.” Nazlı Ilıcak’ın dünkü yazısına ba- kınca Pensilvanya’dan gönderilen mesajın yerine ulaştığı anlaşılıyor! Nazlı Hanım, Gündem’in “Gönüllüler” dediği hareketin bir temsilcisiymiş gibi yazıdan dersler çıkarmış ve “ha- reket”e geçmişti! Ve belli ki “ahval ve şerait musaittir” içerikli şu satırlar, ho- casının fiziki gurbetinin bitirilmesinin altyapısını hazırlamaya yönelikti: “Fethullah Gülen, ramazan sonrası Türkiye’ye gelebilir mi? Hem kendisi beraat etti, hem AKP kapatılmadı. Do- layısıyla, başka dönemlerle mukaye- se edilirse, nispeten durgun bir süre- ce giriyoruz. Eğer bir gün gelecekse, Fethullah Hoca, bugünkünden daha olumlu şartları kolay kolay bulamaz. Herhalde, o da böyle düşünüyor olmalı ki Türkiye’ye dönme ihtimali ağır ba- sıyor. Şarkıdaki gibi kimseye duyur- madan ‘Bir gece ansızın gelebilir’.” Ilıcak çok yakında bir gece Fethul- lah Gülen’le havaalanından ansızın kol kola çıkarsa kimse şaşırmasın! Reji- me kafa tutan Merve Kavakçı’ya TBMM’de türban koruması yapan kendisi değil miydi? 3Ağustos2008,Evrensel Ejderha Osman! 12 Eylül 1980 darbe- sinin üzerinden bir yõldan fazla geçtik- ten sonra, Barõş Derneği Sanõklarõ olarak, Şubat 1982’de tutuklandõk. Tutuklu 26 kişi şunlardõ: Mahmut Dikerdem, Re- ha İsvan, Orhan Apay- dın, Erdal Atabek, Aykut Göker, Tahsin Usluoğlu, Haluk Tosun, Şefik Asan, Aybars Ungan, Ali Tay- gun, Uğur Kökden, Me- tin Özek, Niyazi Dalyan- cı, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Gencay Şaylan, Ergun Elgin, Orhan Tay- lan, Hüseyin Baş, Nedim Tarhan, Nurettin Yılmaz, Melih Tümer, Mustafa Gazalcı, İsmail Hakkı Öztorun, Kemal Anadol, Gündoğan Görsev. 9AY SONRA SAĞMALCILAR’A 22 Şubat 1982 günü, tu- tuklanõp Kartal Maltepe Cevizli’deki Zõrhlõ Tu- gay’õn tepede kartal yuva- sõnõ andõran, bizim için özel olarak tutukevine çevrilmiş olan cephaneli- ğinde dokuz ay geçirdik- ten sonra, kõşõn yaklaşma- sõ üzerine, oradan bir za- manlar Ortadoğu ve Bal- kanlar’õn en büyük en mo- dern cezaevi olarak me- dar-õ iftiharõmõz diye anõ- lan Sağmalcõlar’a naklimi- ze karar verildi. Bir askeri nakliye otobüsü ile yola koyulduk. Olayõn Cevizli bölümü- nü öbürleriyle birlikte, ha- zõrlamakta olduğum “Be- nim Hapishanelerim” ki- tabõmda etraflõca anlataca- ğõm için burada ele almõ- yorum. Dokuz ay süreyle, çev- remizdeki askeri disiplin ve düzene alõşõk olan biz- ler, cezaevinin avlusuna girip, oradan otobüsten inerek, meşhur binaya dal- dõğõmõzda çevremizdeki kalabalõk ve gürültüden şaşkõna döndük. Cezaevi müdürü, savcõsõ ve komutanõ gelmişlerdi, daha sonra anõlarõnõ kitaplaştõracak olan Baş- gardiyan İsmail Oğuz da oradaydõ. Kolay değil, gelen tu- tuklulardan biri emekli Büyükelçi (Mahmut Di- kerdem), bir diğeri İstan- bul Baro Başkanõ (Orhan Apaydõn), biri Türkiye Ta- bipler Odasõ Başkanõ (Er- dal Atabek), beşi darbeyle feshedilmiş Meclis’in mil- letvekilleri, (Kemal Ana- dol, Nedim Tarhan, Nuret- tin Yõlmaz, Mustafa Ga- zalcõ, İsmail Hakkõ Özto- run), dördü çeşitli üniver- sitelerde öğretim üyesi (Metin Özek, Melih Tü- mer, Gencay Şaylan, Ha- luk Tosun) biri İzmir Elek- trik Mühendisleri Odasõ Başkanõ (Ergun Elgin) idi. Gazeteci makulesi arasõn- da da Hüseyin Baş, Niyazi Dalyancõ, Uğur Kökten ve bendeniz bulunuyordum. Ali Taygun tiyatrocu, Or- han Taylan da ressam ol- duğundan gazetecilerle birlikte resmi sõfatõ olma- yan ayaktakõmõ arasõnda sayõlabilirlerdi. Ama belli ki, öbür önemli konuklarõn nasõl ağõrlanacaklarõ askeri ve sivil makamlar tarafõn- dan inceden inceye konu- şulmuş. Girdiğimiz yan kapõnõn hemen yanõndan çöpler dö- külüyordu, etrafta burun direğini kõran bir koku... BANA HIRSIZLAR KOĞUŞU DÜŞTÜ Merdiven altõnda, hepi- miz bir yerlere iliştik. En- camõmõzõn ne olacağõnõ öğrenmeyi bekliyoruz. Önceleri, hepimizi ayrõ ko- ğuşlara gönderme kararõy- la birlikte, her birimizin kimlerin yanõna gideceği anlatõldõ. Bana hõrsõzlar koğuşu düşmüştü. Bu ara zaten sağlõğõ ne- tameli olan Orhan Apay- dõn fenalaştõ ve hapishane- nin hastanesine kaldõrõldõ. Apaydõn, tahliye edilene kadar orada kalacaktõ. Koğuşlarõmõza sevki bekliyoruz, olmuyor, yet- kililer gidip geliyor... Uzatmayalõm, hepimizin birlikte C-16’ya gönderil- mesi kararlaştõrõlõyor. C-16 “Kaçakçılar Ko- ğuşu”, oraya verilmemiz bize geçilmiş bir kõyak. G eçenlerde bir TV programõndan dönüşte, TEM üzerinden ge- çerken Sağmalcõlar hapishane- sini gördüm. Kapatõlmõştõ, projektörlü ku- lelerdeki õşõklar sönmüş, bina bir haya- let şatosu halini almõştõ. O zamana kadar hapishane binalarõ- nõn bizatihi kendi görüntülerinin dehşet verici olduğunu düşünürdüm. O gece, boş bir hapishane binasõnõn daha da dehşet verici olduğunu düşündüm ve gözümün önünde, orada geçirdiğim, iki buçuk yõ- lõn görüntüleri canlandõ. Bu dizide dilim döndüğünce onlarõ an- latmaya çalõşacağõm. Türkiye’de yazar, çizer, gazeteci, ay- dõn, düşün adamõ için hapishane, pek de bilinmeyen bir dünya değildir. Daha önce eski tüfeklerin masalarõnda, sonra da, kendi akranlarõmla yaptõğõm soh- betlerde konu sõk sõk gündeme gelir, acõ tatlõ anõlar anlatõlõrdõ. Hep düşünmüşümdür, yabancõ mes- lektaşlarõmõz birbirlerine gittikleri tatil yerlerini, güzel otelleri anlatõrlarken, bizimkilerin sohbetleri hapishane dün- yasõnõn sõnõrlarõ içinde dolanõp durur... İki buçuk yõlõmõ geçirdiğim eski adõy- la Sağmalcõlar, son adõyla Bayrampaşa Hapishanesi kapanmasõyla gündeme gelmiş olmasaydõ, ben de oradaki anõ- larõmõ kaleme almayõ bilmem düşünür müydüm? Türkiye gibi bir ülkede hapse düşme- nin utanõlacak bir yanõ yoktur, bunun övü- nülecek bir tarafõ da olmadõğõnõ belirt- meye bilmem ki gerek var mõ? Hapishane, yokluklarõn, acõlarõn, bas- kõnõn, gözyaşlarõnõn diyarõ olarak bilinir. Korkarõm, bütün bunlarõ hissetmiş ar- kadaşlarõmla birlikte yaşadõğõm bu ortak macerayõ anlatacağõm dizide acõlõ öğe- leri yeterince bulamayabilirsiniz. Onla- rõ yaşamadõğõmõz için değil, asõl anlat- maya değer gördüklerimin onlar olma- dõğõnõ düşündüğümden. Anõmsadõklarõm, hep bana komik gö- rünen, zaman zaman düşündürse bile gü- lümseten olaylardõr. 1986 yõlõnda Sağmalcõlar’daki uzun ko- nukluğun sona erip özgürlüğüme ka- vuştuğumda söyleşilerimden birinde, olaya bu biçimde yaklaştõğõm için din- leyicilerden birinin eleştirisiyle karşõ- laştõm. Beni hapishaneyi sevimli göstermek ve insanlarõn çektiklerini görmezden gel- mekle suçluyordu. ‘HAPİSLİĞİ GÜLÜMSEYEREK HAFİFE ALMAK GEREKİR’ Kendisine şunlarõ söylediğimi anõm- sõyorum: - Ben çekilen acõlarõ biliyorum, gör- mezden de gelmiyorum. Ama şairin dediğini biraz değiştirirsek, Türkiye’de “hapislik her zaman herkesin başında/ kim bilir nerede nasıl, kaç yaşında” o yüzden biraz da bizi sindirmek için ya- põlan bu olay karşõsõnda ağlayõp sõz- lanmak değil, gülümseyerek, hafife al- mak gerekir. Sanõrõm böyle günlerde, asõl önemli olan böbürlenmek değil, direnmektir. Doğrusu son Ergenekon olaylarõna bakõnca, 25 yõl içinde Türkiye’de pek bir şeylerin değişmediğini de görüyorum. İşte bu yüzden bu anõlarda da, Sağ- malcõlar’da çok değerli dostlarõmla geçirdiğim günlerin kimi zaman acõ, ama çoğu zaman dudaklarda gülümse- me tadõ bõrakan olaylarõnõ bulacaksõnõz. Bu arada belirtmek isterim ki, hepsi- nin tanõklarõ hâlâ canlõ olan kişilerin ad- larõ burada ya baş harfleriyle ya da de- ğiştirilerek verilmiştir. B A Ş L A R K E N Sağmalcõlar’da kimi zaman acõ ama çoğu zaman dudaklarda gülümseme tadõ bõrakan 2.5 yõl LLL H apishane ve tutukevleri- nin uygulamasõnda, bu- raya gelenler ilk kez tecrit denen bir bölmede, du- rumlarõna göre, birkaç gün ile iki hafta arasõnda bir süre ka- lõrlar. Sonra koğuşa sevk edi- lirler. Tecrit genelde merdiven al- tõnda, küçücük, şansõ olanlarõn ancak yerde yatabilecekleri (çünkü o kadar sõkõşõktõr ki, yatacak yer bile yoktur) dar bir mahal; günde bir kez kuru ek- mek ve bulaşõk suyu gibi bir çorba gelir tuvaleti olmayan, pislik ve itiş kakõş içinde bir yer, adeta cehennemin yeryüzü şu- besi gibi bir mekândõr. Yõllarõ bulan hapishane de- neyimimde edindiğim izlenim o ki, bu ilk bakõşta insanlõk dõşõ gi- bi görünen dönem infaz ve tu- tukluluk kurumunun en yararlõ uygulamalarõndan biri. Çünkü insan oradan çõkõp da, koğuşa gittiği zaman adeta tahliye edil- miş gibi hissediyor kendini ve ortama çok daha kolay uyum sağlõyor. Nitekim, daha önce, TCK 125’ten de yargõlanmakta olan, Nurettin Yılmaz Diyarbakõr Cezaevi’nden Kartal Malte- pe’ye bizim yanõmõza geldi- ğinde sevinçten uçuyor, kendi- ni adeta özgürlüğüne kavuş- muş gibi hissettiğini söylüyor- du. Bir keresinde, - Ben tahliye talebinde bu- lunmam, ya buradan bõrakõp tekrar oraya götürürlerse... de- mişti. Aynõ duyguyu hemen hemen bir yõl sonra yeniden tutuklanõp, Metris’te kõrk gün geçirip, bir daha Sağmalcõlar’a, hem de yi- ne C-16 ya getirildiğimizde biz de yaşayacak, kendimizi “evi- mize!” dönmüş gibi hissedip, “Tek Kâğıt İsmail”, “Eşape Burhan”, “Tatü” ve Sezai ile uzun süre görüşmemiş kõrk yõl- lõk dostlar gibi sevinçle kucak- laşõp hasret giderecektik. Neyse, oraya hapishaneden sevk ile gittiğimizden mi, yu- karõdan gelen bir kõyak emriy- le mi, nedendir tam bilemiyo- rum, biz tecritten sõyõrõp doğru koğuşa yöneldik. Tecritten sõyõrõyoruz Ölüm orucu direnişleriyle uzun süre gündemde kalan Sağmalcılar Cezaevi 41 yıl sonra kapılarını kapadı. YARIN: KAÇAKÇILAR KOĞUŞU C-16 Ali Sirmen, Barış Derneği Davası’nda mahkemeye savunmasını okuyor. Oturanlar arasında ön sırada Uğur Kökden, Erdal Atabek, Orhan Apaydın bulunuyor. Otobüsle cezaevine giderken. (Fotoğraflar: Cumhuriyet Gazetesi arşivi) ‘Bir Gece... Ansızın!’ Sağmalcõlar’la tanõşma
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear