01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
V olta hapishanenin onsuz olmazõ, es- ki hapishanelerde Malta diye bir bölüm vardõ volta atõlan... Sağ- malcõlar’da ya koğuşun alt katõnda atõlõr- dõ volta ya da avluda... Tabii avlu geniş ve açõk havada volta at- mak daha keyfili. Volta ya gruplar halin- de atõlõr, ya da tek başõna... Tek başõna volta atarken, alõr başõnõ gi- dersin, kimi zaman deniz kenarõna plaja inersin, kimi zaman Sen kõyõsõnda gezer- sin, adõmlarõnõ sõklaştõrõr, teker, teker bi- nalarõn önünden geçersin, arada bir bir ka- feye girip tezgâhta bir “Calva” atar, son- ra yoluna devam edersin... Volta bir anlamda tahliyedir, sen volta atarken avluda değil, çok ötelerdesindir. Kimi zaman sevdiğin girer koluna, kula- ğõna bir şeyler fõsõldar, saçlarõnõ okşarsõn onun, herkesin içindesindir de, kimse görmez bunlarõ... ‘HAYDİ BİRLİKTE MODA ÇAY BAHÇESİ’NE’ Erdal Atabek, Can Yayõnlarõ’dan çõk- mõş olan herkese mutlaka okumalarõnõ tav- siye edeceğim “Sözüm Sanadır”da, vol- tayõ uzun uzun ve çok güzel anlatõr ve bir gün volta atarken, uzaktan, kendisine “Ne o Moda Çay Bahçesine mi Erdal Abi?” diyen bir koğuştaşõna “hayır de- ğildi, ama gel, birlikte oraya gidelim” de- mesini ve birlikte nasõl Moda Çay Bah- çesine gittiklerini nakleder enfes biçimde. Volta’da racon, kimsenin yürüyüş yo- lunu kesmeyeceksin. Volta kesmek, pos- ta koymak, meydan okumak anlamõna ge- lir. Kimi acemilerin başõna bu yüzden çok iş açõlmõştõr. Bir gün Hüseyin Baş, epeyce belalõ, ama aynõ zamanda hemşehrisi olan birinin voltasõnõ yanlõşlõkla kestiğini dehşet için- de fark edince, gönlünü almak için gü- lümseyerek, sõrtõnõ sõvazlarken lafõnõ da ya- põştõrõverdi: - Voltanõ balla kestim, canõm kardeşim. Böylelikle gülerek, tatlõya bağlandõ olay. CMYB C M Y B 12 AĞUSTOS 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 YARIN: SAĞMALCILAR’DA GÖRÜŞME İŞKENCESİ Ö nceleri moral için mi başladõk bu işe, yoksa salt hoşça vakit ge- çirmek için mi tam anõmsamõ- yorum. Belki de her ikisi de birden rol oynamõştõr, ama “sağlam moralin sağ- lam vücutta bulunduğunu” zamanla daha iyi anladõk. Sağmalcõlar’da iki koğuşun arasõndaki ortak avluda sõrasõ gelen koğuşlarõn gençleri, duvarlara boyayla çizdikleri ka- leler arasõnda futbol oynuyorlardõ. İki de futbolcu vardõ aralarõnda, biri Galatasaray genç takõmõnda kalecilik yapmõş, ikincisi de, bir zamanlar Sarõ- yer’de oynamõş, keyifli neşeli bir deli- kanlõ. Futbol vücut vücuda mücadelenin sert geçtiği bir oyun olduğundan arada sõrada kavgalar kaçõnõlmaz hale geli- yordu. SADECE BASKET ÇEMBERİNE İZİN ÇIKTI Bizler oraya gittikten kõsa bir süre son- ra, C - 16 koğuşunda avlunun dibinde- ki duvara nizami yükseklikte bir pota koymak için idareye başvurduk. Baca- nağõm Yılmaz Türkeri potayõ yaptõrõp getirtecekti. Müdür, savcõ, cezaevi komutanõ falan meseleyi tezekkür ettiler, potanõn de- mirlerle duvara tutturulmasõ fazla karõ- şõk geldi. Sonra demir aksamdan gizli- ce kesici delici alet yapõlacağõ düşünüldü. Gerçekten hapishanede demir metal aksam yok. Yemekler bile tahta kaşõk- la yeniyor, madeni kaşõk ve çatallardan her şey olabilir. Sonunda bize pota izni vermediler, yalnõzca duvara nizami yüksekliğe bir basket çemberi koymamõza “olur” de- diler. Yõlmaz Türkeri, çemberi yaptõrdõ, al- tõna filesi de alõndõ. Sipariş üzerine Mi- ne Sirmen’in ziyaretlerinde getirdiği fi- leler 2,5 yõl boyunca hep yenilendi, hiç eksik olmadõ. Böylelikle topun çem- berden geçişinde çõkardõğõ “çuf” sesi- ni hep duyduk. Bir de pota izlenimini tam yaratmak için duvarõn üstüne hayali sanal potanõn çerçevesini ve ortadaki ka- reyi çizdik. Fõrsat buldukça oynuyoruz avluda...Kimi günler, hafif yağmurdan õslanmõş beton zemini, kaymasõn diye paspaslayõp, kurutup, yine çõkõyoruz oyuna. Genelde basket oynamõş olanlar, Orhan Taylan, Ali Taygun, Gencay Şaylan ve ben, eh dört kişi tek pota ida- re ediyor. Bir iki kere hapishane ko- mutanõ binbaşõ da gelip oynadõ bizim- le. Arada koğuştan destek alõyoruz ama, 25 yõl önce basket o kadar yaygõn de- ğildi, çok kimsenin aşinalõğõ yoktu, oy- nayanõ azdõ. GENCAY’IN SAĞINDAN SOLUNDAN BASKET Gencay Şaylan, milli voleybolcü, vo- leybol kõz takõmlarõna da antrenörlük et- miş, bir ara Basketbol Federasyonu Başkanlõğõ da yapmõş, boyu hepimizden uzun, fiziği güçlü, sõçrama yeteneği fazla...Böyle olunca karşõsõnda şans bulmak zor, belki de imkânsõz, ne zaman topla pota altõna gelsen, karşõnda koca bir kule...Ancak feyk atarak, geride bõ- rakõrsan, potayõ görebiliyorsun. Arada, giderken böğrüne dirsek falan da atõyoruz, “Yapmayın yahu kerata- lar!”õn dõşõnda tepki de vermiyor. He- rifin boynuna asõlsan, topu sürüp gidi- yor. Bir gün oynarken, bana markaj yapõ- yordu, basketbolu seyretmiş olanlar bi- lirler, savunma yapan ilerideki elini aşağõ yukarõ sallar. Gencay da onu ya- parken nasõl olduysa eli burnuma çarp- tõ. Şanslõymõşõm, burnum hafifçe kana- maya başladõ, tabii ben hemen yere düş- tüm ve yarõ baygõn pozisyona girdim. Gencay başõma eğilmiş telaşla, - Ali!...Ali !...Ne oldu?!....Neyin var?!...Kalk!...Hadi Kalk!...diyor. Bun tõnmõyorum. Neyse zorla kaldõr- dõlar, sallana sallana yürüdüm. Ondan sonraki iki hafta boyunca Gencay markajõndan kurtuldum, sağdan geçiyorum basket... soldan geçiyorum basket... Ne yazõk ki, Gencay’õn müsamahasõ fazla sürmedi... Avluda keyifli maçlar Basketbol ve voleybol maçlarõyla ‘sağlam moralin sağlam vücutta bulunduğunu’ daha iyi anladõk B - 1 koğuşuna geçtiğimiz- de, Tõp öğrencisi Galata- saraylõ Fethi çoktan tahli- ye olmuştu. Sonradan da beraat et- ti ve tahsilini tamamlayõp, doktor oldu. Bir kez Kartal’da görüştük. Ekipteki azalmayõ siyasi koğuştaki arkadaşlara basket öğreterek ka- patmaya çalõşõyoruz. Onlar da uya- nõk çocuklar öğreniyorlar. Derken, yine bir siyasi suçtan tutuklu Fer- hat geldi koğuşa. Ferhat çok hoş bir delikanlõ, çok da güzel basket oynuyor. Koğuştaki boş zamanla- rõnda şiirler yazõyor, Broy dergisi- ni sürekli izliyor, arada orada şiir- leri de çõkõyor. Dõşardaki mesleği o sõrada şoförlük... Ferhat’õn da takviyesiyle, artõk biz barõşçõlar ve diğerleri maç ya- pabiliyoruz, bizim takõma, yaşlarõ- mõza telmihen bir ad koyduk: “Bastonspor”. Bizim Bastonspor maçlarõ karşõ tarafta Ferhat’õn can- siperane oyununa rağmen rahat kazanõyor. Tabii bunda Gencay’õn ribauntlarõnõn ve fiziğinin büyük etkisi var. Ama bizim Bastonspor gittikçe yenilmezliğe doğru yol alõnca, ben arkadaşlara takõlmaya başladõm: - Biz alçakgönüllülüğümüzden Bastonspor diyoruz, arkadaşlar as- lõnda bu Bostonspor, Boston... Sporun çok faydasõnõ görüyoruz. Moralimiz çelik gibi. Tahliye bek- leyip de, alamadõğõmõz bir gün, süklüm püklüm koğuşa dönüyo- ruz, herkes berbat durumda... Gencay’õ kõşkõrtõyorum, baskete çõkõyoruz, oynayõp ter attõktan, bir de duş aldõktan sonra keyfimiz bir yerine geliyor ki... Yeri gelmişken yõkanma mese- lesine de değineyim. Hapishanenin hamamõ kâğõt üzerinde var. Sorun pratikte, helalarõn yanõndaki bir bölmede, tavandan çekilen elektrik kablosunun ucuna geçirgen metal bir parça takõlarak oluşturulmuş õsõtõcõ ile plastik bidonda õsõtõlan suyla çözülüyor. Plakayõ usulünce çekip çõkardõktan sonra, büyük bir plastik kova suyla yõkanõyorsun, haftada bir iki. Biz top oynayanlar daha sõk yõkanõyoruz. Bu arada yaz aylarõnda plastik bidonlarõ av- luya bõrakõyor ve güneş õşõğõnda õsõnan sularla yõkanõyorduk. ‘Voltanõ balla kestim kardeşim’ Bastonspor oldu Bostonspor H er zaman ileri sürdü- ğüm bir iddianõn ka- nõtlandõğõnõ Sağmal- cõlar C – 16 Kaçakçõlar Ko- ğuşunda gördüm. Galatasa- ray Lisesi’nin kimilerinin ileri sürdüklerinin aksine halktan kopuk olmadõğõnõ, ülkenin hangi köşesine gitse- niz, her meslekten Galatasa- raylõlar bulunabileceğini söyler ve “onlar her yerde halkın içinde vardırlar” derdim. C- 16’ya giren Barõşçõlar arasõnda, Hüseyin ve ben iki Galatasaraylõ idik. İçerde, çalõştõğõ şirketin bir aksaklõğõ yüzünden kaçakçõlõktan ko- vuşturulan, benim Üniversite hocalarõmdan birinin Galata- saraylõ oğlunu da bulduk, onunla olduk üç. Bir süre sonra Tõp Fakültesi son sõnõf- tan Galatasaraylõ bir delikan- lõ daha siyasi dava tutuklusu olarak geldi, olduk mu dört?... Söyleyin bakalõm, şimdi Sağmalcõlar C-16’da bile değişik nedenlerden tu- tuklu dört kişi varken ben “her yerde Galatasaraylı vardır” demekte haksõz mõymõşõm? Dördüncü arkadaşõmõz Fethi, basketbol da oynuyor, bizim oyunlar daha keyifli olmaya başladõ. B- 1’e geçtiğimizde, yalnızca bize ait olan ve sabahtan akşama kadar açık kalan avluya bir de voleybol ağı gerildi. Artık oyunlara daha çok kişi katılıyor. Tabii Gencay başrolde... Keyifli maçlar oluyor, ben voleybolde sıfır olduğumdan katılmıyorum.Hapishane komutanı Bin- başı da görmüş bizimkilerin iyi oynadık- larını, spor salonunu açtı voleybolcülere, bir maçı bizimkiler kazandılar, koğuştakilerin hepsine buz gibi coca colalar geldi. Pek sevmediğim o mereti, yavaş yavaş, sindire, sindire öyle keyifle içtim ki, anlatamam... ‘G. Saray her yerde’ HAPİSHANE KOMUTANIYLA VOLEYBOL MAÇI G enelde basket oynamış olanlar, Orhan Taylan, Ali Taygun, Gencay Şaylan ve ben, eh dört kişi tek pota idare ediyor. Bir iki kere hapishane komutanı binbaşı da gelip oynadı bizimle. Arada koğuştan destek alıyoruz ama, 25 yıl önce basket o kadar yaygın değildi, çok kimsenin aşinalığı yoktu, oynayanı azdı. Basketbol oynarken ayağını burkan Ali Sirmen, bastonun yardımıyla sorgu için kürsüye gelir- ken. (22 Ekim 1982) (Fotoğraf: Cumhuri- yet Gazetesi Arşivi) Dinci ve işbirlikçi medyanın temsilcile- ri rektör atamalarının siyasallaştırıldığına ilişkin eleştirilere tep- ki gösteriyorlar! Efendim, Ahmet Nec- det Sezer de tıpkı Abdullah Gül gibi YÖK’ten gelen aday sıralamasına uy- mazmış ve kendisine yakın olanları rek- tör olarak atarmış! İftirayı mürekkep ya- panlar Sezer sanki AKP’liymiş ve ken- di partisinin milletvekili adaylarını rek- tör yapmış gibi kin kusuyorlar! Sezer’le Gül arasındaki en önemli fark laiklikle ilgili duyarlılıkları. Sezer’in taraf oldu- ğu tek konu Cumhuriyet’in kurumları ve rejimdi. Tabii ki atadıkları Cumhuriyet Türkiyesi’ne yakı- şacak, Atatürk’ün ilkelerini savuna- cak ve bu doğrul- tuda gençler yetiş- tirebilecek rektör- lerdi. Yani halkın bugün özlemle ara- dığı Sezer, anaya- saya dayanarak doğrusunu ve yasal olanını yapmıştı. Peki Sezer o duyar- lılığı göstermeseydi ne olacaktı? Yal- nızca üç örnek bile anlamak isteyen- lere yeterli yanıt olacaktır: Dinci basının sürekli hedef gösterdiği Prof. Fatih Hilmioğlu göreve gelme- den önce Malatya İnönü Üniversite- si’nde Hizbullahçılar gövde gösterisi yapıyordu. Dinciler, dönemin rektörü Ömer Şarlak’ı yürüyüşlerle sindirmek istiyordu. Eğitim Fakültesi öğrencisi Ci- han Tarho oruç tutmuyor diye katle- dilmişti. Öğrenciler örgütler ve cema- atlerin tehdidi altındaydı! İkinci örnek daha vahimdi. Prof. Fikri Canoruç’un göreve gelmesinden önce PKK ve Hizbullah, Dicle Üniver- sitesi kampuslarını bölüşmüştü! Ör- neğin üniversitenin terör örgütlerine terk edildiği o dönemde Tıp Fakültesi’nin sekreteri, İbrahim Sarı adlı bir Hiz- bullahçıydı! Bu kişi daha sonra örgüt içi hesaplaşma nedeniyle kaçırılıp öl- dürüldü! Peki ya Urfa’daki olaylar? YÖK, Harran Üniversitesi’nin tüm üst kad- rosunu irticai faaliyetler nedeniyle gö- revden almadı mı? Burada “Biz üni- versiteye kâfir de aldık Müslüman da” diyen, Said Nur- si’nin “Medreset- ül Zehra”sını yaşa- ma geçirmeye çalı- şan Nurcu profe- sörler görev yap- mıyor muydu? Ör- neğin Beykoz’da yakalanan Hizbul- lah’ın ikinci adamı Cemal Tutar bu üni- versitede militan yetiştirmiyor muydu? “Sezer de Abdullah Gül gibi yapı- yordu” diyen insaf ve izandan yoksun kalemler, eğitim yuvalarının yeniden te- rör örgütlerine, tarikat ve cemaatlere, Cumhuriyet düşmanlarına bırakılmasını isteyenlerdir! Son iki Cumhurbaşka- nı’nın atama kriterlerindeki yaşamsal farkı görmek istemeyen zavallılar, Se- zer döneminde kaybettikleri örgütlen- me alanlarını yeniden kazanabilmenin peşindedir! Cumhuriyet’in tüm ku- rumlarına düşman bir gazete, Ergenekon id- dianamesinde Deniz Baykal’a 5 milyon dolar rüşvet verildiği yolundaki uçuk bir iddiayı manşet yapmaktan utanmamıştı! Ay- nı iddianamenin, “İletişim tespit tutanakları” başlıklı bölümünde, Mehmet Ağar’ın, Tayyip Erdo- ğan’dan 60 milyon dolar aldığı iddia- sını ise bu gazete, AKP taraftarlığı ne- deniyle ciddiye almamıştı! Meğer id- dianamede bu gazete ve benzerlerinin gözardı ettiği neler varmış? Yeniçağ yazarı Arslan Bulut’un, cumartesi günü yazdığı “Ergenekon’da 31’inci dosyayı gördünüz mü?” başlıklı yazı- sının özellikle bu günlerde çok dikkatle irdelenmesi gerekiyor: “Mesela Tayyip Erdoğan hakkında, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın emri ile mülkiye başmüfettişi Candan Eren tarafından hazırlanan ‘Çok Giz- li’ ibareli bir rapor var ki, kimse bun- dan bahsetmiyor. Raporun tamamını okuyanın tüyleri ürperir. Sonuç bölümünde ‘Er- doğan’ın siyasi ve sosyal bir görüşten kaynaklanan bir amaçla cürüm işlemek için deva- sa bir teşekkül oluşturduğu ve bu te- şekkülün liderliğini, Belediye Başkanı seçildiği tarihten 1998 tarihine kadar aktif bir şekilde, bugüne kadar ise per- de arkasından sürdürdüğü’ diye bir ifa- de var! Ve Erdoğan ile birlikte, bugün bazıları bakan olan ekip arkadaşlarının DGM’ye verilmesi isteniyor.” Hz. Muhammed’in Mezarı PKK Yoruldu! Güngören katliamı, Üsküdar’daki havantopu saldırısı, dün Erzincan’da 9 askeri şehit eden mayın ve son ola- rak Antakya’da 15 kilo patlayıcıyla özel harekât binasını hedef almaya çalışan terörist!.. PKK sınır ötesi ope- rasyonlarda lojistik, mühimmat, eği- tim, sağlık ve haberleşme ünitelerinin bulunduğu en az 800 yaşam alanını kaybetti. Örgütün her ay en az 70-100 arasındaki militanı operasyonlarda öldürülüyor. PKK bu yüzden kırsalda her sıkıştığında aynı stratejiye yöne- liyor: Mayınlı tuzaklarla risksiz eylemle- re girişip can alıyor! Terör tehdidini yurt geneline yay- mak için patlayıcı ve ağır silahlarla Ka- radeniz bölgesine ve batıya sızıyor. Ve patlayıcılar kullanarak siviller- le kamu binalarını hedef alıyor. Te- röristlerin ayakta kalabilmesine hizmet eden bu kalıplaşmış strateji, örgütün giderek büyüyen bir açmazını da deşifre ediyor: PKK 5 yıl öncesinde ol- duğu gibi artık profesyonel birlikler- le karşı karşıya gelmekten kaçınıyor. Güvenlik güçlerinin karşısında artık çatışmaktan yorulmuş bir PKK du- ruyor! Peki ya istihbarat birimleri? “AKP’nin seçimlere kadar yeni top- lumsal gerginlik yaratacak adım- lardan kaçınmaya çalışıp, yerel se- çimlerde yüzde 55-60 oy almaya ça- lışacağını, bu gerçekleştikten son- ra yeniden asıl isteklerini gündeme getirmeye başlayacağını tahmin edi- yorum. Umarım yanılıyorumdur, ama eğer yanılmıyorsam, AKP Hü- kümeti yerel seçimlere kadar piya- saları oyalayıp IMF’yle bağlayıcı bir anlaşma yapmayacaktır. Hatta eko- nomiyi yeniden gündeminin ilk sı- rasına alıp ciddi kararlar alması da çok zor görünüyor.” Erdal Sağlam, Hürriyet “Sağlıklı, dört dörtlük bir demokra- simiz yok. Bugüne kadar bu ek- sikliğin nedenini hep askerde aradık. Sivil yaşama hiç bakmadık. Tari- katların etkin olduğu bir toplumsal yapıda demokrasiden söz edilebilir mi? Tarikatlar, cemaatler, aşiretler zenginliğimiz falan dersek, biz de- mokratik bir toplumuz diyebilir mi- yiz? İşte Konya’da yaşananlar. Ço- cukları ölen 17 aile bu konuda ko- nuşamıyor bile. O insanlar yarın oy verecek. Kime? Tarikatlarının şeyh- leri kime derse ona. Bunun adına da demokrasi diyeceğiz!” Mehmet Tezkan, Vatan e-posta: mfarac cumhuriyet.com.tr MED CEZİR MEHMET FARAÇ Sezer’den Önce!.. Tarikat şeyhlerinin adını bile an- maktan kaçındığı, yobazların ailesine bile iftiralar attığı Büyük Önder Ata- türk, Hz. Muhammed’in mezarının yı- kılmasını bir telgrafla önlemiş miydi? Eski AKP milletvekillerinden Nevzat Yalçıntaş Avrasya TV’de katıldığı program sırasında, yobaz takımının Atatürk’e yönelik önyargısını bir kez daha yerle bir edecek bir belgeyi anımsattı. Telgrafı 1981’de, Atatürk’ün 100. doğum yılı etkinliklerinde İlim Ku- rulu’nun başına getirildiğinde gördü- ğünü belirten Yalçıntaş, detayları Va- tan gazetesi yazarı Can Ataklı’ya şöyle anlatmış: “Belge bir telgraf metniydi. Henüz kurulan Suudi devletinin kralına gön- derilmişti. Telgrafta ‘Hazreti Muham- med’in mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü du- yarsam orduyu aşağıya gönderirim’ anlamına gelen cümleler vardı.” Can Ataklı cumartesi günkü yazı- sında belgenin kaybolduğunu belir- terek, “Atatürk’ün, Hazreti Muham- med’in mezarının ortadan kaldırılma- sını önlemesi herkesten saklanıyor” di- ye sitem etmişti. Dinci basın beklendiği gibi, tarikat yurtlarında militanlaştırılan körpecik be- yinlere Atatürk’ün “deccal” ve “dinsiz” diye anlatılması için bu çok önemli ha- beri görmezden geldi. Belki de Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün konuyu Dışiş- leri arşivinde araştırmasını da engel- leyen Ali Babacan’dan talimat al- mışlardır! Ancak elbette Bilgi Edinme Yasası’na sığınarak bu belgenin peşine düşecek kararlı bir Atatürk evladı çı- kacaktır! O belgenin suratına çarpıla- cağı o kadar çok kişi var ki! 11Ağustos2008Hürriyet 31. Dosya!..
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear