05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 ARALIK 2008 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Veda’ların Saati Yok! PENCERE Tahtakurusu.. Pire.. Bit..Ahmet Haşim yalnız olağanüstü bir şair değil- di, eşi az bulunur bir düzyazı ustasıydı... Tahtakurusu üstüne bir denemesini anımsıyorum, okurken çok etkilenmiştim... Haşim bir gece uykusundan bir kaşıntı ve ısırık acısıyla uyanır, ışığı yakar, bir tahtakurusunun kaç- makta olduğunu görür... Kendisine Himalaya dağlarından büyük gelen yorgan kıvrımları arasında kaçmaya çalışan hay- vancık canını kurtarmak için çırpınmaktadır... Şair-yazar için tahtakurusu esin perisine dönüşür... Eskiden tahtakurusu hayatımızın bir parçasıydı... Ya pire veya bit?.. İlkokulun ikinci sınıfını Sıvas’ın ilçesi Yıldızeli’nde okudum... O yıllarda Yıldızeli yoksul mu yoksuldu... 1933-1934... Cumhuriyetin 10’uncu yılını Yıldızeli’nde kutla- mıştık... Soyadı Kanunu biz Yıldızeli’ndeyken çıkmıştı... Osmanlı’dan artakalan Türkiye’de yaşayan in- sanların soyadları bile yoktu; resmi ya da özel iliş- kilerde öyle bir karmaşa sürüyordu ki demeyin git- sin... Cumhuriyet devleti bu nedenle kanun çıkarmak zorunda kalmıştı. Okulda her pazartesi bit muayenesi yapılırdı... Yıldızeli çok soğuktu... Okulda bile üşüdüğümüzü anımsıyorum... Öğretmen yine de yoksul öğrencileri bir sıraya dizer, özellikle uzun beyaz donlarının uçkurlarını de- netler, üzerinde bit bulunanları evlerine yollardı... Bit muayenesi başlarken bana da seslenirdi: - Sen şu tarafa geç bakalım!.. Beni muayene etmezdi... Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Kasım Bey’in oğ- lunda bit bulunur muydu canım... Bu ayrıcalık beni çok tedirgin ederdi... Babam kimi zaman eşkıya takibine çıkar, gün- lerce eve dönmezdi... Annemin kaygılı günleriydi bunlar... Bir gün kar-kış-kıyamette, bir eşkıyanın jandar- maların ortasında, elleri kolları bağlı, ilçeye getiri- lişini unutmuyorum... Adamcağızın ayakları çarıklıydı, sapsarı sakal- ları bıyıkları donmuştu, halk olayı görmek için yol- lara dökülmüştü... Eşkıyayı komutanlık binasına soktular, ben ço- cuk merakıyla her şeyi yakından izliyorum; hiç unut- mam, bir jandarma yanına sokuldu... O zamanlar jandarmaların belinde adına kütük- lük denen fişeklikler vardı... Jandarma elini kütüklüklere vurarak dedi ki: - Bak, seni bunlarla vuracağım... Eşkıya sessiz bakıyordu.. Sonra adamı Sıvas’a götürdüler, yargılanacak- mış... ‘10’uncu Yıl Marşı’nı Yıldızeli’nde öğrendik, so- yadımızı 11’inci yılda aldık, bit ile de iyi kötü ta- nışmam Yıldızeli’ndeki okulda oldu... Bugünden geriye bakınca 1923 Cumhuriyeti’nin nasıl yoktan var edildiğini daha iyi anlıyorum; o yıl- larda Yıldızeli’ndeki ilkokul, öğretmenleriyle birlikte, sanki aydınlık bir kültür merkeziydi... Ama, gaz tenekesinde ısıtılmış suyla yıkanır, gaz lambasıyla aydınlanır, İstanbul gazetelerini dört göz- le bekler, geleceğe dönük umudumuzu güncel ya- şamın tüm eksiklerini dışlayarak korurduk... İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çıkan ilaçlarla ne tahtakurusu derdi kaldı, ne bit, ne de pire... Peki, bu durumda Ahmet Haşim’in tahtakuru- su üzerine yazısı ne olacak?.. Tahtakurusu, bit, pire gider, yazı kalır... G ündemimizi oldukça yoğun meşgul eden “Aleviler ne istiyor”, “Hükümetin Alevi açılımı”, “Alevi yürüyüşü” vb. başlõklar neredeyse tüm dünya- yõ ve ülkemizi saran ekonomik krizi bile unutturacak boyutlara ulaştõ. Değerli örgüt başkanlarõ bu konudaki düşüncelerini yazõlõ ve görsel iletişim kanallarõ ile her zaman duyurma şansõ bulabili- yorlar. Bir de bu şansõ bulama- yan Anadolu’daki sessiz çoğun- luğun düşüncelerini toplumla paylaşabilsek, sanõrõm olaya da- ha gerçekçi yaklaşmõş olacağõz. Bunlarõ özet halinde sizlere sunmayõ görev kabul ederek bu sayõdaki ön yazõmõzõ bu konuya ayõrdõk. 1. Sözcük olarak salt “Alevi” yerine “Alevi-Bektaşi” ifadesi- ni kullanmanõn doğru bir tercih olduğunu düşünüyor (bu iki top- lumun bireylerini bir ve Bal- kanlar’dan Orta Asya’ya kadar beraber kabul ediyoruz), hak ve isteklerimizin ortaya konmasõn- da Türkiye Cumhuriyeti’nin di- ğer bireyleri ile eşit olduğumuz unutulmadan taleplerimizin diğer inanç gruplarõ ile birlikte dile ge- tirilip savunulmasõnõn daha hak- lõ ve güçlü bir yurttaşlõk görevi olduğunu düşünüyoruz. 2. Bu bağlamda Diyanet İşle- ri Başkanlõğõ’nõn bütçesinden işlevine, kadrosundan giderek bir fetva kurumu haline dönüş- mesine kadar yõllardõr izlenen sü- reç, bizlerin olduğu kadar laik toplumu oluşturan herkesin müş- terek sorunudur ve mutlaka top- lumun tüm katmanlarõ ile birlikte çözümlenmelidir. Diyanet İşle- ri Başkanlõğõ’nõn kaldõrõlmasõ, başta devrim yasalarõna aykõrõ olup sonuçlarõ itibarõyla da tari- kat ve cemaatlerin kontrolünde bir dini yapõlanmaya doğru daha hõzlõ bir gidişe neden olacaktõr. Yeniden yapılanmalı Diyanet İşleri Başkanlõğõ ye- niden düzenlenmeli, burada her inanç grubu temsil edilmeli ve bu gruplar başkanlõkça kontrol edi- lebilecek bütçelerini kendileri oluşturmalõdõrlar. Diyanet İşleri Başkanlõğõ’nõn ne camilere ne imamlara ne de dedelere bütçeden maaş verme gibi bir işlevi olmalõdõr. Her toplum kendi inancõ için oluştu- racağõ ibadet yeri ve görevlile- rinin ödeneklerini kendisi kar- şõlamalõdõr. Diyanet İşleri Baş- kanlõğõ’nõn yapõlanmasõndan ör- gütlere pay verilmesini istemek, bu kurumun çalõşmasõnõ onayla- mak anlamõna gelir ki, bunun ka- bul edilmesi mümkün değildir. 3. Bilime bu denli önem veren bir toplumda ilk ve en önemli is- teklerimizden biri de ülkemizde Hacõ Bektaş Veli Araştõrma Ens- titüsü’nün kurulmasõ olmalõdõr diye düşünüyoruz. Bu kültürün gün õşõğõna çõkarõlõp tüm dünya uluslarõ ile paylaşõlmasõ ve ge- lecek kuşaklara doğru bilgi ve belgelerin iletilmesi konusu ive- dilikle ele alõnmalõdõr. Bizim bu konudaki çabalarõmõz sürerken Nevşehir Üniversitesi Rektörü- müzün de bu yönde bir çalõşma başlatmõş olmasõ bizleri sevin- dirdi. Madımak müze olmalı 4. “Eylemleri sözdü, silahla- rı sazdı; ozan olmaktı kiminin de ozan ilinde günahı” dediği- miz Madõmak’ta, şehitlerinin anõsõna bu binanõn müze olmasõnõ istemek de sadece Alevi-Bekta- şi örgütlerinin değil, aydõn ve ay- dõnlanmadan yana olan tüm yurt- severlerin (bu kõyõmda canlarõnõ yitirenlerin 17’si Sünni, 17’si Alevi, 1 kişinin de Hõristiyan ol- duğu düşünülürse) ortak çabasõ olmalõdõr. Eylemi gerçekleştirenlerin söy- lemleri “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak”tõ. Girişimin aydõnlanmaya karşõ olduğunu ve bunun da sadece Alevi-Bektaşi toplumunun so- Alevi Açõlõm... Dr. Naki SELMANPAKOĞLU Hacõbektaş Eğit. ve Kül. Der. Bşk. Gözden õrak tutulmamasõ gereken bir konu da milli eğitim sistemimizde zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin mutlaka isteğe bağlõ olmasõnõn (zorunlu olmaktan çõkarõlmasõ) yanõ sõra dersin içeriğinin de hurafelerden arõndõrõlõp çağdaş dünya görüşleri doğrultusunda değiştirilmesidir. İlk ve ortaöğretimde okutulan bu kitaplarõn içeriği, belli bir dünya görüşünü empoze eder niteliktedir. Tüm inanç sistemleri bu okullarda sosyoloji-felsefe derslerinde uzmanlar tarafõndan hazõrlanan metinler halinde öğretilmelidir. “Geriye kalan hiçlikten başka ne- dir? Öyleyse her şey hiçbir şeydir. Ya da hiçbir şey her şey” Bir şairin ayrılış öyküsü! Ancak şi- irle olacak bir şey! Veda etmek ya- şam denen serüvene... Herkesin ya- şadığı, yaşadığını sandığı! Bir şair ar- kadaşım “Her kafa bir dünyadır” de- mişti. Gerisini söylememişti. Hiçbir şeyin, her şey olduğu, olmadığı... Yaşarken bilinir mi? Belki sonlara doğru, bir pencere önünde ya da ıs- sız bir park kanepesinde... Ataol Behramoğlu sizden, biz- den biri mi? Öyle mi? Hepimiz ay- rı biriyizdir. Benzese de yüzümüz, bakışımız, gülüşümüz... Kendimizi tanımamız bile zamanlar alır, yine de yeri gelir sorarız, ben kimim, ben ya- şadım mı bunca zamanı! Bir şarkıda, bir dizede arayıp bul- mak kendini!.. Bulduğunu sanarak aldanmak! Başka biriyiz gerçekte, her bakışa göre değişen... “İnsan kendi yüzünü de unutabi- lir” dediğimiz anlar yok mu? Bir ay- na bize neyi gösterir, kendimiz san- dığımızı... Bir berber aynası, hem değiş- kendir, bizler hep aynı olduğumu- zu sansak da... Üstünkörü bir yaşamda gidip gel- diğimizi bilmeden tüketsek de gün- leri, ayları, yılları... Niye “veda” demiş hayata daha genç çağında? Yıllar değildir ölçü! Kimi için uzun bir dakikadır, kimi için bir an, bir dizelik, bir bakışlık bir za- man parçası... Ataol için yaşantılardır şiir du- yuşları. Anlamı varsa en güzelidir, şiiri duymak, yazmak, yaşatmak, senden sonrasına... Belki o veda yaşamdan kopuşun değil, şiirin tükenişidir. Oysa yok öy- le şey, hiçlik varsa da şiir hep o hiç- liğin çözülüşüdür. Doğuştan atılmışız bir karışıklığın içine küçük ellerimiz yumrukları- mızla sarılarak ne olduğunu bir tür- lü anlayamadığımız bir şeye... Ya- şammış, aşkmış, sevgiliymiş. Bir tek ya da çok... Çoğul bir kişilikle değişe değişe... Bir yokuştan inmek de- rinliklere... Aramak orda bir anlam- sızlığı, son anına kadar bekleyerek. “Kulağım kirişte saatler durabilir mi birdenbire? Yer ve gök ve denizler bir ağızdan konuşmaya başlayabi- lirler mi? Ya da bir şarkıyı tutturabi- lirler mi” diye diye. Bir de bakmışsın, saati çalmış sa- at diye bir değer varsa... Yaşadın, yaşamadın, yaşadığını bir masalda duydun, duyurdular, aldattılar ya- şadın diye... Bu doğada, bu deniz- de, bu gökte, şairlerin dizelerinde... Ki onlar, “Ölüme hiçbir zaman inan- madılar. Bir gün herkes gibi öle- ceklerini bilseler de...” Ama Ataol şa- ir doğmuş, şiir en yakını olmuş, bir dost, bir kardeş gibi büyümüş onunla. “Ölü ve suskun olmak-Bir şaire nasıl yakışır-Şair nasıl susabi- lir şiirsiz boşlukta-‘Ki onlardır’ daha çok güven veren sözcüklerden bir dünya bırakarak.” Ataol Behramoğlu bir “veda” mektubu mu bırakmak istemiş biz- ler adına? Özetlemek yaşam denen aldatmacayı! Öyle bir masal ki bu al- datmaca bizleri de, daha kimleri de aldata aldata sevdirmiş, yazdırmış, düşündürmüş!.. Veda’ların saati ol- madığını... Ataol sanki benim için yazmış bu eşsiz destanı!.. Yoksa ben mi yaz- mışım! runu olmadõğõnõ yetki- lilere anlatmak, bütün demokratik kitle örgü- tü ve siyasi partilere düşen önemli görevdir. Ayrõca buranõn müze olmasõnõn yanõ sõra mü- zenin içi tüm ulusu- muza yüzyõllarca unu- tamayacağõ bir ders ni- teliğinde yapõlandõrõl- malõdõr. Bu müze Türk ulusunun birliğini ve dirliğini de sembolize etmelidir. Milli Eğitim 5. Gözden õrak tutul- mamasõ gereken bir ko- nu da milli eğitim sis- temimizde zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin mut- laka isteğe bağlõ olma- sõnõn (zorunlu olmaktan çõkarõlmasõ) yanõ sõra dersin içeriğinin de hu- rafelerden arõndõrõlõp çağdaş dünya görüşle- ri doğrultusunda de- ğiştirilmesidir. İlk ve ortaöğretimde okutu- lan bu kitaplarõn içeri- ği, belli bir dünya gö- rüşünü empoze eder ni- teliktedir. Tüm inanç sistemleri bu okullarda sosyoloji-felsefe ders- lerinde uzmanlar tara- fõndan hazõrlanan me- tinler halinde öğretil- melidir. (M.K. Ata- türk tarafõndan yazõ- lan, bugünlerde tekrar piyasaya çõkarõlan kitap örnek alõnabilir.) Gele- ceğimiz olan çocukla- rõmõza yurt sevgisinin yanõ sõra tüm inançlara nasõl eşit ve hoşgörülü yaklaşõlacağõnõ öğret- mek de bu dönem eğit- menlerinin görevidir diye düşünüyoruz. Çünkü sorun, ülkemi- zin geleceğinin soru- nudur. 6. Ülkemizin bölün- mez yapõsõna, Atatürk ilke ve devrimlerine, ulusal bayrağa, emeğe bağlõlõğõmõz ve bu top- raklarda değişik inanç ve düşüncede olan tüm yurttaşlarõmõzla bir ulu- sal kimlik altõnda bir- likte yaşamak inancõ- mõzla salon ve mey- danlarda, altõnda top- landõğõmõz pankartõmõ- zõ bir kez daha yineli- yor, saygõlar sunuyo- rum. “Biz Hem Hacı Bektaş Hem Mustafa Kemal’iz. Biz Anado- lu’yuz!”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear